Etiket arşivi: iman

Yaz Kışa, Gençlik Yaşlılığa Değişecek

Gençlik, Allah’ın lütfu olan en güzel çağdır ve bu dönemde yapılan ibadetler, sonsuz kurtuluşa ulaşabilmek için çok değerli vesilelerdir. Yaşlanmadan evvel değeri iyi bilinmelidir.

Gençlik dönemi, Kur’an ahlakını yaşamak, yaygınlaştırmak ve Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için en verimli çağdır. Kur’an’da kıssaları verilen elçiler, peygamberler ve onlarla birlikteki müminlerin de çoğunluğunu gençler oluşturuyordu. Bu kutlu gençler yaşlarına rağmen taşıdıkları sorumluluk bilinciyle, imanî olgunlukları ve güzel ahlaklarıyla birçok insanın imanına vesile olmuşlardır.

İmam Rabbanî Mektubat 73.Mektup’ta, “Biz kuluz. Sahibimizin emrindeyiz. Başıboş değiliz. Her istediğimizi yapmaya serbest değiliz. İyi düşünelim! Uzağı gören akıl sahibi olalım! Kıyamet günü utanmaktan, pişman olmaktan başka, ele bir şey geçmez. Gençlik çağı, kazanç zamanıdır. Mert olan, bu vaktin kıymetini bilip elden kaçırmaz. İhtiyarlık herkese nasip olmaz. Nasip olsa da elverişli vakit ele geçmez.” sözleriyle gençlik çağının imanî açıdan önemini vurgular.

Yaşadığımız zaman, dejenerasyonun en fazla yaşandığı, bu nedenle de Kur’an ahlakının yaygınlaştırılmasının çok gerekli olduğu dönemdir. Bu döneme en büyük katkıyı sağlayacak kişiler kuşkusuz samimi iman sahipleridir. Özellikle de imanı kalbine yerleştirmiş gençler, Kur’an ahlakına hizmet etmek için yoğun çaba göstermelidirler.

Din ahlakından uzak yaşayan cahiliye toplumunda, gençlik döneminin deli dolu ve kontrolsüz yaşanan bir dönem olduğu düşünülür. Yine bu dönemde insanlar eğitimlerini tamamlar, meslek edinir, geleceklerini ve yaşlılıklarını garantiye almaya çalışırlar. Dünya hayatına dair bu işler doğal olarak gençlik dönemine rastlar. Ancak tüm bunlar amaç değil, Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olacak araçlardır. İnsanın fiziksel ve zihinsel en sağlıklı olduğu, en zinde ve enerjik dönemi olan gençlik yılları, Allah yolunda ciddi çaba gösterilebilecek, açık zihinle derin düşünülebilecek çok değerli bir yaşam dilimidir.

Cahiliye toplumu anne babaları, çocuklarını Allah’ın değil insanların beğendiği gibi yetiştirmeye çalışırlar. Oğulları kesinlikle güzel bir meslek edinmeli, kızlarını da ne ‘doktorlar ne mühendisler’ istemelidir.

Toplumun bu gibi yanlış telkinleri yüzünden, insanlarda Allah’a bağlılık önemsenmez ve birçok genç dinden uzak yaşar. Oysa insandaki en önemli özellik takvadır ve bu üstün özellik Kur’an’da, “Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır…” (Hucurat Suresi, 13) ayetiyle haber verilir.

Kur’an’dan Örnekler

Kuran’da da bildirildiği üzere Yüce Allah, kutlu kullarına, genç yaşlarında müjdeci ve uyarıcı olarak elçilik ve peygamberlik görevlerini vermiştir. Allah’ın peygamberlikle şereflendirdiği kutlu gençlerden biri Kendisine dost edindiği Hz. İbrahim’dir. Hz. İbrahim putperest olan kavmine genç yaşta dini tebliğ etmiştir. Hz.İbrahim’in oğlu Hz. İsmail de, çocuk yaşında yaşadığı imtihanında, imanını, teslimiyetini ve Allah’ın buyruklarına olan itaatini kanıtlayan örnek bir mümindir.

Diğer yandan Hz. İsa ve onun yardımcıları olan Havariler de Allah’ın genç yaşta hidayet verdiği müminlerdir.

Kur’an’dan bir diğer örnek de Hz. Yusuf’tur. Çocukluğu, gençliği, atılan iftira ve yaşadığı hapis hayatıyla müminler için hikmetli ve önemli örnektir. Allah’ın Hz. Yusuf’a genç yaşta hidayet verdiği “… Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte Biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz.” (Yusuf Suresi, 22) ifadesiyle Kur’an’da bildirilir.

Firavun döneminde büyük bir mücadele örneği gösteren Hz. Musa’nın çağrısına icabet eden ve yardımcıları olan kişiler de İsrailoğulları’nın gençlerinden oluşur.

Resûlullah’ın (sav) tebliğine de Mekke’nin önde gelen ailelerinin gençleri, toplumdaki diğer kişilerden daha çok ilgi göstermişlerdir. İslâm’ı yayma konusunda Peygamberimiz’in (sav) destekçi ve yardımcıları bu iman sahibi gençlerdir.

Peygamberimiz (sav) gençlere büyük önem vermiş, vahiy katibi olarak genellikle gençleri görevlendirmiştir. Gençleri öğretmenlik ve ordu komutanlığına tayin etmiştir. Peygamberimiz’e (sav) tabî olan bu gençlerin, Arap Yarımadası dışında da Kur’an ahlâkının tebliğinde çok önemli katkıları vardır.

Sonuç Olarak;

Gençlik, Allah’ın lütfu olan en güzel çağdır ve bu dönemde yapılan ibadetler, sonsuz kurtuluşa ulaşabilmek için çok değerli vesilelerdir. İnanan tüm gençler kutlu peygamberleri ve Allah yolundaki samimi müminleri örnek almalı, yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu amaçlayarak çaba içinde olmalıdırlar.

Bediüzzaman’ın da gençlik hakkındaki bir tefekkürü şöyledir: “Gençlik hiç şüphe yok ki gidecek. Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat’iyetinde (kesinliğinde), gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek.

İnsan, ön yargılarını kırıp yaşamını gerçekçi düşünmelidir. Zaman çok hızlı geçmektedir ve dünya hayatında geçen her gün insanı yaşlılığa biraz daha yaklaştırmaktadır. Yaşlılık dönemi ise, “Allah, sizi bir za’ftan yarattı, sonra (bu) za’fın ardından bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir za’f ve yaşlılık verdi...” (Rum Suresi, 54) ayetiyle bildirildiği gibi insanın zayıf olduğu dönemlerdir. Allah, yaşlılık döneminde insanda eksiklikler yaratarak, dünyanın geçiciliğini hatırlatır. Dünyadaki eksiklikler de görebilenler için, gerçek yurt olan cennete olan özlemi artırır.

Gençler, dünyanın her köşesinde Allah’ın beğendiği ahlakın yayılmasından, çatışmaların, savaşların, acıların sürmesinden, Müslümanların zulüm görmelerinden kendilerini sorumlu hissetmelidirler. Müminlerin en önemli görevlerinden olan iyiliği emredip kötülükten sakındırma ibadetini samimiyetle yerine getirmeli, çarpık görüş ve sapkın felsefelerle fikir mücadelesi yapmalıdırlar. Allah’ın kutlu elçilerini ve onlarla birlikte Rabb’leri yolunda malını ve canını satmış samimi genç müminleri kendilerine örnek almalıdırlar. Bu çabalar –Allah’ın dilemesiyle- insanlığı aydınlık günlere ulaştıracaktır.

Fuat TÜRKER

nurdergi.com

İnsanlar İçin Dünyasını Feda Eden Kimdir?

İnsanlar için dünyasını feda edip, gerek olursa Müslümanların Cennet’e gitmeleri için cehennemi kabul ederim diyen bu adam kimdir?

Kuran’dan ve Hazreti Muhammed a.s.m’den aldığı dersle: Kendisi dünya mutluluğu ve yaşantısı namına güzel bir gün bile yaşamadığı halde, insanların ve Müslümanların mutluluğunu bütün kalbiyle istemiştir. Müslümanların mutlu olması, yani sağlam bir şekilde iman edip, imanın gereği olan ibadetlerinin yapmaları için dünyasını onlara feda etmiştir.

Bütün hayatı boyunca özellikle bu vatan topraklarında, genelde ise dünya üzerinde yaşayan bütün insanların ahiretini kurtarmak için bütün hayatını ve dünyasını feda etmiştir. Bu uğurda dünyevi olan her türlü güzellikten vazgeçmiştir.

Dünyaya ait kendisine gelen hiçbir teklifi kabul etmemiş, evlenmemiş, baba olmamış ve bir mülk edinmemiştir. Bütün mal varlığı bir elinde taşıyacak kadar mütevazi olmuştur.

İnsanların imanlarını kurtarmaları ve cennete gitmeleri için dünyasını seve seve feda ettiği gibi “lüzumu olsa ahiretimi de feda etmeyi mutluluk sayarım” demiştir. Yine “lüzumu olsa Müslümanların Cennet’e gitmeleri için Cehennem’i kabul ederim” demiştir.

Bu denli büyük bir fedakârlığı yapmış ve eserleriyle halen yapmaktadır. Peki, bu fedakârlığı yapmayı kimden öğrenmiştir? Bu fedakârlığın başta Kuran-ı Kerim ve Hazreti Muhammed Mustafa a.s.m’dan öğrenmiş ve yapmıştır.
Evet, böyle yüksek ruhlu bir adam bir asır önce yaşadı ve eserleriyle halen içimizde yaşamaktadır. Biliyorum merak ettiniz ve soruyorsunuz. Bu adam kim? Bu adam: Bediüzzaman Said Nursi’dir.

Yüce rabbim, Kuran’ı, Hazreti Muhammed a.s.m’i ve bu asırda yüksek ruhlu insanları anlamayı ve onlar gibi yaşamayı nasip etsin inşallah. Âmin…

Yüce rabbim bu asrın güzel bir nimeti olan Risale-i Nurları Kur’an ve Hadisi Şerif perspektifinde okumayı ve anlamayı ve hayatını ona göre yaşamayı nasip etsin inşallah. Âmin…

Yarabbi bizi Kuran’dan, Hazreti Muhammed Mustafa a.s.m yolundan ayırma. Amin…

Bahattin Doğan

www.NurNet.org

Risale-i Nurlar Neden Müceddiddir?

Neden asrımızın müceddidi Bediüzzaman ve Risale-i Nur eserleridir? Bunun dini müdafaa, Kur’ân-ı Kerim hakikatlerini ispat ve Sünnet-i Seniyyeyi ihya vazifelerinin yanında pek çok sebepleri vardır.

Her ne kadar Bediüzzaman “Müceddid” unvanını Risale-i Nurlara vermiş olsa da bu hizmet, şahsının gayreti, mücadelesi ve kalbini safi bir şekilde yüce Allah’a teveccüh ettirerek ilhama mazhar olacak hale getirmesi bakımından şahsının ve şahsiyetinin varlığını inkâr etmek elbette mümkün değildir. Bediüzzaman bir çekirdek olmuş, toprağa girip çürüdükten sonra şahsı “Risale-i Nur” şahs-ı manevisi olarak tezahür etmiştir. Ehl-i dalalete karşı “ölümüm başınıza bomba olup patlayacak” sözü böylece gerçekleşmiştir.

Birincisi, iman hizmetidir. İnsanın yaratılış amacı Allah’ın birliğine ve ahiret hayatına iman etmektir. Kurtuluşun sebebi ve saadet-i ebediyenin vesilesi imandır. İmansız amel ve ibadet makbul değildir. İmanda şüphe ve tereddüt imanı giderir. Bu asırda en büyük hastalık ve musibet imansızlık ve iman zafiyetidir. İman esaslarını izah ve ispat eden Bediüzzaman ve Risale-i Nurlardan başka eser ve Bediüzzaman’dan başka bir âlim bulunmamaktadır. Taklidî imanı tahkiki hale getirmek için Risale-i Nur’u okumak yeterlidir.

İkincisi, Kur’ân ve Sünneti Müdafaasıdır. Bu konuda Risale-i Nur’dan daha müessir başka eserleri bulmak zordur. İlk akla gelen kitaplar Risale-i Nur eserleridir. İslam ve peygamber düşmanlarının bütün hücumlarına cevap vermiştir. Sünnet-i Seniyye’nin önemi anlatılmış ve “her nevi bid’aların ilacının” sünnete sarılmak olduğu ispat edilmiştir.

Üçüncüsü, hitabı umumidir. Her tabaka insana hitap etmektedir. Gençler, hanımlar, ihtiyarlar, hastalar için risaleler yazılmıştır. İrşadı ve eğitimi insanların bütün tabakalarını kapsamaktadır.

Dördüncüsü, irşadı sosyal hayatın bütün tabakalarını kapsamaktadır. Ehl-i kitap, tarikatçılar, siyasiler, şia, ehl-i sünnet, materyalistler, vehhabiler, bid’atçılar, mezhepler ve mezhebsizler, milliyetçiler, müminler, münafıklar ve inkârcılar… Her birine hitap ederek onların meselelerini açığa çıkararak çareleri göstermiş ve her birini hak ve hakikate irşat etmiştir. Hiçbiri de Bediüzzaman’ın irşadına ve izahlarına cevap verecek ilmi seviyeyi yakalayamamış ve acizliklerini kabul ederek boyun eğmişlerdir.

Beşincisi, sosyal hayatta toplumun sıkıntılarının “Cehalet, zaruret ve ihtilaf” olduğunu teşhis etmiş, bunlara karşı Kur’ân-ı Kerimden çareler sunmuş ve siyasilere yol göstermiştir.

Altıncısı, Mü’minlerin arasındaki ihtilafların “İhlâs” eksikliği olduğunu teşhis etmiş ve çarelerini göstermiştir. Hizmetin başarısının sırrının ihlâs olduğunu izah ettiği gibi, Başarsızlığın sebeplerini de mü’minlerin ihlâstan uzaklaşma olduğunu izah ve ispat etmiştir.

Yedincisi, cihad kavramına çağın gereği olarak Kur’an ve Sünnete uygun Asr-ı Saadet bağlamında izahlar getirerek izah etmiştir. Cihadın amacının imanı kalplere ve gönüllere yerleştirmek olduğunu, bunun da bu zamanda iman hakikatlerini basın ve yayın yolu ile yaymak ve neşretmek olduğunu izah ederek “manevî cihad” kavramını öne çıkarmış ve bunun prensiplerini ortaya koymuştur.

Sekizincisi, Avrupa’nın ilerleme ve Müslümanların geri kalma sebeplerini teşhis etmiş, çarelerini göstermiştir. Bu konuda ulema, din adamları, siyasiler ve eğitimcilerin neler yapması gerektiğini en güzel şekilde göstermiştir. Mü’minlerin geri kalmalarının en büyük sebebinin ümitsizlik hastalığı olduğunu teşhis etmiş ve ehl-i imanın ümit vermiş ve hedefler göstermiştir.

Dokuzuncusu, siyasi kavramlara Kur’an Sünnet ve Asr-ı Saadetten açıklık getirmiştir. Bu bağlamda, demokrasi, cumhuriyet, meşrutiyet kavramlarının içlerini doldurmuş ve olması gerektiği şekliyle ortaya koymuştur. Hürriyet, muhalefet, siyasi partiler, seçim ve lâiklik gibi kavramları izah etmiştir ki bu şekilde izah eden bir başka din bilgini yoktur.

Bütün bu hususlar Bediüzzaman ve Risale-i Nur eserlerinin müceddit olduğunu anlamak için yeterlidir.

M. Ali Kaya

www.sorularlarisale.com

İman İnsanı İnsan Eder…

İnsanda ilim ve iman münasebeti hayatımızın ön saflarında yer alır. Şöyle ki:

İlim, hayatımız boyunca önümüzü aydınlatan ışık ve güçtür. İlim, sebeplerden müsebbibe, yani sebepleri yaratana götüren bir vasıtadır. İman, sevgi, ümit ve bağlılık kazandırır. İman, gaye ve hedef gösterir.

İlim hızlandırır, iman istikamet verir. İlim başarıya, iman helal ve haram bilincine ulaştırır.

İlimle öğrenir, imanla ne yapacağımıza karar veririz. Mesela; ilim atomu bulur, iman kime nasıl kullanacağımızı belirler.

İlim dünya hayatımızdaki inkılapları gerçekleştirir. İman manevi hayatımızdaki yenilikleri yapar.

İlim dünyamızı mamur ederken, iman ruhumuzu yüceltir, “insanı insan eder. Belki insanı sultan eder.”

İlim insanı yatay ilerletirken, iman insanı dikey yükseltir.

İlim akla, iman ruha güzellik kazandırır.

İlim düşünceyi, iman ruhu süsler. İlim ve iman insanı emniyette tutar.

İlim dış, iman iç güvenlimizi sağlar. Hülasa ; “dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır. İkisinin birleşmesinden hakikat doğar.” Sözü dilimize geçmiş. Bu bakımdan fen ilimleriyle, din ilimleri eşitlik arz etmektedir. Onun için insan her ikisini de birlikte öğrenmelidir. Yani tezgah ve seccade yan yana bulunmalıdır.

Müslüman toplumlar için helal ve haram bilinci vazgeçilmez kurallardandır. Her Müslüman bu esaslar üzerine yetiştirilmelidir. Helal ve haram meselesi, ailelerde başlayıp, çocuğun tahsil hayatı boyunca devam eden bir süreçtir. Bu süreç her Müslüman’ın hayat boyu devam ettireceği süreçtir.

Helal ve Haram bilinciyle bilinçlenen, onu iyi anlayan, ilim, iman ve amel üçlüsünü hayatına geçiren bir Müslüman başkasının hakkını yemez. Milletin malına, parasına yan bakmaz. Görevli bulunduğu yerde görevini kötüye kullanmaz. İnsanların kesesine devletin kasasına göz dikmez. Gerçek manada, milletin ebeveyni olur. Aksi halde; çocuklarının hakkı olan paraları içkiye ve kumara veren sarhoş ebeveynlere benzer.

Toplumda meydana gelen hırsızlık, gasp, dolandırıcılık, uyuşturuculuk gibi daha pek çok çetecilik ve kötü örgütlenmeler toplum hayatını tedirgin etmekte, huzur bozmakta, zarar vermekte insanlara travmalar yaşatmaktadır.Bunların sebebi insanları zamanında helal ve haram noktasında bilinçlendirmemektir.

Dikkat edilirse, bu yüzden emniyet güçlerimiz, farkında olmadığımız bir seferberlik halinde çalışıyor. Akşam yataklarımıza yattığımızda rahat rahat uyuyabiliyorsak; gözbebeğimiz olan ordumuz ve emniyet güçlerimizin varlığındandır.Allah bizi devletsiz, ordusuz ve emniyetsiz bırakmasın. Şimdi bunların sahibi olduğumuz için, karnı tok bir insan anlayışı içinde duruyoruz. Birlik ve dirliğimizin önemini iyi anlamalıyız. Bunların yokluğunu, bunlara sahip olmayan toplumlara sormalı.

Yaptıklarından Allah’a hesap vereceğine inanan hiçbir insan kötülük yapmaz. Bu düşünce ile ilim ve iman sahibi olmak insanı insan eder!..

Durmuş GÖKTEKİN
www.risaleinurakademisi.org

Sinemizdeki mabutları devirmedikçe…

Ölmemenin çaresi doğmamaktır. Dünya bir misafirhanedir ve dünya cennetin bekleme salonudur. Dünyaya gelen insan cennete gitmek için gelmiştir.

Çünkü Allah, rahman ve rahimdir. Amma bazı insanlar günaha dalarak cennete gitmek istemiyorlar.

Mesela biz, Allah kelamı ederken, dinî kitaplar okurken yoruluyoruz; kahvedekiler yorulmuyor, dinleniyormuş (!) Akşam geç vakit eve gittiğim zaman sokaklardan geçerken bakıyorum, meyhanelerin ışıkları pırıl pırıl parlıyor… Bu sebepten her zaman derim ki, cehenneme gitmek isteyenlerin gayreti hayatım boyunca bana hız vermiştir. Dinî çalışmalarımızda yorulmamalıyız, diye düşündürmüştür.

Kendime soruyorum: İman hakikatlerine nasıl hizmet edebilirim? Acaba yılların ve kütüphanemin bendeki birikimini Müslümanlara nasıl aktarabilirim? İşte bunun sancısını çekiyorum.

Efendim, zaman kötü, bu devirde günaha bulaşmamak mümkün değil” diyorlar. Müslüman’ın imanı güçlü, kuvvetli ise günahların sel gibi aktığı yerde de boğulmaktan kurtulur. Günah yükseldiği kadar yükselsin, o, iman salına binip selamet sahiline çıkar. Bizim durumumuz sahabenin durumundan daha mı kötü? Her yerde müşrikler ve herkes cani… Allah’a iman etmeden önce içki içen, zorbalık eden, zina yapanlar, Yaradan’a teslim olunca bu günah ve alışkanlıklarının hepsini yakıp, külünü göğe savurmuşlar. “Alıştım, ben bu günahları terk edemem” dememişler. Çünkü vicdanının, beyninin, gönlünün, nefsinin kıyılarına gümbür gümbür iman dalgaları çarpmış.

Ömer’i, Hz. Ömer yapan, imandır!..

Bu sebepten düşüneceğiz… Hayat yolunda ilerliyoruz. Yükümüz günah mı, sevap mı? Yoksa karışık mı? Karışıksa oran ne? İnsanlar yaşadıkları Avrupa hayatına öyle alışmışlar ki, içinde bulundukları sefahet bataklığından başlarını kaldırıp, “Rabbim bizden ne istiyorsun?” diye sormuyorlar. Modaya uydukları kadar İslam’a uymuyorlar.

Takvimden koparılan her yaprak, ömrümüzden giden bir gündür. Nasıl ki takvim bitiyor, bir senelik ömür de bitmiş oluyor. İnsanlar, nehirdeki su kabarcıkları gibidir. Su kabarcıkları çıkar batar. İnsanlar da zaman denilen nehirde su kabarcığı gibi çıkar ve batar. İnsan bu dünyada misafirdir. Ev sahibinin isteklerine uygun yaşamışsa, ev sahibini memnun etmişse daha güzel bir yere davet edilir. Her yolcunun çantası vardır. Ahirete giden yolcunun çantasında sevaplar çoksa götürdüğü bu hediyeye karşılık ona saadet-i ebediye verilir.

Kefenin cebi yoktur. Kefenin süslü olması cenazeye fayda vermez. Cenazenin kendisiyle beraber götüreceği, sadece sevapları ve günahlarıdır. Başka hiçbir şeyi kendisiyle götüremez.

Ahirete götüremeyeceğimiz şeye kalbimizi bağlamamalıyız. Kalp Beytullah’tır. Yani Allah’ın evidir. O evi çöplük haline getirmek en büyük saygısızlıktır. Bu sebepten her şeyi kalbimize alamayız. Her şeye kalbimizde yer veremeyiz. Bu hal bize yeter.

Sinemizdeki mabutları devirmedikçe, Lailahe illallah’ın manasını anlamamışız demektir!..

Hekimoğlu İsmail – Zaman