Etiket arşivi: terör

Bu Ateşi Söndürün Ey Kürt Kardeşler!

Asırlarca Türklerle kardeştiniz ey Kürtler!

Nereden çıktı, aranızı açan hainler,

 

Bu İnsan, dininden çıkınca çok kaba söyler,

Öz kardeşine bile, benim  düşmanımsın der.

 

Kürt asıllı olduğu söylenen PKK örgütü,  kimlerin malı,

Hangi fitenu fesatlı olanların dalı.

 

Acep Türklerle, dini kardeşliğiniz yok mu?

Kur’anı Kerimin emirine uymak,  zor mu?

 

Birçok anneyi, evlatsız bırakabildiniz,

Size yakışmayan, bu işi yapabildiniz.

 

Size arka çıkan müthiş hainler, def oldu,

Hükümeti karşıya aldınız, nasıl oldu.

 

Sizler aman kanmayın, dış düşmanlara sakın,

Gafleti itin, dedenizin yoluna bakın,

 

Her zaman, onların yolu Allah rıza siydi,

Müslüman Türkler, onların öz kardeşleriydi.

 

Hep beraber, ırzu namus için savaştılar,

Ayni safta, din düşmanlara kurşun attılar.

 

Acı ve mutlukları, beraber paylaştılar,

Dedeler hep beraber güldüler, ağladılar.

 

Biri diğerine, kalpa sağlam sarıldılar,

Bir vatanda, bir bayrak altına yaşadılar.

 

Din kardeşine, insan düşman olabilir mi?

Sebep yokken, kardeşe kurşun sıkabilir mi?

Yapma etme kardeş, ahretin cehennem olur,

O sebepten, dünyanda da çok belalar bulur.

 

Kürt asıllı, Üstad Bediüzzamana uyun,

Herkes gibi, sizde Risale-i Nur okuyun.

 

Böylece iki hayatın, derdinden kurtulun,

Böylece düşmanı değil, dostları doyurun.

 

Tekrar ediyorum, barışın yolunu tutun,

Aradaki dargınlıkları, hemen unutun.

 

Rabbim bu kardeşleri, kötü fikirden kurtar,

Yoksa bu yolda, çok kimse olacak taru mar.

 

Abdülkadir Haktanır

Mehmet Ali Bulut’tan Kürtlere: “Biz Düştük, 80 Yılda Kurtulamadık!”

Kürtlere seslenen Mehmet Ali Bulut, “Şimdi aynı tuzağı size düşmeyin! Sizi bizim üstümüzden vurdukları gibi şimdi de bizi sizin üstünüzden vuruyorlar, vuracaklar!” dedi.

Osmanlının yıkılışının bir Mason hareketi operasyonu olduğunu, 1826’dan itibaren Masonik hareketlerin önce orduya, ardından saraya ve çevresine hulul ederek, İslam’ın en son kalesi ve devleti olan Osmanlı’yı yıktığını belirten Bulut, Haber 7’deki yazısında “Masonluk, öteden beri vardı ama esasında o, Şeytana hizmetkarlığın modern(!) zamanlardaki adıydı. Şeytan hiçbir dönemde bu kadar güç kazanmamıştı. Çünkü en büyük fitnelerin görüleceği Deccal çağına girmiştik ve Osmanlı, devlet olarak, onun ününde duran yegane engeldi. O yıkılmadan ‘tanrı tanımazlık’ olan deccalizm yeryüzü hükümranlığını umumileştiremezdi” dedi.

DECCALIN EN BÜYÜK HİZMETLİLERİ YAHUDİ VE İNGİLİZ

Deccalın en büyük hizmetlisinin Yahudiler ve Firavun soyundan geldikleri bilinen İngiliz kraliyet ailesi olduğuna dikkat çeken Bulut, Deccalın bir dalının “inkar-ı uluhiyet” (tanrı tanımazlık) olduğunu, öbür dalının ise kapitalizm ve liberalizm adı altında ahiret hayatını inkâr eden yapı olduğunu söyledi.

Tüm insanlığın kutsallarını bırakarak Deccala teslim olduğunu vurgulayan Bulut, “Osmanlı da bu arada yıkılmıştı. Osmanlıyı yıkanlar, onun çatısı altında bulanan her kavme, kendilerine ait bir devlet kurma fırsatı da vermişlerdi. Böylece bir daha bir araya gelmemek üzere ayrışmalarını da sağlamış oluyorlardı o halkların” dedi.

KENDİ ARZULARINA İTAAT EDECEK EKİPLER

Bir Türk olarak Kürtlere seslenen Bulut, Said Nursi ve Şeyh Said örneği vererek tuzaklara dikkat çekti. Bulut, yazısını şöyle sürdürdü:

“Türklere de kendi ‘milli’ devletini kurma hakkı verdiler. Başına da kendi arzularına itaat edecek ekipleri koydular. Bu arada Kürtlere de devlet kurma hakkı tanıdılar. Ancak o dönemin Kürt aydınları ve âlimleri, bunun bir tuzak olduğunu görerek, “Biz kaderimizi Türklerle birleştirmişiz onlarla beraber kalacağız” dediler. Hatta o iki ‘Said’lerden biri olan Bediüzzaman, o zaman İngilizlere karşı “biz Selim Hana biat etmişiz ve bu bîatımız bugün de geçerlidir” diyerek Yavuz Sultan Selim ile Kürtler arasında yapılan muahedenin hala geçerli olduğunu söylemiştir!

GÜYA “MİLLİ” VE TÜRKLERİN DEVLETİ İDİ

“Ama kaderin hükmü devam etmiş ve sonunda Süfyan devleti (Deccalın Müslümanlar içindeki kolunun adı) kurulmuştu. Güya “Milli” idi ve Türklerin devleti idi.  Onu kuran ekip önce sureti haktan göründü. Sonra ipler tamamen ellerine geçince, güya modernlik adına İslam’ı çağrıştıran, hatırlatan tüm kutsallar yok edildi. Dilde sadeleştirme adı altında sözlükteki tüm İslamî kavramlar atıldı. Türkçe bir dinsiz Ermeni’nin insafına havale edildi. Tarihimizin yeniden yazılması işi de bir Yahudi’ye emanet edildi! Geçmiş dönemi; İslam ve İslamî hayatı hatırlatacak hal, tavır, kültür, eda, kelime… ne varsa yok edildi. Ezan Türkçeleştirildi (haydin kurutuluşa gelin sözü= Hayye alel felah cümlesi hariç). Kur’an’ın okunması, dinin öğretilmesi yasaklandı. Açık ve net olarak Deccal’in simgesi olan ve ta 1400 yıl önce Peygamber tarafından haber verilen secdeye mani serpuş, zorla insanlarımıza giydirildi ta ki imanlarından olsunlar diye…

BİRİ ‘ŞEYH SAİD’, DİĞERİ ‘NUR SAİD’!

İşte bu deccal operasyonlarının peş peşe geldiği, Müslümanların elindeki tüm imkanların alındığı bir zamanda, bu ülkede, bu halk ve bu millet adına iki insan, bu gidişata dur deme cesareti gösterdi İslam ve Kuran adına! İkisi de seyyiddi ama aynı zamanda Kürt’tü! (Türklerden de çok can veren oldu ama bu ikisi aynı zamanda birer sembol oldular):

Biri ‘Şeyh Said’, Diğeri ‘Nur Said’! Biri (Şeyh Said) “Hüseynî tavrı” ortaya koydu, celadet (kavga ile mücadele) göstererek… Elindeki imkanlarıyla deccal düzenine dur demek istedi!

Öbürü ise (Nur Said) “Hasanî tavrı” (sulh içinde mücadele) usulünü seçti.

Şeyh Said, bu küfür düzenine karşı cihad etme görevini deruhte etmek üzere tüm Müslümanlar adına bir kalkışmada bulundu. Fakat Nur Said, bu tavrın, bu belayı def edemeyeceğini, çünkü Deccalı öldürme işinin Hz. İsa’ya, Süfyan’ı yok etme işinin de Mehdiye ait olduğu hikmetine dayanarak, Şeyh Said’i bu işten sakındırmaya kalkıştı. Şeyh Said de kendi açısından haklı idi. Zalime karşı muhakkak mücadele edilmesi gerektiğini biliyordu, bildiği şekilde ve sağladığı imkânlarla bunu durdurabileceğine inandı.

Ne adına İslam’ın devamı, Müslümanların bekası ve ahiret hayatı hesabın! Bu topraklardaki İslam ittihadı hesabına!

BEDİÜZZAMAN KARANLIĞIN İÇİNDE BİR IŞIK YAKTI

Bediüzzaman ise, eski cihad yöntemleriyle bu zamanın fitneleri ve Deccala karşı mücadele edilemeyeceğini, ilham-ı ilah ile bildi ve farklı bir mücadele yolu izledi. Kalktı karanlığın içinde bir ışık yaktı. Nur Risaleleri adını verdiği bu hareket ile imanı, İslam’ı, Kur’an’ı yeniden ve bugünün insanlarının anlayacağı şekilde anlattı. Aklı gözüne inmiş insanlara, eski usul tebliğ ve cihadın fayda sağlamayacağını görerek, tamamen farklı bir yöntemle imanın ihyasına ve Müslümanın yeniden ve ta içinden yeniden kurgulanmasına kalkıştı.

Son derece de başarılı oldu. Bugün bu ülkede Müslümanların da sözü bir parça geçiyorsa ve iktidar olabiliyorlarsa bu aziz insanların –ve tabii ki bilcümle dine hizmet edenlerin-verdikleri canhıraş çabalar sayesindedir…

SİZ DE Mİ KENDİNİZE BİR SÜFYAN İSTİYORSUNUZ?

İmdi sözü bu kadar uzatmamın sebebi Müslüman Kürtler’e bir iki söz söyleme zemini oluşturmak içindi!

Ey Kürtler, sizin alimleriniz ve ulularınız, biz Türkleri dahi Deccalın ve İblisin belasından kurtarmak için bu kadar canhıraş çabaladıkları ve bunda da muvaffak oldukları halde, şimdi siz hangi feraset ve izan ile, sizi yeniden küfre, Yezidiliğe, inkâra ve sosyalistlik adı altına küfrü mutlaka çağıran adamların ardında saf tutabiliyorsunuz?

Bir devletiniz olsun diye mi? Siz kâfirliği asıl maksat edinmiş bir devleti mi istiyorsunuz? Siz fitneyi size ahlak haline getirme vaadinden başka bir vaatte bulunmayanları mı kendinize efendi yapacaksınız? Siz de mi kendinize bir Süfyan istiyorsunuz?

Yazık edersiniz Şeyh Said’in hatırasına ve Said Nursi’nin çabasına.

Biz Türkler bunu en elim şekilde yaşadık. Siz de bizimle birlikte öyle bir yapılanmanın Müslümanlara ne tür sıkıntılar vereceğini yaşayarak geldiniz.

Şimdi hangi izan ile hangi ‘imanî kaygı’ ile şu iki kardeş kavmin birbirine düşmesine çanak tutan insanlara arka çıkarsınız! Nasıl onların safında yer alabiliyorsunuz?

Ey seyidler cemaati! Ey iki ‘said’i bağrından çıkaran Kürtler! Ey bugüne kadar İslam’ın ittihadına hizmet etmiş Selahhidinler! Vicdanlarınıza bir sorun. Bu hakiki Türklerin size bir zulmü var mı?

SİZİ BİZİM ÜSTÜMÜZDEN VURDULAR, BİZİ DE SİZİN ÜSTÜNÜZDEN VURACAKLAR!

Said Nursi’nin “Ben dikkat ettim, hapislerde zindanlarda bana zulmedenlerin hiç biri hakiki Türk değildi!” dedi gibi siz de dikkat ederseniz, size zulmedenlerin Türkler değil, Türklere de zulmeden kriptolar ve ne idüğü belli olmayanlar olduğunu göreceksiniz! İmanınızı ve İslam’ınızı başınıza alın! Bu belayı, bu millet, 1920’lerde 30’larda çok acı yaşadı. Şimdi aynı tuzağı size düşmeyin! Sizi bizim üstümüzden vurdukları gibi şimdi de bizi sizin üstünüzden vuruyorlar, vuracaklar!

BİZ DÜŞTÜK, 80 YILDA KURTULAMADIK! SİZ DÜŞMEYİN

Bediüzzaman Said, sesleniyor! “Ey Kürtler dikkat edin, Türkler sizin aklınızdır” diyor. “Ey Türkler dikkat edin Kürtler sizin kuvvetinizdir. İkiniz birlikte tam ve güzel bir adam edersiniz!” diyor. Duymamak, kulak vermemek reva mı, insaf mı? Ehli halin birbirini bilmemesi insaf mı? Neden onlara kulak vermiyorsunuz da sizi cehenneme ve şeytana hizmet etmeye çağıranlara kulak veriyorsunuz?

Ey Kürt kardeş! Yarı bir Kürt olarak özellikle sana sesleniyorum. Ne olur, bu tuzağa düşme. Biz düştük, 80 yılda kurtulamadık! Siz düşmeyin. Bir seksen yılımız daha gitmesin!

Aman dikkat! Aman teenni! Aman sükûnet ve suhulet!

RisaleHaber

Diniyenin Zedelenmesi ve Sefahetin İntişarı, Cemiyeti Anarşiye Sevk Eder

Gerek Türkiye’de ve gerek beşer aleminde dehşetini artıran anarşiliğin bahsi yapılmazken, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, cemiyet hayatında, anarşiyi netice verecek sebebleri, Kur’an nuru ile görmüş ve bundan 90-100 sene öncesinden, ta hayatının sonuna kadar, bu anarşi afeti ve tehlikesinden ısrarla haber vermiş, ikaz etmiş ve ıslahına çalışmıştır. Bugün de eserleriyle aynı ıslahat devam etmektedir.

Bu yazıda, Risale-i Nur Külliyatından anarşiliğe aid parçaların bir kısmını teyakkuza vesile olması için istifademize sunuyoruz.

Şeair-i İslâmiye ve Terbiye-i Diniyenin Zedelenmesi ve Sefahetin İntişarı, Cemiyeti Anarşiye Sevk Eder

[Kendi kendime hasbihal namındaki parçaya lâhika olarak]
ADLİYE VEKİLİYLE VE RİSALE-İ NUR’LA ALÂKADAR MAHKEMELERİN HÂKİMLERİYLE BİR HASBİHALDİR.

Risale-i Nur ve hakikî şakirdleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtîye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmağa çalışıyorlar…

Evet hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden; şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtîsi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz. Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canıyla Kur’anın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mazisini dehşetli lekedar belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtînin eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikatı verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden; bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz.

Evet efendiler! Gerçi Risale-i Nur sırf âhirete bakar; gayesi rıza-yı İlahî ve imanı kurtarmak ve şakirdlerinin ise, kendilerini ve vatandaşlarını i’dam-ı ebedîden ve ebedî haps-i münferidden kurtarmaya çalışmaktır. Fakat dünyaya ait ikinci derecede gayet ehemmiyetli bir hizmettir ve bu millet ve vatanı anarşilik tehlikesinden ve nesl-i âtînin bîçareler kısmını dalalet-i mutlakadan kurtarmaktır. Çünki bir müslüman başkasına benzemez. Dini terkedip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir müslim; dalalet-i mutlakaya düşer, anarşist olur, daha idare edilmez.

Evet eski terbiye-i İslâmiyeyi alanların yüzde ellisi meydanda varken ve an’anat-ı milliye ve İslâmiyeye karşı yüzde elli lâkaydlık gösterildiği halde; elli sene sonra, yüzde doksanı nefs-i emmareye tâbi’ olup millet ve vatanı anarşiliğe sevketmek ihtimalinin düşünülmesi ve o belaya karşı bir çare taharrisi, yirmi sene evvel beni siyasetten ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan kat’iyyen men’ettiği gibi; Risale-i Nur’u, hem şakirdlerini, bu zamana karşı alâkalarını kesmiş; hiç onlarla ne mübareze, ne meşguliyet yok. (Emirdağ Lâhikası 1)
(Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, 1944’de Emirdağında ikametinden sonra yazdığı bu yazıda 40-50 sene sonra gelen anarşi tehlikesine dikkati çekmiş ve ikazda bulunmuştur.)
***

… İslâm düşmanlarının İslâm âlemini maddeten ve manen yıpratmak, sömürmek emellerinin başında kahraman Türk Milletinin dinî bağlardan uzaklaştırılması; örf âdet, an’ane ve ahlâk bakımından tamamen İslâmiyete zıd bir duruma getirilmek plânları vardı ve bu plânlar maalesef tatbik sahasına konmuştu!… (Tarihçe-i Hayat)
***

… Ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetle- cem’iyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an’ane ile gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor. Herbir müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya me’yusane çabalarken, Risale-in Nur (Risalet-ün Nur) Hızır gibi imdada yetişti… (Sikke-i Tasdik-i Gaybi)
***

… Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan, dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun bâhusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeairler kırılması ile bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur’an’ın i’cazıyla o geniş yaralarını Kur’anın ve imanın ilâçları ile tedavi etmeğe çalışıyor… (Kastamonu Lâhikası)
***

… Müslümanları, ecnebilerin âdâtına davet ve terk-i şeair-i İslâmiyeye teşvik ediyorlar. Halbuki her şeairde nur-u İslâma bir şuur ve bir iş’ar vardır. (Nurun İlk Kapısı)
* * *

Sedd-i Zülkarneyn Gibi, Cemiyeti Fitnelerden Muhafaza Eden Din Düsturlarının Zedelenmesi, Anarşiye Kapı Açar

… Rivayetlerde Hazret-i İsa Aleyhisselâm’a “Mesih” namı verildiği gibi, her iki Deccal’a dahi “Mesih” namı verilmiş ve bütün rivayetlerde
ﻣِﻦْ ﻓِﺘْﻨَﺔِ ﺍﻟْﻤَﺴِﻴﺢِ ﺍﻟﺪَّﺟَّﺎﻝِ ﻣِﻦْ ﻓِﺘْﻨَﺔِ ﺍﻟْﻤَﺴِﻴﺢِ ﺍﻟﺪَّﺟَّﺎﻝِ
denilmiş. Bunun hikmeti ve tevili nedir?

Elcevab: Allahu a’lem bunun hikmeti şudur ki: Nasılki emr-i İlahî ile İsa Aleyhisselâm, şeriat-ı Museviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarab gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş. Aynen öyle de; Büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz. (Şualar – Beşinci Şua)
***

Hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde gayet elîm ve bîçare ihtiyarlar ve peder ve vâlideler hakkında dehşetli neticeler veriyor. Cenab-ı Hakk’a şükür ki; Risale-i Nur bu müdhiş tahribata karşı, girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneyn’in tahribiyle, Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur’anînin tezelzülüyle Ye’cüc ve Me’cüc’den daha müdhiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor. (Kastamonu Lâhikası)
***

… Ye’cüc ve Me’cüc hâdisatının icmali Kur’anda olduğu gibi, rivayette bir kısım tafsilât var. Ve o tafsilât ise, Kur’anın muhkematından olan icmali gibi muhkem değil, belki bir derece müteşabih sayılır. Onlar tevil isterler. Belki râvilerin içtihadları karışmasıyla tabir isterler. Evet
ﻻ‌َ ﻳَﻌْﻠَﻢُ ﺍﻟْﻐَﻴْﺐَ ﺍِﻻ‌َّ ﺍﻟﻠَّﻪُ
Bunun bir tevili şudur ki: Kur’anın lisan-ı semavîsinde Ye’cüc ve Me’cüc namı verilen Mançur ve Moğol kabîleleri, eski zamanda Çin-i Maçin’den bir kısım başka kabîleleri beraber alarak kaç defa Asya ve Avrupa’yı herc ü merc ettikleri gibi, gelecek zamanlarda dahi dünyayı zîr ü zeber edeceklerine işaret ve kinayedir. Hattâ şimdi de komünistlik içindeki anarşistin ehemmiyetli efradı onlardandır.

Evet, ihtilâl-i Fransavîde hürriyetperverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik türedi, tevellüd etti. Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrib ettiğinden, aşıladığı fikir bilâhere bolşevikliğe inkılab etti. Ve bolşeviklik dahi çok mukaddesat-ı ahlâkiye ve kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan, elbette ektikleri tohumlar hiçbir kayıd ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek. Çünki kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa; akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir, daha siyasetle idare edilmez. Ve anarşistlik fikrinin tam yeri ise; hem mazlum kalabalıklı, hem medeniyette ve hâkimiyette geri kalan çapulcu kabîleler olacak. Ve o şeraite muvafık insanlar ise, Çin-i Maçin’de kırk günlük bir mesafede yapılan ve acaib-i seb’a-i âlemden birisi bulunan Sedd-i Çinî’nin binasına sebebiyet veren Mançur ve Moğol ve bir kısım Kırgız kabîleleridir ki, Kur’an’ın mücmel haberini tefsir eden Zât-ı Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) mu’cizane ve muhakkikane haber vermiş. (Şualar – Beşinci Şua)
***

… Bu üç-dört madde ile bizi ittiham edenler ve lüzumsuz, mahkemeleri bizimle meşgul eden gizli düşmanlarımız, şübhe yoktur ki; onlar ya siyaseti dinsizliğe âlet etmek istiyorlar veya komünist perdesi altında bu mübarek vatanda, bilerek veya bilmeyerek anarşiliği yerleştirmek istiyorlar. Çünki bir müslüman İslâmiyet dairesinden çıksa, mürted ve anarşist olur, hayat-ı içtimaiyeye zehir hükmüne geçer. Çünki anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet seciyelerini canavar hayvanların seciyesine çevirir. Âhirzamanda gelecek Ye’cüc ve Me’cücün komitesi, anarşistler olduğuna Kur’an işaret ediyor. (Emirdağ Lâhikası II)
Said Nursî

Bediüzzaman Terör Konusunda da Haklı Çıkıyor

Yeni Akit gazetesi yazarı Yavuz Bahadıroğlu “‘Sevgi dini’nin dindarları” başlıklı yazısında terörü “insan merkezli” devletler bağlamında değerlendirdi. İnsan ve yaratılanı sevmek üzerinde duran Bahadıroğlu birçok kişinin farketmeden bölücülük yaptığının altını çizdi.

Bahadıroğlu terörü besleyen duyguların hırc ve bencillik eksenin olduğunu ifade ederek şunları sölyedi: “Bediüzzaman bir kez daha haklı çıkıyor: “Kalb-i insaniden (insan kalbinden) rahmet ve merhamet çıksa, akıl ve zekâvet daha onu durduramaz, anarşist olur, bir semm-i katil (öldürücü zehir) hükmüne geçer.””

Bir insanın insan olması için kalbinde “rahmet” ve “merhamet” taşıması lazım diyen Bahadıroğlu yazısının ilgili kısmında şunları kaydetti:

İnsanın gerçekten insan olması, bir başka deyişle “adam gibi adam” olabilmesi için kalbinde “rahmet” ve “merhamet” taşıması lâzım. Bu ikisi “sevgi” eksenlidir. Demek ki, insanın gerçek insan olabilmesi için diğer insanlara karşı merhametli olması ve tabiî hayatı-kâinatı sevmesi gerekiyor.

Ancak durduk yerde insan insanı sevemez. İnsanın insanı sevebilmesi için, o mükemmel varlığın Yaratıcısını kavraması lazım.

Ancak Yaratıcıyı kavrayabilir, idrak edebilirse, “Eşrefi mahlûkat” (yaratılmışların en yücesi, en şereflisi) olarak yarattığı en müstesna varlığı da (insanı da) sevebilir.

Yani işin başı yine Allah sevgisi…

Yunusleyin bir deyişle, “Yaradan’dan ötürü, yaradılanı sevme” san’atıdır.

Oysa biz hâlâ Yaratıcı Kudreti kavrayamadık. Onu kavrayamadığımız için de insanı sevmeyi öğrenmedik…

Hâlâ “benim inancım, benim mezhebim, benim milletim, benim tarikatım, benim cemaatim, benim siyasetim, benim partim, benim liderim, benim takımım, benim hemşehrim” mantığındayız…

Farkında olmadan bölücülük yapıyoruz!

Oysa kadîm kültürümüz devlet, para, ya da eşya eksenli değil, insan merkezlidir.”

Yavuz Bahadıroğlu / Yeni Akit / Risale Haber

Müslüman “Terörist” Olabilir mi?

İslam hoşgörü dinidir; insanı en kıymetli varlık olarak kabul eder; ma’sum insanlara karşı yapılan tecavüz ve hücumları büyük günahlar arasında sayar. Nitekim bahsini ettiğimiz Kur’an ayeti bunu haykırmaktadır: ‘Kim bir başka canı öldürmek veya yeryüzünde anarşi çıkarmak gibi bir suçu bulunmadan haksız yere bir cana kıyarsa, bütün insanlığı öldürmüş gibi olur. Kim bir canının kurtuluşuna vesile olursa, bütün insanlığı ihya etmiş gibi olur. Bizim peygamberlerimiz, onlara çok açık deliller getirdiler. Ancak bütün bunlardan sonra insanlardan çoğu yine yeryüzünde aşırıya gitmiş ve zulm etmişlerdir.’ (5: 32).

Gerçek şu ki, müslüman ölüme değil, sadece hayata hizmet eder. Bu hadise sebebiyle İslamın koyduğu iki temel hukuk prensibini asla unutmamalıyız:

Birincisi: Kur’an’ın ‘Bir suçlu bir başka suçlunun yükünü yüklenemez’ (6: 164). Yani bir cani yüzünden bir başka insan asla cezalandırılamaz. Hukukta cezalar ve suçlar şahsîdir.

İkincisi ise, berâat-i zimmat esastır. Yani suçluluğu isbat edilinceye kadar kimse suçlanamaz. Delil olmadan kimseyi cezalandırmak adalet değildir. Aksi isbat edilmedikçe insanlar masum kabul edilirler. Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu nakledilmektedir: ‘Bir mü’min, ma’sum bir insanı gayr-i meşru bir yolla öldürmediği müddetçe din dairesi içinde kendini koruyabilir.’

İslam selm ve müsâlemet yani barış demektir. Bu da göstermektedir ki, beden ve aklın gerçek barışı, ancak Allah’a itaat ve teslimiyetle mümkün olur. Bir müslüman da ancak toplum içinde uyum ve barış içinde yaşarsa mükemmel bir müslüman olur. Allah’a itaat ve kulluk içindeki bir hayat, kalb huzurunu doğurur ve toplum hayatında gerçek barışı temin eder (Kur’an, 13:28-29).

Allah’ın bütün peygamberleri, insanlığı doğru yola davet ederken bu hakikatı tebliğ etmişlerdir. Hz. Peygamber’in şu hadisini burada hatırlatmalıyız: ‘Şu üç şey vardır ki, iman dahil temel unsurlardır: – Ekonomik sıkıntıda olsalar dahi insanlara yardım etmek; – Bütün şevkıyle insanlığın barışı için dua etmek; İnsanın kendisine istediği adaleti herkese karşı icra etmek.

Hz. Peygamber yine buyurdu:

Bütün insanlar bir sürü gibidir; bu sürünün her bir ferdi diğerlerinin bekçisi ve çobanı gibi olmalı ve bütün sürünün sorumluluğunu üstlenmelidir.

Birlikte yaşayın, ittifak edin; ihtilafa düşmeyin; kolaylaştırın; biribirinize engel ve zorluk çıkarmayın.’

Komşusu aç iken tok yatan hakiki mü’min değildir.’

Allah’a iman eden müslüman bir kişi, başkasının canına ve malına zarar vermeyen kişidir.’

Kısaca ifade etmek gerekirse, İslam ne fertleri ve ne de toplumu ihmal etmemiştir. Bilakis her ikisi arasında tam bir uyum ve dengeyi kurmayı hedeflemiştir. İslamın mesajı, bütün insanlık içindir. İslam’a göre Allah, bütün âlemlerin Rabbidir (Kur’an, 1:1). Hz. Peygamber de bütün insanlığa gönderilmiş bir peygamberdir. ‘Ey insanlar! Ben sadece Allah’ın bütün insanlığa gönderdiği bir peygamberim“ (7: 158). ‘Biz seni sadece âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (21: 107).

İslam’da, bütün insanlar, renk, dil, ırk ve vatan farklılığı gözetilmeksizin eşit kabul edilmişlerdir. Bugün aydınlanma çağı denen çağımızda dahi, insanlar arasında zikredilen sebeplerle hala engellerin, ayırımcılığın ve farklı muamelelerin bulunduğunu inkâr edemeyiz. İslamiyet, bütün bu ayırımcılıkları ve imtiyazları ortadan kaldırmakta, herkesin Allah’ın mahluku olmak hasebiye eşit olduğunu aleme ilan etmektedir. İslamiyet gerçek manada beynelmilel bir bakışa sahiptir ve renge, kabileye, ırka, kana ve bölgeye dayalı imtiyazları şiddetle reddeder. İnsanlığa karşı yapılan her hücumu kınıyoruz. Masum insanları hedef alan bütün tecavüzlerden dolayı müteessiriz. Zalimlerin yanında mazlumların öldürüldüğü toplu katliamları, İslamiyet şiddetle yasaklamıştır. İslama göre, hiç bir kimse başkasının hatası sebebiyle mes’ul tutulamaz.

İslamiyet masum ve korumasız insanların öldürülmesine asla müsaade etmez. Şayet, bu tür katliamlar, taraflı basının ve haber kaynaklarının iddia ettikleri gibi, bazı müslüman fertlerden sadır olursa, İslam namına ve din namına bu zalim insanları suçlu ve günahkâr ilan ederiz. Zulm edenlerin, din, ırk ve cinsiyet farkı gözetilmeksizin mutlaka caydırıcı bir ceza ile cezalandırılması gerektiğini de önemle belirtmek isteriz.

Bu hadiseler karşısında, devletler ve fertler olarak şu hakikati unutmamalıyız: Siz bir gemide veya bir evde bulunsanız, sizinle beraber dokuz masum ile beraber bir cani olsa, bu gemiyi batırmaya veya o haneyi yakmaya çalışan bir adamın ne derece zulm ettiğini tahmin edersiniz. Onun zalimliğini semavata işittirecek derecede bağıracaksınız. Hatta, bir tek masum ve onun yanında dokuz cani de olsa, yine o gemi ve ev, hiç bir adalet kanunuyla batırılamaz ve yakılamaz. Aynı şey bu hadiseler için de geçerlidir. Biz bu kanlı ve vicdansız eylemleri kınarken, benzerlerini yapmanın da daha tehlikeli olduğunu hatırlatmak istiyoruz.

 Kaynak: www.sorularlaislamiyet.com