Kategori arşivi: Aile Sağlık

Erkeklik adım adım bitiriliyor mu?

Batıyı takip eden batı hayranları; batıdaki gelişmeleri adam gibi güncel takip etseler, belki batının doğrularından faydalanacaklar. Yok bizimkiler, batının nerde İslam’a ters bir yanı varsa onun peşindeler. Batı yeni bilimsel araştırmalarla İslam’a doğru gidiyor. Bilim Kur’an-ı tasdik ediyor. Fakat bizim batı hayranları, adamların; vazgeçtiklerinin, attıklarının, yanlışlarının, çerinin, çöpünün peşinde giderek, batının pisliğini takip etme merakındalar.

Biz feminizm hayranlığıyla kadınları kışkırtırken, batı aile kurumunun çöktüğünü görünce yaptığı yanlışı fark etti; kadın ve erkeğin yaratılışına uygun olan geleneksel rollerine dönmesi üzerine toplantılar düzenliyor. Her geçen gün açıklanan yeni araştırma sonuçları kadın ve erkeğin yaratılış farklılıklarının ne kadar önemli olduğuna dikkat çekiyor. Fakat bizim bazı üniversite hocalarımız bile çıkıp, kadın ve erkek arasında çok da önemli farklılıklar olmadığını iddia edebiliyor. Cehalet üniversite hocası olmakla da bitmiyor demek ki.

Amerika, kadın kışkırtmacılığının zararlarını ve erkekleri nasıl tükettiğini fark etti; bu konularla ilgili çalışmalar yapıyor. Konu ile ilgi bir kaç kitap adı ve içinden kısa notlar:

Susan Faludi, “Sertleşmiş Amerikan Erkeğinin İhaneti” adlı kitabında “Erkeğin çıkmazda olma duygusuna değiniyor.” Faludi’nin Amerikalı erkekler hakkındaki çalışmasının temelinde şu soru soruluyor: “Eğer erkekler sıkça söylendiği gibi hükmeden cins iseler, neden bu kadar çok erkek, kendilerine hükmedildiği ve hayat tarafından ezildiklerini hissediyor?

Susan Faludi “Kendimi hadım edilmiş hissediyorum.” diyen erkeklerin erkek stresi, utancı, depresyonu ve şiddetinin, erkeklerin şahsi birer sorunu olmayıp, uğradıkları sosyal ihanetin bir ürünü olduğu sonucuna varıyor.

Erkek Olmanın Tehlikeleri: “Erkek Olma Ayrıcalığı Masalına Rağmen Hayatta Kalmak” kitabının yazarı psikolog Herb Goldberg “Amerikalı erkekler nesli tükenme tehlikesi olan bir tür müdür? diye soruyor. Cevabı “Kesinlikle evet! Erkekler kendilerini fiziksel, duygusal ve psikolojik olarak imha etmekteler.

Erkek Çocuk Mucizesi” adlı kitabın yazarı psikolog Michael Gurian “Kızların yaşadıkları, erkeklerden daha kötüdür, demek olaya at gözlüğü ile bakmaktır.” diyor.

Dünya Sağlık Örgütünde danışman olan Dr Devra Lee Davis kitabının “Erkekleri Kurtarın” adlı bölümünde, erkeklerin baba olmakta giderek daha çok zorlandığını ve erkeklerin gerçek bir gerileme içinde olduğunu vurguluyor. “Erkekler toplumdaki önemli rollerini kaybettikçe, fiziksel olmasa bile psikolojik olarak tükenmiş olacaklardır.” diyor.

Babasız Amerika” adlı kitabın yazarı David Blankenhorn “ABD gittikçe babasız bir toplum haline geliyor. Bir önceki nesilde Amerikalı bir çocuğun, babası ile birlikte büyüyeceğini düşünmesi normaldi. Bugün ise bunun tersini beklemesi, oldukça mantıklı görünüyor. Erkekler kocalık ve babalık rollerinden koptukça, ekmek parası kazanmak, koruyuculuk, bakıp büyütmek, öğretmenlik, kılavuzluk gibi rolleri yerine getirmek için gerekli dürtüyü de kaybediyorlar.

Dr. Helen Fisher “Birinci Cinsiyet” adlı kitabında “Kız çocuklar sevilmek, erkek çocuklar saygı duyulmak isterler. Saygı ihtiyacı erkekliğin temelinde vardır.” diyor. Dr. Fisher’ in “Kadın dernekleri; kızların başarısı için okullara para akıtarak, eğitimi kızların lehine çevirdiler ve bu da erkeklerin okul başarısını düşürdü. Kızlar lehine yapılan değişiklikler, erkek çocuklara karşı olumsuz ayrımcılıktır.” diyor.

ABD Eğitim Bakanlığı ve dünyanın değişik yerlerindeki birçok üniversitede yapılan çalışmalardan elde edilen veriler, erkeklerin eğitimde geri kaldıklarını gösteriyor.

Kur’an-ı Kerîm de Hz. Musa peygamberin kıssasını anlatılır. Firavun iktidarını kaybetmemek için her doğan erkek çocuğunu öldürmeye başlar; fakat muvaffak olamaz. Kur’an-ı Kerim bir tarih kitabı değildir, kıyamete kadar yaşanacak pek çok olaya işaret vardır.

Günümüzde erkekleri, o zamanki gibi öldürülmüyor; fakat insan haklarına uygun olsun diye(!) psikolojik olarak erkeklik bitirilmeye çalışılıyor. Modernlik adı altında erkekleri, psikolojik olarak hadım ediyorlar.

Bunun için işe; erkekleri görüntü olarak kadınlara benzetmeye çalışarak başladılar: Önce erkeklerin sakallarını, sonra bıyıklarını aldılar. Sakalsız ve bıyıksız erkek, daha modernmiş gibi gösterildi. Pek çok erkek de oltaya geldi.

Sonra “kadın hakları, kadın hakları” diye diye kadınların haklı olduğuna toplumu inandırdılar: “Kadınlar eziliyor” diye çığırtkanlık yaparak, erkekler üzerinde suçluluk psikolojisi oluşturulmaya çalışıldı. Bu suçluluk psikolojisi ile erkekler haksız da olsa kadınların yanında yer almaya başladılar. Dünyanın öteki ucunda bir kadın öldürülse, erkekler utandılar.

Sonra erkekleri kibarlaştırma çalışmaları başladı: “Şöyle romantik olacaksın, böyle romantik olacaksın, kadını mutlu etmek senin görevin” deyip erkeklerin kendilerini, kadınları mutlu edemeyen odunlar, olarak hissetmelerini sağladılar. Suçluluk psikolojisi oluşturuldu.

Sonra eşitlik davası var bir de: “Kadın-erkek eşittir; buna inanmayan erkek; yobazdır, gericidir.” diye medya baskısına maruz kalındı. “Modern erkek, kadın- erkek eşitliğine inanır.” diye inandı erkekler. Modern olmak uğruna pek çok erkek, yaratılışına inat, eşitliği savundu. Kadın- erkek insan olarak elbette eşittir; ama erkeğin evinde “evin reisi” olarak bir söz hakkı üstünlüğü, yani iktidarı olmalıdır; eşitlik davası ile erkeğin elinden reisliğini de aldılar.

Tabi bu kadar baskıya hormonlar dayanamadı. Erkeği erkek yapan hormon testosterondur. Testosteron sadece bir cinsiyet hormonu değildir; erkeğe taşıdığı cinsiyetin özellikleri de bu hormonla yüklenmiştir. Erkeğin cinselliği, sakalı, bıyığı, kası, gücü, saldırganlığı, cesareti, neşesi, özgüveni, düşünce ve duygularla ilgili erkeksi bakış açısı bu hormonun denetimindedir.

Testosteron ile ilgili en önemli bilgi; testosteron seviyesi davranışı etkiliyor; davranış da testosteron seviyesini etkiliyor. Testosteronu düşen erkeklerin cinsel arzuları azalıyor; bunun yanında yorgun, sabırsız, alıngan, gergin, öz güvenleri az, depresyona meyilli oluyorlar, kolay baş eğiyorlar.

Testosteronu en çok etkileyen şey erkeğin evdeki ya da toplumdaki statüsünün özgüvenine yansıması: Erkek değer görmediğinde testosteronu düşüyor, değer gördüğünde yükseliyor. Kazanınca yükseliyor, kaybedince düşüyor. Öncelikle de erkeğin evdeki statüsü testosteronu çok etkiliyor. Karısı ve çocukları tarafından değer gören, saygı duyulan erkeğin özgüveni yerinde oluyor, bu da erkeklik hormonunu artırıyor. Erkeğin iş hayatındaki kazancı ve başarısı da testosteronu artırıyor; fakat erkek toplumda saygınlığı olmayan bir iş bile yapıyor olsa, ailesi tarafından takdir görüyorsa; erkeklik hormonu gayet düzgün çalışıyor. Testosteronu normal seviyelerde olan erkek; ailesine karşı korumacı, neşeli, cesaretli ve kontrollü oluyor.

Eşi ve çocukları tarafından değer görmeyen erkeğin özgüveni azalıyor ve testosteronu düşüyor. Testosteron aynı zamanda “cesaret hormonu” olduğu için karısından korkan, çekinen bir erkeğin testosteron seviyesi çok düşüyor. Kendini erkek hissetmediği için karısı ile de cinsel birliktelik arzusu duymuyor. Yani bir yerde iki iktidar olmuyor. Evde kadın iktidarsa, erkek iktidarını kaybediyor.

Aldatmaların çoğunda, değerli olma duygusu, yatıyor. Evde karısı tarafından değer görmeyen, eleştirilen erkekler, dışarıda bir kadın tarafından değer gördüğünde, düşen hormonları yükselmeye başlıyor ve çok çabuk eşini aldatabiliyor.

Erkekliğini kaybetmemek için kadın iktidarına girmek istemeyen erkekler, evlilikten kaçıyorlar. Fakat sevgili hayatı ile de olsa toplumda erkeği hor gören, küçümseyen kadınlarla muhatap oldukça azalan erkekliğini cinsel küfürlerle kapatmaya çalışıyor, bazı erkekler.

Erkeklerde az miktarda “kadınlık hormonu östrojen” kadınlarda da az miktarda “erkeklik hormonu testosteron” vardır. Testosteron aynı zamanda “cinsel istek hormonu” olduğu için kadında olunca, erkeğe karşı cinsel istek duymasını sağlıyor. Az bir testosteron kadına güzel bir cinsel hayat için yeterli oluyor.

Kadınlar feminizm tuzağı ile erkekleşirken hormonları da değişiyor. Kadın erkekleştikçe vücudunda testosteron artıyor, cinsel isteği normalin üstüne çıkıyor. İşin kötüsü; saygı görmeyen, cesareti kırılmış, karısından çekinen erkeğin vücudunda da kadınlık hormonları artıyor.

Bu durumda dengeler tersine dönüyor. Cinsel olarak kadın, çok istekli, erkek isteksiz oluyor. Günümüzde bu durum o kadar yaygın ki. İstekli kadınlar ve isteksiz kocalar. Kadınların en büyük şikayeti. Ev içindeki iktidarı elinden alınan erkek, otomatik olarak yatak iktidarından da vazgeçmiş oluyor.

Allah (c.c) öyle bir sistem kurmuş ki neresinden delinirse, oradan insanın üstünde patlıyor. “Erkekler kadınlar üzerinde kavvamdır. (yönetici ve koruyucudurlar) ve “Saliha kadınlar kocalarına gönülden saygı duyarlar.” âyet-i kerîmesinin evliliklerin temelinde, yatağında, huzurunda, neşesinde ne kadar etkili olduğunu bilim de tasdik ediyor.

Şimdi artık kadın erkek el ele, birbirimizi suçlamadan, herkes kendi üzerine düşen hatayı kabul ederek bu tuzaktan çıkma zamanı.

Batı hangi niyetle kurmuştu bu tuzağı bilmiyorum; ama kendi kurduğu tuzağa düştü, şimdi çıkmaya çalışıyor. Amerika “Erkek olmak büyük imkansız” “Günümüzde erkek olmak kolay değil.” “Oğullarımıza ne yaptık” diye konuşurken, bizimkiler gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine bakarak, bir kaç kadın cinayetini delil olarak gösterip, erkekliğin bitirilmesine yardımcı olmaya çalışıyorlar.

Bir yandan kanunlar, bir yandan hormonlu besinlerle erkeklerin aldığı östrojen etkisi yapan gıdalar ve bir yandan kadın iktidarı, erkekliği bitirmek için uğraşıyor.

Bu vesile ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’e tekrar sesleniyorum: Bize gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini göstererek, kanun çıkaramazsınız. Bir yıl içinde toplam kaç cinayet işlendi, kaçında kadın öldürüldü, kadınlar kaç cinayet işledi ve en önemlisi kaç cinayette kadınlar azmettirici olarak kayıtlara geçti. Çünkü kadınlar fiziki güçleri zayıf olduğu için öldürmezler; fakat öldürecek bir erkeği kolayca kandırabilirler. Bunlar açıklansın topluma. Ve lütfen batıyı model alıyorsanız son gelişmelerini model alın, çöpe atmaya çalıştıklarını değil.

Sema Maraşlı – Haber 7

Gençlik Kimi Model Alacak?

Bir önceki yazıda gençlikle ilgili araştırmada belirtildiği gibi, gençliğin gerçekçi ve sağlıklı modellere ihtiyacı vardır. Bu hususta çocukların ahlak güzelliği bakımından taklit edecekleri bir modelin ortaya konulması gerekmektedir. Konu ile ilgili olarak Bediüzzaman şöyle der;

Evet, madem dost ve düşmanın ittifakıyla, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır. Ve madem bil’ittifak nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir. Ve madem, binler mu’cizâtın delâletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemâlâtının şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur’ân-ı Hakîmin hakaikinin tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir. Ve madem semere-i ittibâıyla milyonlar ehl-i kemal, merâtib-i kemâlâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır. Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktidâ edilecek en güzel numunelerdir ve takip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır…

İşte böyle bir zâtın ef’al, ahval, akval ve harekâtının herbirisi nev-i beşere birer model hükmüne geçmeye lâyık”tır .

Demek, çocuklara ve gençlere; işlerinde, sözlerinde ve hallerinde model alacakları ve taklit edecekleri tek zat Hz.Muhammed (S.A.V.) ve onun yüksek ahlakıdır. Çünkü “Yapan bilir, bilen konuşur” değişmez bir kaidedir. İnsanı yoktan yaratan Cenab-ı Hak insanı en iyi bilendir. Onun dünya ve ahiret saadeti için nasıl bir ahlaka sahip olması gerektiğini de en iyi o bilir. İşte bu hususta bütün insanlığa bildirilmesi gereken Kur’an ahlâkını peygamberimiz Hz.Muhammed (S.A.V.) de toplamış ve O’nu insanlığa taklit edilmesi ve model alınması için değişmez bir rehber olarak göndermiştir.

Batı ilim adamları ve filozoflar, İslam ahlakına insanlığın ihtiyacını şu şekilde dile getirmişlerdir:

İslamiyetin kanunları yüksek bir tarzda âlemin islahına kâfidir.” Yine filozof düşünür Shebol;

Muhammedin (A.S) beşeriyete intisabı ile bütün beşeriyet muhakkak iftihar eder. Çünki: O zat ümmi olmasıyla beraber 13 asır evvel öyle bir şeriat getirmiş ki, biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek, en mes’ut en saadetli oluruz.” Yine Bernard Shaw’da;

Ben görüyorum ve itikat ediyorum ki, beşere vaciptir ki desin: Muhammed (A.S.V) insaniyetin halaskârıdır. Ve halaskârlık namı ona verilmek lazımdır.

Gençleri İkaz

Bediüzzaman Risale-i Nurlar’da zararlı kültürleri taklit etmemeleri için gençliği şu şekilde ikaz etmektedir:

Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır.

Bu ifadelerde dikkat çekilen husus Avrupada görülen ahlaksızlığın ve inançsızlığın taklit edilmemesi gerektiğidir. Yoksa insanlığa faydalı olan sanatı ve fen ilimleri değildir.

Dr. İdris Görmez

Anne babalar zayıf karneye nasıl tepki vermeli?

Bir öğrenim dönemi daha sona ererken, karnelerin durumu sadece öğrencilerin değil, aile ve öğretmenlerin performansını da ortaya koyuyor. Zayıf bir karneyle eve gelen çocuğunuza neler söylemelisiniz? Başarıyı nasıl ödüllendirmeli, tatili nasıl değerlendirmelisiniz? Ailelerin kafasını karıştıran tüm bu soruların cevabını bu haberde bulacaksınız.

Karnelerin sadece başarı göstergesi olarak yorumlanmaması gerektiğini söyleyen Uzman Klinik Psikolog Sevil Usanmaz, “Karne, çocuğun öğrenme isteği, hangi dersleri sevdiği ve nelere ilgisi olduğunu gösterdiği gibi aile ve öğretmen tutumlarının da göstergesidir. Karnede sadece notlar üzerinde durmak yerine çocuklarımızın özelliklerini ve gerçekten neye ihtiyacı olduğunu keşfetmeliyiz” diyor.

Başarısızlık, başarının önüne geçmemeli

Bir çocuğun başarısızlığı, başarılarının önüne geçmemelidir. Öğrenmede amaç, karne odaklı değil de gelecek yıllara yönelik olduğunda sonuç mutluluk verici olacaktır” diyen Psikolog Usanmaz, ailelerin dikkatini şu noktalara çekiyor: “Çocukla konuşmaya iyi notlarla başlamak, sonra düzelttiği notlar üzerinde durmak ve en son zayıf derslere geçmek en doğru yöntemdir. Sert yorumlar, tehdit ve yaralayıcı ifadeler, kişiliklerine yönelik konuşmalar çocukları psikolojik olarak etkileyerek tepki vermelerine yol açıyor. Özellikle ergenlik dönemindeki öğrencilerde istenmedik olumsuz davranışlar ve sonuçlarla karşılaşılıyor. İlköğretim çocuklarında ise okula ve öğrenmeye karşı isteksizlik, dikkat sorunları, depresif duygulanım, kendine, kardeşine zarar verme davranışları görülebiliyor. Tüm bunları yaşamamak ve çocuklarımıza yaşatmamak için, karneye ait yorumlar iyi notlardan başlanarak, orta, zayıf notlar ve önümüzdeki dönem yapılacakları tespit ederek sonuçlanmalıdır. Ayrıca, çocukları arkadaşları ve kardeşleriyle kıyaslamamak, kendi içinde değerlendirmek de olumlu gelişime katkı sağlayarak, kaygıları ve başarısızlığı azaltabilir.

Bazı çocuklar matematik, sayısal öğrenmelerde daha başarılı iken bazıları sözel öğrenmelerde başarılıdır. Ayrıca öğrenme birbirini takip eden bir süreç olduğundan bir dersteki başarısızlık sadece bu yıl için değerlendirilmemelidir. Önceki yıllarda başarı durumunu, okul ve öğretmen değişikliklerini dikkate almak yararlı olacaktır.

Pahalı hediyeler başarıyı artırmaz

Karne hediyesi olarak bilgisayar, çok pahalı oyuncaklar, değerli takı, cep telefonu, evcil hayvan alımını da önermeyen Psikolog Sevil Usanmaz, pahalı hediyenin başarıya katkısı olmayacağını, öncelikle çocuğu öven konuşmaların yapılması gerektiğini söylüyor. Çocuğun istediği, yaşı ve sınıfı ile uyumlu bir maddi ödülün ise daha sonra düşünülmesi gerektiğinin altını çiziyor. Ödülün maddi değerinden çok sembolik anlamının önemine değinen uzmanlar, özellikle ilkokul çocukları için karmaşık olmayan basit oyuncaklar, boya kalemleri, top, bisiklet, giysi, büyük ebeveynlerin ziyaretleri, deniz-kar tatili, köy ziyaretleri, sinema, tiyatro ve müze gezilerini yararlı buluyor.

Çocuklar nasıl tatil yapmalı?

Çocukların, tatilin başlamasıyla birlikte önce dinlenmeleri gerektiğini vurgulayan Psikolog Sevil Usanmaz, ders tekrarı gerekiyorsa bunun okul açılmasına yakın dönemde başlatılmasının daha yararlı olacağını vurgulayarak, çocukların tatilin sadece dinlenmek ve eğlenmek için değil, hoş vakit geçirirken öğrenmeyi geliştirmek amaçlı kullanmalarını öneriyor. Satranç öğrenmek, fotoğraf çekmeyi öğrenmek, basket oynamak, bahçede olmak, kitapevi ya da markette çalışmak, basit ev işlerine yardımcı olmak, gibi hayatı öğrenme biçimi de okul eğitiminin iyileşmesinde önem taşıyor.

Kadın-erkek selamlaşmasına ait sorular ve görüşler

Kadın-erkek selamlaşmasını merak eden okuyucum sorusunu şöyle sormuş, diyor ki:

– Akraba hanımlar gelip geçerken selam veriyorlar, ben de selamlarını bazen alıyorum, bazen de almaktan kaçınıyorum. Bu defa da bana sitem ediyorlar, ‘Selamımızı neden almıyorsun? Bizler akrabayız, akraba kadınla erkek selamlaşır.’ diyorlar. Böyle bir ruhsat var mı? Hanımlar akraba erkeklere selam verip selam alırlar mı? Kadın-erkek selamlaşmasına ait görüşler, tavsiyeler nasıldır?

***

Kadın-erkek selamlaşmasına dair çok farklı yorum ve görüşler vardır. Ancak akraba hanım ve erkekler için böyle bir tereddüt söz konusu değildir. Çünkü tarafların akrabalık bağları, verilen ve alınan selamı yanlışa yorumlamaya fırsat vermemekte, bir fitneye de sebep olmamaktadır. Özellikle nikâh düşmeyecek derecede yakın akrabalık söz konusu ise hiçbir mahzur akla gelmez akraba hanımlarla selamlaşmakta. Çünkü akrabalık bağları yanlış yoruma izin vermez. Bu sebeple de akraba erkeklerle hanımlar selamlaşmakta mahzur görmezler.

Demek ki kadın-erkek selamlaşmasında en önemli nokta, selamlaşmayı yanlış yorumlayıp da dedikoduya sebep olmama noktasıdır. Akrabalar arasında ise böyle bir yanlış yorum ve fitne söz konusu olmayacağı düşünüldüğünden, mahzur görülmemekte, caiz olacağı ifade edilmektedir.

Nitekim, yaşlı hanımlara da selam verilir; çünkü yanlış yoruma müsait değildir yaşlılıkları, denmektedir.

Yaşlıların selamlaşabileceği ifadesinden anlaşılmaktadır ki, gençler, (saygı duyup itimat ettikleri tanıdıkları dışında) kalan yabancılarla selamlaşmaya gerek görmezler, bir yanlış yoruma sebep olmak gibi ihtimallerden uzak kalmaya önem verirler. Mecbur kaldıkları yerlerde ise vakar ve ciddiyet içinde selam verip muhatap olurlar.

Bu vakarın tarifinde deniyor ki: Kadın sesine sertlik vermeli, yüzüne de aynı sertlikte vakar tavrı getirmelidir ki konuşma sırasında muhatap yanlış yoruma kaymasın. İnce bir ses, hep gülümseyen bir eda ile yanlış anlaşılacak bir görüntü meydana getirmesin.

Kadın-erkek selamlaşması, çevrenin değerlendirmesiyle de ilgilidir. Şayet çevrenin bu gibi konularda belli bir hassasiyeti varsa, ona aykırı düşecek hareketten de kaçınmak gerekir. Aksi halde dikkatsiz, laubali tavırlar, tarafların çevredeki itibarını bitirir, fitne uyandıran söylentileri de beraberinde getirir. Onun için böyle hassas yerlerde, ‘Kaç sevaptan, girmemek için günaha!’ denmiştir.

***

Safer ayında bela ve musibetler mi yağar?

Soru: İçinde bulunduğumuz safer ayında belalar gelir, musibetler yağar, bunları önlemek için şu dualar okunmalı, şu ibadetler yapılmalı şeklinde söylentiler dolaştırılmaktadır. Safer ayında böyle bir bela ve musibet gelme geleneği var mıdır? Bu aya uğursuz ay gözüyle bakılması doğru mudur?

Cevap: İslâmiyet’te belli ibadetler için tahsis edilen mübarek aylar, günler ve geceler vardır. Ramazan ayı gibi. Ancak belli âfetler, musibetler ve belalar için tahsis edilen uğursuz aylar, günler geceler yoktur. Dolayısıyla safer ayında böyle bir bela ve musibet gelme beklentisi de yoktur, geleneği de…

Ancak bu ayda şu kadar ibadet yapmak, şu kadar dua okumak çok sevaplıdır, diye teşvikte bulunulabilir. Buna yanlış denemez. Söylenen sevabı almak da mümkün olabilir. Çünkü sevap alma olayı, ibadeti yapanın ihlasıyla, ilticasıyla ilgilidir. Kimse oraya giremez, alınacak sevaba sınır da koyamaz.

Ayrıca İslam’da tefeül vardır, ama teşeüm yoktur. Yani hayra yorum yapmak vardır, şerre, uğursuzluğa işaretler çıkararak yorum yapmak yoktur. Bu sebeple de safer ayında hayra yorum yapmak uygun düşer, bela ve musibetlerin geleceğine işaretler çıkararak şerre yorum yapmak uygun düşmez, diye düşünmekte isabet vardır..

Ahmed Şahin / Zaman

ABD’de Çocuklar Üzerinde Yapılan Bir Araştırmanın Hatırlattıkları

ABD’de son yıllarda gençler üzerinde araştırmalar yapan Tenage Research Unlimited’e göre, Amerika’da 11 yaşındaki her çocuğun bir kız arkadışı var. Kız arkadaşıyla flört eden 11–14 yaş arası 10 erkekten altısının kız arkadaşlarına karşı şiddet kullandığı tespit ediliyor.

Araştırmanın sonuçlarını kaygı verici olarak değerlendiren ve bununla ilgili bir haber hazırlayan CBS’in muhabiri Kelly Wallace da sahip olduğu iki kız çocuğu için çok endişelendiğini söylüyor.

2006 da senatoya problemin önlenmesi için bir önerge veren milletvekili Mike Crapo da bu noktayı vurgulayarak; “Bu ölümcül kısır döngü, çocuklarımız, torunlarımız ve topluluğumuzun iyiliği için durdurulmalı” diyor. Bu duruma karşı koymak isteyen bir başka kuruluş olan New Jerseyli gençler gurubu TEARS; “TV’de, sinemada, dergilerde gördüğümüz ilişkiler doğru modeller sunmuyor, çünkü bunlar ya gerçekçi değil, ya da sağlıksız” diyor .

Bu çalışmalardan bizim de çocuk eğitimi açısından çıkaracağımız çok önemli dersler bulunmaktadır. Bunlar;

a) Batı dünyasında çocukların kendi başlarına terk edildiği ve bu yanlış serbestliğin çocukları zararlı hareketlere ittiği,

b) Bu tür ülkelerde toplumun bundan rahatsız olduğu, çare arayışı içine girdiği,

c) Bu tür olumsuzlukların hızla diğer ülkelere medya gibi iletişim araçlarıyla yayıldığı, ülkemiz için de tehlike oluşturduğu bir gerçektir.

Günümüzde bütün insanlık çocukların yanlış hareketlerden ve kötü alışkanlıklardan kurtarılması için çalışmaktadır. Ancak polisiye tedbirlerin ve yasakçı anlayışın yeterli olamadığı bu çalışmalarda manevi değer eğitiminin önemi ortaya çıkmaktadır.

İşte bu hususla ilgili olarak Bediüzzaman, gençlerin ahiret inancını almalarının önemine şöyle işaret eder:

Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım” diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.

Bu ifadeleri tahlil edecek olursak, gençlik duyguların galeyanda olduğu bir devredir. Akıldan ziyade hissiyat hâkimdir. Bilhassa 11- 15 yaş arası gençliğin en tehlikeli olduğu dönemdir. Bu dönemde gençliğe ahirete iman kuvvetli bir şekilde verilemezse, Cehennem azabının olduğu zihinlere yerleştirilemezse, toplum hayatına çok büyük zarar verebilir. Eğer kuvvetli iman dersleri alabilirlerse, kalplerinde, kafalarında bir yasakçı bırakılmış olur. Başıboş olmadığını her an Yüce bir yaratıcısı tarafından görünüp bilindiğini ve onun melekleri tarafından her hareketinin kaydedildiğinin şuuruna varır. Bir gün kendisinin de başkası tarafından zulmedilip tecavüze uğrayabileceğini düşünerek şefkat ve hürmet hisleri gelişir. Kendisine yapılmasını istemediği bir hareketi o da başkasına yapmak istemez. Böylece hareketlerini kontrol altına alır. İşte onun için çocukların ve gençlerin eline iman hakikatlarını kuvvetli bir şekilde ders veren Risale-i Nurların okutulmasına şiddetle ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç “kapalı zindanda kalmış bir kimsenin havaya ve zifiri karanlıkta bulunan bir adamın ziyaya ve çöldeki aç ve susuz kalmış bir insanın suya ve gıdaya ve denizde boğulmak üzere olan herhangi bir kimsenin cankurtaran gemisine olan ihtiyacından binler derece daha ziyadedir.

Dr. İdris Görmez / NurNet.Org