Kategori arşivi: Soru – Cevap

“Deccal” ve “Süfyan” Hakkında Bilgi Verir Misiniz?

Ahirzamanla alakalı rivayetlerde geçen önemli şahıslar: Deccal, Mehdî ve Hz. İsa… Birincisi din, îman, ahlâk, fazilet ve insanlık namına ne varsa tahrip eden, istibdat, zulüm ve terör estiren, diğerleri de ona karşı çetin bir mücadele veren üç insan… İşte Deccalın icraatını ortaya döktüğü böyle korkunç bir dönemde Mehdî ve İsa (a.s.) iştiyakla beklenmeye başlar. Bu mânevî kurtarıcılar inançsızlığa büyük darbeler indirerek inananlar için en büyük dayanak; güç, moral ve ümit kaynağı olurlar.

Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) hem Büyük Deccal, hem de İslâm Deccalı Süfyan’dan bahsetmiştir. Halbuki bunların özellikleri, sıfatları ayrı ayrıdır. Rivayetlerde bir sınırlama olmadığı, mutlak bırakıldığı için birkısım râvî ve âlimler birini diğerine karıştırmış, birini öteki zannetmişlerdir. Bu bakımdan müteşabih hadis hükmüne geçmektedir.

Deccal

Rivayetlerde Deccalın çıkışı, kâinatın en korkunç hadiselerinden birisi olarak gösterilmiştir. Bundan dolayıdır ki Peygamberimiz (a.s.m.), ümmetine özellikle onu haber vermiş, fitnesinden sakınmış ve ümmetini de sakındırmıştır. “Hz. Adem’in yaratılışından itibaren Kıyamete kadar geçen süre içerisinde Deccaldan daha büyük bir hadise (diğer bir rivayette daha büyük bir fitne) yoktur.“(1) buyurmakla da, onun tahribatının dehşet ve büyüklüğünü nazara vermiştir. Başka bir hadis-i şeriflerinde ise onun şerrinin şeytandan daha etkili olduğunu bildirirler.(2) Sadece Resûl-i Ekremin (a.s.m.) değil, istisnasız bütün peygamberlerin ümmetlerini ondan sakındırması,(3) Firavunların, Nemrudların fitnesinin onun fitnesi yanında küçük kalacağına dikkatleri çekmek içindir.

Deccalın şerri öylesine büyüktür ki, Peygamberimizin bildirdiğine göre o çıktığında, korkudan, onun şerrinden kurtulmak için insanlar dağlara kaçma zorunda kalacaklardır.(4)

Şer ve fitnesinin büyüklüğü, dehşeti sebebiyledir ki, Allah Resûlü çoğu zaman olduğu gibi, ana hatlarıyla İslâmın bir özetini verdiği Veda Haccında okuduğu Veda Hutbesinde de Deccaldan bahsetmeyi gerekli görmüş, diğer peygamberler gibi, o da ümmetini uyarmıştır.(5)

Deccal, Arapça bir kelimedir, “decl” kökünden gelir. Sözlüklerde verilen mânâya göre Deccal, “yalancı, hîlekâr; zihinleri, gönülleri, iyi ile kötüyü, hak ile bâtılı karıştıran, bir şeyi yaldızlayıp gerçek yüzünü gizleyen, bucak bucak her yeri dolaşan müfsid ve mel’ûn bir kişidir.

Bir hadis-i şerifte, özellikle onun, “yalancı, dalâlete sürükleyici“(6) özelliğine dikkat çekilmiştir.

Deccal, aldatıcı ve inkârcı, dehşetli fitne dolaplarını döndüren bir kimsedir. Fitnesinin en dehşetli tarafı, dinsizliğe dayalı bir sistem kurup insanları îmansız yaparak hem dünya, hem de ebedî hayatlarını mahvetmeye çalışmasıdır. O, ateizme, ahlâksızlığa, yalana dayanan saltanatını tek başına değil, kendisine gönül veren komitesiyle, temsil ettiği kâfirane ve münafıkâne sistemiyle birlikte yürütür.

Deccala, “Mesih” kelimesi eklenerek Mesih-i Deccal da denilir. Onun bu unvanla anılmasının sebebi, gözlerinden birinin silik olmasıdır. Sözlüklerde Mesihe değişik bir çok mânâlar verilmiştir. Deccala sıfat olabilecek tarzdaki bu mânâlardan bir kısmı şöyledir: Yüzünün bir tarafında kaşı ve gözü olmayan, yaratılıştan bozuk, kötü, uğursuz, yalancı, çok öldüren.

Bir hadis-i şerifte ondan, “Mesihü’d-Dalâle,” “Sapıklık Mesihi” diye söz edilir.(7)

Süfyan

Bir hadis-i şerifte, “Âhirzamanda bir adam çıkacak ve ona Süfyan denilecek”(8) buyurulmaktadır. Mahiyeti ise : “Sahih hadislerde bildirildiğine göre âhirzamanda gelecek ve ümmete karanlık günler yaşatacak, şeâir-i İslâmiyeyi tahribe çalışacak dehşetli ve münafık bir şahıstır.“(9)

Çoğu kere onun harikalıklarından bahsedilir. Bu arada komutanlığına da dikkat çekilir.(10)

Büyük Deccal, dinsizliği program edinip daha çok Hıristiyanlığa savaş açarken, İslâm Deccalı Süfyan, Allah katında yegâne hak din olan İslâma hem de açıkça savaş açmaktadır. Onun için de daha dehşetli görülmüştür. Elbette, yürürlükten kalkmış ve tahrif edilmiş bir dini terk etmek hak, ebedî ve hükmü devam eden bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmayacaktır.(11)

Deccal hakkında tevatür var

İlim adamlarının çoğu Deccal hakkında tevatür bulunduğunu, inkârının mümkün olmadığını söylerler.(12) Hatta bu konuda Allame Şevkanî, Beklenen Mehdî, Deccal ve Mesih Hakkında Gelen Rivayetlerin Tevatür Derecesine Ulaştığının Açıklanması adında bir kitap bile yazmıştır. Şevkanî, bu eserinde Mehdî ve İsa Aleyhisselâmın inişi hakkındaki hadislerin olduğu gibi Deccal hakkında rivayet edilen hadislerin de tevatüre ulaştığını anlatır.(13)

İbni Mende, Deccalın çıkışına inanmanın vacip olduğunu söyler.(14) Onun geleceğini inkâr etmek ise en azından dalâlettir.

Süfyanla ilgili hadis var mıdır?

Şüphesiz. Hem de pek çok vardır. Yoktur demek ya cehaletten, ya da kasıttan kaynaklanır. Bediüzzaman, mahkemede savcının, “Süfyan’la ilgili hadis yoktur” şeklindeki iddiâsını cevaplandırırken bu gerçeğe dikkat çekmişti:

‘Süfyan’a dâir hiçbir hadis yoktur; varsa mevzûdur’ diyen müddeî, hiç hadis kitaplarını okumadığı, belki Kur’ân’ın sûrelerinin ne kadar olduğunu bilmediği halde, biri bir milyon, diğeri beş yüz bin hadisi hıfzına alan İmam-ı Ahmed İbni Hanbel ve İmam-ı Buharî gibi müçtehidlerin, böyle küllî ve umûmî bir tarzda cesaret edemedikleri halde, o müddeî, küllî bir sûrette ve umûmî bir tarzda ‘Süfyan hakkında hiçbir hadis yoktur, varsa mevzûdur’ demesiyle, haddinden binler defa tecavüz edip, büyük bir hatayı irtikâb etmiş. Farz-ı muhal olarak, hadis de olmasa, ümmet-i İslâmiyede bir hakikat-i içtimâiye ve müteaddit defalar eseri görülmüş, vâkî ve hak bir hâdise-i istikbaliyedir.“(15)

Deccalların sayısı çoktur. Her asrın deccalları vardır. Bir hadis-i şeriften bunların sayısının otuzu bulacağını öğreniyoruz.(16)

Bunlar arasında âhirzaman deccallarının ap ayrı yeri vardır. Çünkü daha dehşetlidirler. Bunlar da iki tanedir. Biri, büyük Deccal’dır, dünya çapında çıkar; diğeri de İslâm Deccalıdır. Buna —ki Hz. Ali(17) ve birkısım ehl-i tahkik Süfyan demişlerdir(18) ve Hz. Ali hep bu Deccalden bahsetmiştir.(19) Süfyan Müslümanlar içinde çıkacak ve aldatmakla iş görecektir.

Deccalla ilgili Buharî ve Müslim dahil birçok hadis kitabında çokça sahih hadis bulunmaktadır. Doğrusu Deccalın vasıfları ve icraatı hariç geleceğiyle ilgili hiçbir tartışma bulunmamaktadır.

Öyleyse Deccalın geleceği ne kadar kesinse Mehdî’nin gelişi de o ölçüde kaçınılmazdır. Çünkü zehir panzehirsiz düşünülemez. Nemrudu Hz. İbrahim’siz, firavunu Hz. Musa’sız düşünemeyeceğimiz gibi Deccalı da Mehdîsiz düşünemeyiz. Deccal varsa Mehdî de vardır.

Hiç akıl kabul eder mi ki, Deccal meydanı boş bulup alabildiğine at oynatsın, maddî ve mânevî istediği her türlü tahribatı yapsın, bâtılları yerleştirmeye çalışsın da onun karşısında duracak, onunla mücadele edecek, tahribatını engelleyip hakkın yerleşmesini sağlayacak kimseler bulunmasın. Bunu akılla, mantıkla, ilimle, dinle bağdaştırmak mümkün değil, âdetullaha da ters düşer. Bediüzzaman’ın dediği gibi, “Cenab-ı Hak kemâl-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddit veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevî Mehdî hükmünde mübarek zâtları göndermiş; fesadı izâle edip, milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş. Mâdem âdeti öyle cereyan ediyor; âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddit, hem hâkim, hem Mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât–ı nurânîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır.”(20)

Şaban Döğen / Sorularla İslamiyet
—————————-
(1) Müslim, Fiten: 126.
(2) Ramûzü’l-Ehadis, s. 518.
(3) Buharî, Fiten: 26; Müslim, Fiten: 101.
(4) Müslim, Fiten: 125; Tirmizî, Kitabü’l-Menakıb: 70.
(5) Buharî, Kitabü’l-Meğazî: 64.
(6) Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I-VI (Kahire: 1313), 5:372.
(7) el-Heytemî, Mecmaü’z-Zevâid-I-VIII (Beyrut: 1403/1982), 7:348.
(8) Hakim en-Nisaburî, Ebû Abdullah Muhammed, Müstedrek, I-IV (Beyrut: Dâru’l-Marife, ts.), 4:520; Kenzü’l-Ummal, 14:272.
(9) Alâeddin el-Müttekì bin Hüsameddin bin İsmail el-Hindî, Kenzü’l-Ummal (Beyrut: 1989), 11:125; Bursalı İsmail Hakkı, Ruhu’l-Beyan fî Tefsîri’l-Kur’ân, I-X (İstanbul: 1330), 8:197.
(10) Müslim, Fiten: 125.
(11) Nursî, Sözler, s. 158.
(12) el-Münavî, Feyzü’l-Kadîr (Beyrut: 972), 3:537; Said Havva. el-Essas fi’s-Sünne-İslâm Akàidi. çev. M. Ahmed Varol, Orhan Aktepe v.d. (İstanbul: Aksa Yayın-Pazarlama, 1992), 9:335.
(13) Sıddık Hasan Han, el-İzaa, s. 114; Said Havva, el-Essas fi’s-Sünne, 9:335-336.
(14) Sarıtoprak, A.g.e., s. 67.
(15) Şuâlar, s. 360.
(16) Buharî, Fiten: 25; Menakıb: 25; Müslim, Fiten, 84; Ebû Davud, Fiten: 1.
(17) Gazalî, İhyâü Ulûmiddin, 1:59
(18) Berzencî, el-İşâa fî Eşrâti’s-Sâa, s. 95-99; Muhtasar u Tezkireti’l-Kurtubî, s. 133-134; Şuâlar, s. 501, 504.
(19) Şuâlar, s. 501.
(20) Mektûbât, s. 425

Haşir Meydanında İnsanlar Çıplak Mı Olacak?

İnsanlar Çıplak mı olacak sorusuna cevaben, Bediüzzaman şöyle açıklık getirmektedir:

Cenab-ı Hak, insandan başka ziruh mahlukatına fıtri birer libas giydirdiği gibi; meydan-ı haşirde sun’i libaslardan üryan(çıplak) olarak, fakat fıtri bir libas giydirmesi, İsmi hâkim muktezasıdır.

Dünyada sün-i libasın hikmeti, yalnız soğuk ve sıcaktan muhafaza ve zinet ve sıtr-i avrete münhasır değildir; belki mühim bir hikmeti, insanın sair nevilerdeki tasarruf ve münasebetine ve kumandanlığına işaret eden bir fihriste ve bir liste hükmündedir. Yoksa kolay ve ucuz fıtri bir libas giydirebilirdi.

Cenab-ı Allah dünyada insanları sun’i bir libas ile taltif ederek, kıymet ve üstünlüklerini böylece göstermiştir. Meydan-ı haşirde ise bu hikmet ve münasebet olmadığı için insanı fıtri bir libas ile haşir meydanına çıkarması ise hikmet-ı İlahi’yenin bir tecellisi olarak, üstad belirtmektedir.

Rüstem Garzanlı / Diyarbakır

www.NurNet.org 

“Eşinizle istişare edin fakat tersini yapın” sözü doğru mu?

Benim sorum, internette gördüğüm, Peygamberimizin söylemiş olduğu şu sözle alakalı…

Eşlerinizle istişare yapınız ama tersini yapınız.” Peygamberimiz (a.s.m.) bu sözü niçin söylemiştir? Benim okuduğum, bildiğim kadarıyla Peygamberimiz eşleriyle sürekli istişare yaparmış. Bu konuda beni ve eşimi aydınlatır mısınız? (Rumuz: Nazan)

Bu söz Peygamberimize ait değil, Peygamberimiz böyle bir sözü söylememiştir ve söylemez. Çünkü sizin de dile getirdiğiniz gibi Peygamberimiz bu sözün tam tersini uygulamıştır.

Peygamberimiz eşleriyle her konuda istişare etmiş, meşveret yapmış, onlara danışmış, görüşlerini ve düşüncelerini almış, dediklerini de aynen uygulamıştır.

Bu konuda birkaç örnek:

Hicretin altıncı yılında Peygamberimiz Sahabilerle umreye gitmek üzere Medine’den yola çıktı. Mekke’ye yaklaştıklarında müşrikler izin vermediler. Bunun üzerine meşhur Hudeybiye Barış Anlaşması yapıldı.

Anlaşma sonrası Peygamberimiz yanındakilere, “Kalkın, kurbanlarınızı kesin, ihramdan çıkın, saçlarınızı tıraş edin” emrini verdi. Fakat Müslümanlar kararlıydılar, umre yapmadan dönmek istemiyorlardı.
Peygamberimiz emri üç kere tekrarladı fakat Sahabiler yine ağırdan aldılar, kurbanlarını kesmediler. Peygamberimiz öfkeli biçimde eşi Ümmü Seleme’nin bulunduğu çadıra girdi.

Ümmü Seleme sordu: “Neyin var ya Resulallah?”

“Hayret, ey Ümmü Seleme! Ben insanlara ısrarla ‘Kurbanlarınızı kesin, tıraş olun, ihramdan çıkın’ diye emrettim, hiç kimse bu çağrıma cevap vermedi. Emrimi işittikleri halde sadece yüzüme bakıyorlar.”

“Ya Resulullah, sen kalk, kurbanlığına git ve kes. Onlar mutlaka sana uyacaklar ve kurbanlarını keseceklerdir.”
Eşinin bu sözü üzerine Peygamberimiz kalktı, kurbanlık devesini kesti. Ümmü Seleme annemizin dediği gibi Peygamberimizi gören Sahabiler kalkıp kurbanlarını kestiler.

***

Peygamber Efendimiz ilk vahiyden sonra gördüklerini ve hissettiği korkuyu eşi Hz. Hatice’ye açtı. Hz. Hatice Peygamberimizi şöyle teselli etti:

“Korkma, Allah seni asla mahcup etmez. Zira sen akraba hukukunu gözetir, muhtaçlara yardım, fakirlere iyilik, misafirlere de ikram edersin…”

Peygamberimiz en önemli konuyu eşine açmış ve eşinin dediğini yapmış, eşinin verdiği bilgiye itimat ederek rahatlamıştı.

***

Bir örnek de Peygamberimizin izini takip eden Hz. Ömer’den…

Hz. Ömer bir cuma hutbesi sırasında kadınlara verilecek olan mehir konusunda bir sınır getirerek aşırılığa kaçılmasını önlemek isteyince cemaatte bulunan bir kadın Kur’an’dan okuduğu bir ayetle bu kararın yanlışlığını hatırlatması üzerine Hz. Ömer kendini kastederek:

“Bir kadın isabet etti, bir erkek hata etti. Bir emîr cedelleşti ve cedeli kaybetti” diyerek kendi iddiasından vazgeçti, kadının görüşüne uydu.

***

Kadınlarla istişare edilmesi konusunda Peygamberimizin çok açık emirleri ve tavsiyeleri vardır.

“Kendilerini ilgilendiren konularda kadınlarla istişare edin.”

“Bakire kızla, (evlendirmezden önce) babası meşveret etmelidir.”

Hatta “kızın istemediği evliliğin bizzat Peygamberimiz tarafından iptal edilmesi” olayına dayanan İslam âlimlerinin çoğunluğu böyle bir nikâhın geçersiz olduğu kararını vermiştir.

Bir rivayette de “Peygamberimiz kadınlarla istişare eder, onların beyan ettikleri görüşleri uygulardı” deniyor.
Sizin okuduğunuz ve duyduğunuz söz, halk arasında dolaşan bir sözdür, zamanla bu söz hadis gibi aktarılmış, bazı dini kitaplara girmiş, böylece yanlış anlamalara meydan vermiştir.
Bu konuda hadis uzmanı merhum Prof. Dr. İbrahim Canan’ın geniş bir araştırması vardır. Ben bu araştırmayı size özetlemeye çalıştım.

Mehmed Paksu

11 Eylül, İslam’ın Yükselişini Hızlandırdı Mı?

11 Eylül, tarihin seyrini değiştirdi. Hürriyetler diyarı, 11 Eylül’den sonra kuşkular, korkular ve kısıtlılıklar diyarına dönüştü. Yusuf İslam gibi terörle uzaktan yakından alakası olmayan birinin havaalanından geri çevrilmesi bu değişimin en bariz göstergesiydi.

11 Eylül’de uçaklar yalnızca Dünya Ticaret Merkezi’ni değil, İslam’ın Batılı insanların zihnindeki müspet imajını da paramparça etmişti. Doğrusu, 11 Eylül’deki insanlık dışı katliamı, Amerika’nın yaptığı zulümlerine bedel, kalbinde hoş görenler, hem ölen masumların hukukunu hem de İslam’a inen darbenin dehşetini idrak etmemişlerdir.

Daha da garibi, 11 Eylül cinayetinin birçok insanın hidayetine vesile olduğunu iddia edenler bile var. CNN’de yayınlanan bir habere göre, Bin Ladin bile benzer iddiayı dillendirip ’11 Eylül ile İslam’a büyük hizmet ettik’ demeye getirmişti. Evet, İslam 11 Eylül’den sonra yükselmeye devam etti. Ancak, bu yükselişin 11 Eylül’den dolayı olduğunu söylemek doğru mudur?

11 Eylül’e rağmen Amerikalı ve Avrupalıların İslam’ı tercih etmesi bir tezat değil miydi? Acaba, 11 Eylül vahşeti mi insanları İslam’a çekti? 11 Eylül olmasaydı İslam bu kadar yükselir miydi? İslam, medya tarafından “teröristlerin dini” olarak lanse edilmesine rağmen, nasıl oluyor da her sene yüz binlerce insan Müslüman oluyor? İslam’ın bu yükselişi nereye kadar devam edecektir?

Birçok insan bu ve benzeri soruları soruyor. İslam’ın 11 Eylül’e rağmen artan hızla büyümeye devam etmesinin sırrını merak ediyor. Bu makalede söz konusu sorulara, 11 Eylül öncesi ve sonrasında, Amerika’da bulunan biri olarak cevap vermeyi deneyeceğim. Hem gözlemlerim hem de okumalarım ışığında İslam’ın yükselişinin sosyolojik analizini yapmaya çalışacağım.

Hem Avrupa’da hem de ABD’de, 11 Eylül’den sonra, İslam’a büyük bir yöneliş olduğu spekülasyon değil, bir gerçektir.

Kimi uzmanlara göre İslam’a girenlerin sayısı iki veya üç katına çıktı. Bu konuda bazı gazete ve ajansların haber başlıklarına bakmak yeterli: 11 Eylül’den önce ve sonra binlerce Amerikalı İslam’ı tercih etti (New York Times, 22 Ekim 2001), 11 Eylül’den sonra ABD’de İslam’a girenlerin sayısında büyük patlama (Middle East Media and Research Institute, 16 Kasım 2001), 11 Eylül’den sonra İslam’a büyük ilgi var (The Observer, 1 Eylül 2002), Hıristiyanlıktan İslam’a giden bir inanç serüveni (Chicago Tribune, 24 Nisan 2004), 11 Eylül’den sonra merak ettiği için İslam’ı araştıran çok sayıda İspanyol asıllı Amerikalı Müslüman oldu (San Antonio Express, 25 Ocak 2005), İspanyol asıllı Amerikalı kadınlar İslam’da kendileri için bir yer buluyor (NBC News, 30 Eylül 2005), Artan sayıda İspanyol asıllı Amerikalı İslam’ı tercih ediyor (Christian Science Monitor, 18 Eylül 2006), 11 Eylül’den sonra İslam, Amerika’daki siyahîler arasında hızla büyüyor (Reuters Haber Ajansı, 25 Şubat 2007).

Yukarıdaki haberlerden hareketle ’11 Eylül İslam için hayırlı oldu’ diyebilir miyiz?

 11 Eylül sonrasında Amerikalıların tepkilerini, yaşadıklarım, gözlemlediklerim ve medyadan takip ettiklerimden anlamaya çalışan biri olarak bu soruya “evet” diye cevap vermenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Daha doğrusu, 11 Eylül’ün hemen akabinde, 11 Eylül’ün etkisiyle ilgili kanaatimi soran dostlarıma, İslam’a çok büyük darbe vurulduğunu ve 50 yıllık çalışmayla ancak 11 Eylül öncesine gelinebileceğini ifade etmiştim. Şimdi anlıyorum ki, yanılmışım öngörümde. 11 Eylül’den sonra İslam’ın yükselişinde bir duraklama veya gerilemenin aksine, bir sıçrama yaşandı. Bu paradoksal gelişme nasıl gerçekleşmişti? Birçok insanın merak ettiği bu soruya cevap vermeye çalışacağım.

11 Eylül’e rağmen neden İslam yükseliyor?

Öncelikle şunu ifade edeyim ki, 11 Eylül hadisesini Müslüman olduğunu iddia eden caniler yaptı diye İslam’ı tercih eden olmadı ve olamaz. Senaryoyu değiştirip kendimize şu soruyu sorduğumuzda 11 Eylül’ün İslam’a etkisini daha iyi anlarız: Hıristiyan dinine mensup olduğunu iddia eden bazı caniler Kocatepe Camii’ne veya Sultanahmet Camii’ne bir cuma günü böyle bir saldırı düzenleseydi, hiçbir Müslüman dinini bırakıp Hıristiyan olur muydu? Elbette hayır! Hatta denilebilir ki, misyonerlerin etkisiyle Hıristiyan olan bazı insanlar bile Hıristiyanlıktan çıkıp eski dinlerine tekrar geri dönerdi. Aynı mantıkla, rahatlıkla diyebiliriz ki, 11 Eylül vahşeti, bir tek kişinin bile Müslüman olmasına vesile olmadı. Aksine, henüz yeni Müslüman olmuş bazılarının dinlerini terk etmesine ve Müslüman olma potansiyeli olan birçok kişinin de düşüncelerini değiştirmesine sebep olmuştur. ABD’nin en itibarlı araştırma kuruluşlarından biri olan Pew Araştırma Merkezi tarafından yapılan anketlere göre, 11 Eylül’den sonra İslam hakkında müspet düşünenlerin sayısında çok büyük bir düşüş yaşandı. Aynı araştırma kuruluşu 11 Eylül cinayetinden iki sene sonra Amerikalılara “İslam şiddeti destekleyen bir din mi?” diye sorduğunda, sadece yüzde 41’i “hayır” diye cevapladı. Temmuz 2005’te bile aynı soruya insanların yarısından fazlası “evet” veya “bilmiyorum (nazikçe evet demektir)” diye cevap verdi. Demek ki, Amerikalıların yarısından fazlası 11 Eylül cinayetinden İslam’ı sorumlu tutuyor. İslam’ın şiddet ve terörü beslediğini düşünüyor.

11 Eylül’e rağmen başta Avrupa ve Amerika’da olmak üzere, dünyanın her tarafında İslam’a büyük bir yöneliş olması kısaca birkaç etkenle açıklanabilir:

Birincisi, önyargıdan, tembellikten veya meşguliyetten dolayı, içinde yaşadığı gayrimüslim toplum içinde bir nevi münzevi gibi yaşayan Müslümanlar, 11 Eylül’den sonra topluma açılıp kendilerini ve dinlerini anlatma ihtiyacı hissettiler. 11 Eylül öncesinde gayrimüslimlere karşı katı tutum takınanlar, tavırlarını yumuşatıp diyalog arayışına girdiler. Her tarafta gayrimüslimlere yönelik birçok etkinlikler düzenlendi. Camilerin kapıları herkese açıldı. Müslümanlar, İslam’ın barış ve hoşgörü dini olduğunu yerel halka hem halleriyle hem de sözleriyle anlatmak için uğraştılar. Bu faaliyetlerin neticesi olarak birçok insan İslam’ı tanıdı ve kendine bir hayat yolu olarak seçti.

İkincisi, 11 Eylül vahşetini akıllarına sığdıramayanlar, İslam’ın nasıl böyle bir şeye cevaz verdiğini merak ettiler. Müslüman olmak için değil, İslam’ın ne kadar cani bir din olduğunu öğrenmek için araştırmalar yaptılar. Hiç unutmuyorum, 11 Eylül’den birkaç hafta sonra, bir üniversite hocasıyla konuşuyordum. Şöyle demişti bana: “Uçak kaçırıp Dünya Ticaret Merkezi’ne saldıran teröristlere bu vahşeti İslam’ın telkin ettiğini medya söylüyor. Çok merak ettim. İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’ı alıp okudum. Hayret ettim. Her bir surenin başında Allah kendini Rahman ve Rahim olarak tanıtıyor. Doğrusu, merakımı gidermek için Kur’an’ı okumaya karar vermiştim. Aksine, şimdi daha çok merak ediyorum; Kur’an’ı okuyan birinin nasıl böyle bir canavarlığı yapacağını anlayamıyorum.” Bu dostum gibi, birçok Amerikalı 11 Eylül’den sonra, İslam’ın nasıl bir din olduğunu merak edip internet, kitaplar ve Müslümanlardan bilgi edinmeye çalıştı. Bu arayış sürecinde, doğru kaynaklara ve İslam’ı doğru temsil edenlere denk gelenlerden bazısı Müslüman oldu.

11 Eylül, araştırmacıları İslam’a yönlendirdi…

Üçüncüsü, 11 Eylül’den sonra kapitalist yayınevleri ve medya, İslam’la ilgili birçok eser çıkartarak piyasanın talebine cevap verdiler. Gerçi bu eserlerin sadece yüzde 10-15’i tarafsız olarak İslam’ı anlatıyor. Birçoğu, İslam hakkındaki yanlış önyargıları daha da pekiştiriyor. İslam’ın terörü telkin eden bir din olduğunu ve insanlığın barışını tehdit ettiğini iddia ediyor. Ancak, eskiden beri piyasada İslam aleyhinde yazılmış birçok kitap vardı. İslam’ı doğru anlatan eserler ise bir elin parmaklarını geçmiyordu. Oysa 11 Eylül’den sonra, İslam’ı tarafsız bir gözle anlatan onlarca kitap ve belgesel yayınlandı. Örneğin, Penguin Yayınları’nın çıkardığı Kur’an mealinin satışı 15 kat arttı. Kur’an mealleri ABD ve Amerika’da “en çok satanlar” listesine girdi. ABD’nin en çok izlenen ve en etkin televizyon kanalı PBS, İslam’ı “İman İmparatorluğu” ve Hz. Muhammed’i (asm) de “Bir Peygamberin Mirası” isimli tarafsız belgesel filmlerle Amerikalılara anlattı.

Dördüncüsü, ABD yakın tarihinde zencilere ve Japonlara yapılan haksız muameleleri unutmayan insaflı bazı aydınlar, 11 Eylül’den sonra, Müslümanlara karşı aynı hataların tekrar edilmemesi için azami gayret gösterdiler. Hem medya yoluyla hem de Müslümanlara bizzat ulaşarak, birkaç cani yüzünden herkesin sorumlu tutulamayacağını ifade ettiler. Kiliselerine Müslüman konuşmacılar davet edip İslam hakkında bilgisiz olan halkı aydınlatmaya vesile oldular. Kısacası, geçmişte zencilerin ve Japonların haklarını kazanmak için yaptığı çetin mücadeleden günümüz Müslümanları da istifade ettiler. Denilebilir ki, eğer onların mücadelesi olmasaydı, 11 Eylül’den sonra ABD’de bir tek Müslüman’ın bile yaşamasına müsaade edilmezdi. Oysa tarihî hatalarından ders alan çoğu Amerikalı, 11 Eylül’den sonra, umumiyetle Müslümanların haklarını koruyup onların yanlarında yer aldı.

Beşincisi, Afrika asıllı Amerikalılar ve İspanyol asıllı Amerikalılar arasında 11 Eylül sonrasında İslam’ın yükselişi, onların devlete ve medyaya itimat etmemelerinden kaynaklanıyor. Önyargı ve ayrımcılığın kurbanı olan bu kesim, Müslümanları, tarihî düşmanları olan beyaz Avrupalıların yeni kurbanı olarak gördüklerinden, İslam’a sempatiyle bakıyorlar. Mağdur gördükleri Müslümanların yanında yer alıyorlar. Her sene on binlercesi doğru İslam’ı öğrendiklerinde Müslüman oluyor. Hıristiyanların çıkardıkları bir gazetenin haberine göre, İspanyol asıllı Amerikalılardan, 11 Eylül sonrasında İslam’ı seçenlerin sayısı yüzde 30 artarak iki yüz bine ulaştı. İki milyonun üzerindeki mensubuyla İslam, siyahîler arasında da inanılmaz bir hızla büyümeye devam ediyor. Siyahîlerın İslam’ı tercihlerinin iki önemli nedeni daha var. Birincisi, tarihlerini öğrenen birçokları için İslam’a dönmekle atalarının dinine dönmüş oluyorlar. Nitekim tarihî araştırmalar, köle olarak getirilen Afrikalıların büyük çoğunluğunun Müslüman olduğunu ve zorla Hıristiyan yapıldığını gösteriyor. İkincisi, kanun önünde eşit haklara sahip olmalarına rağmen, kendilerine karşı yapılan ikinci sınıf insan muamelesine karşılık, İslam’ın herkese birinci sınıf insan muamelesi yaptığını öğrenen siyahîler, fıtri olarak kendilerini İslam’a yakın görüyorlar.

Altıncısı, İslam 11 Eylül öncesinde de Amerika’da en hızlı büyüyen dindi. Çünkü ruhu ölmüş Hıristiyanlık ve parayı Tanrı yapan kapitalizm, Amerikalıların manevi ihtiyaçlarına cevap veremiyor. Maddi bolluk içinde büyük bir manevi kıtlık yaşayan insanlar, kalp ve ruhlarına gıda olacak bir şeyler arıyorlar. Bir kısmı da, İslam’ın sunduğu manevi sofrayı tercih ediyor. Kısacası, İslam, 11 Eylül öncesinde dünyanın en hızlı büyüyen dini unvanını almıştı. 11 Eylül İslam’ın yükselişine büyük bir darbe vurdu. Ancak, yukarıda açıkladığımız gerekçelerden dolayı, İslam’a yönelenler artmaya devam etti. Batı’da bir asır öncesine kadar neredeyse tek bir Müslüman bile bulunmazken, günümüzde 25 milyonun üzerinde bir sayıya ulaştı. Birçok Avrupa ülkesinde ve Amerika’da, İslam, mensubu en çok olan ikinci din konumuna yükseldi. Öyle görünüyor ki, başta internet olmak üzere, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasına paralel olarak İslam, yükselen din olmaya devam edecektir.

Dr. Furkan Aydıner

Haşir Meydanına Yolculuk Nasıl Olacak?

Haşir ile ilgili bazı suallere verilen manidar cevaplar:

Evvela haşir nedir?

Öldükten sonra dirilip, kabirlerinden kalkan insanların toplanıp bir araya gelmelerine haşir, mahşer ise, bunların toplandığı yerdir. Haşir esnasında yeryüzü düz bir arazi haline getirilecektir. Bu konuda bazı ayetler şöyledir:

“O gün yeryüzü bir başka yere, gökler, başka göklere dönüşecek ve bütün mahlûkat bir ve gücüne karşı konulmaz olan Allah’ın huzuruna toplanacaklardır.” (İbrahim, 48).

Başka bir ayet-i kerimede:

“Sizi (aslınızı) ondan (topraktan) yarattık. Sizi (ölümünüzden sonra)Yine ona döndüreceğiz. Tekrar dirilmek zamanında sizi bir kere daha Ondan çıkaracağız.(Taha,55)

Bediüzzaman hazretlerine haşir ile ilgili sorulan beş altı sual ve manidar cevapları sırayla aşağıya yazılmıştır.

“Beş altı suali tazammun eden birinci sualinizde,

“Meydan-ı haşre cem’ ve keyfiyet nasıl; ve üryan mı olacak?

Ve dostlarla görüşmek için ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı şefaat için nasıl bulacağız?

Hadsiz insanlarla bir tek zat nasıl görüşecek?

Ehl-i Cennet ve Cehennemin libasları nasıl olacak?

Ve bize kim yol gösterecek?” diyorsunuz.

Bu paragrafta beş altı soru Üstad Hazretlerine sorulup cevabı isteniyor. Üstad de bu beş altı soruya şöyle açıklık getiriyor:

“Meydan-ı haşir, Küre-i Arz’ın medar-ı senevîsinde olduğunu ve Küre-i Arz, şimdiden manevi mahsulâtını o meydanın elvahlarına gönderdiği gibi; senevi hareketiyle, bir daire-i vücudun temessül ve o daire-i vücudun mahsülatiyle, bir meydan-ı haşrin teşekkülüne bir mebde olduğu ve Küre-i Arz denilen şu sefine-i Rabbaniyenin merkezindeki cehennem-i suğrâyı, cehennem-i Kübrâya boşalttığı gibi; sekenesini de, meydan-ı haşre boşaltacağı beyan edilmiştir.”1

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

devamı gelecek…