Kategori arşivi: Yazılar

Konya’da Sekiz Yıl (Barihudâ Tanrıkorur)

Şimdi Süleyman Dede ile karşılaştığım için çok şükrediyorum. Eğer beni müslüman bir memlekete dâvet etmemiş olsaydı, İslâm’ın yaşanmadığı bir ülkede o ilk çile yıllarımı atlatamazdım. Amerika’da olsaydım, beni koruyan bir toplum olmayacaktı.

Burada bir çocuk, ilk doğduğu andan itibaren müslüman bir çevrede büyüyüp yetişiyor. Ben ise, bambaşka bir toplumda doğmuştum. Herşeye en başından başladım: elimi yıkamak, abdest almak, çamaşır temizlemek (şartlamak) vb… Yirmi dokuz yaşımdaydım, ama âdeta yeni doğmuş birisi gibiydim. Bana Süleyman Dede’nin âilesi, Ferişte Teyze her şeyi öğretti. Bizi hamama götürdü, temizliği ve guslü öğretti.

Süleyman Dede, yeni müslüman olan erkeklerle bizzat ilgilenir, onlara ilk anda gerekli olan herşeyi, en ince teferruatına kadar öğretir; sonra da Kur’ân-ı Kerîm okumasını, akaid, hadis ve ilmihâlini iyice öğrenmesi için bir hocaya teslim ederdi. Böylece onlar akıllarına takılacak her şeyi sorup İslâm hakkında daha geniş bilgi sahibi olabilirlerdi.

1976 yılında, Konya’da olmak çok zordu. Halk o zaman çok daha muhafazakârdı. Orada Selçuk Üniversitesi de henüz açılmamıştı. Benim hakkımda:

“-Bu kız, burada tek başına ne yapıyor?” diyorlardı.

Hatta bazıları benim bir casus olduğumu düşünüp beni sağa-sola şikâyet etmişlerdi. Şeyh, müridinin mânevî babası oluyor ya, Süleyman Dede de:

“-Bu kız evlenene kadar, ondan ben sorumluyum!..” der ve bu tür insanlara karşı hep beni himaye ederdi. Hatta zaman zaman bana da:

“-Eğer ben vefat ettiğimde sen hâlâ bekâr kalmış olursan, babanın evine döneceksin!.. Burada tek başınasın. Yeni müslüman olmuşsun. Kalbin temizlenmiş, arınmış. Şimdi kim sana ne söylerse inanıyorsun. Toplumu, gerektiği gibi tanımıyorsun.” diye tembih ederdi.

Konya’ya ilk geldiğimde bir müddet otelde kaldım. Daha sonra dul bir hanımla kızının yanında vakit geçirdim. Daha sonra yatılı bir Kur’ân kursunda, küçücük çocuklarla beraber kaldım. Ama hâlâ Türkçe bilmiyordum. Bu yüzden çok zorluklar çektim. Bazen üstü akan, kerpiç evlerde gecelediğim oldu.

Nihayetinde hepsi Allah rızâsı içindi. Tam 8 sene Konya’da kaldım ve sonunda evleneceğim kişiyle tanıştım.

Her Gün Bir İncelik, Bir Güzellik

Nicholson’un 6 ciltlik Mesnevî tercümesini yanımdan hiç ayırmıyordum. Her sabah kalkınca tefe’ül yapıyordum. Yani rastgele bir bölümünü açıyor, okuyor ve:

“-Bakalım, bu gün bana Mevlânâ ne diyor?” diye kendime ders çıkarıyordum.

Yeni müslüman olan bir hanımın en büyük problemi, bütün zorluklarla tek başına boğuşmasıdır. Ancak müslüman bir âile veya müslüman bir çevre içinde olunca, bu dertler büyük oranda azalıyor. Aynı Peygamber Efendimiz’in ashâb-ı kirama en basitinden en önemlisine kadar her merhalede her şeyi öğretmesi gibi, müslüman bir çevre de insana her konuda büyük bir lütuf oluyor.

Konya’da geçirdiğim ilk Ramazan ayını hiç unutamam. Çevremizdeki komşular:

“-Bu kız, bizim memleketimizde misafir. Biz, ondan sorumluyuz!..” derler ve gönlümü almaya çalışırlardı.

Bir yandan da:

“-Sen, burada ilim öğreniyorsun. Eğer gurbet elde ölürsen, şehit sayılırsın!..” diyerek sürekli teşvik ederlerdi.

Ramazan ayında zengini-fakiri, hepsi nesi var, nesi yok bizimle paylaşırdı. Peygamber Efendimiz’in “komşuluk” hakkındaki hadis-i şeriflerini âdeta yaşayarak öğrettiler bana… Çocuklarını sallarken, uyuturken “Huuu!.. Huuu!..” diye ninni söylerlerdi. Bunların hepsi benim için çok güzel birer örnekti.

Ali Kemal Belviranlı hocaya sık sık giderdim. İngilizce bildiği için bana namazı çizerek-yazarak öğretti. Namaz için gerekli bütün duâ ve sûreleri ezberletti.

Konya’da ne yaptıysak kalma problemini çözemedik. En sonunda İstanbul’a gittim. Konya’da yaşamak da hayli zorlaşmıştı. Konya’daki hanımlar genel olarak İngilizce bilmedikleri için onlardan dinî bilgiler açısından istifade edemiyordum. Ancak onlardan dikiş-nakış, oya vs. öğrendim. Çeyiz bile yapmaya başlamıştım.

Bir de yaptığım bazı şeylerde hanımlar sadece:

“-Günah!..” diyorlardı.

Ben de acaba “gelenek-görenek” mi, yoksa “Allah’ın kesin bir emri” mi diye soruyordum. Bana kesin bir cevap veremiyorlardı. Hep sabrediyordum. Hemen her gün Mevlânâ’yı ziyaret ediyordum. Süleyman Dede de beni böyle üzgün görmeye dayanamıyordu. Sonunda İstanbul’a gittim.

Binbir Günü Geçen Çileler

İstanbul’a her geliş gidişimde biraz daha rahatlıyordum. Bir ara memleketime de gittim. Ama bir tuhaf olmuştum. Kendimi hâlâ Konya’da zannederek herkese güveniyordum. Birşey aldığımda, paranın üstünü kontrol etmiyordum. Halbuki Anadolu’da insanlar, Allah’tan korktukları için paranın üstünü kuruşu kuruşuna ödüyorlardı. Halbuki mesela Newyork’ta herkes birbirini nasıl kandırabileceğini düşünüyordu. İki dünya arasındaki fark, gece ile gündüz gibiydi..

( Devam Edecek.. )

Halime Demireşik

Şebnem Dergisi

Sarıklı Genç Kimdir?

‘Sarıklı genç’ turnusolu

Bazı meclislere girdiğimde ve bazı kişilerin Risale-i Nur’un hangi bahsine daha ziyade nazar ettiğini gördüğümde, hayret-hüzün karışımı bir duygu hali çöker üzerime. Risale-i Nur’un koca koca meselelerini keşfedecek müdakkik nazarlar beklerken, Risale metninin merkezinde olmayan kimi bahislere yoğunlaşmıştır kimileri. Risale-i Nur’un ‘kök’ kısımlarından esirgenmiş emek ve zaman, o bahislere akıtılmaktadır kimilerince.

Ve bu yoğunlaşmada, genellikle, bir ‘bâtınîlik,’ bir ‘gizli ilim’ boyutu vardır. İstikbale dair kimi haberler, neredeyse hurufîlik boyutuna varan kimi çıkarımlar, Risale metnindeki kimi kelimeler üzerine neredeyse hurufîlik düzeyine varan aşırı yüklenmeler, vs…

“Yirmisekizinci Mektub”un “Birinci Mesele”sinde yorumlanan bir rüya da, işte böylesi bahisler arasındadır. Bu “mesele,” yorumu yapılmak üzere Bediüzzaman’a aktarılan bir rüya üzerinedir ve cevaben yazdığı bu risalede Bediüzzaman, evvelemirde Risale mesleğinin ‘rüya-merkezli olmadığı’ dersini vermektedir: “Evet kardeşim, senin ile mahz-ı hakikat dersini müzakereye alışmışız. Hayâlâtlara karşı kapısı açık olan rü’yaları, tahkikî bir surette mevzubahs etmek tahkik mesleğine tam uygun gelmediğinden…”

Bu kaydı düşerek söze giren Bediüzzaman, ‘altı nükte-i hakikat’ten sonra, ‘yedinci’ ve son bahiste rüyanın yorumuna girer. Bu nüktelerin ilkinde, sûre-i Yûsuf’a atıfla, rüyada da bir hakikat olduğu bildirilir. İkincide, “Rüyaya itimada ehl-i hakikat tarafdar değiller” kaydını düşer ve sebebini açıklar Bediüzzaman. Üçüncüde, “Rüyanın nübüvvetin kırk cüz’ünden bir cüz’ü olduğu”na dair hadis sözkonusu edilir. Dördüncüde, rüyanın üç kısım olduğu ve ancak üçüncü kısım olan ‘rüya-yı sadıka’nın yorumlanmayı hakettiği irdelenir. Beşincide ‘rüya-ı sâdıka’-‘hiss-i kablelvuku’ irtibatı açıklanır. ‘Altıncısı ve en mühimmi’nde, ya aynen veya mânâsı itibarıyla gerçekleşen sâdık rüyaların kader-i ilâhî’nin herşeyi kuşattığının bir hücceti olduğu vurgulanır. Ve en son olarak ‘yedinci’de anlatılan rüyanın yorumuna geçilir.

İlgili rüyanın ne olduğu bu risalede anlatılmaz, ama yorumlanan imgelerden rüyanın mahiyeti anahatlarıyla tasavvur edilebilir. Bu imgelere dair yorumlarda, manidar tesbitlerde bulunur Bediüzzaman. Meselâ, “O vâsi meydanlık, âlem-i İslâmiyettir” der. “Etrafı bulanık çamurlu su, hal ve zamanın sefahet ve atâlet ve bid’atlar bataklığıdır. Sen selâmetle, bulaşmadan, sür’atle mescide eriştiğin; herkesten evvel envâr-ı Kur’âniyeye sahip çıkıp, kalbini bozmadan sağlam kaldığına işarettir” yorumunda bulunur. Yorum, bunun gibi son derece kritik noktalara dikkat çekmekle birlikte, bu rüyanın ‘hal ve zamanın bid’atlar bataklığı’ vurgusu, ‘herkesten evvel envâr-ı Kur’âniyeye sahip çıkma’ vurgusu, bu bahis dillerinde dolaşan nicelerinin dikkatini çekmemiş gibidir.

Çünkü, varsa yoksa, rüyadaki ‘sarıklı genç’edir dikkatler: Bu ‘sarıklı genç,’ kim olabilir?

İşte burada, mürşidine müfritâne muhabbet, meşrep taassubu, cemaat enaniyeti beraberce devreye girer; ve herkes o ‘sarıklı genç’ten kasdın kendi cemaatinin kurucusu veya önderi olduğunu düşünür; oradan da seninki-benimki münakaşası başlar.

Her hâlükârda, koskoca Risale mesleğinin geleceği, bir rüyaya ve o rüyadaki ‘sarıklı küçük genç bir zât’a ipoteklenmiştir. ‘Sarıklı küçük genç bir zât’ın kim olduğu konusunda yorumlar muhteliftir, ama bu noktada ihtilafa düşenler daha en başta söylenen ‘hayâlâtlara karşı kapısı açık olan rü’yaları, tahkikî bir surette mevzubahs etmek tahkik mesleğine tam uygun gelmediği’ sırrından yahut “Rüyaya itimada ehl-i hakikat tarafdar değiller” vurgusundan gaflet etmekte ittifak halindedir.

Değişik zeminlerde bu ‘sarıklı genç’ muhabbeti karşıma çıkmasa, inanın, “Yirmisekizinci Mektub”un “birinci risale”sindeki bu ‘sarıklı genç’ kısmını asla farkedemezdim. Aklım, ilgili bahsin ilk iki sayfasındaki vurguda yoğunlaştığı içindir bu.

Ama sık sık karşıma çıkan “Bu sarıklı genç sizce kimdir?” soruları yüzünden farkettiğim; ve ilgili bahsin önceki ‘altı nükte’deki ölçüleri hatırda tutarak okunması gerektiğini gördüğüm yedinci kısımdaki ‘sarıklı genç’ cümlesinin anlaşılageldiği şekilde anlaşılmasına hep hayret etmişimdir.

Hayret etmişimdir; çünkü Risale-i Nur’un genelinde Bediüzzaman hep ‘şahs-ı manevî’ dersini verdiği halde, gözler ve kalbler hâlâ daha bir ‘şahs-ı maddî’ye kilitlenmiş haldedir.

Hüzün de duymuşumdur; çünkü Risale-i Nur’un genelinde Bediüzzaman hep ‘tahkik’ten söz edip ilgili bahiste de ‘mahz-ı hakikat dersi’ ve ‘tahkik mesleği’ vurgusu yaptığı halde, ‘istikbale dair bir bâtınî işaret’ çıkarma gayreti bu vurguların tesirini zayi etmektedir.

Halbuki, Bediüzzaman, ahir zamana dair hadislerde haber verilen Mehdi, İsa (a.s.), Deccal, Süfyan gibi şahısları dahi, birer ete kemiğe bürünmüş şahıstan ziyade bir ‘şahs-ı manevî’ olarak yorumlama eğilimindedir. “Beşinci Şua”nın mukaddime kısmı, özellikle de “eski zamanda, bu zaman gibi cemaatin ve cemiyetin şahs-ı manevîsi inkişaf etmediğinden ve fikr-i infiradî galib bulunduğundan, cemaatin sıfat-ı azimesi ve büyük harekatı o cemaatin başında bulunan şahıslara verildiği cihetiyle” kabilinden kayıtlar, bunun bir göstergesidir.

Yine Bediüzzaman, Mesnevî-i Nûriye’ye de alınmış bulunan bir bahiste, eskiden bir şahsın deruhte edebildiği ‘hilâfet’ mânâsını bugun ‘bir şahs-ı manevî’nin ancak temsil edebileceğini, Millet Meclisinin ‘halifelik’ ünvanını uhdesine almasına bu nazarla bakılması icab ettiğini belirtmektedir.

Aynı muhteva, Muhakemat’ta bir ‘meclis-i mebusan-ı ilmî’ ifadesiyle, Sünuhat’ta “bir şûra-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı manevî” ifadesiyle, Münazarat’ta “Şimdi hâkim şahıs değil, efkâr-ı âmme olduğu için, onun nev’inden şahs-ı manevî bir fetva emini ister” cümlesiyle çıkar karşımıza.

İşârâtü’l-İ’caz’da ise Bediüzzaman, her zaman için, bilhassa şu ahir zaman şartlarında Kur’ân’ın ince mânâlarının tesbitine bir şahsın yetmeyeceğini, bu şartların ancak “yüksek ve azim bir heyet”te, “dahi bir şahs-ı manevî”de bulunabileceğini vurgular ve “Kur’ân’ı ancak böyle bir şahs-ı manevî tefsir edebilir” der.

Öte yandan, onun Risale-i Nur hizmetini de ‘şahsına mal etmek’ten ısrarla kaçındığı, “Said de bir talebedir” diyerek “Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi”ne vurguda bulunduğu, lâhikalarını okuyan hiç kimsenin gözardı edemeyeceği kadar aşikâr bir vâkıadır.

‘Şahs-ı manevî’ eksenli bir bakışa ve duruşa bu derece güçlü bir şekilde sahip, çok farklı açılardan bu ısrarını açıkça gösteren bir Üstadın kayıtlar düştükten sonra yaptığı bir rüya yorumundan falan veya filan isme ‘istikbalin önderi’ payesi biçilebilmesi, bu yüzden hayret ve hüzne sevkeder işte beni.

“Sarıklı genç” bahsine dair bu kadar gıll ü gîş, benim nazarımda, bir turnusol gibidir. Ehl-i Risale’nin, Risale-i Nur’un özünü, aslını ve usulünü anlamanın neresinde olduğu, ‘sarıklı genç’ tartışmalarıyla görülebilmektedir.

Bu kadar sözden sonra, Bediüzzaman’ın bu ‘sarıklı genç’ o yorumuna dair bir yorum da biz yapalım.

Ama bir sonraki yazıda…

Metin Karabaşoğlu

Karakalem.net

On Bir Ayın Sultanı (Şiir)

On bir ayın sultanı

Hoş geldin ey Ramazan

Rahmet dolu her anı

Hoş geldin ey Ramazan

 

Bu ay mağfiret ayı

Çok edelim duayı

Yok edelim hatayı

Hoş geldin ey Ramazan

 

Hakka yakın olmalı

Çokça namaz kılmalı

Dua niyaz yapmalı

Hoş geldin ey Ramazan

 

Teravih namazıyla

Sahur ve iftarıyla

Ve Kadir Gecesiyle

Hoş geldin ey Ramazan

 

Ruhları arındıran

Sevapları arttıran

Ve nefisleri kıran

Hoş geldin ey Ramazan

 

Şeytanları bağlayan

Cennet kapısı açan

Cehennemi kapatan

Hoş geldin ey Ramazan

 

Fakiri hatırlatan

Bereketi çoğaltan

Sevaba sevap katan

Hoş geldin ey Ramazan

 

Günahları yok eden

Sevapları çok eden

Ve açları tok eden

Hoş geldin ey Ramazan

 

O’nun başı rahmettir

Ortası mağfirettir

Sonu ise cennettir

Hoş geldin ey Ramazan

 

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

Bir Müslüman için Ramazan nedir?

Hayatın gayesi Allah’ın rızasını kazanmak ve onun sevdiği kul olabilmektir.

İnsan nefsi, kendini hür ve müstakil kabul eder. İstediğimi yaparım, der.

Nefis, Hz. Yusuf (as)’un ifadesiyle, kötülüğü emreder.

Nefsin istekleri ile Rabb’imizin emirleri çoğu zaman farklıdır hatta birbirine zıttır. Nefsine uyan yanar.

Nefse laf anlatmak, söz dinletmek çok zordur. Bu sebeple nefsin eğitilmesi ve terbiye edilmesi gerekir. Nefsine uyan, Allah’ı unutur, dalalet vadilerinde at koşturur.

Nefsi terbiye etmenin en kestirme yolu, onu sevdiği şeylerden mahrum bırakmaktır.

Ramazanı nefsi terbiye etme ayı kabul etmeliyiz.

Oruca niyet ederek nefse ilk emri vermeliyiz:

Arkadaş, sen hür ve müstakil değilsin. Her istediğini yapamazsın. Rabb’imin emri olmadan yemek yiyemez, su içemezsin. Sen kulsun, seni yaratan ve terbiye eden bir Rabb’imizin emirlerine itaat et.”

Böylece nefsin firavunluğu kırılmış olur.

Her istediğini yapamayacağını ancak helal olan şeyleri, helal olan vakitte yapabileceğini anlar.

İnsanoğlu nankördür. Kur’an bu gerçeği Adiyat suresi, 6.ayetinde çok nefis bir şekilde ifade eder:

Şüphesiz insan Rabb’ine karşı pek nankördür.”

Bu sebeple insan sahip olduğu nimetleri hatırına getirmek istemez. Çoğu zaman nimetler elimizden çıktıktan sonra kıymetini anlarız.

Ramazanda oruç vasıtasıyla çekeceğimiz açlık, bize sahip olduğumuz nimetlerin değerini anlatır. Çeşitli nimetler elimizin altında iken onları değerini bilemeyiz. Ramazanda oruç olduğumuz için iftar vaktine kadar bir yudum su, bir lokma ekmeği bile yiyemeyiz. Açlık bize su, ekmek, meyve, sağlık gibi sahip olduğumuz nimetlerin değerini anlatır. İftar vakti, sıcak pideden alacağımız bir lokmanın bile ne kadar değerli olduğunu anlarız. Başka zaman kebapları, lahmacunları, türlü türlü yemekleri, baklavaları, börekleri beğenmeyen nefsimiz, ramazandan bir lokmalık pidenin ne kadar lezzetli olduğunu fark eder ve sayısız nimetleri bize bahşeden Rabb’imize şükreder.

Nimet şükür için verilmiştir. İnsan nimet içinde yüzerken şükretmeyi düşünmez, gaflet deryalarında yüzer. Ramazan çok iyi bir uyarıcıdır, insanı gaflet uykusundan uyarır.

Ramazan yardımlaşma ve fakir-fukarayı anlama zamanıdır.

İnsan herkesi kendisi gibi bilir. Nimetler içinde yüzen insan, fakir-fukarayı ve onların çektikleri sıkıntıları anlamaz. Anlamadığı için de yardım elini uzatmaz. Ramazan orucu bize yoksulların çektiği acı ve ıstırapları bir nebze olsun hissettirir, böylece yardım duygularımız hareket geçer. Cenab-ı Hakk’ın bize lütfettiği nimetleri yoksullarla paylaşırız.

Sinsi nefis devamlı kalbimize vesvese verir. Senin kıldığın namaz, tuttuğun oruç, verdiğin sadaka ne ki, bunlar seni kurtarmaz şeklinde telkinler yapar. Rabb’imizin af, mağfiret, rahmet ve şefkat sahibi olduğunu bize unutturmak ister. Şeytanın vesveselerine aldanmamalı, bize Rabb’imizin rızasını kazandıracak adımlar atmalıyız.

Ebu Hüreyre(ra)’den rivayet edilen bir hadis, bize Rabb’imizin rahmet ve mağfiret deryasını müjdeler. Şöyle ki:

“Yüce Allah buyuruyor ki: Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım.

O, beni bir cemaat içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım.

O, bana bir karış yaklaşacak olursa ben ona bir zira yaklaşırım.

Eğer o, bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım.

Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.

Kim bana şirk koşmaksızın dünya dolusu günahla gelse ben de onu yine mağfiretle karşılarım.

(Buhari, Tevhid 15, 35; Müslim, Zikr 2, Tevbe 1)

Ramazan; Rabb’imize kulluk, ibadet ve dua etmeyi sevmenin ve ibadetlerden haz ve lezzet alma mevsimidir.

Ramazan arınma ve Rabb’imize yaklaşma zamanıdır.

Ramazan, nefis putunu kırma, Allah’a kul ve asker olma vaktidir.

Ramazan, Kur’an okuma, onu anlama ve nuruyla nurlanma ayıdır.

Ramazan yardımlaşma, fakir ve fukaranın gönlünü ve duasını alma zamanıdır.

Ramazan, hayatın manasını anlama, Rabb’imizin rızasına uygun bir hayat yaşamayı prensip ve âdet edinmenin tam vaktidir.

Okuyucularımın ramazanlarını tebrik eder, Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmalarına vesile olmasını Rahman ve Rahim olan Rabb’imizden niyaz ederim.

Ali Erkan Kavaklı

Türkçe/İngilizce Tesettür Risalesi Hazır

Türkçe ve İngilizce, karşılıklı satırlara tevafuk eden bu risale çalışması, sür’atle istifade edilmesi için önce A4 sayfasına taslak hazırlanıyor. Sonraki zamanlarda ise “booklet” *  dediğimiz bu şekilde kitapçıklar bastırmak üzere düzenleniyor. Elimizde bu tarz çalışmalardan vardır ve kim isterse bizimle irtibata geçebilir.

Bu çalışmalara bizi sevk eden amaçlardan birisi, yabancı dildeki hizmetlerimizi geliştirmek, Risalelere İngilizcede ecnebi kalmamaktır. Başlangıç seviyesinde iken, Türkçe ve İngilizce iki ayrı kitabı karıştırmak yerine, vaktimizi biraz tasarruf edelim niyetiyle Allah’ın bir ihsanı olarak bu işlere başladık. Dimağda bir kolaylık, fikirde bir derinlik ve genişlik, ülfette bir ciddiyet, mânada bir zenginlik, hizmetlerde ise muvaffakiyetler diliyoruz bu çalışmalarla.

Belki başka bir taifenin yapacağı ise, İngilizce Risalelerin seslendirilmesidir, biz ise bu konuda ehil değiliz. Çünkü Türkçe Risaleler bile Risaleleri anlayanlarca seslendirilince daha mânalı oluyor.. yani, Türkçe bilmek yetmiyor.. Bu hizmetlerde birbirimizden haberdar olabilirsek, bu alanda taksimü’l-a’mal hâsıl olabilir.

Not: Elimizde şu an gönderilebilir 2. Söz, 13.Sözün ikinci makamı hazır var. Ayrıca ileride tam hazır olabileceklerden 24. lema, 25.sözden bir parça, 19. Mektubdaki 1. Esas, Hikmet-i Hilkat-ı Alem konulu derleme çalışması, 22. Sözün 1. Leması ve biraz daha fazlası.. gittikçe artacak inşaallah.

PDF formatında Kitabı indirmek için Tıklayın

Diğer çalışmalar için Tıklayın

(Not : Bu çalışma kitapçık fotmatında değil, A4 sayfası içindir)

Kıbrıs Magosa Nur Talebeleri Namına Lütfullah

ludevelop@gmail.com
Kuzey Kıbrıs

www.NurNet.org