Kategori arşivi: Yazılar

Hem Cennet Dava Edeyim, Hem Rahat Edeyim! (Şiir)

BEDİÜZZAMAN’IN CESARET EDEMEDİĞİ ŞEY!

Dua ve ibadetlerle Üstad meşgul oluyor
Saatlerce diz üstünde sürekli oturuyor

Yorulmuş ayaklarını saygıdan uzatmazdı
Geceleri meşgul olup uzun süre yatmazdı

O’nun ayak parmakları hepsi yara olmuştu
Bu şekilde oturmaktan nasır da bağlanmıştı

Talebesi Molla Resul bu halini görüyor
Üstad’ı çok sevdiğinden duruma üzülüyor

Yaralı parmaklarını Molla’ya gösteriyor
Onlara birazcık merhem sürmesini istiyor

Molla Resul kendisinden biraz büyüktü yaşça
Yaralı parmaklarına merhem sürdü yavaşça

Bu sırada Molla Resul Üstad’a şöyle diyor:
“Allah’tan korkarız ama senin ödün patlıyor

Biraz rahat otursaydın böyle olmayacaktı
Ayakların da bu kadar yaralanmayacaktı”

Bunun üzerine Üstad ona cevap veriyor
O manidar cevabında Molla’ya şöyle diyor:

“Bilmez misin biz ne için gelmişiz bu dünyaya
Ebedi hayatımızı burada kazanmaya

Olur mu hiç hem burada kendim rahat edeyim
Hem ahiret âleminde cennet dava edeyim

Olamaz da böyle bir şey rahat edemiyorum
Onun için de cesaret hiç de edemiyorum.

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Kendi Dilinden Rusya’daki Esaret Hayatı (Şiir)

BEDİÜZZAMAN’IN DİLİNDEN RUSYADAKİ ESARET HAYATI

Üstad Harb-i Umumide Alay Komutanıydı
Gönüllü kabul ettiği fahri ordu malıydı

Çektiği sıkıntıları bizlere anlatıyor
Esaret hayatı için Üstad şöyle söylüyor:

“Rusya’daki esarette çok sıkıntılar gördüm
Kosturma Vilayeti’nin içinde kalıyordum

Orada da Tatarların küçük camisi vardı
Volga Nehri kenarında cami nehre bakardı

Esir zabitler içinde çokça sıkılıyordum
Dışarıda ve izinsiz serbest gezemiyordum

Tatarlar izin alarak bana kefil oldular
Volga’nın kenarındaki o camiye aldılar

Volga Nehri

Ben yalnız ve tek başıma camide yatıyordum
Uzun kış gecelerinde uyanık kalıyordum

O karanlık gecelerde yağmurlu havalarda
Huzursuz ve de ümitsiz kalmıştım oralarda

Derin gaflet uykusundan muvakkaten uyandım
Kendimi seksen yaşında bir vaziyette sandım

Gerçi daha ben kendimi ihtiyar bilmiyordum
Çünkü kırk yaşında idim daha gencim diyordum

Fakat Harb-i Umumiyi görenler ihtiyardır
İmanını kurtaranlar mutlu ve bahtiyardır

Artık ümidim kesildi baktım yalnızlığıma
O halette iken Kur’an yetişti imdadıma

Şükür ettim ben Rabbime dedim ki hasbunellah
Garibem ve de bikesem zidergahet ya ilâh!

Gurbetteki vefatımı tahayyül ediyordum
Ruhuma sıkıntı gelip dostları arıyordum

Her ne ise o hüzünlü firkatli bir gecede
Aczim şefaatçi oldu hayretteyim şimdi de

Çünkü birkaç günden sonra düşünerek azmettim
Rusça bilmediğim halde oradan firar ettim

Çok rahat ve kolaylıkla seyahati bitirdim
Harika bir suret ile esaretten kurtuldum”

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Hizmet Yolunda Şehadetin Ardından !..

Aziz kardeşlerim,

Bu defa motorlu kayık içinde Eğirdir’den Barla’ya giderken denizin dehşetli, emsalsiz fırtınası leyle-i Kadirdeki dehşetli hastalık gibi, zahmet noktasını kaldırıp büyük bir rahmete vesile olduğunu sizlere müjde veriyorum. Altı arkadaşla beraber şehid olmak, yedi ihtimalden altı ihtimalle deniz bize geniş bir kabir olmak için zemin hazırlandı. Fakat o hal altında, mükerrer tecrübelerle yağmurun Risale-i Nur’la alâkadarlığı ve şimdi çok zamandır yağmura şiddetli ihtiyaç olduğu bu zamanda Risale-i Nur’un gizli düşmanlarının tehlikesinden ve geniş plânından kurtulmasına bir işaret olarak o dehşetli hâletimiz bir sadaka-i makbule hükmüne geçtiği remziyle, o rahmet-i İlâhîden gelen emr-i Rahmânîyi imtisalindeki iştiyakla yağmurun bir annesi olan bu deniz, o rahmete dair emr-i İlâhîyi gayet heyecanla ve iştiyakla, acelelikle getirmek için, bir şefkat tokadı nevinden Nur talebeleri olan bizim başımızı tokatla yüzümüzü ve gözümüzü yağmurla okşadı.

Biz bu hâleti zahiren hiddet, mânen şefkatkârâne okşamak nev’inde gördük. Ben daha fırtına ve yağmur başlamadan evvel hiss-i kablelvuku ile, hazine-i rahmete bir anahtar olacak dehşetli ve heyecanlı bir musibet hissettiğimden, mütemadiyen Cevşen’i ve Şâh-ı Nakşibend’in virdini okuyordum. Denizin o dehşeti içinde kemâl-i şevkle o mübarek denizi kabir olarak kabul ediyordum. Böyle kaza ile vefat eden şehid hükmünde olduğu gibi, şehid de velî hükmünde olmasından, altı arkadaşıma acımadım. Yalnız içinde bulunan çocuğa bir parça acıdım. O kayığın makinesi bozulduğu ve yelkeni de, rüzgâr onun aksiyle geldiği için fayda vermediğini ve denizin mevcleri de pek büyük, evvelâ kayığa ve zahiren bize hücum etmesiyle beraber kayığın içine girmediği için, kemâl-i sabır ve şükürle karşıladık ve sâlimen sahile çıktık. “Elhamdü lillâhi alâ külli hal” dedik.

Said Nursi

Emirdağ Lahikası-2 (198)

Rus Kumandana Ayağa Kalkmayan Esir! (Şiir)

BEDİÜZZAMAN İLE RUS KUMANDAN

Bin dokuz yüz on altıda Üstad esir oluyor
Ruslarca esir kampına doğru götürülüyor

Kosturma’daki bu kampta geçiyor esareti
Esirlere gösteriyor ilim ve marifeti

Esir olan subaylarla sohbetler ediyordu
Onların imanlarını kuvvetlendiriyordu

Bir gün Rus Başkumandanı onları teftiş eder
Teftişleri esnasında O’nun yanından geçer

Üstad ona selam vermez ve hiç yerinden kalkmaz
İkinci kez geçer yine onu hiç umursamaz

Üstad’ın hareketine Başkumandan çok kızar
Tercüman vasıtasıyla sebeplerini sorar

Hürmet etmediği için Üstad’a hiddetlenir
“Herhalde tanımadılar” diyerek de söylenir

Üstad diyor: ”Tanıyorum Nikola Nikolaviç
Şu kâfir Başkumandanı hatırlamaz mıyım hiç”

Kumandan diyor ki: “Madem sen beni tanıyorsun
O halde Rus ordusuna hakaret ediyorsun”

Üstad ona cevap verir: “sana hakaret etmem
Bir Müslüman âlimiyim ben sana kıyam etmem

Çünkü imanlı bir kimse bir kâfirden yücedir
Bilir misin kıyamette ahvaliniz nicedir”

Divan-ı harbe verilir Üstad Bediüzzaman
Olacağa önem vermez bunu duyduğu zaman

Diyor ki: “İdam kararı pasaport hükmündedir
Beni ebedi âleme alıp götürmektedir”

Ve nihayet idamına kesin karar verirler
Namaz kılabilmek için onlardan izin ister

Hüküm infaz edilmeden namazı eda eder
Rus Kumandanı gelerek Üstad’tan özür diler

“Beni affedin” diyerek yeni bir karar alır
Verilen idam hükmünü hemen geri aldırır

Üstad iki buçuk sene esarette kalıyor
Oradaki hayatını İslam’a vakfediyor

Kur’an ve sünnet aşığı burada da boş durmaz
Fedakârane çalışır gece gündüz yorulmaz

Bu müddet içerisinde katiyen boş durmuyor
Esir olan zabitlere her gün dersler veriyor

Bir gün bu ders sırasında bir Rus kumandan gelir
Siyaset yapıyor diye dersine mani olur

Sonra işin iç yüzünü Rus Kumandan öğrenir
İşlerine karışmadan O’nu serbest bırakır

Bin dokuz yüz on sekizde kurtulup firar eder
Varşova, Viyana derken İstanbul’a da geçer

Cenabı Allah Üstad’tan ebeden razı olsun
Ahmet Tanyeri’yi O’na Cennette komşu etsin

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

İslam Birliği ve Kuran’ın Hakimiyeti

İslâm Birliği ve Kur’ân’ın hâkimiyeti

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin İslâm Birliği projesi; gaye, maksat, hedef, mâna, çerçeve ve boyut itibariyle devâsa bir projedir. Kâinatın ve âhir zaman insanlığının, yani Müslümanlarının en büyük ve kapsamlı projesidir.

Aslında ‘İslâm Birliği’, Kur’ân ve O’nun tebliğcisi Allah Resûlü (s.a.v) tarafından tevdî’ edilmiş, bütün Müslümanlar, özellikle ilim/irfan/gönül erbâbına, Peygamber vârislerine ve Kur’ân talebelerine yüklenmiş, program ve CD’leri önceden hazırlanmış, yazılımı yapılmış bir projenin; akleden, tefekkür ve tezekkür eden, zamanın dehşet ve vahşetine karşı vahdetin farkında olanlar tarafından hayata geçirilmesi gereken “ bu zamanda en büyük farz” vazife niteliğinde bulunan bir emirdir, sorumluluktur, ciddiyetle takibi gereken en âcil farzdır.

İttihad-ı İslâm, şer ve nifak cereyanlarının karşısında en büyük settir.

Bu zamanda en âcil içtimâî bir vazifedir.

Yine Bediüzzaman, bu birliğin unsurlarının ahlâkî temellerinden söz ederken;

1.Haya, yani utanma duygusunun,

2.Din gayretinin,

3.Merhamet ve şefkatin, yüzlerdeki gülümseme ve davranışlara yansıması gerekliliğinden bahsederek Müslümanların bu birliği oluşturmadaki ilk adımları ne şekilde atacaklarının ipuçlarını da verir.

İttihad-ı İslâm olmazsa, içtimai hayattaki ikinci ve üçüncü vazifelerin gerçekleşmesi mümkün olmaz.

Peki, ikinci ve üçüncü vazifeler nedir diye soracak olursak: ikinci vazife; Şeâiri (islâmî sembol ve ritüelleri) ihya etmektir, yaşamak ve yaşatmaktır, uygulama alanına sokmaktır. yani, bid’atların ortadan kaldırılmasıdır. Bir başka ifade ile, sosyal hayata yapılacak yükleme ile bilhassa avamın ve herkesin İslâmî düşünme, İslâmî amel/hayat ve İslâmî hislere (şuurları olmadan olsa bile) sahip olmalarının teminatıdır. Kastamonu Lahikasında bu meseleden bahsediliyor. Yani ecdadımızdan tevarüs eden güzel hasletler, ahlâkî güzellikler, toplumsal değerler darbelenerek tahrip edildi, sosyal hayattan soyutlanarak İslâm toplumu dinî değerlerden ve özellikle şeâir denilen İslâmî sembol ve hayat tarzlarından uzaklaştırıldı. O bakımdan İslâm içtimaiyâtı, İslâmî hayat tarzı, Sünneti yaşamadaki , avamın âhireti kazanma hususundaki teminatıdır, güvencesidir.

İşte bu güne kadar bilinçli ve plânlı bir biçimde gerçekleştirilen ve direkt olarak Müslümanları amelî, fikrî ve edebî (sanat adı altında sosyal hayatın her kademesinde uygulanan plânlı kokuşmuş batı kaynaklı aktiviteler, Yunan kaynaklı, ene merkezli hastalıklı fesle ile yazılı ve görsel basının bünyede açtığı yaralar, aile ve fertlere yönelik yozlaştırma faaliyetleri, v.b) açıdan vuran inkılâpların tahribatının giderilmesi bu devrelerde gerçekleşecektir.

Peki üçüncü vazife nedir? Siyaset-i İslâm’dır. İkinci ve üçüncü vazifeler için büyük bir potansiyel kaynak gerekir. Risalelerde geçen “nokta-yı telâkî” lâzım. Nokta-yı telakîsiz İslâm Birliği olmaz.

Müsellemata dayanan esaslar bağlayıcıdır ve Nokta-yı Telakî’dir. Müşterek bir noktadır.

Telâki, mülâki yani kavuşma, buluşma, uyuşma, imtizac, birleşme anlamındadır. Nokta-i telâki denilen bu prensip ve esaslara, cemaatı oluşturan ferdler tarafından tereddüdsüz bağlı kalınması şarttır. Çünkü Nokta-i telâki prensipleri vahye dayanan İlahî prensiplerdir ve güçlü bir birliği netice verir. Eğer bu birlik ve tesanüd ruhu yoksa, bu noktanın tam anlaşılamadığının ve bu mühim zarurete inanılmadığının, teslimiyet şuurunun bulunmadığının bir kanıtıdır.

Bediüzzaman’ın çokça üzerinde vurgu yaptığı ‘Hürriyeti Şer’iyye’ olmazsa Allah hakimiyeti ortadan kalkar, beşer hakimiyeti gelir. İlâhî vahye dayanmayan İnsan hâkimiyetiyle İslam hayatının yürütülmesi mümkün değildir. Çünkü Hürriyet-i Şer’iyyede Allah’ın tesbit ettiği hürriyetlere insan müdahale edip yasaklayamaz, ortadan kaldıramaz.

Bunun anlamı ve açılımı ise Kur’ân’ın hâkimiyetidir.

Mâdem Allah va’detmiştir, mutlaka tahakkuk edecektir.

İstikbal İslâm’ın ve Müslümanların olacaktır. Hâkim, hakaik-i imâniye ve Kur’âniye olacaktır. Bundan aslâ şüphemiz olamaz.

Yorumsuz olarak birkaç Hadîs-i Şerîfi nazarlarınıza takdim ederek yazımıza son verelim:

Ebû Hureyre (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v)’den şöyle nakleder:

Bütün peygamberler kardeştirler. Onların dîni birdir, anneleri değişiktir. Ben Meryem oğlu Îsâ’ya daha yakınım. Zîrâ benim ile O’nun arasında başka bir peygamber yoktur. O mutlaka inecektir. Siz onu gördüğünüz zamân tanıyınız. Zîrâ O orta boyludur ve beyaz ile kırmızı renk arasında bir tene sâhiptir. Saçları kıvırcık olmayıp düzdür. Islaklık değmediği hâlde, sanki başından su damlıyor gibidir. Üzerinde boyanmış iki elbise olacak. Domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, İslâm’dan başka dînleri iptâl edecek. Allâh, O’nun zamânında İslâm’dan başka diğer bütün dînleri helâk edecektir.

Allâh O’nun zamânında kezzâb Mesîh-i Deccâl’i helâk edecektir. Yeryüzünde emniyet olacak, develerle arslanlar, kaplanlarla sığırlar, kurtlarla koyunlar berâber otlayacak. Çocuklarla yılanlar berâber oynayacak, biri diğerine zarar vermeyecektir. Îsâ (a.s.) Allâh’ın dilediği kadar yeryüzünde kalacak, sonra vefât edecek. Müslümanlar O’nun üzerinde namaz kılacaklar ve O’nu defn edeceklerdir. Allâh O’nun zamânında Mesîh-i Dalâl ve a’ver-i kezzâb olan Deccâl’i helâk edecektir.”(1)

Ebû Hureyre (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v)’den şöyle rivâyet ediyor:

Îsâ b. Meryem, âdil bir hâkim ve zulme son veren bir idâreci olarak inmedikçe kıyâmet kopmaz. O haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak. O’nun zamânında mal ve servet o kadar çok olur ki, kendisine sadaka verilecek kimse bulunamayacaktır.”(2)

Câbir bin Abdullâh anlatıyor; “Rasûlüllâh buyurdular ki:

Deccâl dînin çok zayıf olup gizlendiği ve ilmin arka verip gittiği bir zamânda çıkacaktır. Onun için kırk gün vardır. O günlerde seyâhat edecek. Birinci günü bir senedir. İkinci günü bir aydır. Üçüncü günü bir cuma gibi, dördüncü günü diğer günleriniz gibi olacaktır.

“Hadîsin devâmında Hazret-i Peygamber (a.s.m.) şöyle buyurur:

Sonra Îsâ b. Meryem, seher vaktinde inecek ve şöyle diyecek: ‘Ey insânlar! Siz niye bu kezzâb-ı habîse doğru yürümüyorsunuz.’ Onlar Îsâ (a.s.) hakkında ‘Bu racul-i cinnîdir.’ derler. O’na doğru gittiklerinde bakarlar ki, Îsâ b. Meryem’dir. Namâz ikàme edilir, Îsâ’ya ‘Ey Rûhullâh! Buyur bize namâz kıldır,’ derler. O, ‘Sizin imâmınız öne geçsin, size namâz kıldırsın,’ der. Sabâh namâzı kılınırken cemâat Deccâl’e doğru gidecekler. Deccâl, Îsâ’yı görünce tuzun suda eridiği gibi erir. Îsâ (a.s.) ona gider ve onu öldürür. Hattâ her ağaç ve her taş şöyle nidâ eder: ‘Ey Rûhullâh! Bu Yahûdî’dir, arkamda gizlenmiş.’ Hazret-i Îsâ (a.s.)Deccâl’e tâbi’ olan herkesi öldürür.’”(3)

İmrân b. Husayn Peygamberimizden şöyle nakleder:

Allâhu Teâlâ’nın emri gelinceye kadar, benim ümmetimden bir tâife haktan ayrılmaz, onlara düşmanlık edenlere galebe ederler ve Îsâ bin Meryem inecek.”(4)

Âişe vâlidemiz anlatır: “Ben ağlarken Allâh Rasûlü (a.s.m.) çıkageldi ve ‘Seni ağlatan nedir?’ diye sordu. ‘Ey Allâh’ın Rasûlü! Deccâl’i hatırladım da onun için ağlıyorum,’ dedim. Rasûlüllâh (s.a.v) buyurdular ki:

Eğer ben hayâtta iken o çıkarsa, sizin yerinize ben onun hakkından gelirim. Eğer benden sonra çıkarsa Rabbiniz a’ver (tek gözlü. bir gözü kör. yek-çeşm.(âhirzamanda gelecek süfyan adındaki bir zâlimden “aver” diye rivayetlerde bahsedilmesi, sadece dünyayı görecek bir gözü olduğu ve âhireti görecek imân gözünün olmadığından kinayedir) değildir. O ‘İsbahan’ Yahûdîlerinden çıkacak, Medîne’ye gelmeye çalışacak. Medîne’nin yakınına inecektir. Medîne’nin o gün yedi kapısı vardır. Her kapıda iki melek bulunur. Medîne’nin şerîrleri Deccâl’a gidecekler. Sonra Deccâl Şam’a gidecek. Îsâ bin Meryem (a.s.) inecek ve onu öldürecek. Sonra Îsâ (a.s.), 40 sene yeryüzünde âdil bir imâm (Devlet reisi) ve zulmu kaldıran bir hâkim olarak kalacaktır.’”(5)

İsmail AKSOY

www.NurNet.org

Dipnotlar :

1.İmam Ahmet b. Hanbel, Müsned, , 2/437

2.İbn Mâce, Sünen, 2/ 363; AHmed b. Hanbel, Müsned, 2/194

3.Ahmed b. Hanbel, a.g.e, 3/367; Hâkim, el-Müstedrek, 4/530; Heysemî, Mecmâu’z-Zevâid, 7/344

4.Ahmed b. Hanbel, a.g.e, 4/429

5.Ahmed b. Hanbel, a.g.e, 6/75; Heysemî, a.g.e 7/338