Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey Kimdir? (1258-1324)

Osman Bey hakkında özet bilgi verir misiniz? Kaç hanımı, kaç çocuğu vardı ve zamanında mevcut olan büyük âlimler kimlerdi? Osmanlı toprakları onun zamanında ne kadar büyüdü?

Osman Bey, Osmanlı Devleti’ni ve Osmanoğullarını kuran ve adını devletine ve soyuna vermiş bulunan ilk Osmanlı Sultânıdır. Kendisine Kara Osman, Fahruddin ve Mu’înüddin de denmiştir. Osman Gâzî, hayatının sonuna kadar emîr yani bey olarak anılmıştır; vefatından sonra Hân ve Sultân denmiştir. Çünkü hayatının sonlarına doğru uc beyi olmuştur.

 osman_gaziOsman Bey, 1258 tarihinde Söğüd’de veya Osmancık’da dünyaya geldi. Babası Ertuğrul Gâzî ve annesi Halîme Hâtun’dur. 24 yaşındayken babasının yerine geçti. Osman Gâzî, önce Kastamonu’daki Çobanoğullarına, sonra da Kütahya’daki Germiyanoğullarına bağlı idi. Onlar da Selçuklu Sultânına bağlıydılar.

  İlk evliliği, 1280 civarında, Sultân Orhan’ın annesi ve Selçuklu vezirlerinden Ömer Abdülaziz Beyin kızı olan Mâl Hâtûn iledir. 1289 yılına doğru Şeyh Edebali’nin kızı Rabî’a Bâlâ Hâtûn ile evlenince, nüfuzu ve kudreti arttı. Bu hanımından da Şehzade Alâ’addin dünyaya geldi.

1281 yılında babasının yerine aşiret beyi olan Osman Bey, bir görüşe göre, Selçuklu Sultânı II. Gıyâseddin Mes’ûd’un 1284’de Söğüd ve çevresinin kendisine tahsis edildiğine dair olan fermanı ve yanında hediye ettiği ak sancak, tuğ ve mehterhane ile uc beyi olmuştur. 1288 veya 1291 tarihinde Karacahisâr’ı fethetmesi ve Dursun Fakih’e kendi adına hutbe okutması, Osman Bey’in yarı istiklâlini kazanması demektir.

 Osman Gâzi’nin Bizans sınır şehirlerini birer birer fethetmesi üzerine telâşa düşen Bizanslılar onu ortadan kaldırmak için bir düğün vesilesiyle bir baskın hazırlarlar. Baskına baskınla cevap veren Osman Bey, 1299 yılında Yarhisâr ve Bilecik’i fethetti ve beylik merkezini Bilecik’e nakletti ve fitneye sebep olan Yarhisâr Tekfurunun kızı Nilüfer’i (Holofura’yı) oğlu Orhan ile evlendirdi. Bu tarih, daha önce açıklanan sebeplerle Osmanlı Devleti’nin kuruluş yılı kabul edildi.

 27 Ocak 1300’de Selçuklu Sultânı III. A-lâ’addin Keykubad’ın saltanat alâmeti olan tabi, alem ve tuğu Osman Beye bir fermanile göndermesi ile artık Osman Bey müstakil bir uc beyi olmuştu.

 1301 yılında Bursa’ya yakın bir yerde Yenişehir’i kurdu ve saltanat merkezini buraya nakletti. Bu arada bütün bu fetihlerde kendisine yardım edenleri de unutmadı ve kardeşi Gündüz Bey’e Eskişehir’i; oğlu Orhan Bey’e Sultânönü’nü; Hasan Alp’a Yarhisâr’ı; Şeyh Edebalı’ya Bilecik’i ve Turgut Alp’e İnegöl’ü verdi ve Edebalı’nın torunu Alâ’addin’i yanında götürdü. 1308 yılında İlhanlı Hükümdarı Ahmed Gazan tarafından Selçuklu Devletine son verilince Osmanlı Devleti tamamen müstakil hale geldi.

 1313’de Harmankaya Hâkimi Köse Mihal Bey’in Müslüman olmasıyla Mekece, Akhisar ve Gölpazarı Osmanlının eline geçti. 1320 yılından itibaren çevrede fazla görünmeyen Osman Bey, 1324 yılında beyliği oğlu Orhan Bey’e devretti.

 1324 yılı Şubat ayında Bursa’nın fethini görmeden 67 yaşında vefat eden Osman Bey, vasiyeti üzerine, geçici olarak gömülü bulunduğu Söğüd’den alınarak 2.5 yıl sonra 1326 yılında Bursa’daki Gümüş Künbed’e defn olunmuştur.

 Babasından 4800 km2 olarak aldığı toprakları 16.000 km2’ye çıkaran Osman Bey’in Orhan ve Alâ’addin dışındaki çocukları şunlardır: Fatma Hâtûn, Savcı Bey, Melik Bey, Hamîd Bey, Pazarlı Bey ve Çoban Bey.

Bugünkü mülkî taksimata göre, Osman Bey zamanında Osmanoğullarının ülkesi, Bilecik, Eskişehir merkez, Sakarya’ya bağlı Geyve, Akyazı ve Hendek, Kütahya-Domaniç ve Bursa ilinin Mudanya, Yenişehir ve İnegöl ilçelerini kapsıyordu.

 Osman Bey zamanındaki büyük âlimler ve şeyhlerden bazılarını da hatırlatmakta yarar vardır: Âlimlerden en önemlileri Mevlânâ Şeyh Edebalı, Dursun Fakîh ve Hattâb bin Ebî Kasım Karahisârî’dir. Maneviyât reislerinden ise, Şeyh Muhlis Baba, Şeyh Âşık Paşa, Şeyh Ulvân Çelebi, Şeyh Hasan Çelebi ve Baba İlyas mutlaka zikredilmelidir

 Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ

BİLİNMEYEN OSMANLI

 

Nilüfer yaprağı…

Bir gün bahçesindeki hurma ağaçlarını taşlayan bir çocuğu, bahçe sahibi yakalayarak Peygamberimiz’in (sas) yanına getirmiş ve şikâyette bulunmuş. “Ya Rasulallah, bu çocuk benim bahçemdeki hurma ağaçlarını taşlıyordu!” Efendimiz (sas), “Yavrucuğum, niçin ağaçları taşlıyorsun?” diye sormuş. Çocuk, “Karnım açtı, karnımı doyurmak için ağacı taşladım.” demiş. Efendimiz (sas), “Yavrum bir daha acıkırsan, ağaçları taşlama; altına düşenlerden ye.” buyurmuş. Sonra çocuğun başını okşayarak “Allah’ım, bu yavrunun karnını doyur.” diye dua etmiş.

Bu örnekte Efendimiz’in (sas) her adımında çocuğa karşı müspet yaklaşımda bulunduğunu, çocuğa evvela, “Yavrucuğum.” diye şefkatle hitap ettiğini görüyoruz. Çocuğa güzel söz yeter. İltifat etmek, “Benim güzel yavrum, akıllı, becerikli çocuğum.” demek, çocuğu motive eder. Hatasından dolayı çocuğu yıkmamak lazım. Ağacın bir dalı meyve vermiyor diye, ağaç kökünden kesilir mi? Diğer dallar meyve veriyor ya! Evladımızın iyi yanlarını düşünmeli. Dayak, şiddet, yıkıcı kelimeler insanî bir terbiye şekli değildir. Süleymaniye Camii’ni yapmak için bir Mimar Sinan, bir Kanuni Sultan Süleyman gerekli. Yıkmak içinse bir dinamit yeter. İpleri koparan olumsuz sözler, dinamit gibidir. Gönül sarayını yıktı mı o viraneden bir şey olmaz artık.

Efendimiz’in (sas) ikinci adımda çocuğun yaptığı yanlışın sebebini öğrenmeye çalıştığını görüyoruz. “Niçin ağaçları taşlıyorsun?” Biz de böyle yapmaya çalışalım. Önce yaptığı yanlışın sebebini iyilikle sorup öğrenelim. Evden kaçan çocukları incelesek görürüz ki, onları evden kaçıran ana-babasıdır. Çocuk evde neyi bulamadı? Gittiği yerde ne arıyor? Bazen teknik bir aleti tamir etmek isterken zorlamayla parçayı koparabiliriz. Tamir edilecek derken daha büyük bir hasar meydana gelir. İşte şiddetle terbiye etmek de böyle sonuçlar doğurur. Yakın bir arkadaşım, çocuğunu dövdüğünü söyledi. Ona dedim ki, “Yaşı kaç olursa olsun, çocuk sevdiğine itaat eder. Hangi ağacın meyvesini diktiysek onun meyvesini toplarız. Eğer onu dövmeye devam edersen her fırsatta senden intikam alır.” dedim. Bir doktor demiş ki: “Çocuklarımızı yetiştirirken onların içinde huzurla büyüyeceği, huzurlu ve mutlu bir aile kimliği oluşturamamışsak, nilüfer yaprağı üzerine boğaz köprüsü inşa etmeye çalışıyoruz demektir.

Anne-babaların en büyük hatası çocuklarının bedenî ihtiyaçlarını düşündükleri kadar ruhî ihtiyaçlarını da düşünmemeleridir. Çocuklarımız, Allah’ın bize bedava verdiği bir emanettir. Bu emanet, Allah’ın rızasına göre yetiştirilmezse, ihanet olur…

Çocuklarımız için kötü insanlar ve kötü şartlar her zaman ve her yerde… Peki, anne-baba çocukları için nerede?

Hekimoğlu İsmail / Zaman

İstihbarat İl İl Nurcuları Fişlemiş!

Bediüzzaman Said Nursi’nin mezar yerinin Isparta Şehir Mezarlığı’nda yeni adıyla Doğancı Mezarlığı’nda olduğunun ortaya çıkması kamuoyunda geniş yankı buldu. Ancak Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na gelen evraklar arasında sadece Bediüzzaman Said Nursi’nin mezar yerini gösteren belgeler yok! Emniyet, Jandarma ve MİT tarafından Said Nursi’nin hayatı boyunca takip edildiğini gösteren pek çok belge de mevcut.

Belgelerden anlaşıldığına göre; 1925’ten itibaren istihbarat birimleri Said Nursi’yi adım adım takip etmiş. Nursi, ziyaret ettiği il ve ilçelerde yakın takibe uğramış, gittiği bakkaldan, ziyaretine gelen isimlere kadar birçok kişi fişlenmiş. Bu fişlemeler doğrultusunda fikirleri ve yaşam tarzları nedeniyle pek çok kişi mağdur edilmiş. Öyle ki; istihbarat birimlerinin raporları haricinde neredeyse her ay il valileri düzenli olarak İçişleri Bakanlığı’na Said Nursi ve o illerdeki Nurcuların faaliyetleriyle ilgili bilgi notları yollamış. Bu notlarda yazılanların uygulanması için emniyet ve jandarma birimlerine gönderilerek yüzlerce insan tutuklanmış…

Belgeler arasında en ilginci 1950’li yılların ortalarında hazırlanmış dört sayfalık bir evrak. Dönemin istihbarat kurumu MAH tarafından hazırlanan belge ‘Nurcuların Muhtelif Vilayetlerdeki Temsilcileri ‘ başlığını taşıyor. Bu belgede il il Nurcuların temsilcilerinin adı mevcut. Bugün çoğu hayatta olmayan bu isimler listesinde Said Nursi’nin en yakınındaki talebelerinin adları yazıyor. Belgede Nurcuların İstanbul temsilcisi olarak Şair Necip Fazıl Kısakürek’in adı da dikkat çekiyor! Yine belgelerde Said Nursi’ye sempati duyan Demokrat Partili milletvekilleri, il ve ilçe başkanları da fişlenmiş.

Komisyona ulaşan belgeler arasında Said Nursi’nin TSK’ya sızmaya çalıştığı da vurgulanıyor. İstihbarat birimleri bu görüşlerini desteklemek için, astsubay rutbesinden albay rutbesine kadar TSK’da görevli birçok subay ve astsubayın adını da ‘Nurcu’ şeklinde fişlemiş!

1958 yılında hazırlanan bir belgede Sid Nursi’nin Nakşibendi tarikatına mensup olduğu, 1925 yılındaki Şeyh Said isyanına destek vermese de Kürt milliyetçiliği fikir ve gayesini, din ve tarikat kisvesi altında yaymaya çalıştığı belirtiliyor.

‘Çok Gizli’ damgalı bir başka belgede ise şunlar yazılı:

Adı: Saidi Kürdi, Said Nursi, Bediüzzaman

Kayıtlı bulunduğu kısım ve sıra numarası: A fişinin 5 sayısına kayıtlıdır

Yaptığı iş: Boşta gezer

Alınması lazım gelen durum: Kürtçülük mevkuresi taşıdığı, dini hassasiyetleri buna alet ettiği, Nurculuk teşkilatı kurmak istediği görüldüğünden… Dini hassasiyetleri alet ederek devletin emniyetini bozacak hallere halkı teşvik etmek ve Nurcular adında gizli bir cemiyet kurmak… Fırsat düşkünü, sinsi ve kurnaz bir şahıs olan adı geçenin kötü emellerini gizli gizli tahakkuk ettirmek istediği görülmüştür. Durumun denetlenmesi lüzumu görülmüştür.

beyazgazete

Mısır El-Ezher Üniversitesi’nde Bediüzzaman Sempozyumu

Mısır, El-Ezher Üniversitesi ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı işbirliği ile, 26-27 Şubat 2013 tarihlerinde “Bediüzzaman Said Nursi’nin Fikirleri Işığında İttihad-ı İslam” konulu uluslararası bir sempozyum düzenlenecektir. Kahire, El-EzherÜniversitesi Ana Konferans Salonu’nda 26 Şubat 2013, saat 10:00’da açılışı yapılacak sempozyumun bilimsel oturumları iki ayrı salonda iki gün boyunca devam edecek.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri birlik ve beraberliğin önemine devamlı olarak vurgu yapmış ve “Uhuvvet Risalesi” ile ihtilafların sebeplerini açıklayan “İhlas Risalesi” ile mü’minlerin aralarındaki birlik bağlarının en önemlileri olan “İhlas ve Uhuvvet” prensiplerine dikkatleri çekmiştir. Nursi ittihad, ittifak ve uhuvvet arasındaki bağlantıyı ve faydalarını “İttifakta kuvvet var, ittihatta hayat vardır. Uhuvvette saadet vardır.” cümleleriyle ifade etmektedir.

Bu gerçeklerden yola çıkıldığı zaman, ehl-i iman birlik ve beraberlik, uhuvvet ve muhabbet ortamı oluşturmak için ilme, eğitime ve maarife büyük önem vermesi gerekliliği karşımıza çıkmaktadır. “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet ve ittifak silahı ile cihad edeceğiz” ifadelerini kullanan Bediüzzaman’ın fikirlerinin daha derin incelenmesine gerek duyulmaktadır.

Başta Mısır olmak üzere, Ürdün, Cezayir, Fas, Lübnan, Yemen, Suriye, Sudan, Suudi Arabistan, Irak, Etiyopya ve Türkiye olmak üzere onbir ülkeden toplam 56 akademisyenin Arapça olarak tebliğ sunacağı uluslararası sempozyumda “Bediüzzaman Said Nursi’nin Fikirleri Işığındaİttihad-ı İslam konusu çeşitli alt başlıklar çevresinde mukayeseli olarak ele alınacaktır.

Halka açık olarak gerçekleştirilecek olan sempozyumun açılışında konuşma yapmak üzere, Ezher Şeyhi Prof. Dr. Ahmed Ettayyip, Şura Meclisi Başkanı Prof. Dr. Ahmed Fehmi, Mısır Vakıflar Bakanı Prof. Dr. Talat Afifi, Mısır Eski Müftüsü Prof. Dr. Ali Cuma, Ezher Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Üsame el-Abd, İslam Üniversiteleri Birliği Genel Sekreteri Prof. Dr. Cafer Abdusselam, Mısır’ın tanınmış İslam düşünürü Prof. Dr. Muhammed İmara, Risale-i Nur Külliyatını Arapçaya tercüme eden İhsan Kasım Salihi ve Bediüzzaman’ın hayatta olan talebelerinden ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı Başkanı Mehmed Fırıncı ve diğer birçok tanınmış ismin katılması bekleniyor.

Sempozyum ile birlikte Risale-i Nur Külliyatı müellifi Bediüzzaman Said Nursi ile yakın talebelerinin hayatından önemli kesitleri mercek altına alan ve o günlerden kalma belge ve hatıraları günümüze taşıyan Risale-i Nur’un doğuş ve neşir yıllarının anlatıldığı “Bediüzzaman Sergisi” de Arapça ve İngilizce olarak iki gün boyunca 10:00-18:00 saatleri arasında sempozyum alanında ziyarete açık olacaktır.

İstanbul İlim ve Kültür Vakfı

İsveç’ten tarihi ezan kararı

Avrupa Birliği üyesi İsveç’te, Müslümanları yakından ilgilendiren bir konuda tarihi bir karar verildi. Başkent Stockholm’da belediye meclisi, haftada bir kez Cuma namazında minareden ezan okunmasına izin verdi.

İsveç’in başkenti Stockholm’de, Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’nın katkılarıyla yaptırılan Fittja Ulu Cami minarelerinden Cuma günleri ezan okunabilecek.

Botkyrka İslam Kültür Derneği Başkanı İsmail Okur, 24 Ocak 2012 tarihinde, Fittja Ulu Cami’nin bağlı olduğu belediyeye başvurarak, cami minaresinden Cuma günleri ezan okunması konusunda izin istediklerini söyledi. Okur, bu konudaki başvuruyu değerlendiren belediye üyelerinin yaptıkları toplantıda başvuruyu kabul edip, değerlendirmeye aldıklarını söyledi.

Botkyrka Belediye Meclis üyelerinin yaptığı toplantıda ezan başvurusu gündeme alınırken, uzun süren tartışmaların ardından ülkede ilk kez minareden hoparlörle ezan okunması talebi kabul gördü.

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version