İzzet Delili (Ahirete İman)

Hiç mümkün müdür ki, şu âlemin izzet ve celal sahibi olan maliki, izzetinin hukukunu çiğneyen ve celalinin haşmetine karşı hürmetsizlik eden edepsizleri edeplendirmesin, izzet ve celaline yakışır bir tarzda onları cezalandırmasın? O ceza ve terbiye, bu dünyada yok hükmündedir; demek başka yerde bir ceza yeri vardır ve olmalıdır.

Bu delilde, Allah’ın “Aziz” ve “Celil” isimlerinden ahirete bir kapı açacağız. İlk önce şu âlemdeki izzet ve celali görelim ve o izzet ve celalden “Aziz” ve “Celil” olan zata ulaşalım. Daha sonra da izzet ve celalin ahireti gerektirmesine geçelim.

BİRİNCİ BASAMAK: KÂİNATTA GÖZÜKEN İZZET VE CELALİN SAHİBİ KİMDİR?

Allah’ın bir ismi olan Aziz: Allah Teâlâ’nın izzet sahibi ve yüceler yücesi olması, Allah’ın mağlup olmayan galip olması ve yarattıklarının O’nun emrine itaat ederek karşı gelememesi manasındadır.

Evet, Allah Aziz’dir. Zira şu kâinata bakıyoruz ve görüyoruz ki: -İmtihan sırrından dolayı- İnsan ve bazı canavarlardan başka,

  • Güneş, Ay ve yeryüzünden tutun, ta en küçük mahlukata kadar her şey kemal-i dikkatle vazifesinde çalışıyor.
  • Hiç Hiç bir mahluk zerre miktar haddinden aşmıyor.
  • Koca güneşler ve yıldızlar intizamı bozamıyor.
  • Hiç biri vazifelerinden geri kalamıyor ve O’na itaatsizlik yapamıyor.
  • Her şey bir itaat tahtında hareket ediyor.

İşte, her şeyin büyük bir heybet tahtında genel bir itaatte bulunması ispat eder ki, büyük bir celal ve izzet sahibinin emriyle hareket ediyorlar ve O’na itaat ediyorlar.

Aziz ve Celil isimlerinin tecellisini fazla uzatmaya gerek görmüyoruz. Kim bu isimleri derinden derine tefekkür etmek isterse o yüksek dağlara, engin denizlere, denizlerdeki fırtınalara, uçsuz bucaksız çöllere, aylara, güneşlere, yıldızlara kulak versin! İşitecektir ki hepsi bir ağızdan “Ya Aziz, Ya Aziz, Ya Aziz!..” diyerek O’nu tesbih ediyorlar. Zira şu âlemde kendisine büyüklük verilen her bir mahluk, Allah’ın Aziz isminin bir aynasıdır.

Ya da Aziz ve Celil isimlerinin başka bir tecellisini görmek isterse helak olmuş asi kavimlerin kalıntılarına baksın, ya da bakamıyorsa Kur’an’ın lisanıyla dinlesin! Zira helak olan bütün bu kavimlerde de Allah’ın Aziz ismi gözükür.

İKİNCİ BASAMAK: AZİZ VE CELİL İSİMLERİNİN AHİRETİ GEREKTİRMESİ

Başta demiştik: Hiç mümkün müdür ki, şu âlemin izzet ve celal sahibi olan maliki, izzetinin hukukunu çiğneyen ve celalinin haşmetine karşı hürmetsizlik eden edepsizleri edeplendirmesin, izzet ve celaline yakışır bir tarzda onları cezalandırmasın? Hayır, asla olamaz! Zira nihayetsiz celal ve izzet, edepsizlerin haddini bildirmeyi gerektirir.

Hâlbuki şu dünyada o izzet ve celale yakışır bir ceza yoktur. Çünkü çoğunlukla, zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp bu dünyadan göçüp gidiyorlar. Demek büyük mahkemeye bırakılıyor, erteleniyor; yoksa bakılmıyor değil.

Hem bazen dünyada dahi ceza verir. Geçmiş asırlardaki asi ve inatçı kavimlere gelen azaplar gibi… İşte bu cezalar gösterir ve ispat eder ki, insan başıboş değildir; bir celal ve gayret tokatına her vakit maruzdur.

Acaba hiç mümkün müdür ki, insanın bütün varlıklar içinde önemlibir vazifesi ve ehemmiyetli bir kabiliyeti olsun ve daha sonra:

  • Cenab-ı Hakk’ın bu kadar muntazam eserleriyle kendini tanıttırmasına mukabil, insan iman ile O’nu tanımasın,
  • Hem rahmetinin bu kadar süslü meyveleriyle kendini sevdirmesine mukabil, insan ibadetle kendini O’na sevdirmesin,
  • Hem bu kadar türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini insana göstermesine mukabil, insan şükür ve hamd ile O’na hürmet etmesin ve bu cinayetler cezasız kalsın, insan başıboş bırakılsın, o izzet ve celal sahibi olan Zat-ı Zülcelal bir ceza yeri hazırlamasın? Hâşâ ve kella!

Bu delili şöyle özetleyebiliriz:

  • Kâinatta gözüken umumi itaat ve asi kavimlere gelen semavi tokatlar, perde arkasındaki bir zatı “Aziz” ve “Celil” isimleriyle bizlere tanıttırır.
  • İzzet ve celal, edepsizleri edeplendirmek ve asilere ceza vermek ister. İzzetin ve celalin haşmeti ancak bu şekilde muhafaza edilebilir.
  • Şu dünyada ise her ne kadar bazen zalimlere ve asilere tokatlar gelse de birçok zaman zalim insanlar ve asi kavimler ceza görmeden bu âlemden göçüp gidiyorlar.
  • İşte bu hâl ispat eder ki, başka yerde bir mahkeme-i kübra ve bir ceza yeri olmalıdır. Olmalıdır ki, izzet ve celal haşmetini muhafaza edebilsin.
  • Demek ahireti inkâr etmek, Cenab-ı Hakk’ın “Aziz” ve “Celil” isimlerini inkâr etmek ile mümkündür. “Aziz” ve “Celil” isimlerini inkâr etmek ise, gözümüz ile gördüğümüz şu âlemdeki umumi itaati ve asi kavimlere gelen cezaları inkâr etmek ile mümkündür. Zira umumi itaat ve asi kavimlere gelen cezalar inkâr edilemezse “Fiiller failsiz olamaz.” kaidesince, bu itaatin hâkimi ve bu semavi tokatların sahibi olacak zatın varlığı kabul edilecektir. O zatın varlığı kabul edildikten sonra da izzetinin ve celalinin hakkı için ahireti getirmesi gerektiği tasdik edilecektir.

Yani sözün özü: Göz önündeki şu izzeti inkâr edemeyen, ahireti inkâr edemez. Gözüyle gördüğünü inkâr edecek kadar akıldan uzak olana ise zaten diyecek bir sözümüz yoktur!

Kaynak: Ahireteiman.com

Eşler Birbirini Anlamayınca Kavga Başlar

Erkekler sıkıntı anında yalnız kalmak isterler. Oysa kadınlar erkekleri anlamazlar. Sıkıntı anında kabuğuna çekilen bir erkek, eşi tarafından konuşma zeminini benim hazırlamam gerekiyor düşüncesi ile sıkıştırıldığında bunalır. Kadının içgüdüsel tavrı eşimin canını sıkan şeyin ne olduğunu sorup onun konuşmasını, benle paylaşmasını sağlayarak onu rahatlatmam gerekiyor tavrıdır. Oysa erkek sıkıntı anında rahat bırakılmak ister. Kadının bu isteği anlamaması ve ısrarlı sorulara devam etmesi, erkeğin sıkıntısını daha da arttırır. Konunun daha iyi anlaşılması için işte birkaç örnek…

Kadın der ki: Bu gün neler yaptın? (Kadın demek ister ki: Gel konuşalım. Senin neler yaptığın beni ilgilendiriyor. Umarım sen de benimle ilgileniyorsundur.)

Erkek der ki: Hiç! (Erkek demek ister ki: Yalnız kalmak için sana kısa yanıtlar veriyorum.)

Kadın der ki: Bu gün çok mu hasta baktın? (Kadın demek ister ki: Gerçekten ilgilendiğimi anlaman için sana soru sormaya devam edeceğim. Belki sen de benimle ilgilenmeye devam edersin.

Erkek der ki: Evet. (Erkek demek ister ki: Görmüyor musun? Yorgunum ve seni kırmamak için çok uğraşıyorum. Lütfen başka soru sorma.

Kadın der ki: Bir sorunun mu var? (Kadın demek ister ki: Belli ki bir şey canını sıkmış anlat da rahatla.)

Erkek der ki: Hayır. (Erkek demek ister ki: Tek sorunum sensin çok soru sorup beni bunaltıyorsun.)

Kadın der ki: Bir sorunun olduğu kesin, hadi nazlanma da anlat! (Kadın demek ister ki: Bak hala seninle konuşmak için çaba sarf ediyorum anlasana.)

Erkek der ki: Yok dedim ya! Der ve erkek oradan uzaklaşır.

……………

Ve kıyamet kopar.

Kadın der ki: Sen zaten beni sevmiyorsun? Uzun zamandır benle de ilgilenmiyorsun? Erkek ise kadının bu sonuca nasıl vardığını, nasıl olup da tartışmanın başladığını anlayamaz.

Aslında çok sık karşılaştığımız diyaloglardandır bu. Erkeklerin kadınlara nazaran daha basit özelliklere sahip olmaları ve kadınlar kadar kompleks düşünmemeleridir altta yatan. Bir kadının “hayır” demesi; her zaman hayır anlamına gelmez. Bu hayır değişik zamanlarda değişik duyguları ifade edebilir. Kimi zaman “asla”, kimi zaman “olabilir”, kimi zaman “belki” vs gibi anlamlara gelebilir. Oysa bir erkeğin “hayır” demesi sadece ve sadece “hayır” anlamı içerir. Bundan dolayıdır ki, kadınların kullandıkları kelimeleri anlamak için onların beden dillerini ve içinde bulundukları ruh hallerini de hesaba katmak gerekirken, bir erkek için ise sadece kullandığı lisanı bilmeniz yeterlidir.

Beden dili ve lisan’ı kullanmada kadınlar erkeklerden fersah fersah öndedirler. Bu yüzdendir ki: Bir erkek bir kadınla girdiği savaşta yenilmeye mahkûmdur. Dil, diye otomatik silah kadar hızlı çalışan, hançer gibi keskin olan ve saplandığı yerde derin yara açan bir silaha sahip olan biriyle savaşa girmek, kaybetmeyi baştan kabullenmektir.

Kadınların çoğu zaman erkeklere göre mantıksız görünmelerinin sebebi erkeklerin daha rasyonel düşünmesidir. Bu da kadın mantığının erkek mantığı gibi matematiksel bir mantık olmamasından kaynaklanır. Kadın mantığı dörtlü karışımdan oluşur. Bunlar: Duygu+Hayal+His+Akıldır.. Bu yüzden erkekler kadın mantığını anlamakta zorlanır. Çünkü erkek mantığı sadece “Akıl’a” dayanır.

Erkek aklı dağdaki patika gibidir, gelen geçen az olur. Kadın aklı on şeritli otobana benzer, hiç boş durmaz.” Bu dörtlü karışımın biri dursa bir diğeri çalışır. Kadın aynı anda hisseder, hayal kurar, düşünür, duygulanır ve karar verir. Dörtlüler hep açıktır.

Erkekler hata yaptıklarında özür dilemek ya da üzgün olduğunu söylemek yerine savunmaya geçmeyi ve tartışmayı tercih ederler. Bunun en önemli sebebi; erkekler hatalarını itiraf etmeyi ve özür dilemeyi bir güç kaybı gibi algılarlar. Oysa erkek hatasını kabul ettiğinde karısının gözünde yücelir. Kadın için bu sevgi itirafıdır.

Kadınlar konuşarak kızgınlıklarını dışarı atarken, erkekler konuşmayı pek sevmedikleri için kızgınlıklarını içlerine atıp biriktiriyorlar. Bence bunun en büyük sebebi: Biz erkeklere yıllarca duygularımızı göstermenin zayıflık olduğu telkin edildi. Erkekler ağlamaz, erkekler her zaman güçlü olur derken, kendimizi bir kalkanın içine almış olduk

Bir kadın duygusal bakımdan sıkıntıya düştüğü zaman erkek yanlışlıkla kadının kendini daha iyi hissetmesi için yalnız kalmaya ihtiyacının olacağını düşünebilir. Erkek kadını kendi haline bırakır ve ona bol bol zaman tanır çünkü kendisi bu tür bir desteğe ihtiyaç duymaktadır. Oysa kadına geçici de olsa ilgi göstermemesi erkeğin yapacağı en kötü şeydir.

Bu konuyu bir örnekle açıklamak gerekirse:

Kenan, Belma’ya;

Neyin var? Canını sıkan bir şey mi oldu?” diye sorar.

Belma;

Bir şeyim yok,” diye yanıt verir. İçinden de “Görmüyor musun ne haldeyim? Azıcık benimle ilgilensene. Bunları hep benim mi söylemem gerekiyor?” diye geçirir.

Kenan:

Pekâlâ,” der ve Belma’nın yanından uzaklaşır; içinden şöyle demektedir: “Galiba yalnız kalmak istiyor? Daha fazla üstüne gitmeyeyim.

Burada Kenan aslında sevdiği insana destek verdiğini düşünmektedir. Sevdiği insanla yaşadığı bu diyalogun aslında başarısız bir girişim olduğunun farkında değildir. Aslına bakarsanız erkeklerin çoğu da Kenan gibi düşünmektedir. Oysa Belma’nın;

Bir şeyim yok,” sözünden, erkeğin ona daha fazla soru sormasını ve onu konuşturmasını beklediğini her kadın anlar. Bir kadının “bir şey yok,” demesi aslında ortada ciddi bir şeylerin olduğunu, kadının içini dökecek birilerini aradığını gösteren önemli bir ipucudur.

Burada göz ardı edilmemesi gereken en önemli nokta: Bir erkeğin bir kadını dinlememesinin en önemli nedeni, kadınların dinlenilmeye olan ihtiyaçlarını tam olarak bilmemelerinden kaynaklanmaktadır.

Günümüz kadınlarının tatminsiz olmalarının bir numaralı nedeni ilişkilerdeki iletişim eksikliğidir.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Bursa’da “Bediüzzaman Haftası” başlıyor

1960 Mart ayında vefat eden Bediüzzaman Said Nursi’yi anma etkinlikleri Türkiye ve dünyanın çeşitli bölgelerinde düzenleniyor.

Bursa Bediüzzaman’ı Anma ve Anlama Paltformu bu yılki anma programını iki güne sığdırdı.

BİRİNCİ GÜN PANEL

24 Mart Cumartesi günü başlayacak olan Bediüzzaman Haftasında “Bediüzzaman’a göre temel hak ve hürriyetler” başlıklı panel düzenlenecek.

Saat 19.45’te Merinos Kültür Merkezi’ndeki panelin yöneticiliğini Av. Mustafa Tuncel yaparken Prof. Dr. Mümtazer Türköne, Prof. Dr. Şadi Eren, Doç. Dr. Osman Can, Doç. Dr. Ahmet Yıldız konuşmacı olarak katılacak.

İKİNCİ GÜN MEVLİD

25 Mart Pazar günü ise Bursa Ulu Camii’nde Mevlid-i Şerif okunacak. Saat 11.30’da başlayacak olan mevlidin yöneticiliğini Mustafa Yılmaz yaparken Prof. Dr. Mehmet Emin Ay konuşma yapacak.

Hafızlar Ayhan Polat, Adnan Damar Kur’an-ı Kerim okuyacağı mevlid Yahya Alkın’ın yapacağı dua ile sona erecek.

BEDİÜZZAMAN’IN TALEBELERİ DE KATILIYOR

Anma haftasına Bediüzzaman Said Nursi’nin talebeleri Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Mehmet Fırıncı, Said Özdemir, Hüsnü Bayram, Ahmet Aytemur, Salih Özcan, Mahmut Çalışkan ve Abdülkadir Badıllı da katılacak ve hatıraları anlatacak.

Hüseyin Hiçdurmaz / Risale Haber

Kadınlar Günü’nde kadını böyle tanıyan ve tanıtan gördünüz mü?

Hocaefendi’nin Beyan kitabında “Dar Bir Çerçevede Kadın!” tarif ve tanıtımı.

“- İç donanımı itibarıyla kadın bir şefkat abidesi; şefkati de yaratılış ve tabiatındaki özelliğinden gelen bir hilkat nümunesidir…

Bu nezih tabiat hep şefkat söyler, şefkat inler, şefkatle oturur kalkar; bir ömür boyu çevresindekileri şefkatle süzer ve herkese yudum yudum şefkat içirir.

Herkesi şefkatle kucaklayıp herkese şefkat içirdiği aynı anda, inceliğinin ve içtenliğinin gereği olarak da, sürekli ızdırapla yutkunur durur.

Bir tül gibi titrer etrafındaki herkesin üzerine, anne-babasına, kardeşlerine, arkadaşlarına ve bütün yakınlarına; tabii mevsimi gelince eşine, evlatlarına…

Paylaşırken onlarla zevki, lezzeti, neşeyi, güller gibi açar ve çevresine gülücükler saçar…

Görünce de onlarda tasayı, kederi, yapraklar gibi sararır, solar ve hüzünle inler, üzülür…

Her zaman güzel şeyleri görmek, güzelliklerle içli dışlı olmak ister. Ne var ki bazen umduklarını bulur, bazen de umdukları yok olur… Bazen çevresinde rüzgâr hep zorlu eser ve sarsar gönül bağladığı her şeyi.

İşte o zaman inleyerek dolaşır her yerde. Hafakanlarla köpürür durur ve içten içe gözyaşlarıyla soluklanır.

Ruh ufku itibarıyla eşini bulmuş ve çocuklarıyla susuzluğunu giderebilmiş bir kadının, Cennet hurilerinden ve böyle birinin gözetiminde örgülenmiş yuvanın da Firdevs’ten farkı yoktur!..

Herhalde böyle bir Cennetliğin gölgesinde, şefkat yudumlaya yudumlaya yetişen çocukların da ruhanilerden farkı olmayacaktır…

Böyle bir yuvada, tenler ve cesetler ayrı ayrı görünse de, herkese ve her şeye hükmeden can bir tanedir.

Her zaman kadından fışkırıp bütün yuvayı saran bu can, manen bir büyü, bir ruh gibi herkesin üzerinde kendini hissettirir ve adeta onları sırlı yerlere yönlendirir.

Kalp ufkunu karartmamış ve ruhunun önü açık bir mübarek kadın, aile sistemi içinde tıpkı bir kutup yıldızı gibidir; hep yerinde durur, kendi etrafında döner, sistemin diğer üyeleri ise varlıklarını her zaman onun çevresinde şekillendirir ve ona bağlılık içinde hedeflerine yürürler…

Evet, herkesin yuva ile münasebeti muvakkat, sınırlı ve izafidir. Kadın ise başka bir işi olsun olmasın, içinde şefkat, merhamet, sevgi macunu kaynatıp durduğu mutfağıyla sürekli evinin orta yerinde dimdik ayakta durmakta ve duygularımıza neler neler pişirip sunmaktadır?..

Duygu ve düşünce dünyasıyla sonsuza tam yönelmiş bir kadın, hiçbir mürşit ve hiçbir muallimin duyuramayacağı şeyleri duyurur ruhlarımıza!.. Gönüllerimizi, zamanın solduramayacağı, kimsenin silemeyeceği en enfes manaların, en nefis hatlarıyla süsler; derken şuuraltı donanımımızla, bizi daha sonraki hayatımızda, peyleyebileceğimiz nice potansiyel zenginliklere ulaştırır!..

Biz her zaman böyle yetkin “insan-ı kamile” bir kadının huzurunda, ruhlarımıza ötelerin merhamet, şefkat şiirinin döküldüğünü duyar gibi olur ve içimizin derinliklerinde hep uhrevileşmenin neşesiyle ürperir dururuz!..”

***

Kadının yaratılışındaki bu eşsiz özelliğini fark etmeyip hesaba katmadan vasıfsız bir işçi gibi erkekle yarışa sokarsanız, onun iç dünyası itibarıyla erişilmezliklerini yok saymış, sahası dışında değerlendirmeye tabi tutma haksızlığına yönelmiş olursunuz. Bu haksızlık ise basit görülüp geçilecek bir saygısızlık değildir.

Halbuki kadın kendi görev yerinde ve sahasında eşsizdir, erişilmezdir, ulaşılmazdır!..

Aile bireylerini mıknatıslı şefkatiyle sinesine çekerek aileyi dağılmaktan koruyan kurtarıcılığa sahip bir kahramandır. Bu yanıyla kadın, hiçbir yarışta geçilemeyecek özellik ve eşsizlikte koruyucu ve kurtarıcı bir şefkat kahramanıdır.

Kadının iç donanımı itibarıyla bu özellik ve eşsizliğini görmezlikten gelenler, yanlış rakiplerle yanlış kulvarlarda yarışa çıkarmakta, böylece yetersizlik görüntüsü vererek büyük haksızlıklara maruz bırakmaktalar… Artık bu farkın farkına varılması, bu saygısızlığın sona erdirilmesi gerekmektedir.

Ahmed Şahin / Zaman

Sakaryalı İmam 3 Ayda Helsinki’ye Cami Açtı

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından geçici yurt dışı görevlendirmesinde Finlandiya’nın başkenti Helsinki’ye tayin edilen Sakaryalı imam Ali Kul, 3 ayda Diyanetin ilk camisini açmayı başardı.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından geçici yurt dışı görevlendirmesinde Finlandiya’nın başkenti Helsinki’ye tayin edilen Sakaryalı imam Ali Kul, 3 ayda Diyanetin ilk camisini açmayı başardı. Cami için temin edilen binada bizzat çalışan Kul, Helsinki’deki Müslümanların büyük takdirini topladı.

Türkiye Diyanet ve Vakıf Görevlileri Sendikası Sakarya Şubesi İl Başkanlığı Basın Sekreteri ve Adapazarı İlçe Mali Sekreteri Ahmet Ali Kul, Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de, Diyanet’in ilk camisini hizmete açtı. Sakarya’nın Adapazarı İlçe Müftülüğü’ne bağlı Salko Camii İmam Hatibi iken Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 3 aylık geçici yurt dışı görevlendirmesiyle Finlandiya’nın başkenti Helsinki’ye tayin edilen Kul, bu ülkede yaşayan Türk vatandaşlarla birlikte yaptığı çalışmalarla Diyanet’in ilk camisini ibadete açtı.

Kul, “Buradaki Müslümanlarla el ele verdik ve camimizi kısa sürede açtık. Açılışımıza, Helsinki’deki yerel yetkililer de katıldı. Şimdi camimizde Finlandiyalı Müslümanlar huzur içinde ibadetlerini yerine getiriyor.” dedi.

Kaynak: Haberler

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version