Evlilik Üzerine Ölçüler

Birkaç gün önce bir dostumun kızının düğününe davet edildim. Yer Sheraton oteldi. Programın akışı içerisinde bir ara beni sahneye davet ettiler. Düğün sahibi dostum kulağıma eğildi:

-Hocam, 8-10 dakikalık bir konuşma rica ediyoruz, buyurun.

Ben Besmele, hamdele, salvele’den sonra evlilikle ilgili ölçüleri sırlamaya başladım. Söylediklerim oldu, söyleyemediklerim oldu. Bu gün o ölçülerden bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü Müslümanların bu dini ölçülere ve hassasiyetlere şiddetle ihtiyacı olduğunu görüyorum.

Evlenmenin Arapça karşılığı Nikâhdır. Nikâh bir yönüyle ibadettir. Çünkü evlenenler Allah’ın emrini ve Hz. Peygamber’in sünnetini yerine getirmiş olmaktadırlar.

Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir:

1-Haya, (yani Hak’tan ve halktan utanmak, edepli yaşamak)

2-Temiz ve güzel kokulu olmak,

3-Misvak kullanmak, (diş ve ağız temizliğini bozacak şeylerden uzak durmak)

4-Nikâh, yani helal ve temiz yoldan dindar biriyle evlenmek.

Üç kimseye Allah’ın yardımı haktır:

1-Ödemek niyetiyle borç alana,

2-Irz ve namusunu korumak niyetiyle evlenmek isteyene,

3-Allah yolundaki mücahide.” Kendisini iman ve Kur’an hizmetine adamış hizmet kahramanlarına.

ENGÜZEL SIĞINAK VE CENNETİMİZ

Şu fani dünyada, insanoğlunun en güzel sığınağı ve cenneti aile hayatıdır. Aile hayatının hayatı ve mutluluğu da iki şeye bağlıdır. Bunlardan birincisi samimi hürmet, ikincisi de içten merhamettir. Eşlerin birbirine karşı sevgi ve saygısı, çocuklarına karşı şefkat ve muhabbetleri Allah’ın emri, sevgili Peygamberimizin sünneti ve ahlakıdır.

Eşine, çocuklarına ve başkalarına karşı hiddet ve şiddet Peygamberimizin ahlakı ve sünneti değildir. Peygamberimizin elinden ve dilinden hiç kimse incinmemiştir. Her Müslüman, “Müslüman, eliyle, diliyle başkalarını incitmeyen insandır.” diyen peygamberini örnek almalı, incinse de incitmemelidir.

Peygamberimiz: “Sizin en iyileriniz, hanımlarına iyi davrananlarınızdır.” “İman bakımından en mükemmel olanlarınız da, ahlakı en güzel olanlarınızdır.” buyurmuşlardır.

MİLLET AİLESİNİN HUZURU

Üstad Bediüzzaman, vatan ve millet ailesinin huzurunu, anarşi ve tehlikelerden kurtulmasını beş esasa bağlamıştır. Ben bu beş esası karı-kocanın oluşturduğu aile yuvası için de lüzumlu ve zaruri görüyorum. O esaslar şunlardır:

1-Merhamet,

2-Hürmet,

3-Emniyet, (güven)

4-Helal ve haramı bilip haramdan kaçınmak,

5-Serseriliği bırakıp itaat etmektir.

Hangi insan, eşine karşı merhametli olur, saygılı davranır, güven verir, helal ve haramı bilip haramdan kaçınır, başıboş yaşamayı bırakır, ibadetli ve itaatkâr bir mü’min olursa böyle bir insanın evi cennet olur.

NİKÂHLI BİRLİKTELİK

Nikâhlı birliktelik medeniyettir. İnsanca ve Müslümanca bir davranıştır. Nikâhsız birliktelik ise ilkelliktir, insanca ve Müslümanca bir davranış değildir. Onun için haramdır. Nikâhsız birlikteliklerden Allah ve Peygamber razı değildir. Çünkü böyle bir birliktelik zinadır. Zina, yuvaları yıkan en korkunç bombadır. Bunun içindir ki Allah, sadece zinayı değil, zinaya yaklaştıracak şeyleri de yasaklamıştır. Öyleyse insan, sadece zinadan değil, zinaya götürecek sebeplerden ve pozisyonlardan da uzak durmalıdır.

Dolayısıyla insanlar Allah’ın örtünme emrine riayet etmeli, gözlerine sahip olmalı, evlenmeleri haram olmayan bir kadınla- bir erkek tenhada baş başa kalmamalı, el ele tutuşmamalı, göz göze gelmemeli, yüz yüze değmemelidir.

Hz. Peygamber, insanları evlenmeye teşvik etmiş, ümmetinden evlenmeleri kolaylaştırmalarını istemiş, “Evlenen kimse dininin yarısını koruma altına almıştır; diğer yarısı için de yüce Allah’tan korksun.” buyurmuştur.

DURMADAN EŞ DEĞİŞTİRMEK

Nikâh yoluyla da olsa, durmadan kadın değiştirmek veya erkek değiştirmek, Müslüman’ın işi değildir. Böyleleri, kınanmaktan, suçlanmaktan ve lanetten kurtulamazlar. İki dünyanın cennetinden de mahrum kalabilirler. Ahirette de bu işin hesabını kolay veremezler.

EVLENMEK, ŞİRKET KURMAKTIR, ALDATMAK HARAMDIR

Evlenmek, hayat boyu acıyı ve tatlıyı, kârı ve zararı paylaşmak için kurulmuş bir ortaklıktır. Bir kudsî hadis var; Allah Tealâ buyurmuşlar ki: “İki ortak birbirlerine sadık kaldıkları müddetçe, onların üçüncü ortağı ben olurum. Onlardan biri, diğerine hainlik düşünür, aldatmaya kalkarsa ben onlardan, o şirketten ayrılırım.

Aldatmak hem Allah’ın ahlakına, hem de Peygamberimizin ahlak ve sünnetine aykırıdır. Onun için Peygamberimiz (s.av): “Aldatan bizden değildir.” buyurmuşlardır.

BOŞAMAK VE BOŞANMAK

Yine buyurmuşlardır ki: “Evleniniz, fakat boşamayınız. Çünkü Allah zevkine düşkün erkeklerle zevkine düşkün kadınları sevmez.” “Allah’ın en sevmediği helal, boşamaktır.

Eşler, birbirlerini Allah’ın emaneti olarak görmelidir. Emanete hıyanet etmemeli tam tersi birbirlerini aşk derecesinde sevmelidirler. Fakat bu aşk, sadece fizikî güzelliğe ve şehvete dayanmamalıdır. Eşler, kendilerini ömür boyu aşka, hatta ebedî aşka hazırlamalıdırlar.

EŞİNDEN DÜRÜSTLÜK BEKLEYEN

Eşinden sadakat ve iffet bekleyen bir beyefendi, kendisi de eşine karşı dürüst ve iffetli olmalıdır. Dürüst ve sadık olmayan bir kimsenin, eşinden dürüstlük bekleme hakkı yoktur. Böyle bir insan, çocuklarına da kötü örnek olur. Ya onların hürmet ve muhabbetine layık olamaz, ya da onların da kendisi gibi ahlaksız ve iffetsiz olmalarına sebep olur.

Allah Teala, “Temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkeklerde temiz kadınlara yakışır. Pis kadınlar, pis erkeklere, pis erkekler de pis kadınlara yaraşır.

Bülbüle güllük, kargaya küllük yaraşır,
Bal arısı bal yapar, hunsefa cife taşır.

VEFALI EŞ ve MUTLU EŞ

Vefalı eş, eşini sadece gençliğinden ve güzelliğinden dolayı sevmez. “Eşim şimdilik yaşlandı ve çirkin oldu ise de, zararı yok. Çünkü, cennette ebedî bir güzelliği var, diye düşünür. Böyle ebedî arkadaşlığın hatırı için, her bir fedakârlığı ve merhameti göze alır. O yaşlı karısına, güzel bir hûri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir.

Bir Müslüman’ın bu dünyadaki eşi ahirette (cennette) de eşi ve hayat arkadaşı olacaktır.

NE MUTLU O KARI VE KOCAYA Kİ…

Ne mutlu o kocaya ki; karısının dindarlığına bakar, onu taklid eder, arkadaşını ebedî hayatta kaybetmemek için dindar olur.

Bahtiyardır o kadın ki; kocasının dindarlığına bakar “ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takva dairesine girer.

Yazıklar olsun o erkeğe ki; sâliha kadınını ebedîyyen kaybettirecek olan ahlaksızlığa tenezzül eder.

Ne bedbahttır o kadın ki; müttaki kocasını taklid etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

Binlerce yazıklar olsun o iki bedbaht koca ve karıya ki; birbirinin fıskını, günahını ve ahlaksızlığını taklid ederler ve ateşe atılmalarında birbirlerine yardımcı olurlar!..

Bu dünyadaki eş, insanın cennette de ebedî aşkı olacaktır.

Ama bu dünyada gördüğü gibi değil. Cennette aşk bitmeyecek. Orada bıkkınlık ve usanmışlık olmayacak. Çünkü cennette gençlik ve güzellik hep devam edecektir. Yaşlanma, eskime olmayacak. Sevgi ve aşkda da eksilme olmayacak. Cennetteki bu bitmeyen aşk, bu dünyada eşine sabredenlere, eşiyle yetinip harama tenezzül etmeyenlere nasip olacaktır.

AİLE BAHÇESİNİN GÜLLERİ

Çocuklar, aile bahçesinin çiçekleri ve gülleridir. Bu çiçekleri ve gülleri bir buket yapıp takdim eden Allah’tır. Ana-baba, öğretmen ve devlet de onlara bakmakla görevlendirilmiş birer bahçivandır. İslamiyet suyu, iman güneşi, Kur’an gıdasıyla beslenmelidir o çiçekler. Aksihalde onlar, solar ve kururlar. Onların kurumasına sebep olanların, yani onları İslamiyetsiz, imansız ve Kur’ansız bırakanların hesabı çok çetin olur. Bahçeye bakmayıp çiçekleri ve çimenleri kurutan bahçivanın başına neler geleceğini bir düşünün.

GÜNÜMÜZDE AŞKLAR

Günümüz aşkları güven vermiyor. Çünkü günümüz aşkları dinden bağını koparmıştır. İpsizdir, sapsızdır ve mantıksızdır. Sabah başlarsa akşama, akşam başlasa sabaha çıkamıyor.

Evlenecek olan eşler, birbirlerinde dış güzellikten fazla iç güzellik aramalıdırlar. İç güzelliğinin kaynağı dindir. Dinin emirlerine uyan ve yasaklarından uzak duran insanın kalbi temiz olur. Kalbi temiz olanın ahlakı da güzel olur. Onun için Peygamberimiz (s.a.v) dindar olan birisini eş olarak seçmemizi tavsiye etmiştir.

MÜSLÜMAN’IN DÜĞÜNÜ

Müslüman’ın düğünü de Müslüman’ca olmalıdır. Müslüman’ın düğününde kadın-erkek karışık eğlenilmemeli, içki içilmemeli, gelin yabancılara teşhir edilmemeli, mütesettire olmalı, yabancılarla el sıkışmaya mecbur bırakılmamalıdır.

Ehl-i dünya bizim antika ve cevherlerimize tenezzül etmediklerine göre biz onların teneke ve bakırlarına hiç tenezzül etmemeliyiz. Helaller ve meşru’ eğlenceler antika ve cevherdir. Haramlar, günahlar ve gayr-i meşru eğlenceler ise, bakırdan ve tenekeden de aşağıdırlar.

PEYGAMBERİMİZDEN ÖNCE KADIN PEYGAMBERİMİZDEN SONRA KADIN

Peygamberimizden önce kız çocukları diri diri gömülüyor, öldürülüyordu. Kadın ortalık malı olarak alınıp satılıyordu. Kadının elbisesi elinden alınmış, çocuğu elinden alınmış, kocasından uzaklaştırılmış, sokağa, sahneye çıkarılmış, fuhuş malzemesi ve rakı mezesi olarak kullanılır hale getirilmiş, sırtından para kazanılıyordu.

Allah’tan gelen emirlerle Peygamberimiz bunların hepsine son verdi. Düşmüş kadını tutup kaldırdı. Elbisesini sırtına verdi, çocuğunu kucağına koydu, sen sadece saygıdeğer bir beyefendinin saygıdeğer bir hanımefendisi olabilirsin. Sen annesin veya anne adayısın. “Cennet, annelerin ayaklarının altındadır.” Dedi, kocasına ve konağına gönderdi. Zayıf, güçsüz ve çaresiz olan kadını anne-babanın sevgili yavrusu, evlatların saygın annesi, erkeğin saygıdeğer eşi haline getirdi.

Peygamberimizin kadın için ortaya koyduğu bu özellik ve güzelliklerden aldığı ilhamla Viktor Hugo:“Kadın zayıftır ama, anneler kuvvetlidir.” demiştir.

Ana başa tac imiş / Her derde ilaç imiş
Bir oğul pir olsa da /Anaya muhtaç imiş

KADIN VE ERKEK YÖRÜNGESİNDEN ÇIKMAMALI

Özel ve Sosyal hayatımızı huzursuz eden ve ağlatan acılardan kurtulabilmemiz için kadınlar ve erkekler olarak yörüngemize girmemiz gerekmektedir. Yörüngemiz de yüce dinimiz İslâmiyet’tir. Ondan hiç kötülük gelmemiş, hep iyilik, rahmet, bereket, huzur ve afiyet gelmiştir. Keşke ona uysak, onunla barışsak da gerçek huzuru bulsak, cennete kavuşsak.

DUA

Nikâh yoluyla hayatını birleştiren eşler, hem kendilerini ve hem de doğacak çocuklarını şeytanın çarpmasından ve şerrinden korumak istiyorlarsa zifaftan önce bismillah demeli ve şu duayı asla ihmal etmemelidirler: “Bismillâhi Allahümme cennibnâ-ş-şeytâne ve cennibi-ş-şeytâne mâ razaktenâ= Allahım! Bizi ve bize nasıp edeceğin çocuklarımızı şeytanın çarpmasından koru.” Bu duayı yapanlar hem kendilerini ve hem de çocuklarını şeytanın zararından korumuş olurlar.

Kur’an’ın öğrettiği şu dualara ise hepimizin her an ihtiyacı var. Yüce Allah bize, kendisinden neyi nasıl isteyeceğimizi öğretiyor:

Ey bizim Rabbimiz! Bize eşlerimizden, ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar nasip eyle. Bizi, müttekilere imam eyle!

Ey benim Rabbim! Beni ve çocuklarımı dosdoğru namazını kılanlardan eyle. Ey bizim Rabbimiz! Beni, anamı-babamı ve bütün mü’minleri hesap gününde bağışla.”

Vehbi Karakaş / Risale Haber

Bu gün de sen öyle unutulur, bir kenara atılırsın..

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Ama kim Benim zikrimden yüz çevirirse kitabımı dinlemez ve Beni anmaktan gaflet ederse, ona dar bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak diriltir, duruşmaya getiririz.

“Ya Rabbî,” der, “ben gözleri gören biri olduğum halde neden beni kör olarak haşrettin?”

Buyurur ki: “Bu böyledir. Nasıl âyetlerimiz sana geldiğinde sen onları unuttuysan, bu gün de sen öyle unutulur, bir kenara atılırsın.”

[Tâ Hâ Suresi 20,124-126]

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem) buyurdular ki:

İki haslet vardır ki bir mü’minde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlak.

(Tirmizi, Birr 41)

.…….

Risale-i Nur’dan;

Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa’al ve kudretli bir Zâtın hârika işlerine bak.

Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadiseler de başıboş olamazlar. Herbirisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar..

(7. Şua’dan)

…….

Cevşen’den ;

53.

Ey Cennet ve Cehennemin Rabbi,
Peygamberlerin ve hayırlıların Rabbi
Ey Sıddıkların ve iyilerin Rabbi,
Ey küçüklerin ve büyüklerin Rabbi,
Ey danelerin ve meyvelerin Rabbi,
Ey nehirlerin ve ağaçların Rabbi,
Ey sahraların ve çöllerin Rabbi,
Ey kölelerin ve hürlerin Rabbi,

Ey açığa çıkan ve gizlemelerin Rabbi,
Ey gece ve gündüzün Rabbi,

Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin,
Senden başka İlah yok ki bize imdat etsin.
Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

www.NurNet.Org

Gemideki Yükü Sırtında Taşımak

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan Suresi,30)

Bütün yarattıklarını düzenle ve dengeyle idare eden Yüce Allah, Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık (Kamer Suresi, 49) ayetiyle haber verildiği gibi,  tüm varlıkları kaderleriyle birlikte yaratmıştır. Belirlenmiş kader dışında, iyi veya kötü hiçbir olayı engellemeye hiç kimse güç yetiremez; çünkü ayette de bildirildiği gibi,  …Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir. (Ahzab Suresi, 38)

Allah’ın hayat rehberi olarak indirdiği Kur’an’ın ayetlerinden habersiz olan ve toplumda yerleşik yanlış bilgilere sahip kişilerin en büyük yanılgılarından biri, kader konusudur. Kur’an’dan uzak oldukları için, kaderi gerçek anlamda bilemeyen bu kimseler, kaderi kavramanın verdiği rahatlık ve huzurdan da mahrum kalırlar.

Kader, geçmişte olmuş, bugün yaşanmakta ve gelecekte de yaşanacak olan herşeyi, her hareketi, düşünceyi, konuşmayı Allah’ın en ince detayına kadar bilmesi ve kontrol etmesi demektir. Her insanın hayatı boyunca yaşayacağı her şey, Allah Katında o daha doğmadan belirlenmiş ve planlanmıştır. İnsan, yaşamı boyunca Allah’ın kendisi için dilediğinin dışında bir olayla karşılaşmaz. Kur’an’da, Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır. (Kamer Suresi, 52-53) âyetiyle de kader konusunun iç yüzü bildirilir.

İnsan dahil, yarattığı tüm canlıların ve olayların Kendisinin kontrolü ve hakimiyeti altında yaşamakta oldukları gerçeğini Yüce Allah bir başka Kur’an âyetinde şöyle haber verir:

Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Müminleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. (Enfal Suresi, 17)

…Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir (Ahzab Suresi, 38) hükmü gereği, insanın kaderinin dışına çıkması asla söz konusu olamaz. Kişinin yaşadığı kötü gibi görünen her olay ve gösterdiği tepki de Allah’ın belirlediği ‘takdir edilmiş kader’dir; kısacası o da Allah’ın emridir. Bu yüzden tüm insanlar kaderlerine teslim olmuşlardır.  Ayette de bildirildiği üzere, istese de istemese de herşey Rabb’ine teslim olmuştur ve kaderinde olanı yaşar.

…Peki onlar, Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa  göklerde ve yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülmektedirler. (Al-i İmran Suresi, 83)

Müminler, dünya hayatındaki imtihanın bir gereği olarak, Yüce Allah’ın insanları hem hayırla hem de şerle denemekte olduğunun bilincindedirler. Bu önemli sır,  Kuran’da,  “...Biz sizi şerle de hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi 35) ayetiyle haber verilir.

Dinden uzak yaşayan insanlar ise, karşılaştıkları her olayı zahiri yönüyle değerlendirirler. Bu durumu Allah, Rum Suresinin 7. ayetinde, Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır.” buyurarak haber verir. Mümin ise olayların zahirine aldanmaz, ardında gizlenen hayırlara, hikmetlere bakar. Çünkü, “...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216) hükmü gereği her olay, insanın görebildiği ve göremediği birçok hikmetle birlikte yaratılır.

Allah’tan korkup sakınan bir mümin,  zahirinde ne görünürse görünsün, yaşadığı olayların ardında kendisi için çok büyük hayır ve güzellik gizli olduğunu bilir. Hatta her olay kendi aleyhinde gelişiyor gibi görünse dahi mümin, kendisi için gerçekleşecek olan hayırları bekler. Rabbimiz, Kendisine sığınanları, arınmayı ve hoşnutluğunu dileyenleri mutlaka yardımıyla destekler. İnanan insan, Kuran’da Hz. Yusuf’un sözlerinde de bildirildiği gibi, ‘Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendir’ (Yusuf Suresi, 100) diyerek, Allah’a güvenip dayanır. Olayları yaratan Rabb’imizdir ve O, yarattığı insan için neyin iyi kötü olduğunu en iyi bilendir. Bunun aksini düşünmek Allah’ın kadrini gereği gibi takdir edememek olacaktır ki, bu da insanı kayba sürükler.

Ancak inanan insan, Allah’ın yarattığı bir musibet isabet ettiğinde, hiçbir şey yapmadan sonucu beklemez. Bir bela karşısında fiili anlamda hiçbir şey yapmadan, konuyu Allah’a bırakmak şeytani bir tevekkül olur. Mümin, bir zorluk durumunda fiili dua mahiyetinde sebeplere de sarılır. Çünkü Rabbimiz, yalnızca sonucu değil, sebepleri de yaratmaktadır.

Kader kavramının bilincinde olmak, Allah’a tam teslim olmamızı sağlayacaktır; çünkü insan gereksiz yere korkular yaşar, hayatını zorlaştırır. Bediüzzaman kader konusunu, gemideki bir insanın, gemi giderken yükünü omzuna alıp, sırtında taşımasına benzetir. Oysa gemi o yükü zaten götürmektedir; kişi yükü sırtına taşıyarak boşuna kendine eziyet eder. Özetle; her iş olacağına, yani Allah’ın belirlediği şekilde bir sonuca varır ancak insanlar boş yere tedirgin olup acı çekerler.

Kötü İle Kıyaslamak

Birçok insan, Allah’ın herşeyi kendileri için özel olarak yarattığını düşünmediğinden, kendi durumunu başka kişilerle kıyaslar. Kendisinden kötü durumdaki kişilerden örnekler vermek, Allah’ın herkes için bir kader belirlediğini, kendi kaderi içinde –eğer kişi samimiyse- mutlaka herşeyin lehinde ve en güzel şekilde yaratılacağını düşünmemesi anlamına gelir.

Bu gerçekleri tam olarak kavrayamayan kişiler, “kaderde herşey belirlenmişse, dua etmeye ne gerek var?” diye düşünebilirler. Oysa dua, gerçekte bizi kaderimizde var olana doğru yönlendirir. Duasını yapmamız, Allah’ın icabet edecek olması anlamındadır. Kaderimizi takdir eden de, bize dua etmeyi ilham eden de Allah’tır. İmam Rabbani bu konuda şöyle söylemektedir:

“Bir şeyi istemek, ona nâil olmak (onu elde etmek) demektir; Zirâ Allahû Teâlâ kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez.”

Başına bir musibet geldiğinde,  kader gözüyle bakıp, “Allah’tandır” diye düşündüğünde insan rahat eder. İman sahibi, “Allah’ın kaderi ne güzel, sonu hayır olacak” şeklinde düşünmelidir. Ancak Allah’ın bunu diyebilecek gücü vermesi için de dua etmelidir. Ve bu dua bir kez değil, sürekli olmalıdır.

Fuat Türker

www.NurNet.Org

Bediüzzaman Hakkında Kısa Kısa…

Asrın Müceddidi Bediüzzaman

Cenab-ı Hak asırlar boyunca dini tecdid eden ve karanlıklı, girdaplı yollarını tenvir eden müceddidler gönderiyor. İşte bu şeref ve fazilete nail olan zatlardan birisi de Bediüzzaman Said Nursi’dir.

Bediüzzaman Said Nursi, Bitlis vilayetinin Hizan kazasının Nurs köyünde, 1876 yılında doğdu. Babasının ismi Mirza, annesinin ismi Nuriye’dir. Ailenin yedi çocuğundan dördüncüsüdür. 84 yıla sığdırdığı çileli hayatının her anını iman ve kur’an hizmetiyle geçirmiş nadire-i hilkat bir alimdir. Ama O’nun ilmi diğer alimlerin ilminden farklıydı.Hayatına ve eserlerine baktığımızda ilminin kesbi olmayıp, vehbi olduğunu her satırında görebiliyoruz.

Said Nursi bir gün rüyasında kıyametin koptuğunu görür. Bu esnada Peygamber Efendimizi(sav) ziyaret etmeyi arzu eder.Peygamberimizi nasıl ziyaret edebileceğini düşünürken, gidip sırat köprüsünün başında beklemek aklına gelir.

Bütün insanlar buradan geçer ve Peygamber Efendimiz de buradan geçerken ziyaret edip elini öperim, diyerek sırat köprüsünün başında bekler. Orada bütün peygemberlerle görüşür ve onların elini öper. Nihayet son peygamber Hz.Muhammed (sav)’in ellerine kapanır ve O’ndan ilim talep eder. Hz.Peygamber (sav):’Ümmetimden sual sormamak şartıyla sana İlm-i Kur’an verilecektir’ diye müjde verir.Heyecan ve sevinç içinde uyanır.

İlme ziyade meftun olan Said Nursi’de, bu rüya üzerine ilme ve ilim tahsiline şiddetli bir iştiyak uyanır.Bu sebeple köyünden ayrılıp ilmi tahsile çıkar. Çok kısa zamanda medreselerde okutulan ilmi tahsil eder. Aynı zamanda 90 cilt kitabı da hafızasına alır. Hıfz ile zekanın bir arada bulunması nadirdir.Lütf-i ilahi ile ikisi de Said Nursi’de cem olmuştur ve zamanın alimleri tarafından Bediüzzaman (zamanın garibi) adıyla yadedildi.

Bediüzzaman’ın en önemli özelliklerinden birisi de, sadece din ilmini değil, aynı zamanda tarih, coğrafya, matematik, jeoloji, fizik, kimya, astronomi ve felsefe gibi ilimleri de tahsil etmiş olmasıdır. Zaten asıl gayesi de fen ilmiyle din ilmini bir arada okutmaktı.

”Aklın nuru fen ilimleri kalbin nuru din ilimleri, ikisinin birleşmesiyle hakikat ortaya çıkar.Birbirlerinden ayrıldıkları vakit, birincisinden hile ve şüphe, ikincisinden de taasub(körü körüne bir şeye bağlanma) ortaya çıkar.”

Bediüzzaman islam aleminde yeni bir irşad ve tebliğ hareketi başlatmıştır. O, maneviyat aleminde bir sultan olduğu gibi, irşad aleminde bir müceddiddir. İnsanlığı kuşatan, gençliği kasıp kavuran imansızlık ve ahlaksızlık cereyanları gibi bütün küfür ve dalalet buzlarını eriterek, bu asrı ilim ve irfanıyla saadet ve selamete çıkaran bir güneştir. Anadolu’nun ıssız ve tenha bir köşesi olan Nurs köyünün ufkunda doğan bu güneş, bütün dünyaya yayılarak paslanmış vicdanları, çorak çöllere dönmüş fikir ve kalpleri cennet bahçelerine çevirdi.

Bediüzzaman Van’da iken, Tahir Paşa gazetede çıkan müthiş bir haberi göstermiş. Haberden anlaşıldığına göre İngiliz Müstemleke Nazırı Gladstone elindeki Kur’an-ı Kerimi göstererek şöyle demiş: ‘Bu Kur’an müslümanların elinde bulundukça biz onlara hakim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, ya Kur’an’ı ortadan kaldırmalı veya müslümanları ondan soğutmalıyız.’Bu müthiş haberi okuyan Bediüzzaman ”Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş olduğunu ben dünyaya göstereceğim ve ispat edeceğim.” deyip hayatı boyunca mücadele edip vecizane söylediği sözü isbat etti ve şöyle diyordu:

Bir tek gayem var. O da mezaristana yaklaştığım bu zamanda, islam memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşların seslerini işitiyoruz. Bu ses alem-i islam’ın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve müslümanları imana davet ediyorum.” (Şualar,s.427)

O bereketli ömrünü hep iman kurtarmak ve imansızlık hastalığını tedavi etme faaliyetleriyle geçirmiştir. Asla kendi rahat ve menfaatini düşünmemiş, 28 sene hapse sürüklendiği, 21 defa zehirlendiği, sebepsiz yere türlü türlü işkencelere maruz kaldığı halde, bakalım bu yüksek hamiyetli zat, sarsılmaz imanıyla, tarife sığmayan cehd ve gayretiyle neyi düşünüyor?: ”Bana ızdırap veren, yalnız islamın maruz kaldığı tehlikedir. İşte benim ızdırabım, yegane ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeğe bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkatlere maruz kalsam da, iman kalesinin istikbali selamette olsa.’ Ve yine şöyle der:

Beni nefsini kurtarmayı düşünen hodgam bir adam mı zannediyorlar.Ben cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de. Seksen küsür senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti.

Çekmediğim cefa, görmediğim ceza kalmadı. Divan-ı harpte bir cani gibi muamele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan menedildim.Defalarca zehirlendim.Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım .Zaman oldu ki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim beni intihardan men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti. İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felaket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı saadet ve selameti yolunda nefsimi ve dünyamı feda ettim .Helal olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü bu sayede Risale-i Nur hiç olmazsa birkaç yüz bin, birkaç milyon kişinin, adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon savcısı beşyüzbin demişti. Belki daha ziyade imanı kurtarmağa vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım, fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd olsun.

Sonra, ben cemiyetin iman selameti yolunda ahiretimi de feda ettim. Gözümde ne cennet sevdası var ne de cehennem korkusu. Cemiyetin imanı namına bir Said değil bin Said feda olsun. Kur’anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem. Orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım, çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.”

İşte insanı en çok meftun eden O’nu o külli şeref ve mertebeye yükselten meziyetlerden biri de güneş gibi parlayan sağlam imanıdır.

Ne yazıktır ki, bağrımızdan fışkırmış, bu millete şeref kazandırmış, karanlıkta kalmış gönüllerimizi aydınlatmış, Hak yolundan sapmış, dalalette boğulmuş insanları dalaletten kurtararak Hak yoluna getirmiş bu nurlu, faziletli, vatanperver, iffetli ve gayretli zat, bizden hürmet yerine sadece türlü türlü işkence ve zulüm görmüştür.

Fakat O, bundan hiçbir zaman yılmamış, bir adım bile yolunu değiştirmemiştir.Aksine O, hakkalyakin derecesinde inanmış ki, mücadelesiz, ızdırapsız ve fedakarlıksız hiçbir dava kök tutmaz. Bu inanç ve gayretle hizmetine devam etmiş ve şu an milyonları aşan hakiki ve sadık talebeleri bütün dünyaya Kur’an’ın sönmez nurunu karanlık gönüllerde birer meşale gibi yaymış ve aydınlatmış.S öndürülmek için yapılan tazyik ve işkenceler, nurunun daha ziyade parlamasına neden olmuştur. Allah’a binlerce kez şükürler olsun.

Bediüzzaman’ın kitaplara sığmayan bir derya gibi hayatının bir damlasını bile olsa acizane ifade etmeye çalıştım. Fakat Bediüzzaman’ı tam olarak anlayabilmek için mutlaka ilim deryası olan eserlerini okumak gerekir.

Mehmet Naci Sönmez

www.NurNet.org

İslamı Araştıran Amerikalıların Soruları

Ruba vakfından telefon geldiğinde çalışıyordum. Telefon eden kardeş bana; sekiz Amerikalı’nın İstanbul’a ziyaret amaçlı olarak geldiklerini, şu an Eyüp Sultan’da bulunan İlim Yayma Cemiyeti’nde olduklarını ve onlarla ilgilenip ilgilenemeyeceğimi sorduğunda hiç düşünmeden evet dedim. O esnada uzakta olduğumdan dolayı uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra yanlarına ulaştım.

Gruba rehberlik eden kişi Dean isminde, Türkiye’de İngilizce öğretmenliği yapan bir Amerkan vatandaşıydı. Kendisi aynı zamanda Üsküdar’da İngilizce Risale-i Nur derslerine iştirak ettiğini söyledi. Grup sekiz kişiydi. Amerikanın farklı eyaletlerinden; Teksas, New Jersey gibi yerlerden gelmişlerdi. İlk olarak tanıştık. Çoğunluğu genç olan, son derece saygılı ve araştırıcı bir karakterde olduklarını sorularıyla belli eden insanlardı. Ne kadar tuhaf bir şey; dünyanın ta öteki ucundan, Amerika’dan gelen insanlar dini hususlarla ilgili o kadar araştırmacı nitelikte sorular soruyorlardı ki insan hayret etmekten kendini alamıyor doğrusu!

Sordukları ve elimden geldiği kadar cevaplamaya çalıştığım sorular şunlardı:

  •  Hz.İbrahim(a.s.) ve Hz.İsmail(a.s.)’dan Kur’an’da nasıl bahsedilmektedir?
  •  Hz.İsa(a.s.) ve Hz.Meryem hakkında Kur’an- Kerim’in ifadeleri nelerdir?
  •  Hz. Muhammed(s.a.v.) hayatında hiç yalan söylemiş midir?
  •  Günümüzde şiddet ve terör ile ilgili olarak sık sık müslümanların adları geçmektedir. Siz müslümanlar bu olaylara karışanlar hakkında neler düşünüyorsunuz?
  •  İncil’i hiç okudunuz mu?
  •  Kur’an-ı Kerim ilk yazıldığı haliyle muhafaza edilmiş midir?
  •  Risale-i Nur’a islam aleminde nasıl bakılmaktadır?

Yukarda sayılan bu sorular, onların hakikati arayan bir yapıda olduklarının en güçlü kanıtlarıydı. Yapılan sohbetin ardından Eyüp Sultan Hazretlerinin türbesini ve Eyüp Sultan Camiini birlikte gezdik. Camiin atmosferi onları da derinden etkilemiş olmalı ki; içerde hayret dolu bakışlarla etrafı süzerek bir köşeye oturdular ve uzun süre etrafı seyrettiler. Ardından, Camiin etrafındaki çarşıyı gezdik. Tesbih ve Zemzem suyu ilgilerini çekmiş olmalı ki bunlarla alakalı sorular da sordular. Ardından samimi ve içten dileklerle vedalaştık.

Birkaç gün sonra, grubun rehberliğini yapan Dean ile bir telefon görüşmemiz oldu. Gerçekleştirdiğimiz sohbetten Amerikalı grubun son derece memnun olduğunu ve düşüncelerinde olumlu değişikliklere neden olduğunu belirtti. Kendisinin halen Hristiyan olmasına rağmen, Risale-i Nur derslerine devam ettiğini ve İslamla ilgili araştırmalarına devam ettiğini söyleyerek bu hususlarla ilgili sohbet etmek istediğini belirtti.

İstanbul’a gelen birçok yabancı insan hakikatı arama peşinde ve bu hususta onlara yardımcı olabilmek bizlerin vazifesi. Umarım bunu elimizden geldiğince gerçekleştirebiliriz.

Nurnet Ekibi – İstanbul/Eyüp

www.NurNet.org 

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version