Kilisede İslam Konferansı

İbrahim (A.S.) ve Risale-i Nur’da Diyalog

Risale-i Nur bu asrı ve gelecek asırları nurlandıran bir nurdur. Rabbim bizleri perde etmesin. Nurun paklığına, aydınlığına bizimle gölge düşürmesin. Hidayet Rabbimizin elinde, kalpler de Onun yed-i  tasarrufunda. Şahıslar, kabiliyetler, yetenekler, istidatlar, planlar, projeler, büyük fikirler vesaire değil, Rabbimiz ve Halıkımız, Kerim ve Rahman isimleri ile Hadi ve Halim isimleriyle bu millete muamelede bulunuyor. Bizlerde şahitlik ediyoruz. Ya Rabbi bizi şahitlerden yaz diye diliyor ve dileniyoruz. Perişan halimiz, ihlastan yoksun tavırlarımız, bir şey biliyor edamız ve hodfuruşluğumuz için de Rabbimizden af diliyoruz.

Bu gibi hizmet haberlerinin nakli bir derece lahikalardaki iman hizmetlerinin kardeşler arasında şevke ve ümide medar olması içindir. Yoksa birilerini nazara vermek, birilerini ön plana çıkarmak gibi çok süfli ve gayet adi, pespaye, riya ve sum’a için değildir.

Zira nefis cümleden edna, vazife cümleden aladır. Rabbim dudaklarımızla değil nefsülemirde batınımızda bu manayı bize hissettirsin. Amin.

25 Kasım 2010, saat 18.30 da  kendilerine Mormon Hristiyanları ismini veren bir grup tarafından ikinci kez kiliselerinde konferans vermek uzere davet edilmiştik.

Akşam namazı vaktine tevafuk eden konferans öncesi, kilisede bir oda temizlenmiş, resimler dışarı çıkartılmış, yerlere halılar serilmiş ve mescid yapılmıştı.

Bundan iki üç sene evvel plaza denen bölgede bir debate (tartışma) programına davet edilmiştik. Bu toplantıda papazlar incili anlatıyor, kutsal ruhtan dem vuruyor, İsa’ya inanmayanların ebedi hüsrana uğrayacaklarından bahsediyorlardı, müslüman ulema da buna karşın, İncildeki tenakuz ifadelerini, hristiyanların şirk içinde olduklarını, İncilin uydurma olduğunu vesaire anlatıyorlardı, hatta iş hakarete kadar varıyordu.

Bize sorduklarında İsa kimdir diye, evvela diyorduk, hristiyanlık  semavi bir dindir. Hristiyanlık tevhid dinidir ve İsa (as) tevhid peygamberidir, bunun dışında ki tüm öğretiler beşeridir, semavi değildir.  İsa (as) kim değildiri değil İsa (as) İslamda kimdir Onu anlatmamız lazım. İsa (as), Ruhullahtır, Mesihtir, babasız olarak mucize eseri olarak dünyaya teşrif etmis en büyük –ululazm- beş peygamberden birisidir. Annesi kainat hanımları içerisinde en değerli hanımlardan birisidir. Biz böyle Hz.İsa ve Hz.Meryem Annemizi anlatınca kiliseden gelen papazlar gelip kilisede bunları anlatmamızı istemişlerdi. Hz.İsa (as) ın tevhid üzere olduğu, en büyük davasının tevhid olduğu, İncilde buna dair yüzlerce ayetler bulunduğunu anlatıp İncildeki tevhide dair ayetleri okumaya başladık. Mesela; “işitin ey israiloğulları, sizin de Rabbiniz benimde Rabbim olan Allah birdir. Onun eşi ve benzeri yoktur.”   “en büyük iki esas; Allah birdir ve bütün mevcudiyetinizle Onu seveceksiniz, ikinciside komşunuzu seveceksiniz” bu ve buna benzer tevhid ayetlerini incilden okuduk.

İşte bu konuşmalardan sonra artık kiliselerde dersler mutad hale geldi, hatta bir kaç sene içerisinde 10 kadar hristiyan misyoner papaz, İslam ile şereflendi.

Dün ise Mormon kilisesindeydik. Buraya tebliğimizin özetini almak istiyoruz;

Tebliğimiz Kuran’da diyalog, Bediüzzaman ve diyalog, tevhid Peygamberi, Allah dostu Hz.İbrahimden oğreneceğimiz 7 husus ve Hz. İbrahimden dualar diye dört bölümden oluşmaktadır.

Bu tebliğin bir kilisede sunuldugu unutulmamalıdır.

Kuran ve Diyalog

Bir ayeti kerime de Rabbimiz “ey insanlar! Şüphesiz ki biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık birbirinizi tanımanız içinde sizleri kabile kabile, millet millet halkettik, doğrusu Allah katında sizin en ustun olanınız, en takvalı olanınızdır. Muhakkak ki Allah Alimdir Habirdir.…” burada 26.mektuptaki milliyetçilik bahisleriyle alakalı bir kaç cümle zikrettik.

Daha sonra Maide Suresi 82.ayet-i kerimede Hıristiyanlarla alakalı kısmı okuduk ki orada Rabbimiz; “Muhakkak ki iman edenlere sevgi cihetiyle en yakını olarak da, “doğrusu biz Hıristiyanız” diyenleri bulacaksın. Bunun sebebi onların içinde âlimlerin ve ibadet ehli rahiplerin bulunması ve gerçekten onların mütevazı olup kibirlenmemeleridir.” buyuruyor.

Hemen akabinde ki ayette ise o rahiplerin Kuranı dinledikleri zaman gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün buyurmaktadır Rabbimiz.

Ankebut suresi 46.ayet-i kerimede Rabbimiz bize ehl-i kitap ile nasıl muamelede bulunmamız gerektiğini öğretir ve bize der; “İçlerinden zulmedenler hariç, ehl-i kitapla ancak o en güzel olan suretle mücadele edin ve deyin ki; “biz bize indirilene de ve size indirilene de iman ettik; bizim ilahımız da sizin ilahınız da birdir ve biz ancak Ona teslim olanlarız.”

Bediüzzaman Said Nursi ve Diyalog

A-      İmam Nursi son asrın en mükemmel sulh temsilcisi, en berrak diyalog numunesidir. Bediüzzamanın  hayatı evvela Rabbisiyle diyalogdan, sonra mahlûkat ile diyalogdan ve belki çok ender insana nasip olacak kendisiyle diyalogdan ibarettir. Risale-i Nur Külliyatı baştan sona bir diyalog seyyahının müşahedatıdır.

B-      İmam Nursi cehalet, zaruret ve ihtilafı asrın üç hastalığı ve insanlığın üç düşmanı olarak tespit etmiş, tedavi için ise Kuran eczanesinden aldığı su ilaçları tavsiye etmiştir; sanat, marifet ve ittifak.

C-      21.asrın  dalalet ve cehalet ummanı inancın yeniden keşfi ve imanın tecdidini zaruri kılmaktadır.  Risale-i Nur ise İmanın ve inancın bu fen ve dalalet asrında yeniden inşası için, değil yalnız Müslümanlar mabeyninde hem Hıristiyanlar ve hem bütün insaniyet için yazdırılmış Kuranın bu asrın fehmine bir dersidir.

D-       20. Lem’a’da Üstad Bediüzzaman ahirzamanda hakiki dindar İseviler manasında bir Hıristiyan cemaatin vücud bulacağından bahsetmektedir ve bunu da hadisin manalarından anladığını söylemektedir.

E-      2.dünya harbinden sonra yazmış olduğu mektuplarda diyalogdan öte Müslümanların Hıristiyanlarla işbirliği yapması gerektiğini de ifade etmiştir.

F-      Yine 1946 da yazmış olduğu mektubunda, hem nurcuları hem dindar Hıristiyan misyonerlerini teyakkuza davet ediyor ve Doğu Avrupa’ya doğru yayılan kominizim tehlikesine karşı beraber mücadele etmekten söz ediyordu.

G-      Vefatından beş yıl önce Bağdat Paktını müdafa edip tebrik eden bir mektubunda; bu pakt ile sadece 400 milyon Müslümanı değil 800 milyon Hıristiyanı da kendinize dost edeceksiniz ve her zamandan daha ziyade ihtiyacını hissettiğimiz sulhu umumiye mühim hizmet edeceksiniz diye beyanda bulunmaktadır.

20.Lema’dan 9 Emir

Bu esasatı belirttikten sonra Nurun en mühim risalelerinden olan İhlâs Risalesinde Üstadımızın ders verdiği 9 emri sunum tarzında dinleyicilerle paylaştık;

1.    Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun  fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın.
2. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek,
3. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, “Mesleğim haktır” yahut “daha güzeldir” diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden “Hak yalnız benim mesleğimdir” veyahut “Güzel benim meşrebimdir” diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek,
4. Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle,
5. Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüt sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevinin dehasıyla hücumu zamanında, o şahs-ı maneviye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevi çıkarıp, o müthiş şahs-ı manevi-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek,
6. Ve hakkı, batılın savletinden kurtarmak için,
7. Nefsini ve enâniyetini,
8. Ve yanlış düşündüğü izzetini,
9. Ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk etmekle ihlâsı kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder.

Bu dokuz emir içinde bir haşiye var; “Hatta hadis-i sahihle,  âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur’ân ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hıristiyanların hakikî dindar ruhanîleriyle dahi, medar-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.

H-      Ve Bediüzzaman kendi şahsi gayretleriyle 1950 senesinde bizatihi hazırlatmış olduğu el yazma Risale-i Nur Külliyatından 25.Söz ve 19.Mektup gibi Kuranın mucizeliğini ve Efendimizin (a.s.m) nübüvvetini anlatan eserlerini  Papa 12. Pius’a göndermiştir.

J-      22 şubat 1951 tarihli Papalığın göndermiş olduğu teşekkür mektubunu da yine Risale-i Nur Külliyatından Emirdağ Lahikası 2 mektupları arasına dercetmiştir.

K-   Bediüzzama’nın kitap hediyelerinden takriben 10 sene sonra ikinci Vatikan konseyi toplanmış ve Müslümanlar ilk defa Hak Din takipçileri olarak zikredilmiştir.

L-   1953 senesinde Bediüzzaman İslam Hakikatlerini anlatmak ve bir diyalog zemini arayışı için İstanbul’da Patrik Atenegoras’i ziyaret etmiştir.

Hz. İbrahim, Allahın dostu ve Tevhid Peygamberi

1-      Eski Atik Yaratılış kısmi 12.bolum 1.ayetten itibaren  Rabbisinin İbrahimden memleketini terk edip başka bir diyara (Harrandan Mısıra) gitmesi emriyle başlar. Bildiğin her şeyden ayrıl, tanıdıklarını terk et, ünsiyet ettiğin vatanını, aileni, tanıdığın bildiğin memleketini terket, yeni bir diyara git, yeni insanlarla tanış, farklı insanları gör.

21.yy da bu öğretiden alınacak çok büyük dersler olacak. Kendi ruhani dünyamızdan başkalarının ruhani dünyasına seyahat etmek. İkinci elden başkalarıyla- ötekiler hakkında- öğrendiklerimizi bizatihi kendilerinden dinlemek. Ve bizimle alakalı başkalarının başkalarına anlattıkları şeyleri başkalarının yeniden gözden geçirmelerine vesile olmak. Ruhani hicretler içerisinde bulunmak kısacası.

Günümüz dünya problemlerinin çözümü kata ve asla bir milletin veya bir ideolojinin tek başına çözemeyeceği kadar büyük ve karmaşık. İslam dünya problemlerinin çözümünde hususiyle Risale-i Nur ile bu asırda çok büyük bir açığı kapatmakla birlikte daha yapılacak ve ulaşılacak çok yer ve çok şey olduğu unutulmamalıdır. Dünya bugün Hıristiyan ve İslam dünyasının dört şey için birlikte çalışmasını beklemektedir; adalet, ahlak, barış ve insan hürriyeti.

İbrahim Peygambere hicretinde verilen söz; “şüphesiz biz seni büyük bir millet yapacağız” idi. İste bizler İbrahimi Milletin ahfadıyız. İshakiler ve İsmaililer olarak söz verilmiş milletler bizleriz. Bu büyük milletler büyük sorumluluklar taşımaktalar. Bizler âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir millet olarak sorumluluğumuzun bilincine varmamız gerekmektedir.

2-      İbrahim (a.s) İncil’de de Kuranda da kerim bir ev sahibi olarak karşımıza çıkar ve öyle tanıtılır. 11,5 milyon insanin hala kamplarda, 25 milyon insanın ise evinden edildiği, toplumundan şu veya bu sebeple sürüldüğü dünyada İbrahim’den öğrenilecek, bir kerim ve misafirperver Nebiden öğrenilecek çok şey olmalı.

Hz. İbrahimin kendi şehrini terk etmek zorunda bırakılması, Hz. Musanın bir gece vakti İsrailoğullar ile Mısırdan kaçmaları, bebek İsa’nın Herodun askerlerinden Mısır’a annesi tarafından kaçırılması, ilk inanan Müslümanların Etiyopya’ya sığınmaları,ve sonrasında Bizatihi Resulullahın (a.sm) Medine’ye hicreti…ve şimdi bu asırda Afgan ve ıraklı muhacirlerin hali ve dünyanın dört bir tarafında hicrete zorunlu bırakılmış insanların hali. İbrahim (a.s) bizi ikrama davet etmiyor mu sizce de…

3-      İbrahim(a.s) Allah’ın dostudur. Halilullahtır fakat İbrahim (a.s)  insanlarında dostudur. Dost canlısı bir insandır. Darusselam Meliki Melkizedek ile yaptığı anlaşma, karşılıklı saygı ve sevginin en güzel örneklerinden birini oluşturmaktadır.

4-      İbrahim (a.s) barış tesis eden ve bu uğurda hak ve hukukundan feda eden bir peygamber olarak karşımıza çıkar, kendi teyze oğlu Lut’a ey Lut Rabbimin mülkü geniştir, sen nereyi alırsan al, geri kalan da banadır demiş, hakkından feragat etmiştir. Fakat bu feragat kabileler arasında dostluk ve kardeşliği pekiştirmiş, nefret ve savaşın önü alınmıştır.

5-      Davası uğruna ateşlere atılan ve sonrasında o ateşlerin gül bahçelerine döndüğü İbrahim’in (a.s) da bize anlatacağı çok şey var. Son asırda dünyanın en ücra köşelerine kadar maddiyunluk ve seküler eğitim götürülmüş ve din tamamıyla hayatin her alanından çıkartmaya kadar varmıştır. Fakat görüldü ki ne dünya savaşları, ne ideolojik çatışmalar, ne soğuk savaş ne sıcak çatışmalar beşerin hafızasından din hakikatini atamadı. İbrahim (a.s) gibi ateşlere atıldılar ama o ateşlerden güller gülistanlar saçıldı. Din temsilcilerine ve fikir önderlerine yapılan haksızlıklara karşı bütün dini grupların beraber hareket etmeleri de İbrahim’in (a.s) kıssasının bir öğretisi olduğunu düşünüyoruz.

6-      İbrahim (a.s) kıssasında herhalde en mühim noktalardan biride Hacer annemiz olmuştur, olmalıdır. Şefkat Kahramanı hanımlar. Acz ve fakr içerisinde fakat irade-i ilahiyeye tam teslim olmuş muttaki hanımlar.

Hz. İbrahim kıssası ile alakalı daha birçok noktaya değinildi ve konuşma şu ayetlerle son buldu;

Şuara Suresi 69- 104

69.       Ey Muhammed! Onlara İbrahim’in haberini de oku.

70.       Hani o, babasına ve kavmine, “Neye tapıyorsunuz?” demişti.

71.       “Putlara tapıyoruz ve onlara tapmağa devam edeceğiz” demişlerdi.

72.       İbrahim, dedi ki: “Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı?”

73.       “Yahut size fayda veya zararları dokunur mu?”

74.       “Hayır, ama biz babalarımızı böyle yaparken bulduk” dediler.

75,76.  İbrahim, şöyle dedi: “Sizin ve geçmiş atalarınızın taptığı şeyleri gördünüz mü?”

77.       “Şüphesiz onlar benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabbi olan Allah, dostumdur.”

78.       “O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir.”

79.       “O, bana yediren ve içirendir.”

80.       “Hastalandığımda da O bana şifa verir.”

81.       “O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır.”

82.       “O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur.”

83.       “Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat.”

84.       “Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl.”

85.       “Beni Naîm cennetinin varislerinden eyle.”

86.       “Babamı da bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlardandır.”

87.       “(Kulların) diriltilecekleri gün beni utandırma!”

88.       “O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!”

89.       “Allah’a arınmış bir kalp ile gelen başka.”

90.       Cennet, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılacak.

91, 92, 93. Cehennem de azgınlara gösterilecek ve onlara, “Allah’ı bırakıp da tapmakta olduklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?” denilecek.

94, 95.  Artık onlar ve o azgınlar ile İblis’in askerleri hepsi birden tepetakla oraya atılırlar.

96.       Orada onlar taptıklarıyla çekişerek şöyle derler:

97.       “Allah’a andolsun! Biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.”

98.       “Çünkü sizi, âlemlerin Rabbi ile bir tutuyorduk.”

99.       “Bizi ancak (önderlerimiz olan) suçlular saptırdı.”

100.     “İşte bu yüzden bizim şefaatçilerimiz yok.”

101.     “Candan bir dostumuz da yok.”

102.     “Keşke (dünyaya) bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak.”

103.     Elbet bunda bir ibret vardır. Onların çoğu iman etmiş değillerdi.

104.     Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi olandır, çok merhametli olandır.

Bu ayetler ile bir hitamuhul misk oldu. Konferanstan sonra çokları kitaplarımızdan istediler. Kurandan sordular. Hz. İbrahim kıssasının bu denli güzel anlatılmış olması şaşırtıcı dediler. Ve birçoğu bugün 1 saat içersinde o kadar çok şey öğrendik ki diyenler oldu. Bir çokları adres ve telefonlarımızı istiyordu. Hatta bir Hollandalı 50 yaşlarında bir Misyoner yanımıza gelerek, çok sasırdım, bu ne kadar güzel bir ders, bu ne kadar güzel bir tebliğ, o kadar meraklandım ki simdi Kuranı okumaya ve bahsettiğiniz kitapları almaya. Bana size ulaşabileceğim bir adres veya telefon verebilir misiniz? Diyordu.

Rabbim kalplerimizi ve kalplerini Risale-i Nur’a musahhar etsin ve iman nasip etsin inşaallah.

Muhammad Rıza  DALKILIÇ
Filipinler Risale-i Nur Enstitüsü

Malezya’da bir okuma programının bereketi

Malezyadan binler selam ve dua ile

Değerli ağabeylerim,

Malezya’da üniversitelerin ara tatilinde yaptığımız okuma programı inşallah Cenab-ı Hakkın rızasına nail olmuştur.

Okunan Nur Risaleleri hem dünyada hem ahirette saadete mazhar semerelere inkılâp edeceği emeli ve arzusundayız. Çok farklı ülkelerden katılan kardeşlerin katılımı nurların istikbalde farklı mecralarda intişarına bir kanaat-i yakine vermek ile beraber; kader-i bir remzi ilahidir diye ümit  ediyoruz.

Ayrı gruplar şeklinde yaptığımız okuma programının ilk bölümüne dershanede kalan birkaç kardeş ve Arap ülkelerinden gelip üniversitede lisans ve mastır yapan kardeşlerin katılımıyla gerçekleşti.

Moritanya, Çad, Eritre, Irak, Etiyopya, Arnavutluk, Türkî ülkeler ve Türkiye. Bütün ülkelerden birer kişi sanki temsilen gönderilmişler gibi….

Ayrıca Program yerine ev sahipliği yapan Malay Hüseyin Ağabey ve Yeni Zelanda asıllı Ressam Birdy Amcada ayrı bir renk kattı okuma programına.

Bu okuma programında çok okumaktan ziyade bilakis Arap kardeşler ile olan ihlâs, uhuvvet ve diğer küçük kitapların mütalaaları feyze ve istifadeye medar olduğu kanaatine vardık. Zira bu kardeşler okuma programı anlayışını bittecrübe bilmediklerinden biz de dönerli okutarak ve mütalaa ederek nurlardan istifade ve istifaza yolunu aradık. Neticede Arap kardeşlerin nasıl istifade ettiklerini sorduğumuzda Risale-i Nura olan birçok övgüyle beraber Bediüzzaman’ın birçok ilmi birleştiren tarzı beyanları olduğunu itiraf ettiler. Ve yine diyorlardı ki nasıl yıllarca Osmanlılar İslamiyetin bayraktarlığını yaptı ve halifeliği yıllarca devam ettirdi; şimdi bunu yine devam ettirecek Türkiye milletidir diye kanaatimiz geliyor dediler. Bunlara bu fikri veren elbette Risale-i Nurun parlak hakikatleri ve bu hakikatlere ayinadarlık eden dershanedeki kardeşlerimizin hüsnü misal olmasıdır. Hakikaten dershanedeki kardeşlerimiz bu noktada ciddi gayret içerisinde bulundular Allah razı olsun. Bu bizim nazarımızda şunu da ifade ediyor ki bu zamanın farz bir vazifesi olan ittihad-i İslamı Risale-i Nur bu şekilde yerine getirmiş oluyor.

Bu Arap ve Afrikalı kardeşlerimiz program sonunda birer ikişer risale aldılar ve bitirdikten sonra yenilerini istinsah edeceklerini söylediler ve inşallah başka programlara katılacaklarını vaat ettiler.

Hafta sonu esnaf ve diğer ağabeylerin katılımı, şahsı manevinin ahengine daha güzel bir mana katmış oluyordu.

Program boyunca Avustralyalı Ressam Birdy amca hep bizimle olmaya çalışıyordu, yemeklerde yanımıza gelir bizde ona imani mevzulardan bahisler eder o da dikkatlice dinlemeye çalışır “sizleri dinlemek ve beraber olmak çok hoşuma gidiyor bunu ruhen hissediyorum” derdi. Namazlarda yanımıza gelir kendisi kılmasa da seyreder “manevi âlemde sizinle beraber olmaya çalışıyorum” derdi. Hatta bir defasında abdesti merak etmiş bir kardeşimizde ona öğretmeye çalışmıştı. Her ne ise çok mübahaseler oldu. En nihayet o İslamiyeti sizinle daha iyi tanıdım ve bu dostluğunuzu ve samimi arkadaşlığımızı gittiği yerlerde anlatacağını ve sizleri daima hatırlayacağını söylüyordu.

Program yerine ev sahipliği yapan Yazar Malay Hüseyin Ağabeyde bizimle beraber olmaktan memnun olmuş ve her zaman bizleri misafir edebileceğini memnuniyetle ifade ediyordu. Kendisine verdiğimiz İhtiyarlar Risalesini okumuş ve bunlardan 10 tanede başkalarına da okutmak üzere sipariş vermişti. O da bize sürekli ikramlarda bulunur ve bizle mütalaalara çay ve yemeklerimize katılmaya çalışırdı. Ve nihayet program sonunda ayrılırken Avustralyalı Birdy Amca çok duygulandığını ve Malay Hüseyin Ağabeyin de gözyaşlarını tutamadığını bilmüşahade tanık olduk.

Dualarınıza çok muhtaç Malezya Nur Talebeleri

Evet, işte onlardır öne geçenler!

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Rab’lerine duydukları saygıdan dolayı çekinenler,

Rab’lerinin âyetlerini tasdik edenler,

Rab’lerine hiç ortak tanımayanlar,

Rab’lerine döneceklerine inandıklarından kalpleri titreyenler,

O’nun yolunda mallarını harcayanlar…

Evet, işte onlardır hayırlara koşanlar ve o işlerde öne geçenler!

[Mu’minun Suresi 23,57-61]

…….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdular ki:

“Kur’an’ın açıkça haram kıldığı şeyleri helal gören kimse, Kur’an’a iman etmemiş sayılır.”

(Tirmizi, Sevabül-Kur’an)

…….

Risale-i Nur’dan;

BİRİNCİ DEVÂ

Ey biçare hasta!

Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor.

Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor tâ ki meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin.

(25. Lem’a – Hasalar Risalesi)

…….

Cevşen’den ;

4-
1-Ey izzet ve güzelliğin gerçek sahibi
2-Ey saltanat ve celalin gerçek sahibi
3-Ey kudret ve kemalin gerçek sahibi
4-Ey büyük ve yüce olan
5-Ey kudret ve azabı şiddetli olan
6-Ey ikabı(azabı) şiddetli olan
7-Ey hesabı süratli gören
8-Ey katında güzellikler ve mükâfatı bulunan
9-Ey katında Ümmü’l-Kitap bulunan
10-Ey yüklü bulutları yoktan var eden

İftira Romanlarına En Güzel Cevap Osmanlı Kadınefendi Mimarisi

Onları Romanlardan Değil Kendi Eserlerinden Tanıyın !!!

Fırsat bulduğum zamanlarda muhakkak kitapcılara giderim. Yeni çıkan kitapları inceler faydalı bulduklarımı alıp okumaya çalışırım. En sevdiğim kitap türü ise tarihi içerikli olanlardır. İlmi, araştırma, gezi ve tarihi romanlar. Bu konuda gördüğüm hemen her kitabı alan ben, artık ne yazık ki tarihi roman türüne daha temkinli yaklaşıyorum. Çünkü birkaç yıldır ülkemizde başlayan ve Osmanlı Kadınefendilerini konu alan tarihi roman furyası ile birlikte tarihin nasıl bu kadar acımasızca karalanabileceğini ve masum insanlara nasıl bu kadar kolay iftira atılabileceğini görmüş bulunmaktayım.

Safiye Sultan ile başlayan; Bir Hürrem Masalı, Nurbanu, Hatice Sultan ve Kiraze ile devam eden bu karalama kampanyasında, Osmanlı Kadınefendilerinin çıkarcı, maddeci, makam ve mevki düşkünü, gayri ahlaki tavırlar içinde gösterilmeleri doğrusu beni çok şaşırttı. Bu kitapları kaleme alanların ciddi birer tarihci olmamaları bir yana, Dünyayı yöneten bir sarayın mensuplarına ithaf edilen akıl almaz hafifliklerde aslında gerçeklerle bağdaşmıyordu. Çünkü romanlarda bu kadınefendilere yakıştırılan tavırlar, Osmanlı Harem Sistemi denilen ve çoğu sözlü kurallara bağlı disiplinli bir müessesede sergilenmesi mümkün olmayan şeylerdi. Valide Sultan idaresindeki haremde padişah bile gönlünce hareket etme özgürlüğüne sahip değildi.

Osmanlı Sarayında yaşayan kadınlara atılan iftiralar bir yana, genel manada toplumun içindeki kadında bu saldırılardan payını alıyordu. Bu tarz çarpıtmalara göre O, hep evinde oturan, sokağı ancak kafes arkasından seyredebilen, sosyal hayatta hiçbir söz hakkı olmayan ikinci sınıf bir varlıktı.

Gerçekte bu eserleri kaleme alanların yaptıkları şey, hayallerindeki çirkin sahneleri sadece kağıda geçirmekten başka bir şey değildi. Onlar olanı değil, kendilerine göre olması gerekeni yazıyorlardı. Bu piyasa eserleri çok satınca arkası geldi. Üzücü olan şey ise, okuyanların bu romanlarda anlatılanları gerçekleşmiş vakalar olarak kabul edip böyle değerlendirmeleriydi. Peki işin aslı acaba neydi? Osmanlı Kadını gerçekten de eli kolu bağlı, iradesini kullanamayan bir konumda mıydı?

Sorunun cevabı gözlerimizin önünde duruyor. Belki adlarını defalarca duyduk, belki önünden yüzlerce kez geçtik. Onlar, Osmanlı Kadınının, değil toplumun dışında, bilakis sosyal hayatın tam ortasında olduklarını, arzu ettiği taktirde neleri yapabileceklerini ve Osmanlı Devlet anlayışında kadına verilen değeri gösteren en güzel semboller. Onlar Osmanlı Kadın Yapıları.

Yazının başından beri yanlışlığını anlattığımız bu romanların yazarları, eserlerini kaleme alırken başlarını kaldırıp da sadece İstanbul’un sokaklarına baksalardı, yazdıkları ile gerçek hayatın ne kadar büyük bir tezat oluşturduğunu göreceklerdi. Çünkü gayri ahlaki tavırlar içinde gösterdikleri Osmanlı Kadınları, en büyük hayır kurumları ve camileri inşa ettirmiş, para ve makam düşkünü karalamalarına karşı Onlar, dev külliyelerle toplumun hayatına hayat olmuş, cahil ve evinden çıkamaz iftiralarına karşı da en büyük okulları inşa ederek cevap vermişlerdi.

Kendisini sadece evinin değil halkının da anası olarak gören Osmanlı Kadınefendileri, toplumun ihtiyacı olan şeyleri yapmakta öncelikli olarak kendilerini vazifeli saymış ve elindekileri harcamak konusunda hiçbir tereddüt göstermemişlerdir.

Gelin şimdi sizlerle beraber sadece İstanbul sokaklarında gezerek bu anlattıklarımızı doğrulayalım.

Büyük bir toplumun ihtiyaçlarına toptan cevap veren en önemli yapılar şüphesiz külliyelerdir ve Osmanlı Kadınları da tarih boyunca birçok külliye inşa ettirmişlerdir. İşte onlardan biri Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultandır. Kendisi daha gençlik yıllarında Üsküdar iskelesinin karşısına, Mimar Sinan’a, içinde medrese ve imareti de olan bir külliye inşa ettirmiştir. Bugün bu medrese dispanser, imaret ise kütüphane olarak kullanılmaktadır. Mihrimah Sultan Külliye içindeki camiyi karanlık bulmuş, onun bu hoşnutsuzluğunu unutmayan Sinan, Mihrimah Sultan’ın yıllar sonra Edirnekapı’da yaptıracağı ikinci külliyenin camisini şimdiye kadar hiçbir camide yapmadığı kadar aydınlık olarak inşa etmiştir.

Bu külliyenin hemen karşısında halkımızın Yeni Valide Cami dediği, dev yapılar topluluğunu da 3.Ahmet’in annesi Emetullah Gülnuş Sultan yaptırmıştır. Bugün bu mübarek kadın, Osmanlı kadınına gösterilen değeri anlatırcasına, yaptırdığı külliyenin yola bakan kıyısında üstü açık bir türbede, o çok sevdiği beyaz güllerin arasında yatmaktadır.

Bazılarının yerden yere vurduğu, Peygamber Aşığı 1.Ahmet’in eşi Kösem Sultan’ın Üsküdar sırtlarındaki Çinili Camisi, medrese, hamam ve İstanbul’daki en büyük kervansaray tipli iş merkezi olan Büyük Valide Han’ı da bu valide sultanın alicenaplığı hakkında sanıyorum bizlere gerekli malumatı vermektedir.

Çinili Camiye gelmişken hemen yanındaki dev Atikvalide Külliyesini görmeden geçmek olmaz. 2.Selim’in karısı olan Nurbanu Valide Sultan, Mimar Sinan’a uzun uzun nasıl bir eser yaptırmak istediğini anlatmış ve Koca Sinan’da Üsküdar’ın bu sivri tepesine bir mimarlık harikası olan yapıyı; mektep, medrese, darüşşifa, darülkurra, imaret, kervansaray, hamam ve camisiyle birlikte inşa etmiştir.

Üsküdar Atik Valide Külliyesinden aşağıya inerken Kavsara Mustafa Baba Camisiyle karşılaşıyoruz. Kavsara Mustafa Baba tarafından yapılan ve 100 yıl kadar sonra yıkılan caminin Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmi Alem Valide Sultan tarafından yeniden inşa ettirildiğini görüyor ve Osmanlı kadınlarının sadece eser inşa ettirmediğini, yapılanları da koruduğunu anlıyoruz.

O güzelim boğazın üzerinden karşıya, Eminönü’ne geçelim. Eminönü iskelesinde bizi tüm haşmeti ile Yeni Cami karşılayacaktır. Bu büyük yapı herşeyi ile tam bir Osmanlı kadın mimari eseridir. Caminin inşaatını, Sultan 3.Murat’ın hanımı Safiye Sultan başlatmış fakat ömrü vefa etmemiş, inşaatı 4.Mehmet’in annesi H.Turhan Sultan tamamlamıştır. Ne yazık ki, 3 ciltlik Safiye Sultan romanını yazanlar, roman içinde bu kadın efendiyi, hayır için yaptırdığı Mısır Çarşısına sokarak türlü melanetler işliyor göstermekten çekinmemişlerdir. Halbuki Kahire’de yaptırmış olduğu hayır eserlerinden Yeni Cami ve Külliyesine kadar tüm bu yapılar, onların karalamalarına en güzel cevabı fazlasıyla vermektedirler.

Sultan Ahmet’e doğru yürüyelim. Kadırga Sırtlarında yine Mimar Sinan’a ait şirin bir külliye ile karşılaşacağız. Bu yapının şahsında Osmanlı kadınlarının sadece kendileri için değil, eşleri için de hayır kurumları inşa ettiklerini görmekteyiz. 2.Selim’in kızı İsmihan Sultan çok sevdiği kocası Sokulu Mehmet Paşa’nın vefatı sonrası bu külliyeyi onun adına inşa ettirmiş, hatta bu mabedi farklı kılmak için, caminin özel birkaç yerine Hacer-ül Esved taşının parçalarından koydurmuştur.

Kadırgaya gelmişken meşhur kadırga parkına da giriyor ve bugün İstanbul Surları içinde ayakta kalan tek namazgahı görüyoruz. Altında kare planlı çeşmesi olan ve merdivenle üst katına çıkılan namazgah 1.Abdülhamid’in kızı Esma Sultan’a ait. Bu yapının ışığında, namazgah inşa eden bir padişah kızının, Ortaköy Yalısındaki yaşamına ait çarpıtmaları hatırlıyor ve iftiranın bu kadarına pes demekten kendimizi alamıyoruz.

Sultan Ahmet yanından Gülhane’ye doğru inerken yine bir kadın mimari yapısıyla karşılaşıyoruz. 3.Ahmet’in kızı Zeynep Sultan Camisi ve bu caminin arkasında bugün de İlkokul olarak kullanılan mektebi. Fakat ne yazık ki yol yapım çalışmaları sırasında kaldırılan türbesi bir daha inşa edilmediğinden Zeynep Sultan’ın naşı, caminin bodrumunda yeni türbesinin inşa edileceği günü beklemektedir.

Ayasofya ve Sultanahmet Camisi arasında uzun ve kubbeli bir yapı dikkatimizi çekiyor. Bugün halı müzesi olarak kullanılan bu yer İstanbul’un en büyük hamamı olan ve Mimar Sinan’a yaptırılan Hürrem Sultan Hamamıdır. Kanuni Sultan Süleyman’ın hanımı Hürrem Sultan’ın, burayı kendi imkanları ile inşa ederken nasıl sıkıntılar çektiğini, Irakeyn Seferinde olan Kanuni’ye yazdığı mektuplardan öğreniyoruz.

Çemberlitaş’ta anıtın hemen yanında bulunan ve İstanbul’da yabancıların en çok rağbet ettikleri yerlerden biri olan Çemberlitaş Hamamı da bir başka valide sultan’ın, 2.Selim’in karısı Nurbanu Sultan’ın vakfiyesidir.

Yeniden Eminönü’ne doğru geliyoruz. Eminönü Karaköy arasını bağlayan meşhur Galata Köprüsü, bizlere yine başka bir Osmanlı Hanımefendisini hatırlatıyor. Burada köprünün olmadığı dönemlerde insanların karşıya geçmek için katlandıkları binbir sıkıntıyı gören Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmi Alem Valide Sultan, 1836 yılında buraya ahşap bir köprü yaptırıyor. İnsanlığa hizmet maksadıyla yaptırıldığından köprüye “Hayratiye” adı veriliyor.

Galata Köprüsünün Karaköy ayağına geçmişken bir sonraki Haliç Köprüsüne, Unkapanına doğru yürüyoruz. Unkapanı Köprüsünün Azapkapı ayağında İstanbul’un en muhteşem çeşmelerinden biriyle karşılaşıyoruz. 1.Mahmut’un annesi Saliha Sultan’ın yaptırdığı çeşmenin inşa hikayesi ise bir hayli ilginç.

Yıllar önce o civarda yaşayan fakir bir ailenin kızı olan Saliha Sultan, elinin testisiyle su doldurmaya gider. Fakat testi elinden düşer ve kırılır. Küçük kız başlar ağlamaya. Oradan arabasıyla geçmekte olan saray mensubu bir hanım bu manzarayı görerek arabadan iner ve ağlayan kıza testinin parasını vererek artık ağlamamasını söyler. Fakat Saliha Sultan’ın verdiği cevap karşısında şaşkına döner. Saliha Sultan “Testinin kırıldığına değil bir testi su dolduramayacak kadar beceriksiz olduğuna”ağlamaktadır. Saraylı hanım bu zeki kızı saraya aldırır. Harem’de yetişen Saliha Sultan ileride 2.Mustafa’nın eşi olacak ve o günün hatırası olarak da oraya bu muhteşem çeşmeyi yaptıracaktır.

İşte bu tarihi vak’a bizlere, hem Osmanlı toplum yapısında kadının yerini, hem saraya en alt tabakadan da birilerinin girip yükselebileceğini, hemde harem’in bir kadın okulu olduğunu anlatmaktadır.

Osmanlı Kadın yapıları denilince akla ilk gelen hiç şüphesiz Şifahanelerdir. Başta da söylediğimiz gibi toplumun bir nevi annesi olan bu müşvik padişah anaları, halkın sağlığı için dev hastaneler vücuda getirmişlerdir. İşte vatan ve millet caddelerinin arasında, neredeyse bir şehir genişliğinde olan Gureba Hastanesi. Sultan 2.Mahmud’un hanımı Bezmi Alem Valide Sultan, halkının içinde bulunan tüm garipler için yaptırmıştır Gureba’yı. Ayrıca hiçbir hastadan da kesinlikle ücret alınmamasını emretmiştir.

İstanbul’un bir başka ünlü hastaneside Haseki’dir. Kanuni’nin eşi Haseki Hürrem Sultan’ın yaptırdığı dev külliyenin bir parçası olan bu şifahane bugün Haseki semtinde yine insanlara sağlık dağıtmayı sürdürmektedir.

Gelelim Anadolu yakasının meşhur hastanesi Zeynep Kamil’e. Mısır’a çalışmaya giden ve orada katiplik yapan Kamil Bey, Kavalalı ailesinden Zeynep Sultan’a aşık olur. Karşılık bulan bu sevgi evlilik ile sonuçlanır. Evlenirler evlenmesine ama Osmanlı ile zıtlaşan aile, çifti birbirlerinden ayırır. Uzun bir ayrılıktan sonra İstanbul’da tekrar bir araya gelen çift, İstanbul’u hayır eserleri ile donatırlar. İşte Zeynep Hanım ve Kamil Bey’in yaptırdıkları Zeynep Kamil Hastanesi. Bugün de, Osmanlı Devletinde çiftlerin birbirlerine olan derin muhabbetini anlatırcasına bu hastanenin bahcesinde beraberce yatmaktadırlar.

Osmanlı Kadınefendilerinin eğitime ve öğretime de önem verdiklerinden bahsetmiştik. Bir kere hareme gelen her bayan, orada en az bir müzik estrumanını çalmayı öğrenir, güzel konuşma, el becerisi, aşı yapma vb. birçok konuda ders alır, bunların yanında en az bir yabancı dili de iyi derecede konuşurdu. Bu eğitimli hanımefendiler, teb’alarının da eğitimini önemsediklerini göstermek amacıyla imkanları ölçüsünde çevreye okullar yaptırmayı da ihmal etmemişlerdir.

Eyüp’te 3.Selim’in kızı Şah Sultan’ın yaptırdığı Külliye içindeki mektep, Cağaloğlu’nda Bezmi Alem Sultan’ın yaptırdığı İstanbul Kız Lisesi, Aksaray’da Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevnihal Valide Sultan’ın kendi adıyla anılan camisinin yanında inşa ettirdiği Pertevnihal Lisesi ve 2.Mahmud’un kızı Adile Sultan’ın Haliç kıyısına okul olarak yaptırdığı ve Cumhuriyetten sonra Halk Kütüphanesi olarak kullanılan yapı, Osmanlı Kadınlarının inşa ettirdikleri okullardan sadece birkaç tanesidir. İstanbul’da sadece saraylı hanımların değil, gündelikci olan kalfaların bile yaptırdıkları okullara rastlamak mümkündür. Divanyolundaki Cevri Kalfa İlköğretim Okulu buna en güzel örneklerden biridir.

İnsanlığın ihtiyacı olan cami, okul, çeşme, hamam, hastane vb. hayır eserlerini vücuda getiren valide sultanlar, onların karınlarının tokluğu ile de yakından ilgilenmiş, ülkenin birçok yerine aşhaneler kurmuşlardır. Bugün Eyüp’teki, 3.Mustafa’nın hanımı Mihrişah Sultan tarafından kurulan imaret, inşasının üzerinden 300 yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen her gün onlarca insana yemek dağıtmaktadır.

Görüldüğü üzere bugün sadece İstanbul’da, küçücük bir turda gözümüze takılan kadın yapılarının sadece bir kısmını sizlere anlatmaya çalıştık. Bu kadarı bile bizlere Osmanlı Devletinde ve haremde kadının yeri ve o mübarek kadın efendilerin haleti ruhiyesi hakkında bilgi vermektedir.

Bir büyük zatın; yanına gelen gençlerin kendisine muallimlerinin Allah’ı anlatmadığından şikayet etmeleri üzerine, “Sizin okuduğunuz her fen kendi lisan-ı mahsusiyle mütemadiyen Allah’tan bahsetmektedir. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.” demesi gibi, bizlerde bazı insanlarımız tarafından tarihi birer hakikat gibi görülen ve geçmişimize çamur atmaktan başka bir vazifesi olmayan bir kısım romanlar yerine bizzat tarihin kendisine kulak vermenizi istiyoruz. Göreceksiniz o koca koca taşlar dile gelecek ve sizlere neler neler anlatacaklardır.

KAYNAKLAR :

– Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, C.9, Ötüken Yay, İstanbul 1994,
– Murat Belge, İstanbul Gezi Rehberi, Tarih Vakfı Yurt Yay, İstanbul 1997
– Haluk Dursun, İstanbul’da Yaşama Sanatı, Ötüken Yay. İstanbul 2000
– Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, M.Çağatay Uluçay, Ufuk Kit. İstanbul 2001
– Dersaadet, Münevver Ayaşlı, Timaş Yay. Mart 2002
– Bilinmeyen Osmanlı, Ahmet Akgündüz, OSAV Yay. İstanbul 1999
– Harem-i Hümayun, Leslıe P.Peırce, Tarih Vakfi Y.Yay. İstanbul 2002
– The Topkapı Palace , İstanbul 1988
– İstanbul The Cradle Of Cıvılızatıons, Revak Yay. İstanbul 1998
– İmparatorlukların Başkenti İstanbul, Jane Taylor, Arkeoloji ve Sanat Yay. İstanbul 2000
– Tarih ve Düşünce Dergisi, Safiye Sultan Masalı, Eylül 2000
– Asitane, A.Ragıp Akyavaş, C.1, Türkiye Diyanet Vakfı Yay.Ankara 2000

Talha Uğurluel

www.talhaugurluel.com

Hür Adam’ın etkileri…

* * *

“Hür Adam” filminin, daha vizyona  girmeden  kendisini aşan sonuçları ve pozitif etkileri ile Said Nursi ve Risale-i Nur üzerine müzakere kapılarını, perdeden önce açtı. “Bundan sonra ne değişecek?” derseniz;

1- Nur talebeleri Risale-i Nur ve Bediüzzaman konusunda daha fazla akademik hazırlık ve belgeli metinlerle konuşmak zorunda olacaklar. Sükuneti, fikri derinliği  ve münakaşadan uzak diyalogu, sağduyu ve şefkat içinde elden bırakmadan.

2- Medya’nın Said Nursi eksenli yayını artacak. İlgisi, yeni boyutlar kazanarak devam edecek.

3- Devletin bazı derin mahfilleri, ellerindeki bazı bilgi ve belgeleri, rejim kaygısı ile çarpıtarak medyaya servis edebilirler. Buna karşılık delilli, akademik, uzmanca izah ve sabır isteyen bir süreç başarılı olacak.

4- İnsaflı, ön yargısı olmayan ve önceliğinde bu konu olmayan insanlar pozitif bir alaka duyacak ve yaklaşımları olumlu olacak.

5- Mustafa Kemal’e karşı bir çıkış ve tepkinin demokratik sabır ve çile ile nasıl başarıldığı gün ışığına çıkmış olacak. Said Nursi-Mustafa Kemal mücadelesi, arşivlerin açılmasını hızlandıracak ve yeni tartışma alanları oluşacak.

6- Üniversitelerin demokratikleşmesi ile paralel, Said Nursi ve Risale-i Nur üzerine akademik araştırma ve tezler artacak.

7- Devletin, rejim kaygısından uzak bir Said Nursi Enstitüsü ile kurumsal bir kamu desteği vermesi halinde, Risale-i Nur’un eğitim ve yayın zemini daha güçlü bir destek görmüş olacak.

8- Alimlerle zalimlerin kavgasında, mazlumdan yana insan hakkının tarafı olma eğilimi giderek artacaktır.

9- Türkiye’nin resmi tarihi ciddi anlamda sorgulanacak ve bazı kapalı alanlar açılacaktır.

10- Yeni filmlerin yapılması iştahı/arzusu, şimdiden yapımcıların zihnini meşgul etmeye başladı bile.

11- Nur talebeleri, bu film ile beklenmediği kadar kamuoyunun gündemine gelecekler. Şaşırtıcı bir şekilde Said Nursi-Nurculuk ve Risale-i Nur kavramları etrafında tartışmalar, ileri-geri münakaşa/müzakereler artacak. Burada, teyakkuzu elden bırakmamak, insafla bakmak, muhakeme içinde makul olanı vermek ve en önemlisi sonuna kadar sabırla nefsimizi/grubumuzu/algılarımızı katmadan muhatabımızla diyalogu sürdürmeyi başarmak, fütuhat kabilinden ihlaslı neticeler verecektir inşallah.

12- “Biz muhabbet fedaileriyiz.” fikrinin ekrana/yazıya/söze yansıdığı ve çevremizin bu şaşırtıcı duruş ve şefkatle Risale-i Nur’a ısındığı bir tarzın devamı, 100 yıllık şerefli mazinin yeni serlevhalarını yazdıracaktır inşallah.

Sonuç olarak;
2011,yeni müjdeleri Risale-i Nur adına seslendiriyor gibi. Vefatının 51. Yılı, Hutbe-i Şamiye’nin 100. Yılında, Üstadın mesajlarının Şam’dan Ankara’ya, İstanbul’dan Mekke’ye, Avrupa’ya, İslam ülkelerine ve diğer coğrafyalara  geçeceğini söyleyebiliriz. Şimdi Hür Adam’ı seyretmenin ve gündemi müspet beyan/hareket/yaklaşım ve sempati ile nuranileştirmenin vakti.

İyi seyirler.

Not : İsmail BERK’in yazısından alıntı yapılmıştır.

 

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version