Etiket arşivi: alkol

Kurban ve Gazoz

Bu yazı başlığını görünce yadırgayıp;
“- Kurban ile gazoz arasında ne alâka var?”  diyeceklerin çok olacağını biliyorum.
Ben de, onlarla aynı kanaatteyim:
“- Kurban ile gazoz arasında ne alâka var?”
Fakat; ben değil, bazı kişiler kurban ile gazoz arasında yanlış bir alâka kurmaya çalıştıkları için, burada bu konu üzerinde duruyorum.
Bu yıl (2017) Eylül ayının ilk günü başlayan bir Kurban Bayramı’nı daha yaşadık. Her Kurban Bayramı’nda gördüğümüz şeylerden biri de şu oldu: Kurban Bayramında, Müslümanlar tarafından gazozlar daha çok içilmektedir.
 
Sadece Kurban Bayramlarında değil; Ramazan ayları içinde, iftar sofralarında ve Ramazan Bayramlarında da öyle.
Bu dinî bayramlarımız yaklaşınca, ülkemizdeki marketlerin ve bakkalların gazozlarla daha fazla dolu hale geldiği dikkati çekmektedir.
“- Niçin?”  diye sorsanız;
“- Ramazan’da, iftarda ekseriya yenilen çeşitli ve ağır yemekleri hazmedebilmek için.”  derler.
Kurban Bayramı’nda da bu mevzuda Ramazan ayında söylenenlere benzer şekilde bir savunma yapmaya çalışarak ve hattâ içilen gazozun markasını da söyleyerek
“- Kurban eti, gazozla daha iyi gider (yenilir)..” diyenler olur.
Ayrıca, bayramlaşmak için gelenlere yapılan ikramlarda gazozlara da yer verilmesi ekseriya ihmal edilmemeye çalışılır (!).
Bir dinî bayram gününde, çalıştığım üniversitenin İlahiyat Fakültesi’nin öğretim üyelerinden birinin evine bayramlaşmak için gittiğimde, onun bile gelenlere gazozun da içecek olarak yer aldığı ikramda bulunduğunu görünce bu mevzuda bildiklerimle bir şeyler söylemeye çalıştığımda, o ikramı yapan ev sahibinin misafirleri önünde kendisini bu mevzuda tenkit etmemem için eliyle bana susmamı işaret ettiğini hatırlıyorum.
Allah’ın yasaklamadığı yiyecek ve içecekleri haram saymanın da,  Allah’ın yasakladıklarını helal saymak gibi yasak ve haram olduğunu ben de biliyorum. Fakat ayrıca dinî mevzularda bildiğini gerektiği hallerde söylemekten kaçınmanın ve gizleyerek söylememenin yasağını da biliyorum!
 
Modern hayatta, “Müslüman” olduğunu söyleyenler arasında, Allah’ın insanlar için koyduğu şeriatını çeşitli mevzularda kendi yaşayış tarzına uydurmaya (!) çalışanların misallerine çok rastlanmaktadır. Günlük hayattaki konuşmalardan, yazılı, sesli ve görüntülü medyadan, sosyal paylaşım sitelerinden buna dair çok sayıda misaller verilebilir.
Bu mevzuda verilebilecek misallerden bazıları da, yiyecekler ve içeceklerle ilgili olmaktadır.
Halbuki Allah’ın biz insanlar için koyduğu şeriatını kendi yaşayış tarzımıza uydurmaya çalışmak yerine, kendi yaşayış tarzımızı Allah’ın biz insanlar için koyduğu şeriatına uydurmaya çalışmalıyız!
         
Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü’ne göre “Kurban” kelimesinin manâsı, “Allah Teâlâ’ya yaklaşmak için fedakârlık nişanesi ve şükran ifadesi olmak üzere Müslüman, âkil, bâliğ, hür, mukim ve kurban nisabına malik kişilerce kesilen özel hayvan.” 1 olarak verilmektedir.
Bu dinî manâsı için kesilmiş Kurban etini yerken, onun yanında “Kurban eti, gazozla daha iyi gider (yenilir)..”  diyerek (çok az istisnaları hariç) genel imal usulünde dışarıdan kastî şekilde sarhoşluk verici etil alkol ilavesiyle yapılmış olan gazozları içmenin, Allah’ın biz insanlar için koyduğu şeriatına uygun olduğundan emin miyiz ve kurban eti yerken onun yanında o gazozları da içmek, kurban ile Allah’a yaklaşabilmemiz ihtimalini acaba daha çok mu arttırıyor?
Gazozlar ile ilgili daha önce bu dergide “Helal Gıda Hatıraları” ana başlığı altında geniş şekilde açıkladıklarıma göre, o ihtimali arttırmaz aksine azaltır!
Çünkü ilgili Türk standardında ve gıda kodeksinde, bileşiminde bulunabilmesine müsaade edilmiş kimyasal madde cinsleri ve miktarları bildirilmiş olan gazozlar genel olarak (istisnası çok azdır), az da olsa, “dışarıdan” içine alkol (sarhoşluk verici özelliği sebebiyle bir damlasının bile vücuda alınması haram olan etil alkol) ilavesiyle yapılırlar.
Bu, gazozların sır olmayan (istisnası çok az olmakla beraber) genel üretim metodudur. Ancak İslâmî hassasiyeti olan bir gazoz üreticisi, dışarıdan kastî bir işlemle bileşimine dahil edilmiş ve bir damlasının bile vücuda alınması haram olan sarhoşluk verici etil alkolün ilavesiyle değil, onun yerine tat ve koku verici yağ cinsinden esansları suda çözünür hale getirebilen ve vücuda alınması haram bir madde olmayan “ propilen glikol” gibi bir gıda katkısını çözücü olarak kullanmak suretiyle helal gazoz imali yapabilir. Bu şekilde helal gazoz yapanlar da, gazoz şişelerindeki etiketlerine “Alkolsüz” kelimesini yazarak bunu belirtirler. 
                                                                         
“Çoğu sarhoş edenin, azı da haramdır.” hadisini naklettikten sonra bunun ardından;
 “- Gazoz içerek sarhoş olana hiç rastlanmamıştır.” demek suretiyle gazozları bir içecek olarak fıkıh bilimine göre aklamaya çalışanlar, ya gazozların yukarıda bahsedilen dışarıdan kastî bir işlemle bileşimlerine sarhoşluk verici etil alkolün ilavesiyle ilgili genel imal usulünü bilmemekte veya bunu bildikleri halde “sarhoşluk verici etil alkolün dışarıdan ilave edilmiş olduğu gazozların müptelâlıkları”ndan vazgeçmemek maksadıyla, Allah’ın insanlar için koyduğu şeriatı bu mevzuda kendilerine uydurmaya çalışmaktadırlar!
İlgili hadiste bahsedilen “çoğu” kelimesini sadece; “içilenin kendisinin çoğu” manâsında nazar-ı itibara alarak ona helallik fetvası vermeye çalışmak, bu iki sebepten biriyle ilgili olabilir.
Halbuki ilgili hadiste bahsedilen “çoğu” kelimesinin,  “imali esnasında kasdî bir işlemle içine dışarıdan ilave edilen sarhoş edici kimyasal maddenin çoğu” da olabileceği çok açıktır.
İmal edilirken sarhoş edici etil alkolün dışarıdan kasdî bir işlemle içine ilave edildiği gazozların müptelâlığı içinde, Peygamberimiz (s.a.s.) zamanında bulunmayan ve modern hayatta bazı Müslümanlar tarafından da çok tüketilen gazoz içecekleri ile ilgili olarak, “Çoğu sarhoş edenin, azı da haramdır.” hadisine lastikli yorumlar yapmak suretiyle o içeceklerin tüketimine bizzat devam ve başkalarına da tavsiye mi, yoksa en azından onu “şüpheli” olarak nitelemek suretiyle de olsa onu tüketmemek ve tüketimini tavsiye etmemek mi İslâm’ı yaşamakta ihtiyata, Allah’a kulluğa ve takvâya daha uygundur?
Çünkü, kesin değil de şüpheli bile olsa, “şüpheliden sakınmak” da bir hadiste tavsiye edilmektedir.
Daha önce bu dergide “Helal Gıda Hatıraları-5” ana başlığı altında da naklettiğim, şüpheliden sakınmayı tavsiye edenBuhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, Kudât, İbni Mâce, Darimî ve  Ahmed b.Hanbel’in sahih hadis kitaplarında alan  mühim ve meşhur bir hadis, mealen şöyledir:
 
Nu’man İbni Beşir radiyallahü anhümâ’dan; Rasûlullah (s.a.s.)’ın şöyle buyurduğunu işittim:
“Helal olan şeyler belli, haram olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin arasında halkın birçoğunun helal mi, haram mı olduğunu bilemediği şüpheli konular vardır. Şüpheli konulardan her kim sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur.
Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise, gitgide harama dalar. Tıpkı sürüsünü, başkasına ait bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu araziye girme tehlikesi vardır.
Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arazisi vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arazisi de haram kıldığı şeylerdir.
Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur; bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası,  kalptir.
                                                                      
“Çoğu sarhoş edenin, azı da haramdır.” hadisini bir içecekte bulunan maddelerden tamamen bağımsız şekilde “sadece o içeceğin kendisinin çoğunun sarhoş etmemesi olarak helalliği” mevzuunda nazar-ı itibara almak, bu mevzuda hiyel (hileler)2 kapılarını da açmaz mı?
Şöyle ki:
Hadiste bahsi geçen bir içeceğin “çoğu” kelimesinden,  herhangi bir çokluk miktarı değil; onun ancak “bir oturuşta art arda, bardak bardak üstüne, en fazla içilebilecek miktarı” kastedilmiş olabilir.
Buna göre, bir insan meselâ: 
“-Bir oturuşta en fazla bir litre içeceği içebiliyorum.” diyerek, bir litre miktarındaki içecekte bulunan alkol miktarı kendisini sarhoş edebilecek miktardan az olacak şekilde, her türlü alkollü içkiyi (şarap, rakı, votka, şampanya, cin, kımız, bira, çeşitli likörler..vd.) üzerine su katmak suretiyle bir litreye kadar sulandırsabu bir oturuşta art arda bardak bardak içebileceği en fazla miktara kadar “sulandırılmış alkollü içkiler”in az miktarlarını içmek, ona “helal” mi olacaktır?
Gerekli ve yeterli bilgiye de sahip olduğu halde ve kastî olarak bu hileyi “helal” saymak; uymakla mükellef olduğumuz Allah’ın şeriatına uymak yerine, o şeriat hükmünü (Hâşâ) “sulandırmak” gayreti değil de nedir? 
Hiçbir Müslüman bu mevzuda kendi kendisini aldatmaya çalışmamalıdır!
Bunun için “Kurban”daki “Allah’a yakınlaşmak” manâsını da, Kurban etini yerken beraberinde içtiği, ve imali esnasında dışarıdan ilave edilmiş sarhoşluk verici etil alkolü az da olsa ihtiva eden gazozlarla “sulandırmamalıdır”.
Öyle bir zamanda ve ülkede yaşıyoruz ki, Müslümanlar arasında bile yalnız Ramazan iftarlarında, Ramazan Bayramları’ndaki ve Kurban Bayramları’ndaki bayram  ziyaretlerinde ve kurban eti yerken değil; her yemekte:
“- Ben (falan marka) gazoz olmadan yemek yiyemem.”  diyenlere de maalesef çok rastlanmaktadır.
Bu kişiler, acaba “daha iyi hazmetmek” endişesi için mi kendilerini böyle yemek yemeye şartlandırmışlardır?
 
Onların kendilerini böyle bir yanlış “şartlandırmaları” varsa, buna karşı ben de bir “helal çözüm” verebilirim:
Kitap piyasasında en çok satılanlar, yemek kitaplarıymış; ev kadınları bu kitapları alarak ev işleri arasında en çok sevdikleri ev işi olan yemek yapmakla ilgili olarak, çeşitli yemeklerin tariflerini öğrenirler ve yaparlarmış.
Madem öyledir; onlara hep çeşitli çorbaların, ana yemeklerin, pastaların, kurabiyelerin, tatlıların, keklerin, vd. tariflerinden başka; ben de değil sadece ev hanımlarının, onların küçük çocuklarının bile çok kolaylıkla yapabilecekleri “helal ev gazozu” tarifi verebilirim. O tarifim şöyledir:
Bir su bardağı içinde biraz şekerli su yapın, onun içinde, marketlerde ve bakkallarda  ekserıya 90g.lık küçük poşetlerde yaklaşık 2 TL gibi bir fiyatla “Karbonat” adıyla satılan, kimyadaki asıl ismi “Sodyum bikarbonat” olan (E500 kodlu gıda katkısı) beyaz toz halindeki maddeden biraz eritin.
Aynı büyüklükteki diğer bir su bardağının içine de limon, portakal, mandalina, vişne, kivi, vb. gibi asitli olmaları sebebiyle ekşi tattaki meyvelerden birinin suyundan biraz koyun. Daha sonra da  içinde “karbonat” ve şekeri suda  çözmüş olduğunuz su bardağındaki sıvı hacmi kadar boşluk bırakarak, üzerine soğuk su koyun.
Şeker ve “karbonat”ın sudaki çözeltisinin  bulunduğu birinci su bardağının içindekini, ikinci su bardağına boşaltın.
Bu şekilde, kapağı yeni açılmış gibi köpüklü bir meyveli gazozu, siz de evinizde yapmış olursunuz.
Helal ve küçük çocukların bile kolayca yapabileceği ve yapması da içmesi de çok hoşlarına gidebileceği bu içecekte, alkolde çözülerek gazoz ana çözeltisine dışarıdan ilave edilmiş “meyve aroması” (esansı) değil, tabiî ve helal meyve suyu kullanılmış olmaktadır.
 
Evde, “kolalı gazoz” benzeri helal bir içecek yapmak istenirse, bu defa da asitli meyvelerden birinin suyuna meyan kökü şurubu da ilave ile o bardağa doldurulabilir.
Anlaması için gerekli en az kimya bilgisi olmayanlara bu gazoz imal şeklinin kimyasal izahı lâzım değildir; fakat meraklısı için, kısaca o kimyasal izah da şöyle yapılabilir:
Bakkallarda ve marketlerde “Karbonat” adı altında satılan ve kimyadaki ismi “sodyum bikarbonat olan madde, diğer bikarbonat bileşikleri gibi, sıcakta veya bir asitle muamele edildiğinde karbon dioksit çıkışıyla bozunur. 
Limon, portakal, mandalina, vişne, kivi, vb. gibi ekşi meyvelerde ekşiliğin sebebi meyve asitleridir; bu asitler de,  bakkallarda ve marketlerde “Karbonat” adı altında satılan ve E500 kod adlı bir gıda katkısı olan “Sodyum bikarbonat”la karbon dioksit gazı çıkışıyla meydana gelen bir kimyasal reaksiyon verir; iki ayrı bardaktaki sıvının karışımıyla husule gelen karbon dioksit gazı çıkışıyla köpüğün sebebi budur.
Ticarî gazozların kapağı açılınca çıkan köpükler de, basınçlı olarak şişelere veya alüminyum kutulara doldurulurken suda basınçla çözünmüş karbondioksit gazının,  üzerindeki atmosfer basıncından daha fazla olan o basınç kalkınca, suda çözünmüş halinden çıkıp gaz haline geçerken hasıl ettikleri köpüklerdir.
Hem ticarî gazozların kapağının açılmasıyla meydana gelen köpüklere ve hem de  burada tarifi yapılan ev gazozlarının köpüklerine, gazoz çözeltisinden çıkan karbon dioksit gazı sebep olur.
Bu açıklamalardan ve verilen ev gazozu tarifinden sonra belki
“-Burada tarifini yaptığım ev gazozlarında (falan markalı) gazozun lezzeti yok.” 
diyebileceklere;
“-Sizce, damak lezzetinden daha önemli bir şey yok mu?”
sorusu yöneltilebilir.
Yemekte ve sair zaman içilen gazozların, imali esnasında içinde az da olsa dışarıdan kastî şekilde ilave edilmiş ve sarhoşluk verici olduğundan bir damlası bile haram etil alkollü ve markalı, şişeli veya kutulu; fakat daha da lezzetli mi olması lâzım?
Allah’ın rızası, o markalı, içinde özel olarak seçilmiş çeşitli tat ve koku verici esanslar bulunduğundan belki daha lezzetli; fakat en azından “şüpheli” gazozları içmekle mi kazanılır; yoksa, haramdan veya en azından da olsa, şüpheliden kaçmakla mı?
Prof. Dr. Mustafa Nutku
———————————————————————————
1”Fıkıh ve Hukuk Terimleri”, Prof.Dr.Mehmet ERDOĞAN, Ensar Neşriyat
 
2İstilahta: Amel ve tasarrufları şeklen ve zahiren fıkha uygun düşürmek, yasak olan şeyleri görünüşte meşru olarak yapabilmek için bulunan yollar, çareler, çıkış yolları. A.g.e.

Türkiye Yeşilay Cemiyeti

Birinci Dünya Savaşı’ ndan sonra yurdumuzu işgal eden düşmanlar Müslüman kimliğini içten çökertmek için çareler aradılar. Gemilerle getirdikleri alkolü fazla içkileri bilhassa gençlere ulaşacak şekilde dağıttılar. Ülkemizde kısa bir zaman sonra içki ve uyuşturucu madde alışkanlığı bir salgın halini aldı. Bilhassa yurt müdafaasında faal unsuru olan gençlerimize ulaştırıyorlardı.

Bunun üzerine 1919 yılında Şeyhülislam İbrahim Efendi, Edirne Sofulu’da doğan ilk ve orta tahsilini Kırklareli’nde yapan Doktor Mazhar Osman ve arkadaşları önceleri gizli olarak “Alkol ve Uyuşturucu Maddelerle Mücadele” teşkilatını kurdular. Daha sonra bu kurucular, merkezi İstanbul olmak üzere 5 Mart 1920’de “Hilal-i Ahdar” (Yeşilay) adıyla cemiyeti resmen kurdular. Cemiyetin adı bir süre sonra Yeşil Hilal, son bir değişiklikle de Yeşilay oldu.

1934 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla “Kamu yararına” diğer deyimiyle “Amme menfaatine Hadim” dernek arasına katıldı. 1946’da Milli Eğitim Bakanlığı okullara bir genelge göndererek toplumla ilgili çalışmalar arasında Yeşilay Kolunun bulunmasını mecbur etti.

Yeşilay Cemiyeti;

Ahlaki ve kültürel bir kalkınma atmosferi içinde içki, uyuşturucu madde ve sigara tüketimini, devlet organlarıyla da işbirliği yaparak asgariye indirmeye çalışır.

Bu gayeyi gerçekleştirebilmek için, konferanslar, radyo-televizyon konuşmaları, geziler, sergiler, kurs ve seminerler tertipler.

Kitap, dergi ve makaleler neşreder.

Kültür ve sanat çalışmaları yapar.

Alkol ve uyuşturucu düşkünlerinin tedavisinde yardımcı olur.

Okul ve kurumlarda yapılacak çalışmaların doküman, video, kaset, afiş ve pankart ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır.

Alkollü içki ve uyuşturucu maddelerin zararlarına karşı mücadele yolunda gerekli tedbir ve kararların alınmasını temin için hükümet ve yetkili merciler nezdinde teşebbüslerde bulunur.

Kendi konularında bölgesel çalışmalar yapmak üzere şubeler açar.

Bu çalışmalarında özellikle  ülkemizin geleceği olan gençlerimizin uyarılması, korunması konusunu ön planda tutar.

Yeşilay Cemiyetinin çalışmaları neticesinde, 1920-1924 yıllarında alkollü içki kullanmaya karşı Men-i Müskirat Kanunu çıkarıldı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında ve sonraki dönemlerde uyuşturucu imalat ve kulanımına karşı ciddi tedbirler alındı.

1982 Anayasası’na içki ve uyuşturucu kullanımına karşı alınacak tedbirlerle ilgili 58. madde konuldu.

Birayı alkollü içki sayan 3023 sayılı kanun kabul edildi.

Uyuşturucu karışımı ilaçlar konusunda yeşil ve kırmızı reçete uygulaması getirildi.

Trafikte alkollü araç kullanımını önleyici tedbirler artırıldı.

Sağlık dersleri programına Yeşilay konuları konuldu ve okullarda Yeşilay kolları kurulması mecburi hale getirildi.

Yeşilay Cemiyeti; kapalı yerlerde, nakil araçlarında sigara içimini ve sigara reklamlarının yasaklayacak kanunun çıkarılması, Anayasa’nın 58. maddesinden sorumlu Başbakanlığa bağlı bir müsteşarlık kurulması, Milli Eğitimde haftada 1-2 saatlik mecburi ders konulması, trafikte alkole kesin yasak getirilmesi, ithal içki ve sigaraya yasak getirilmesi, ülkede alkol ve sigara kullanımını azaltıcı kanuni ve eğitimle ilgili tedbirler alınması, uyuşturucu kültürünün önlenmesi için radyo ve TV’ ye ve Milli Eğitime mecburi tedbirlerin getirilmesi, kamu yararına çalışan Yeşilaya yeterli devlet desteğinin sağlanması için çalışmalarını sürdürmektedir.

Yeşilayın Genel Merkezi İstanbul’da olmak üzere yurt sathında şubeleri ve temsilcilikleri vardır. 1924’ten bu yana sürekli olarak aylık Yeşilay adında bir dergi çıkarmaktadır.

1953’ten beri her yılın 1-8 Mart günleri arası Yeşilay Haftası olarak değerlendirilip, alkolizm ve uyuşturucuların zararları bütün yayın organlarıyla halka anlatılmaktadır.

Cemiyetin bütün bu çalışmaları, bağışlar, üye aidatları ve Genel Merkez İşhanının gelirleriyle yürütülmektedir.

“İçki bütün kötülüklerin anasıdır. “Buyuran Peygemberimiz(sav)’in bu hadisi şerifini tüm dünyaya duyurmaya çalışan, tamamen gönül esaslı olan bu kuruluşumuzda  başta  Genel Başkan Prof. İhsan Karaman beyi  görev alan tüm gönüllüleri kutluyor, neslin bekasını ve milletin istikbalini derd edinmiş “ilim” ve “irfan” sahiplerinin el ele vererek kurduğu “Türkiye Yeşilay Cemiyeti”ne ;

“İyiliğin emredildiği kötülüğün men edildiği” bu sahaya tüm müslümların sahip çıkmasını umuyorum.

YEŞİLAY CEMİYETİ KURUCULARINDAN BEDİÜZZAMAN;

Ord. Prof. Fahrettin Kerim Gökay  YEŞİLAY CEMİYETİ’nin kuruluşu ile ilgili olarak Bediüzzaman Hazretlerinden şöyle bahsetmektedir:

Genel Kurul’da zamanın Şeyh-ül İslâmı Hayderîzade İbrahim Efendi ve Darül Hikmet-il İslâmiye azasından Said Nursi de vardı. Said Nursi Efendi, dikkati çeken üyelerden biri idi. İlk gün toplantıda fazla bir konuşma olmadı. Yeni seçilenler oldu… O günki buhranlar içinde memleketin çok seçkin şahsiyetleri vardı. Sonra Said Nursi Efendi genel merkeze seçildi. Orada kendisini daha yakından tanımakla bahtiyar oldum…

Yeşilay’da ise, eserleriyle uzaktan tanıdığım Said Nursi Efendi’yi yakînen tanıdım. Said Efendi’nin kendine mahsus bir kıyafeti vardı. Arkasında cepken gibi bir elbise, başında bir sarık, kenardan sarkıtırdı. Benim tanıdığım bu zat, gayet ağır başlı, çevresine etki yapan bir insandı… Âheste konuşur, ağır tonla konuşur ve konuştuğu zamanda, düşünen bir adamın konuşmasıdır.

Bakınız, elimdeki Yeşilay’ın elli beş yıl evvelki zabıt defterinde onun bazı sözlerini okuyayım: Said Efendi: “Şeriatta ahkâm var. Tabiblerin beyan ettiği, hikmettir. Hamr, kumar, bunlar nehy-i anil münkerdir ve bunlar kebairdendirler.”

O zaman ben yirmi yaşında bir genç idim. Kendisiyle fazla bir sohbetim olmadı. Yalnız hayata biraz erken atılmış bir kimse olarak ona karşı ayrı bir ilgi duyardım. Nitekim bir konuşmada, kendisinin bir nokta-i nazarını söyleyeyim:

Reis Mazhar Osman: “Biz kitap hazırlıyor, halka meccanî risaleler, kolleksiyonlar tevdi etmek istiyor, içtimaî, fennî, edebî makaleler, kolleksiyonlar tevdi etmek istiyoruz. Bundan şayan-ı şükran neticeler aldık, yazanlara teşekkür ederim. Bütün muharrirlerden mücadelemize iştirak etmelerini rica ederim.”

Said Efendi cevaben: “En ziyade matbuât meselesine ehemmiyet verelim” demişti.

Yeşilay’ın Güncel Faaliyetlerinden Haberdar Olmak İçin: http://www.yesilay.org.tr/tr

Derleyen: Çetin KILIÇ

www.NurNet.Org

kaynaklar:

  • yeşilaynedir
  • sorularlarisale

Alkolsüz Bira Caiz Mi?

Alkol tüketimi özellikle yılbaşında artıyor… Ancak tüketimi artan sadece o değil. Alkolsüz adı altında satılanlar da…

Peki alkolsüz içecekler olarak nitelendirilen içkiler gerçekten alkolsüz mü?

Alkolsüz bira olarak nitelendirilen içecekleri içmek caiz mi?

Alkolsüz olarak nitelendiren bu içeceklerin içerisinde birazcıkta alkol olsa alkolsüz olarak piyasaya sürülebilir mi?

İşte bu sorulara cevap bulabileceğiniz, Alkolsüz içki tuzağının anlatıldığı haber…

İçkinin Haram Olmasının Sebebi Nedir?

İbadetler ve haramlar tamamıyla Allah’ın iradesine ve isteğine göre belirleniyor. Bunu bizim sorgulama veya itiraz etmeye değil hikmetini anlamaya çalışmamız icap etmektedir. Şöyle ki, şeriatın iki çeşit hükümleri vardır.

1. Taabbudi dediğimiz yani hikmeti bilinmeyen ve tamamıyla Allah’ın emir ve yasağına bakan kurallardır.

2. Makulul mana dediğimiz ilahi emirler veya yasaklarda yatan hikmetlerin araştırılabileceği kısım.

Sizin sorduğunuz soruya bu taraftan da bakalım. Niye sabah namazı 4 rekatta 10 veya 20 rekat değil. Cevap: Allah emrettiği için. Öğle namazı Allah tarafından 10 rekat olarak tayin edilmiştir. Bunun hikmetini araştırmak sonuçsuz olacaktır. Çünkü Allah öyle emretmiştir. Ve bunun asıl cevabı budur. Ama bazı şeriat kuralları hikmetle izah edilebilir. Ama hikmetler asıl değildir. Asıl olan Allah’ın emri veya yasaklamasıdır.

Mesela, Allah namazı niye emretmiştir? Buna istediğiniz kadar hatta ciltlerle hikmet ve gaye açısından cevap verilebilir. Niye oruç tutuyoruz, hikmetleri araştırılıp cevap verilebilir. Ama hikmet ve faydalar Allah’ın emri yerine geçemez. Şöyle ki, orucun bir hikmeti insanların aç kalıp, yokluk içerisinde yaşayan insanların halinden anlayıp onlara şefkatle yaklaşmalarını sağlamaktır.

Şimdi birisi bunu esas tutup “ben daha fazla aç kalıp daha fazla şefkat hissim kabarsın ve fakirlere daha fazla yardımda bulunayım” diyebilir. İmsak vakti saat 4.00 olduğu halde, bu adam gece saat 11.00’den oruca niyet edip, fakat akşam vaktine 5 dakika kala orucunu açsa orucu sahih olur mu? Elbette olmaz. Çünkü orucun açılması için belirli bir zaman var ve bu adam daha fazla aç kaldığı halde, oruç tutmuş olmuyor. Yani oruçtan beklenen hikmet daha fazla yerine gelmiş, fakat Allah’ın izin vermediği bir zamanda açtığı için oruç yerine gelmemektedir.

İşte kardeşim İslamın tüm emir ve yasaklarına bu şekilde bakmamız gerekir. Yani Allah böyle emretmiş veya böyle yasakladığı için bunu yapıyoruz. Bunun hikmetleri elbette vardır. Ve bu hikmetler elbette araştırılır. Bu da bir ilim ve ibadettir. Ama hikmetler ve faydalar kesinlikle asıl değil, ayrıntıdır.

İçkinin hiç bir zararı olmasa bile Allah yasakladığı için içmemek gerekir. Bununla beraber içkini zararlı olduğunu bütün dünya kabul ediyor.

İçki neden birden yasaklanmadı?

İslamiyet gelir gelmez, Arap Yarımadası’ndaki insanlardan, uzun senelerden beri dem ve damarlarına yerleşmiş olan alışkanlıklarını birden bire söküp atmak, elbette zor olacaktı. Hele alkollü içkiler gibi, kullanıldıkça adeta insanı kendine esir eden maddelerden vazgeçmek, daha da zordur. Fakat İslamiyet’in getirdiği nur, bütün kötü adetler gibi, alkollü içkileri de o cemiyetten kaldırdı.

Allah’ın bir ismi de Hakîm’dir. Yani yaptığı her işi, hikmet ve faydalara göre yaratır. Nitekim insanın büyüyüp kemale ermesi, çekirdeğin yeşerip ağaç olması, bir yumurtanın açılıp kuş olması belli bir süreçle gerçekleşmektedir. Allah’ın kâinatta geçerli olan bu kanununu, dinin bazı emirlerinde de görmek mümkündür. İşte yüce Rabbimiz, Hakîm isminin gereği olarak, alkollü içki alışkanlığını o cemiyetten söküp atmak için, tedriç yani yavaş yavaş men etme metodunu irade etmiştir. Diğer taraftan, içki birdenbire haram edilseydi, içkiye müptela olmuş o asrın insanları İslamiyet’i kabulde nazlanabilirlerdi. Alışkanlıklarını bırakmak istemeyebilirlerdi. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim’de içki ile ilgili ayetler, kademe kademe şu sıraya göre nazil olmuştur:

1. “Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden hem bir içki yapıyor, hem de güzel rızk ediniyorsunuz. Bunda aklı eren kavim için elbette ibret vardır.” (Nahl, 67) Bu ayette içkinin güzel rızk olmadığı açıklanmıştır. Bu ayetin nüzulü ile, içkinin dinen tasvip edilmeyen bir madde olduğu anlaşıldığından, bazı sahabeler içkiyi terk etmişlerdi. Aslında bu ayetin inzali ile, içkinin ileride haram olacağı da anlaşılmıştı.

2. “Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: Onlarda hem günah, hem insanlar için faydalar vardır. Günahları ise faydalarından daha büyüktür.” (Bakara, 219)

3. “Ey iman edenler! Siz sarhoşken, ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın.” (Nisa, 43) Bu ayet-i kerime, sarhoşken namaz kılmayı men etmiştir. Bu durumda, beş vakit namazını hiç geçirmeksizin kılan bir sahabenin, gündüz iki namaz arasında içki içmemesi gerekiyordu. Aksi takdirde, yani gündüz iki namaz arasında içki içecek olsa, alkollü içkinin sarhoşluk edici tesiri geçmeyeceği için namazı kılamayacaktı. Belki yatsı namazından sonra içki içebilecekti. Bu durumda büyük bir sahabe kitlesi daha içkiden tamamen vazgeçmişlerdi. Çünkü alkole alışmış olan vücutlar, artık yavaş yavaş ondan uzaklaşıyordu.

4. “Ey iman edenler! İçki, kumar, tapmaya mahsus dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki, murada eresiniz.” (Maide 90)

5. “Şeytan, içkide ve kumarda aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık siz hepiniz vazgeçtiniz değil mi?” (Maide 91)

Bu son ayet ile alkollü içkiler kesin olarak haram edilmiştir. Sahabelerden Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: Biz içki alemindeydik. Ben dağıtıyordum. Bir adam geldi “içki haram edildi” dedi. Arkadaşlar derhal “şu içki kaplarını dök, temizle” emrini verdiler. O haberden sonra kimse ağzına içki almadı.

İçkinin zararları: Azı veya çoğu sarhoşluk veren her içkinin azı da, çoğu da haramdır. Peygamber Efendimiz’in (asm) beyanıyla: “Bir küpü sarhoş eden şeyin, bir avucu da haramdır.” (1)

İçkiyi haram kılan âyet, bu yasağın gerekçesini ve hikmetini de açıklamıştır: Şeytan işi pislik olması, saâdete ermeye engel teşkil etmesi, insanlar arasında düşmanlığa yol açması, kin ve nefret uyandırması, vücûdu tahrip etmesi, Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoyması. (2) İçki; sinir sisteminde, beyin damarlarında, omurilik ve çevre sinirlerinde çok büyük ve çok çabuk yıpratıcı ve olumsuz tesirler yapar. Beyin üzerinde öldürücü darbeleri vardır. Beyin sinirlerini zedeleyerek kısmî felçlere yol açar ve muhtelif hastalıklara sebep olur. Göz sinirlerini tahrip ederek gözlerin bozulmasına neden olur. Kalp hücrelerini zedeler ve yorar. Kalp hücrelerinde içki nedeniyle meydana gelen yorgunluk, “miyokard” denilen kalp adalesinin eskimesine ve yıpranmasına neden olur. Böbreklerde yara açar, kanın süzülmesini aksatır. İçkiden dolayı yaralanan böbrekler, idrardaki zehirleri süzemez hale gelir. Bu zehirli maddeler kana karışır ve “üremi” denilen kan zehirlenmesine yol açar. Damarlarda kireçlenme meydana getirir. Bu da erken bunamaya sebep olur. Hücreleri uyuşturur, vücudun hastalıklara karşı mukavemetini ve direncini kırar. Karaciğerin, kan yığılmasıyla önce büyümesine, sonra büzülmesine ve çürümesine yol açar.

İçkinin ruh üzerindeki zararları ise çok daha vahimdir: Zihin, dikkat, şuur ve irâde üzerinde korkunç dağınıklıklara sebep olur. Şiddetli ümitsizlik ve karamsarlık doğurur. Dikkat, şuur ve irâdenin zayıflamasıyla kavgalara, cinâyetlere, âile geçimsizliklerine, nice yuvaların yıkılmasına, nice dostlukların bozulmasına, nice acı trafik kazalarına ve nice âsâyişi ihlâl edici fiillere neden olur.

İçki, fertte ve toplumun bünyesinde, sosyal ve iktisâdî hayatta kapanmaz yaralar açar, acı felâketler doğurur. Aile nafakasını içkiye verenler, faydasız ve boş yere harcama yaparak israf etmiş olmakla berâber, âile ve çocuklarının hakkını da yemiş olmaktadır. Netice itibariyle içki içmek, hayatına kıymet veren, kazancının değerini bilen, kul hakkını gözeten ve sağlığına önem veren akıllı kimselerin yapacağı şey değildir. Peygamber Efendimiz (asm), “İçki bütün kötülüklerin anasıdır” (3) buyurmuştur.

İçkinin uhrevî zararları fizikî veya sosyal bünyemiz üzerinde değil;—Allah affetmediği takdirde—benliğimiz, kişiliğimiz, karakterimiz, varlığımız, mâneviyâtımız, ebedî ümitlerimiz, saadetimiz ve sevincimiz üzerinde tam bir yıkım getirir. Çünkü, Allah’ın açık nehyine ve yasağına karşı duyarsız kalınmıştır.

İçki büyük günahlardandır. Ancak Allah’ın affı, merhameti ve mağfireti geniştir. Kim günahı terk eder ve Allah’a dönerse, Allah’ın af ve mağfiretinin—inşâallah—onunla olacağına dâir kuvvetli haberler ve müjdeler vardır. Allah bütün günahları bağışlar ve siler.(4) Yeter ki kul Rabb’ine bir adım atsın; Allah kulunu koşarak kucaklar. Yeter ki kul hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmayarak O’na dönsün; yerle gök dolusu günahları da olsa Allah affeder. (5)

İçkili iken veya cünüp iken ölmek konusunda zâhirî nazarda her hangi bir hüküm söylememiz doğru olmaz. Hoş bir tecellî değildir. Tevbeye fırsat bulamadan veya kendisine tevbe nasip olmadan ölümün kapıyı çalması, insanın tüylerini ürperten bir vahâmettir. Biz yine de, Allah’ın affetmesini temenni edelim. İç yüzünü bilemeyiz.

İçki aldıktan sonra sarhoş olup olmamak hiçbir şeyi değiştirmez, günahı hafifletmez.

İçkili iken veya sarhoşken namaz kılınmaz. Fakat halk arasında içki aldıktan sonra kırk gün namazın kabul olmayacağı veya namazın kılınmayacağı tarzındaki söylenti doğru değildir. Sarhoşluk geçtikten sonra nedâmet edilebilir, pişmanlık duyulabilir, bir daha içki kullanmamaya içtenlikle söz verilebilir, tevbe ve istiğfar yapılabilir ve tabiî ki namaz kılınabilir. Kul ile Allah arasına kim girebilir ki?

1-Ahmed, Müsned, 6/71, 72, 131;
2-Mâide Sûresi, 5/90, 91;
3-Suyûtî, Câmi’üs-Sağîr, 2/12;
4-Zümer Sûresi, 39/53;
5-Riyâzu’s-Sâlihîn, 412.

Selam ve dua ile…

Sorularla İslamiyet

Olay Yerinden Kaçış….

İnsan çok şeyi unutur. Şemsiyesini unutur mesela… Yağmur biter, şemsiye de bir köşeye atılır. İnsan, ayakkabısını kapıda unutur sözgelimi; aralarındaki bağ kapıya kadardır, kapıdan içeride ayakkabısız da olabilir insan.

Cüzdanını bile unuttuğu olur insanın; eni konu paradır eksilen, parasıyla arasında kan bağı yoktur, çalışırsa yenisi bir daha gelir, gelirse de harcar, seve seve eksiltir. Kimliğini de kaybedebilir insan; hiç önemli değil, “hüviyetimi kaybettim, hükümsüzdür” diye ilan verir, yaşamaya devam eder. Kimliksizlik kendisini de “hükümsüz” eylemez .

Peki ya, kalbini kaybedebilir mi insan? Bir şemsiye gibi bir kenara fırlatıp yeni yağmurlara kadar hatırlayamadığı olur mu kalbini? Eşikte bıraktığı ayakkabı gibi kalbiyle de bağlarını kolayca çözer mi? Parası gibi midir insanın kalbi? Hemencecik harcanabilir mi? Kalbini kaybeden bir adam, çalışarak yeniden kazanabilir mi kalbini? Sahibince bulunamadığı için herkese “hükümsüzdür” diye duyurulmuş kalpler var mıdır kaldırımlarda?

Hadi itiraf edelim; unuttuğumuz bir kalbimiz var… Göğsümüzde, kendi halinde çırpınıp duran bir kalp.. Uzattığı elini havada bırakmışız gibi utandırılmış.. Yüzünü bize döndüğünde tanımazlıktan geldiğimiz bir yabancı olmuş. Unuttuğumuz, hükümsüz bir kalp. Kapı dışarı ettiğimiz bir kalp… Köşeye fırlatıp attığımız bir kalp..

Alkollü bir sürücünün kaldırımda yürürken öldürdüğü ikiz kardeşinin ardından acıyla konuşuyor Yeliz: “Bunları hep televizyonda seyrederdik; şimdi bizim başımıza geldi.” Demek ki, televizyonda seyircisi olduğumuz cinayetler, kazalar, kayıplar o kadar yakmıyor canımızı. Oysa, “televizyonda seyredilebilir” olan her şey, “başımıza gelebilir” olma özelliği de taşıyor. “Bir başkası”nın başına geleni “bir başkası” olarak seyrettiğimiz her defasında, kendimizin de “bir başkası”nın gözünde “bir başkası” olduğumuzu unutuyoruz. Bir gün “bir başkası” olma sırası bize de gelecektir. Yeliz’i şaşırtan da bu. Seyrettiğimizi değdirmiyoruz kalbimize.. Yahut değdirmek istediğimizde kalbimizi yerinde bulamıyoruz. O anda “hükümsüz” oluyor…

Çok değil, birkaç hafta sonra “Filiz Koç” diye yazıversem, kimse hatırlamayacak... Evine birkaç yüz metre kala, hiç hesapta yokken sarhoş bir sürücünün arabasının burnunda parça parça dağılan Filiz’in ardı sıra bıraktığı boşluğa birkaç dakikacık olsun değdiremedik kalbimizi. Haberler diyor ki: “Alkollü sürücü iki kadını ezip kaçtı…” Kalbimize değdirmeyelim diye yazılmış sanki: “iki kadın sadece; üç değil, dört değil, dört yüz hiç değil!” “Ucuz atlatılmış” edasında kurulmuş cümle.. Ama İsminaz Koç için “bir kadın” değil yitirilen: “Kazadan on dakika önce beni aradı, ‘Anneciğim ne yapıyorsun?’ dedi. Ben de ‘Aç mısın kızım? Senin sevdiğin yemeği yaptım’ dedim. ‘Anneciğim hemen geliyorum’ dedi ve telefonu kapadı… Yavrum her gün geldiği yoldan işinden evine geliyordu. Ben ne yapacağım onsuz?”

On dakika sonra, annesiyle sofraya oturacak bir evlat olunca ezilen, kalbimizi hatırlıyoruz yeniden… “Ben ne yapacağım onsuz?” diyeceğimiz biri eksilmeyince yanımızdan yöremizden, haberler, gazete sayfasında taş gibi sessiz nefessiz duruyor; TV ekranından bize taşmıyor, yuvamıza bulaşmıyor, kalbimize dolaşmıyor.

Haber devam ediyor: “Sürücü Oktay G., kaldırımda yürüyen Filiz Koç’a (24), ardından yaklaşık 150 metre ilerideki Ayten Akdoğan’a (34) çarptı. Filiz Koç ile Ayten Akdoğan olay yerinde can verirken, sürücü Oktay G. aracıyla olay yerinden kaçtı.” Hiç şüphesiz “Ayten Akdoğan” adı da unutulmayı hak ediyor. O da bir “kadın”… Ama Merve ile Melike için “bir kadın” değil Ayten Akdoğan; bir “anne”. Anne “ömür boyu”dur; bir anlık haber gibi gelip geçmez gözümüzden, gönlümüzden.. Hangi birimiz, hiç olmazsa birkaç saatliğine, olmadı bir kaç dakikalığına, 13 ve 14 yaşlarındaki iki çocuğun kalbini göğsüne koyup hiç hak etmedikleri “annesizliğe” dokunmaya yanaşır? Annesizlik ki, okul dönüşü evin kapısı her açıldığında karşına çıkan kocaman bir boşluk, anlamsız bir sessizliktir. Annesizlik ki, sesini hatırladığında, yüzünü hayallediğinde, sözlerini tekrarladığında, fotoğrafına baktığında, çocuk kalbinde hiç dinmez hüzündür, hiç susmaz ağlayıştır. Annesizlik ki, başka çocukların annelerini her gördüğünde yeniden alevlenen bir hüsrandır, yeniden başlayan bir hasrettir.

Nerede kalbim? Nerede kalbin? Nerede kalbimiz?

Bu tür haberlerin bir şablonu var ve ne yazık ki bundan sonra da tekrarlanacak ve işe yarayacak gibi: “Falanca falanca olay yerinde can verirken, sürücü feşmekanca aracıyla olay yerinden kaçtı.”

Sadece sürücü feşmekanca mı? Hepimiz kalbimizi de alıp olay yerinden kaçtık.

Senai Demirci