Etiket arşivi: eğlence

Eğlenen insanların yaklaşan hesapları

 

Hesapları yaklaştı; ama insanlar hâlâ gaflette, aldırmıyorlar.

Enbiyâ Sûresi, 21:1

Bir şok verircesine, hayatımızın gerçekleriyle bizi yüz yüze getiren Kur’ân ifadelerinden birini de bu âyette buluyoruz.

Âyet topyekûn bir hesaptan söz ediyor. Ve bu hesabın pek yakın olduğunu ve yaklaşmaya devam ettiğini bildiriyor.

Fakat insanlığın haline, kendi halimize bakıyoruz:

Umursayan yok.

Herkes gaflette, vurdumduymazlık içinde. Nereden gelip nereye gittiğini kimse düşünmüyor. Yarın ne olacağını bilen yok, ama bunu düşünen de yok.

Eğer önümüze bu dünya hayatı içinde elde edilebilecek büyük bir hedef konsaydı, biz bunu ciddîye alırdık. Meselâ dünyanın güzel bir köşesinde birkaç dönümlük arazisiyle birlikte bir saray vaad edilse ve bunun için yıllar boyu çalışmamız istense, bu fiyatı ödemekte cimrilik göstermezdik. (Şu sıralarda ABD’de, “Kırk Yıl Sonra Nasıl Milyoner Olabilirsiniz?” başlıklı bir kitap satış rekorları kırıyor!) Oysa, öyle bir mülk, insanın eline, ömrünün büyük kısmını, üstelik en güzel çağlarını harcadıktan sonra geçer ve insan orada göz açıp kapayıncaya kadar geçen birkaç yıl yaşadıktan sonra, kazandığı şeyi ardında bırakıp gider.

Bizim ciddîye almadığımız şey ise, Âlemlerin Rabbi tarafından vaad edilen ve hiçbir zaman elden çıkmayacak olan, dünya büyüklüğünde, belki ondan çok daha büyük bir Cennet mülküdür. Dünyadaki hiçbir hükümdar öyle bir mülke sahip olmamış; sahip olduğu daha küçük dünya parçası üzerinde de fazla kalamamıştır. Öyle bir mülkü kazanmak ne büyük bahtiyarlık, fırsat ayağımıza gelmişken kaçırmak ne büyük felâket olur!

Böyle bir ödül, eğer kazanılacaksa burada kazanılacak, kaybedilecekse yine bu dünyada iken kaybedilecektir. Çünkü bu kazanç veya kaybı belirleyecek olan, bu dünya hayatının hesabıdır. Ve hiç kimsenin bu hesaplaşmadan kurtulması mümkün değildir.

Ne gariptir ki, insanlar, yegâne sermayeleri olan ömürlerini, bu hesaplaşmaya hazırlanmak yerine, onu unutturacak şeyler icad etmek için harcıyorlar.

Her sene, bir yılı daha geride bıraktıklarında, sanki ömürlerinden bir yıl eksilmemiş de ilâve edilmiş gibi, vur patlasın çal oynasın eğleniyorlar.

Bir ömrün hesabına hazırlanmayanlar, bir gaflet gecesinin hazırlığına haftalar öncesinden başlıyorlar.

Halkı Allah yolundan saptırmak için servetler ortaya dökülüyor, yarışlar açılıyor. Kim daha çok saptırırsa, rating savaşlarının galibi ilân ediliyor.

Kitleler ise, kendilerini saptıranları sadece alkışlamakla kalmıyorlar; ömür dakikalarını harcayarak elde ettikleri kazançlarıyla onları besliyorlar. Kaçınılmaz bir hesaplaşma için harcanması gereken ömrün mahsulâtı, hesabı kaybettirenlerin hesabına yatırılıyor—daha çok çalışsınlar, daha çok saptırsınlar diye!

Kur’ân’ın uyarıları ise, her devirden çok, bizim zamanımızı tasvir eder gibi:

“Hesapları yaklaştı; ama insanlar hâlâ gaflette, aldırmıyorlar.”

Neyi kutluyor insanlar?

Ömürlerinin tükenişini mi? Hesaplarının biraz daha yaklaşmış olmasını mı?

Aslında, zaman içindeki dönüm noktaları, bizi ciddî bir muhasebeye sevk etmesi gereken kilometre taşlarıdır. Bir günün kapanışı, bir yılın sona erişi, doğum günleri, mübarek gün ve geceler, yıldönümleri, bu bakımdan insanın eline çok iyi değerlendirilebilecek fırsatlar sunarlar.

Hesaba çekilmeden önce kendi hayatlarını sorgulayabilenler, bu dönüm noktalarını kaçırmak istemezler. Onlar, böyle muhasebe zamanlarında, ömürlerinin artılarını ve eksilerini önlerine koyarak gerçekçi bir değerlendirme yapabilen, sonra bu değerlendirmenin ışığında kararlar alıp ellerinden geldiğince bu kararları uygulamaya çalışan kimselerdir. Onlar, kendilerine ömürlerinin geçmekte olduğunu hatırlatan kilometre taşlarının değerini de, kendi hayatlarının değerini de gerçekten bilen insanlardır.

Gerçi bu ara muhasebelerin hiçbiri, onları birden bire mükemmel hale getirmez.

Ama her adımda, her dönüm noktasında, onlar biraz daha kusurlarını azaltmış, biraz daha iyilik kazanmış olarak ölüme yaklaşırlar.

Zaten insandan beklenen de tümüyle kusurlardan arınmak değil, iyiye doğru sürekli bir gelişim içinde bulunmaktır.

Ama bunun için, insanın önce bu dünyada ne aradığını bilmesi gerekir.

Ömürlerinin tükenişini güle oynaya kutlayanların en büyük eksiği işte budur.

Ümit Şimşek

Nereye Kadar Eğlence

 

Eğlence denince ilk akla gelenler, neşeli ve hoş vakit geçirmeye, gönül eğlendirmeye yarayan oyun, yarış ve müzik gibi şeyler oluyor. Eğlence meşru ve gayrimeşru olarak tasnife tabi tuttuğumuzda ise, ‘meşru eğlence’ ile ‘fıtrî olarak hem nefsin, hem de kalb ve ruhun zevk aldığı şeyleri; gayrimeşru eğlence ile ise Rabbimizin emirlerine aykırı olan ve kalb ve ruhun rağmına sadece nefsin zevk aldığı, yani meşru özelliğini kaybederek haram şekle dönüşen eğlenceleri kasdediyoruz. Bu tasnifi açıklar mahiyette, Bediüzzaman, eğlence anlamında neş’eyi ikiye ayırır. “Birisi” der, “nefsanî heveslere (şehevî duygulara) teşvik eder; ikinci neş’e ise nefsi susturur, ruhu, kalbi, aklı ve sırrı yüceliklere, asıl yerlerine sevk eder.”

Sünnete baktığımızda, meşru oyun ve eğlencenin belli başlı üç kısımda anlatıldığını görürüz.

Birincisi, bir gayeye, faydaya, ve bir ihtiyaca yönelik eğlencelerdir.

İkincisi, örf, âdet ve gelenekte mevcut olan tören ve merasim türünden eğlencelerdir.

Üçüncüsü de, yorulan, usanan, bıkkınlık duyan insan duygularının meşru dairede tatmin edilmesi, dinlendirilmesi ve keyiflendirilmesidir.

Birinci kısım olan, bir gayeye mâtuf oyun ve eğlence türüne, sünnetten şu örnekler verilebilir:

• Peygamberimiz özel olarak yarış için hazırlanan atlar ve yük beygirleri arasında ayrı ayrı yarışlar düzenler ve galip gelenleri ödüllendirirdi.

• Develer arasında yapılan yarışlara zaman zaman Peygamberimizin devesi de katılır ve çok zaman birinci gelirdi.

• Ok atma ve mızrak kullanma müsabakaları, Medine devrinin önemli yarışlarındandı. Bir hadiste bildirildiğine göre, atış müsabakaları ile at yarışları meleklerin de hazır bulunduğu bir eğlence türüdür.

• Koşu ve yarış yapmak ve güreş tutmak gibi eğlenceler bizzat Peygamberimizin özel hayatında da yer alıyordu.

• Yüzme de Peygamberimizin teşvik ettiği bir spor ve eğlence şeklidir.

• Avcılık ve savaşa hazırlanma bakımından atıcılık faydalı eğlencelerdendir. Av köpeği, doğan, ok, mızrak gibi av âletleriyle avlanmak meşru görülmüştür. Bu hususta daha başka örnekler vermek de mümkündür.

Sünnet dairesinde ve meşru çerçevede örf, âdet ve gelenekte mevcut olan tören ve merasimlere örnek olarak ise, şunlar zikredilebilir:

• İslâm öncesi Medineliler Nevruz ve Mihrican günlerinde eğlence düzenlerlerdi. Hicretten sonra bunların yerini Ramazan ve Kurban bayramları aldı.

• Peygamberimiz Bayram günü def çalıp mersiyeler söyleyen cariyelere izin vermiş ve Habeşlilerin mızraklarla yaptıkları gösteriyi Hz. Âişe ile birlikte seyretmişti. Bu hadis-i şerifi canlı bir örnek olması bakımından aynen yer veriyoruz:

Hz. Âişe anlatıyor: “Resulullah, benim yanımda iken iki cariye Buas savaşı ile ilgili hamasî türküler söylerken çıkageldi. Gidip yatağın üzerine (yan üzeri uzandı ve yüzünü de aksi istikamete) çevirdi. Derken (babam) Hz. Ebu Bekir girdi. Derhal beni azarladı ve: ‘Resulullah’ın evinde şeytan çalgısı ha!” dedi. Bunun üzerine Resulullah ona yönelip: ‘Bırak onları, söylesinler’ buyurdu. (Onlar sohbete dalıp bizden) dikkatlerini çekince, ben cariyelere göz işareti yaptım, kalkıp gittiler.”

Hz. Âişe devamla der ki: “Bir bayram günüydü. Siyahîler mescidde kılıç kalkan oyunu oynuyorlardı. Ben mi Resulullah’tan talep etmiştim, yoksa o (kendiliğinden) mi; (bilemiyorum). ‘Seyretmek ister misin?’ buyurdular. ‘Tabiî’ dedim. Kalktı, beni geri tarafına aldı, yanağım yanağının üzerinde olduğu halde durduk (bir müddet seyrettim): ‘Yeter mi?’ buyurdular. ‘Evet’ dedim. ‘Öyle ise git’ dediler.” (Buhârî, İydeyn: 2, 3; Müslim, İydeyn: 19)

Bir sahabe düğününde de benzer bir eğlence şekli yaşanır. Peygamberimiz bu düğünde hazırdır. Yapılan merasime müsaade eder, hatta kendisi hakkında söylenen bir övgü şekline müdahale ederek düzeltir. Halid bin Zekvan anlatıyor: “Rubeyye binti Muavviz bin Afrâ şöyle anlattı: ‘Ben evlendiğim zaman Resulullah(a.s.m.) geldi ve, senin şu oturduğun gibi, yatağımın üzerine oturdu. Bizim cariyelerimiz def çalıp Bedir günü şehid olan atalarımız hakkında mersiyeler okumaya başladılar. O anda cariyelerden birisi: ‘Bizim aramızda yarın olacakları bilen peygamber var’ mealinde bir mısra okudu. Bunun üzerine Resulullah(a.s.m.): ‘Hayır, bunu söylemeyiniz. Yarın olacakları bilen Allah’tır, deyiniz’ buyurdu.” (İbn Mâce, Nikâh: 21).

Daha sonraki zamanlarda düğünlerde şenlikler ihmal edilmiş olacak ki, İyaz el-Es’arî, “Neden Resulullah’ın huzurunda oynandığı gibi siz de oyunlar oynamıyorsunuz, şaşıyorum” demişti. (İbn Mâce, İkame:163)

İbn Kuteybe, eğlence isteğinin insanın yaratılışında var olduğunu, yaratılış ve huylara ise karşı gelinemeyeceğini söyler ve delil olarak şu hadisi nakleder: “Resulullah, ‘Müslümanlar da şakalaşsınlar’ diye şaka yapmış, kılıç kalkan oynayanlara, ‘Oynayın ey Erfideoğulları! Yahudiler dininizde müsamaha olduğunu anlasınlar’ demiştir.” (Müsned, 6: 116)

Es’ad bin Zürâre kızını evlendirirken Peygamberimiz, Ensar’ın eğlenceyi sevdiğini düşünerek def çalan ve şarkı söyleyen muganniyelerin (kadın şarkıcıların) gönderilip gönderilmediğini sormuştu. Ayrıca, sünnette düğünlerde şeker, hurma gibi şeylerin halkın üzerine serpilmesi ve bunun kapışılması şeklinde uygulanan başka bir eğlence türüne de rastlanmaktadır. (Üsdü’l-Gâbe, 3:488)

Abdullah bin Abbas, sünnet ettirdiği oğlu için eğlence düzenlemiş ve bunun için ücretle erkek oyuncular tutmuştur. (DİA, Dr. Nebi Bozkurt, “Eğlence” maddesi.)

Düğünlerde def çalarak eğlenme geleneği Dört Halife döneminde de devam etmiştir. Hz. Ömer’in, kulağına gelen bir şarkı ve def sesinin evlenme veya sünnet merasimine ait olduğunu öğrenince, bunu yasaklamadığı bilinmektedir. (Abdürrezzak es-San’anî, el-Musannef, 11:5)

Düğünlerde eğlenme hususunda Efendimizin verdiği ruhsatı ve müsamahayı kullanma konusunda tereddüt göstermeyen bazı sahabilerin, özellikle Bedir ashabından iki zâtın uygulaması bu meselenin—tabir caizse—son hududunu çiziyor. Âmir bin Sa’d anlatıyor: “Bir düğün sırasında Karaza b. Ka’b ve Ebu Mes’ud el-Ensârî’nin yanına vardım. Bir kısım cariyeler şarkı söylüyorlardı. Dayanamayıp: ‘Sizler Resulullah’ın Bedir ashabından olun da, yanınızda şu işler yapılsın, olacak şey değil’ dedim. Bunun üzerine, onlar: ‘Dilersen bizimle dinle, dilersen git. Bize düğünde eğlenme ruhsatı verildi’ dediler.” (Nesâi, Nikâh: 80)

Sünnette eğlencenin üçüncü şekli ise, yorulan, usanan, bıkkınlık duyan insan duygularının meşru dairede tatmin edilmesi, dinlendirilmesi ve keyiflendirilmesi şeklidir. Meselâ, Peygamberimiz seferlerde günlerce süren yorucu yolculuklarda monotonluktan kaynaklanan sıkıntıyı gidermek için gençler arasında yarışlar düzenlemiş, böylece kafileye bir rahatlık ve ferahlık temin etmiştir. (İbn Hacer, el-İsâbe, 3:311)

Efendimizin dizi dibinde yetişen hadis deryası Ebu’d-Derdâ ise “Hak şeylerin talebinde daha şevkli, daha gayretli olabilmek için kalbimi hak olmayan şeyle dinlendiriyorum” demiştir. (Canan, Kütübü Sitte Muhtasarı Trc., 1:514.)

Takvasıyla meşhur Hz. Ebu Dücâne de, meşru dairede keyifli bir eğlence ile meşgul olduğu bir sırada, birisinin kendisini bir açıdan boş sayılan mâlâyâni şeylerle meşgul olduğunu hatırlatması üzerine, “Maâliyata (yüce duygulara) gitmek için ruhumu mâlâyâniyatla dinlendiriyorum” tarzında cevap vermiştir. İmam Gazalî İhyâ’da bu konuya dair önemli açıklamalar getirirken, oyun ve eğlencenin kalbi rahatlatacağını, ağırlık ve sıkıntıyı gidereceğini belirterek şöyle der: “Gönül ağırlaştığı zaman körleşir ve tembelleşir. Gönlü yatıştırmak ve huzura kavuşturmak ise onu yeniden harekete geçirir. Meselâ haftanın her günü devamlı ders okumak insanı yorar ve bıktırır; fakat Cuma günü yapacağı bir tatil ona yeniden şevk verir. Devamlı ibadet de kişiyi tembelleştirir; bu durumda dinlenme insanın neşe ve azmini artırır. Bu sebeple oyun ve eğlence ciddi çalışmaya da yardımcı olur. Devamlı bir şekilde hep ciddiyet üzere olmaya ve acı gerçeklere ancak peygamberler dayanabilir.” Gazalî, eğlenceyi yorgunluk ve tembellik hastalığına karşı kalbin devası olarak görürken, “Ne var ki” der, “Bütün şakalar, oyun ve eğlenceler ölçülü ve mubah olmalı, ifrata kaçmamalıdır. Hastalıkları tedavi eden ilaçların fazlası zararlı olduğu gibi, oyun ve eğlencelerin fazlası da zararlıdır. Ölçüye uyularak yapılan eğlenceler asıl ibadetlerin ifası için bedene dinçlik, ruha şevk kazandıracağından nafile ibadettir.” (İhyâ Trc., c. II, 710).

Günümüz şartlarını iyi bilen ve gözlemleyen, özellikle iletişim teknolojisinin yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı yüzyılın ilk yarılarında radyo aracılığıyla eğlence türlerinin etkisiyle insanların bu cazibeye kapıldığını gören Bediüzzaman, geniş kitleleri rahatlatan bir açıklama getirir: İnsanlık hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli heveslere de ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, beşte birisi olmalı. Yoksa, hava unsurunun (radyo dalgalarının) yaratılış hikmetine ve sırrına aykırı düşer. Ayrıca beşerin tembelleşmesine, sefahete düşmesine ve önemli görevlerin eksik bırakılmasına sebep olarak insanlık için büyük bir nimet olması gerekirken büyük bir azap olur, insana lâzım olan çalışma şevkini kırar. (RNK, Emirdağ Lâhikası, s. 1837)

Bir başka mektubunda, Bediüzzaman meşru dairede eğlence için ‘beşte bir’ ölçüsünü getirerek; insanlığın faydasına kullanılması gereken bazı iletişim vasıtalarının onda ikisinin meşru dairede eğlenceye tahsis edilmesi gerekirken, onda sekizinin keyif, oyun, eğlence yolunda kullanıldığı için insanları tembelliğe ittiğinden söz eder. (Emirdağ Lâhikası, s. 1851)

Bediüzzaman’ın sözünü ettiği keyifli hevesler, meşru ve mübah anlamdaki eğlence türleridir. Bu ifadeleri maksadını aşacak bir biçimde anlayıp harama sürükleyen eğlencelere kapı açmak ise, bir yanlış değerlendirmeden başka birşey olmasa gerektir. Çünkü, yine Bediüzzaman’a göre meşru daire keyfe kâfidir, harama girmeye lüzum yoktur. İstifade edilecek eğlencelerin de helâl, meşru ve mubah çerçevede kalması gerekir.

Mehmet Paksu

Zafer Dergisi

Helal düğün töreni nasıl olur?

Düğün merasimleri, insanın hayatındaki köşe taşlarından biridir. O gün, sevinç, esenlik ve mutluluk günüdür. Düğünler bazen birtakım eğlence ve oyunlarla süslenerek kutlanır, bazen de sade bir merasimle geçirilir. Düğünlerdeki oyun ve eğlencelerde ölçü nasıl olmalı, nasıl bir yol izlenmeli, nelere dikkat etmeli? Hayatımızın köşe taşlarından biri olan düğünlerimiz acaba nasıl olmalı?

Düğünler birer sevinç ve sürur günüdür. O gün herkes sevinçlidir, neşelidir. Bu sevinç, bazen birtakım eğlence ve oyunlarla süslenerek dile getirilir, bazen de sade bir merasimle geçirilir. Fakat düğünlerdeki oyun ve eğlencelerde ölçü nasıl olmalı, nasıl bir yol izlenmeli, nelere dikkat edilmeli? Bunun bir ölçüsü ve sınırı var mıdır? Varsa kim belirler, kim öğretir, kim tespit ve tayin eder? Düğün esnasında söylenecek türkü ve şarkılarda, oynanan oyun ve eğlencelerde mubahlık ve haramlık nelerdir?

Bu konuda bizim için şaşmaz ölçü ve değişmez prensipler Asr-ı Saadet uygulamasında mevcuttur. Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) kendisi annelerimizle evlenirken velime adında düğün yemekleri verdikleri ve evliliklerini herkese açık ve herkesi davet ederek yaptığı gibi, kendi kızlarının ve yakınlarının düğünlerinde de bizzat bulunmuş, nezaret etmiş, örneklik göstermiştir.

Mesela Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) gerek kendi nikâhlarında, gerekse Hz. Fatıma ile Hz. Ali’nin evliliklerinde mutlak surette bir ikramda bulunurdu, fakir zengin herkesi bu merasime davet eder, zenginlerin çağrılıp da fakirlerin ihmal edildiği düğünleri hoş karşılamazdı.

Müzik, oyun ve eğlence gibi, düğünlerde icra edilen bu merasimlerde nelerin yer alıp almadığını, kendisinin de bulunduğu sahabe düğünlerinde görüyoruz.

Meselâ, Hz. Âişe’nin (r.a.) anlattığına göre Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) Medineli bir sahabinin düğününün olduğunu haber aldı ve şarkı söyleyebilen cariyelerin kendi aralarında şu beyitleri söyleyerek eğlenebileceklerine cevaz verdi ve “Ensar eğlenceyi sever” buyurdular.

Size geldik, size geldik,
Allah bize de size de ömür.
Esmer çiğit tanesi olmasaydı,
Vadinize inmezdik. (1)

Düğünlerde eğlenme

Sahabi hanımlardan Rubeyye binti Muavviz, Halid adındaki bir sahabiye kendi düğününü anlatırken diyor ki:

“Ben evlendiğim zaman Resulullah (a.s.m.) geldi ve senin şu oturduğun gibi, yatağımın üzerine oturdu. Bizim cariyelerimiz def çalıp Bedir günü şehit olan atalarımız hakkında mersiyeler okumaya başladılar. O anda cariyelerden birisi:
‘Bizim aramızda yarın olacakları bilen Peygamber var’ mealinde bir mısra okudu.

Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.):

Hayır, bunu söylemeyiniz. Yarın olacakları bilen Allah’tır, deyiniz’ buyurdu.” (2)

Yine Medine’nin ileri gelenlerinden ve meşhur bir sahabi olan Es’ad bin Zürâre kızını evlendirirken Peygamberimiz (a.s.m.), Ensar’ın eğlenceyi sevdiğini düşünerek def çalan ve şarkı söyleyen muganniyelerin (kadın şarkıcıların) gönderilip gönderilmediğini sormuştu.

Düğünlerde eğlenme konusunda Efendimizin (a.s.m.) verdiği izni ve hoşgörüyü kullanmada tereddüt göstermeyen bazı sahabilerin, özellikle Bedir ashabından iki zatın uygulaması bu meselenin —söz yerindeyse— son sınırını çiziyor.
Âmir bin Sa’d anlatıyor:

“Bir düğün sırasında Karaza bin Ka’b ve Ebu Mes’ud el-Ensârî’nin yanına vardım. Bir kısım cariyeler şarkı söylüyorlardı. Dayanamayıp:

‘Sizler Resulullah’ın Bedir ashabından olun da, yanınızda şu işler yapılsın, olacak şey değil’ dedim.

Bunun üzerine, onlar:

‘Dilersen otur bizimle dinle, dilersen git. Bize düğünde eğlenme izni verildi’ dediler.” (3)

Düğünlerde def çalarak eğlenme geleneği Dört Halife döneminde de devam etti. Hz. Ömer’in, kulağına gelen bir şarkı ve def sesinin evlenme veya sünnet merasimine ait olduğunu öğrenince, bunu yasaklamadığı biliniyor. (4)

Müzikli düğün merasimi

Hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m.), “Haram beraberlikle helal beraberlik arasındaki fark; evlenmek, def çalmak ve duyurmaktır” (5) buyurarak esas itibariyle belli bir çizgide kalmak kaydıyla müzikli düğün merasimi düzenlemenin mubahlığına işaret eder.

Hatta bunun içindir ki, sırf nikâhı ilan etmek maksadıyla davul, zurna ve boru gibi musiki âletlerinin düğünlerde çalınabileceğine cevaz verilir.

Davul ve zurna bazı yerlerde olduğu gibi kahramanlık türküleri ve mehter marşlarının söylenmesine eşlik edince meşru çerçevede kalmış olur. İnsanın nefis ve heveslerine hitap etmediği için mubah sayılır. Fakat bugünkü düğünlerde davul-zurnanın eşliğinde yapılan merasimlerde gayr-ı meşru unsurlar karıştığından, davul-zurna çalınmasına ruhsat verilmiyor.

Düğünlerde ve diğer zamanlarda müzik eşliğinde oynanan oyunlara gelince, bunun da birtakım şartları vardır. Bir kere çalınan âlet ve söylenen parçalar belli çerçevede kalmalıdır.

Oyun tutan kimseler yalan ve kötü sözler söylememeli, başkalarının bakması caiz olmayan avret yerlerini açmamalı, kadınlar kendilerine namahrem olan erkeklerin yanında oynamamalıdır.

İmam Gazalî, düğün, bayram ve şenlik günlerinde erkeklerin kendi aralarında oyun tertip etmelerinde, oynamalarında bir sakıncanın olmadığını kaydeder, ancak kadınların erkekler karşısında oynadığı oyunun caiz olmadığını söyler.

Düğünlerde oynama

İmam Gazalî, oyunun meşruluğuna delil olarak da Peygamberimizin (a.s.m.), Mescid-i Nebevi’de Habeşliler’in kılıç kalkan oyununu Hz. Âişe ile birlikte seyretmelerini zikreder. Bu durumu Hz. Âişe şöyle anlatır:
“Bir bayram günü Habeşliler kalkan ve mızrak oyunu oynuyorlardı. Ben bakmak için Resulullah’tan (a.s.m.) izin istedim, o da razı oldu.” (6)

Bunun için düğünlerde kadınlar kendi aralarında, yabancı bir erkek olmadan oynayıp eğlenebilirler. Aynı şekilde erkekler de yukarıdaki şartlar ve meşru ölçüler çerçevesinde eğlenip oynayabilirler. Bu şekilde oynamak mubah olduğu gibi, onları seyretmek de mubahtır.

Düğünler, sünnetteki tavsiyelere uyularak, İslam’ın nezahet ve temizliği çerçevesinde yapılırsa aynı zamanda güzel bir örnek olur. Unutulmamalıdır ki, güzel örneklerin artması nispetinde şikâyetçi olduğumuz kötülüklerin önü alınacaktır. Yoksa hem şikâyetçi olup, hem de nefsimizi tesirinden kurtaramazsak, yanlışlıkların önü alınmaz.

Sünnette var olan eğlence sınırı nedir?

Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetine baktığımızda, meşru oyun ve eğlencenin belli başlı üç kısımda anlatıldığını görüyoruz:
Birincisi: Bir gayeye, bir faydaya ve bir ihtiyaca yönelik eğlencelerdir.
İkincisi: Örf, âdet ve gelenekte var olan tören ve merasim türünden eğlencelerdir.
Üçüncüsü: Yorulan, usanan, bıkkınlık duyan insan duygularının meşru dairede tatmin edilmesi, dinlendirilmesi ve keyiflendirilmesidir.

Birinci kısım olan, bir gayeye yönelik oyun ve eğlence türüne, sünnetten şu örnekler verilebilir:

• Peygamberimiz (a.s.m.) özel olarak yarış için hazırlanan atlar ve yük beygirleri arasında ayrı ayrı yarışlar düzenler ve kazananları ödüllendirirdi.
• Develer arasında yapılan yarışlara zaman zaman Peygamberimizin (a.s.m.) devesi de katılır ve çoğu zaman birinci gelirdi.
• Ok atma ve mızrak kullanma müsabakaları, Medine devrinin önemli yarışlarındandı. Bir hadiste bildirildiğine göre, atış müsabakaları ile at yarışları meleklerin de hazır bulunduğu bir eğlence türüdür.
• Koşu ve yarış yapmak ve güreş tutmak gibi eğlenceler bizzat Peygamberimizin (a.s.m.) özel hayatında da yer alıyordu.
• Yüzme de Peygamberimizin (a.s.m.) teşvik ettiği bir spor ve eğlence şeklidir.
• Avcılık ve savaşa hazırlanma bakımından atıcılık faydalı eğlencelerdendir. Av köpeği, doğan, ok, mızrak gibi av âletleriyle avlanmak meşru görülmüştür.

Bu alanda daha başka örnekler vermek de mümkündür.
Sünnetin çizdiği sınırlar içinde ve meşru çerçevede örf, âdet ve gelenekte var olan tören ve merasimlere örnek olarak ise, şunlar verilebilir:
• İslâm öncesi Medineliler Nevruz ve Mihrican günlerinde eğlence düzenlerlerdi. Hicretten sonra bunların yerini Ramazan ve Kurban Bayramları aldı.
Ayrıca, sünnette düğünlerde şeker, hurma gibi şeylerin halkın üzerine serpilmesi ve bunun kapışılması şeklinde uygulanan başka bir eğlence türüne de rastlanmaktadır. (7)
Abdullah bin Abbas, sünnet ettirdiği oğlu için eğlence düzenlemiş ve bunun için ücretle erkek oyuncular tutmuştur. (8)

Eğlencede “beşte bir” ölçüsü

Günümüz şartlarını iyi bilen ve gözlemleyen, özellikle iletişim teknolojilerinin yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı yüzyılın ilk yarılarında radyo aracılığıyla eğlence türlerinin etkisiyle insanların bu cazibeye kapıldığını gören Bediüzzaman, geniş kitleleri rahatlatan bir açıklama getirir:

“İnsanlık hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli heveslere de ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, beşte birisi olmalı. Yoksa hava unsurunun (radyo dalgalarının) yaratılış hikmetine ve sırrına aykırı düşer. Ayrıca beşerin tembelleşmesine, sefahate düşmesine ve önemli görevlerin eksik bırakılmasına sebep olarak insanlık için büyük bir nimet olması gerekirken büyük bir azap olur, insana lazım olan çalışma şevkini kırar.” (9)

Bir başka mektubunda, meşru dairede eğlence için ‘beşte bir’ ölçüsünü getirerek; insanlığın faydasına kullanılması gereken bazı iletişim araçlarının “onda iki”sinin meşru dairede eğlenceye ayrılması gerekirken, “onda sekiz”inin keyif, oyun, eğlence yolunda kullanıldığı için insanları tembelliğe ittiğinden söz eder. (10)

Burada sözü edilen keyifli hevesler, meşru ve mubah anlamdaki eğlence türleridir. Bu ifadeleri maksadını aşacak bir biçimde anlayıp sünnete aykırı olan eğlencelere kapı açmak ise, yanlış bir değerlendirme olarak bilinmelidir.

Çünkü “Meşru daire keyfe kâfidir, harama girmeye lüzum yoktur.” İstifade edilecek eğlencelerin de helal, meşru ve mubah çerçevede kalması gerekir. Yoksa kaş yapayım derken göz çıkarmak olur ki, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma gibi kayıplar yaşanır.

Son olarak bu meselede genel bir ölçüyü hatırlamakta fayda vardır:

“Yetimane hüzünleri, nefsanî hevesatı tahrik eden sesler haramdır.” Bunun yanında “ulvî hüzünleri, Rabbanî aşkları iras edip” hatırlatan sesler; hikmet, ibret dolu ifadeleri içinde bulunduran çiçek, gül, yeşillik, renk, su ve buna benzer güzelliklerle, bir fitne uyandırmayan ve belli olmayan bir kadının güzelliğini dile getiren sözlerle şarkı ve türkü söylemek mubahtır. (11)

Kaynaklar:
el-Mezâhibü’l-Erbaa; et-Tâc, 2:301.
2 İbni Mâce, Nikâh: 21
3 Nesâi, Nikâh: 80
4 Abdürrezzak es-San’anî, el-Musannef, 11:5
5 İbni Mace, Nikâh: 20.
6 el-Mezâhibü’l-Erbaa, 2:42-43.
7 Üsdü’l-Gâbe, 3:488
8 DİA, “Eğlence” maddesi
9 RNK, Emirdağ Lâhikası, s. 1837
10 RNK, Emirdağ Lâhikası, s. 1851
11 el-Mezâhibü’l-Erbaa, 2:41-42-43.

Mehmed Paksu / Moral Haber

Eğlencelerimiz, Pikniklerimiz, Değerlerimiz!

Her eğlence bizi kaldı‎rmıyor. Biz de her eğlenceyi kaldı‎ram‎ıyoruz. Çünkü bu gün eğlencelerin bir çoğu bid’at olmu‏ş, masumiyetini kaybetmiştir.

Bu gün dünya, maalesef ya gayr-i meşru eğlence peşinde, ya da hile, kavga, savaş ve katliam peşinde. Biz böyle bir dünyanın peşinde ve içinde olmak istemiyoruz.

Umarım gayr-i meşru eğlence ve katliam peşinde olan bu çılgın dünya, kendi elleriyle kendi kıyametinin kopmasına sebep olmaz. Umarım bu çılgın dünyanın, çılgın ve müstehcen eğlencelerine benim gibi boykot edenler çoğalır. Umarım benim gibi boykotçulara sahip çıkan vefalı insanlar, kurumlar ve dernekler artar.

Bu yolda ben ve benim gibi düşünenler az olsak da, tek kalsak da haklıyız. Çünkü şu kâinatın ve Kur’an’ın sahibi olan Allah, açık açık buyuruyor ki:

Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun oynamak için (veya oyuncular olarak) yaratmadık!” (1)

Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri, (göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ı) hak ile (ansın ve anlatsın diye) yarattık!” (2)

Siz zannediyor musunuz ki biz sizi boş yere yarattık, başıboş bırakacağız? Ve siz zannediyor musunuz ki siz bize döndürülmeyecek (ve hesap vermeyecek)siniz?” (3) “Hayır hayır, ben insanları ve cinleri beni tanısın ve bana kulluk etsinler, ibadet etsinler diye yarattım.” (4)

Ağzımızdan çıkan her söz, yaptığımız her iş, sergilediğimiz her hareket düzenlediğimiz her eğlence, harcadığımız her kuruş kayıtlar altına alınmaktadır. (5) Bunlar kabrin öbür tarafında ya kurtuluşumuza vesile olacak, bizi cennete kavuşturacak, ya da ceza almamıza vesile olacak, -bir şefaat yetişmezse- alıp bizi cehenneme götürecektir.

KUR’AN, BİZE ŞİMDİDEN HABER VERİYOR

Cehennemdekilere sorulacak:

-Sizi cehenneme sürükleyen ne oldu? Cevap çok enteresan. Dediler ki:

-“Biz namaz kılanlardan olmadık, açları yedirip doyurmadık, (zekât ve sadaka vermedik), hesaba çekileceğimiz bir günü hesaba katmadık, ahireti inkâr ettik ve batıl eğlencelere dalanlarla beraber daldık gittik. Şimdi de cehennemle baş başa kaldık.” (6)

Bu ayetler ve uyarılar bizim ödümüzü koparmalı, düğünlere, pikniklere, partilere giderken çılgınlaşmamalı ve çıldırmamalıyız. Gecelerimizde gecelerin sahibine isyan etmemeliyiz. Bahar ve yaz aylarında o baharı ve yazı bize lutfeden Latif’i gücendirmemeliyiz. Pikniklerimiz, o sevinçli günleri bize lutfeden Allah’a isyana dönüşmemeli, tam tersi zikrimizi, şükrümüzü, artırmalı. Allah’ı anlatan, Peygamberi sevdiren, birlik-beraberliğe davet eden, anarşi ve terörü sindiren-söndüren sohbet ve nasihatlarla süslenmeli.

Biz bid’at eًğlencelere, gayr-i meşru eğlencelere pirim veremeyiz, vermemeliyiz. Biz de bunlara pirim verirsek kıyamet kopar. Yanlış yaşayanlar kadar doğru yaşayanlar da olmalı. Soyunanlar kadar, örtünenler de olmalı. İmansızlığı ve ahlaksızlığı hayat biçimi haline getirenler kadar, ahlaklı ve imanlı yaşamayı hayat biçimi haline getirenler de olmalı. Din ve maneviyat düşmanları kadar, dindarlar ve dini yaşayanlar da olmalı. Olmalı ki dünya ayakta durabilsin. Dünyanın sahibi dünyanın yaşamasına izin versin. Aksi halde dünyanın yaşamasının bir anlamı kalmaz. İşte o zaman kıyamet kopar.

Allah, neden kendisini tanımayanlardan razı olsun ve onlara böyle muhteşem bir konak hazırlasın ki? Hangi fabrikatör, kendisini tanımayan, takmayan işçilere fabrika açar? Veya açtığı fabrikayı ayakta tutar? Veya hangi fabrikatör, kendisine isyan edenlere maaş verir ve cezasız bırakır?

Bu mübarek Anadolu toprakları, veliler otağı‎, ş‏ehitler yata‎ğıdı‎r. Hâla bu vatan için ‏şehit vermeye devam ediyoruz.

Şüheda gövdesi bir baksana dağlar, taşlar,

O rükû olmazsa dünyada eğilmez başlar” diyor Âkif bu topraklar için.

Kurtuluş gecelerimiz, yılbaşı gecelerimiz, eğlencelerimiz, düğünlerimiz, pikniklerimiz bizi, değerlerimizi, evliya ve ş‏ehitlerimizi incitmemeli, Allah’ı‎, peygamberi, melekleri, velileri ve ehl-i nâmusu gücendirmemelidir.

Burası‎ imtihan dünyası‎dı‎r. İmtihanda kimseye dokunulmaz. Allah sabreder, mühlet verir ama unutmaz. Hiç kimsenin yaptığını, hiç bir zalimin zulmünü, hiçbir fasığın fıskını, hiçbir münafığın nifakını, hiçbir kâfirin küfrünü yanına koymaz. Şimdi bu çılgınların, asilerin, anarşist ve teröristlerin yaptıkları yanlarına kalacak mı sanıyorsunuz? Asla.

Biz, onların hesabını gözlerin kamaşacağı bir güne bırakıyoruz” (7) diyen Allah,“Ben onlara -adam olsunlar, akıllarını başlarına alsınlar diye- mühlet veriyorum. Benim tuzağım çok kuvvetlidir” (8) sözüyle de ihtarını çekmektedir.

Kanuni Sultan Süleyman, meyve aًğaçları‎nı saran‎ karı‎ncaların durumunu Zenbilli Ali Efendi’ye sorar:

– Aًğaçlar‎ı sarsa eًğer karı‎nca,

Zarar var m‎ı karı‎ncayı‎ kı‎rı‎nca.

Zenbilli Ali Efendi’nin cevabı‎ âlime yakışı‎‏‎r tarzda olur:

– Yar‎ın Hakk’ı‎n divan‎ına var‎ınca

Süleyman’dan alı‎r hakkı‎n kar‎ınca

Eko sistemde her varlığın bir faydası ve hikmeti vardır. Zararlı‎ olmadıkları takdirde hiçbir şeye zarar vermemeli ve incitilmemelidir.

Üstad-ı Muhterem ne güzel uyarıyor:

Ey insan! Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun? Sen kabiliyet açısından bütün canlıların üstünde olduğunu ve dünya hayatının levâzımatını tedârikte, bir serçe kuşu kadar bile güçlü olmadığını biliyorsun. Öyleyse neden anlamıyorsun ki, asıl vazifen hakikî bir insan gibi, hakikî ve ebedî bir hayat için (ahiret için) çalışmaktır. En lüzumlu vazifeleri bırakıp, güya binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz şeylerle vakit geçiriyorsun.

Geceleriniz, gündüzleriniz, baharınız, yazınız, piknikleriniz, düğünleriniz, eğlenceleriniz hayırlı ve bereketli olsun; olsun ama içinde isyanı, haramı ve günahı barındırmasın. Sizi Allah’tan, Peygamberden, güzel ahlaktan ve namazdan uzaklaştırmasın.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Enbiya, 21 / 16

2-Hicr, 15 / 85

3-Mü’minûn, 23 / 15

4-Zariyat, 51 / 56

5-Bkz.Kaf, 50 18

6-Müddessir, 74 / 42-47

7-İbrahim, 14 /42

8-A’raf, 7 / 183