Etiket arşivi: Mustafa Sungur

Mustafa Sungur Ağabey’den İkinci Cumhuriyet Erkan ve Azalarına Tavsiyeler!

Mustafa Sungur Ağabey’den 52 Sene Evvel İKİNCİ CUMHURİYET ERKÂN VE AZALARINA Risâle-i Nur Hakkındaki Tavsiyeler

– Dinî Eserleri ve Risâle-i Nurları Yasaklama ve İmha Kararı Alan Hukuk Tanımazlara Mektup

– Milli Eğitim Bakanlığına ve Diyanet İşleri Başkanlığına Risâle-i Nurları neşretmek için tavsiye

– 52 Sene evvel İkinci Cumhuriyet İfadesini Mustafa Sungur Ağabey’in Kullanması

Bediüzzaman Hazretlerinin mümtaz talebelerinden Merhum Mustafa Sungur Ağabey, 5.5.1961 yılında, belki de ilk defa İkinci Cumhuriyet tabirini kullanarak, İkinci Cumhuriyet Erkân ve A’zalarına başlığı altında, 1960 İhtilâlini yapan yetkililerine tavsiyelerde ve tarihî açıklamalarda bulunmaktadır. Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursi ve İlmî Şahsiyeti adlı eserimizin II. Cildinin başına alacağımız bu mektubu, meraklıları bekletmemek için ve bu zamana kadar neşredildiğine rastlamadığımız zannettiğimiz için neşretme kararı aldık. Osmanlıca kaleme alınan ve arşivlerimizde saklı bulunan bu yazı, günümüz devlet adamları için de geçerliliğini koruyan hakikatler ihtiva eylemektedir.[1]

Mustafa Sungur Ağabey, Yazının özetini özü başlığı altında şöyle hülasa etmektedir:

Müte’addid Ağır Ceza Mahkemelerinin berâ’at kararları nazar-ı itibara alınmayarak bir kısım dinî eserler hakkında verilen imhâ ve müsâdere emrine itiraz ve şekvadır.

İKİNCİ CUMHURİYET ERKÂN VE AZALARINA

Vatan ve milletin saadeti ve istikbalimizin selameti noktasından son derece mühim bir hakikatı arz ediyorum. Aciz bir vatandaş olarak ibraz ettiğim hakikatın sabırsızlıkla nazarı ehemmiyete alınması lazım geldiği kanaatindeyim. Çünkü sizler madem Türk vatanının ve Türk milletinin idaresini üzerinize almışsınız, elbette bu necip millet ve bu mübarek vatanın tarihinin hayatının ve istikbalinin temel taşları hükmünde olan ebedi gerçekleri nazar-ı dikkate alırsınız. Şöyle ki:

Bu memlekette öteden beri gerek bazı matbuat tarafından gerek bazı şahıslar tarafından ileri geri fikirler söylenen Risale-i Nur ve Nur talebeleri mevzuu hakkında salahiyettar makamlardan müsbet ve kat’i malumat almış olmaklığınıza rağmen İslamiyet ve Kuran düşmanı olan bazı gizli unsurların uydurma isnadların tahriki ile menfi bir kanaat getirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bu hususda adeta hakikatı zıddıyla itham etmek gibi garip bir tezada düşüldüğü görülmektedir. Bu kısım ifadeleri size takdim eden ben yıllarca risalei nuru okuyarak yazarak neşriyatta bulunan ve merhum Said Nursinin yanında uzun müddet hizmet eden ve Risale i Nur mevzunun esasına her cihedle aşina olan bir ferd olarak bir ma’rûzâtda bulunuyorum.

Son günlerde edindiğim malumata göre erkân-ı hükümetin ve komite üyelerinin haberi olmadan bir iki şahsın hareketleriyle vatan sathına tamim edilen bir karar üzerine (birkaçı müstesna) bütün dini kitaplarla birlikte Risale-i Nur eserlerini müsadere ve imhasına gidildiği esefle işitilmiş bulunmaktadır. Üzerime terettüb eden vicdani ve insani ve İslami bir vecibe telakkisiyle bu hareketin kanunsuzluğunu ve hakikatı olduğu gibi sizlere arz etmeye mecbur kaldım.

Malumdur ki Risale-i Nur namındaki 130 parça dini eserler 40 seneye yakın bir zamandan beri Türk vatanında intişar etmektedir. Hatta meşrutiyet devrinde de bu eserlerin asılları Türkçe ve Arapça neşr edilmiştir. Risale i nurun telifiyle intişara başlamasından 10 sene sonra 1934 senesinde Eskişehir, 1944 de Denizli ve 1948 de afyon ağır ceza mahkemelerinde Nur talebeleri ve Nur risaleleri hakkında yapılan duruşma, tahkikat, tetkikatlar beraat ile neticelenmiştir. Bundan sonra 1950 den 1960 a kadar, Türkiye’nin 30-40 mahkemesinde yine bu eserler hakkında duruşmalar ve tahkikatlar yapılmış ve her vilayet, kaza ve nahiyelerde tahkikler ve incelemeler cereyan etmiş. Netice itibariyle 30 – 40 dan ziyade beraat, iade ve men i muhakeme kararları ile Risale i nur eserlerinin dünya, ilim, irfan ve hakikat muvacehesinde son derece takdire değer imani ve Kur’anî esasları ihtiva eden memleket ve milletin terakkisine ve saadetine medar iman, ahlak ve fazilet umdelerini yerleştiren, vicdanlarda ilahi ve dini müeyyideleri tahkim eden, cemiyetin ve halihazır insan cemaatlerinin manevi yaralarına merhem olacak esasları havi bir tefsiri kuran mahiyetinde olduğu tespit ve tebeyyün etmiş bulunmaktadır. Bu kararların bir kısmı temyizin tasdikinden geçerek kaziyeyi muhkeme haline gelmiştir. Ağır ceza mahkemelerinden başka muhtelif emniyet dairelince yapılan taharri ve tetkiklerde Risâle-i Nur ve talebelerinde de hiçbir menfi hususa rastlanmamıştır. Bilakis daima müsbet hareket müşahede edilmimştir. İşte bunlar gibi bir sürü müsbet vesikalar ve delillerle sabit olmuş ki;

Risale i Nur eserleri iman ve İslamiyet’i asrımızın idrakine münasip ispat ve telkin eden; akıl, kalp ve ruhları ihtizaza getiren ve teselli ettiren; medeniyeti kuranın alemde galebesine yol gösteren ve teşvik eden çok mümtaz eserlerdir. Risale i Nurların sayısız okuyucuları ve eserleri neşr edenler ise geçen 40 senede ki hadise ve cereyanların hiçbirisine karışmamaları ve hiçbir vukuat zabıtaca kaydedilmediği delaletiyle okuyucular bulundukları her yerde en müstakim en faziletli olmaları şehadetiyle, müsbet anlayışlı ve doğru hareket edici bulundukları zahir olmuştur. Ve daha bunun gibi pekçok belki binler delil, şehadet vesilakaları ibraz ile görülüyorki risalei nur eserleri ve bu eserleri okuyanlar asla menfi ve zararlı olmayıp bil akis çok faydalı ve müstakim hem son derece menfaatli ve memleket ve milletin ebedi medar ı iftaharı şerefini, tarihi mefharetini devam ettiren hak ve hakikat yolcularıdır, rehberleridir.

Ayrıca 27 Mayıs’dan sonrada birçok idari ve adli merciler tarafından yapılan tahkikat neticesinde Risâle-i Nur eserlerinde ve okuyucularında hiçbir menfi hal görülmeyip bitemamiha beraat verilmesine rağmen, maalesef şimdi haber alıyoruz ki, bir sulh ceza mahkemesinin verdiği tekbir karara dayanarak hem Risâle-i Nur eserlerinin hem bir kısım muteber din kitaplarının müsadere ve imhasına dair Dâhiliye vekaletince bir karar ittihaz edilmiş ve memleketin hertarafına tamim edilmiştir. Bu tamimde Yıldızname, Saatname, Karınca duası, Hamail, Resimli Nüsha, Çevirgil duası, Vasiyetname, Uğru Abbas gibi bir kısım muska kitaplarına bir diyeceğimiz yok. Fakat bunlar meydanda 25-30 senedir din âlimleri ve Türk mahkemeleri tarafından tetkik edilmiş ve beraat kararlarını almış, Sözler, Lemalar, Mektubat, Asayı Musa ve Mesnevi-i Nuriye gibi Risâle-i Nurlar ve Şerhül-Akaid, Halabi Tercümesi, Akaid-i Hayriye, Kenzül-İrfan, Şurut’us-Salat, Tecvid Karabaş, Kuduri, Amentü Şerhi ve Usul’ul-Akaid gibi İslam’ın akaidine ve fıkhına mütedair İslam uleması beyninde muteber kitaplarında toplattırılıp imhasına karar vermek ve bu kararı bütün idari makamlara tamim etmek, İslam dininin ve islami kitaplarına büyük bir darbe olduğu ve 99 u Müslüman olan bu milletin mukaddesatını çiğneyerek milleti devlet idaresinden tenfire en büyük bir sebep olduğu müşahede edilen kati bir hakikattır. Tamim edilen bu yazının mahiyeti o kadar acı ve hüzündür ki Tarih-i İslam’da hilafı hakikat ve ağlatıcı böyle bir hadise görülmemiştir. Çünkü hakikat uzun senelerin tetkikat ve tahkitıyla güneş gibi aşikâr olduğu halde ve idare ve adli mercilerin bu kadar müsbet karar ve tetkiklerine rağmen, ufak bir bahane ile imha ve müsaderei havi böyle bir yazı ve bunun vahim neticeleri olarakta yer yer her tarafta dini eserlerin imhasına çalışılması elbette tarihte ender görülen ve İslam tarihinde eşine rastlanmayan çok acıklı ve hazin bir hadisedir. Fırsattan istifade etmekle bu necip millette İslamiyet hakikatını ve kuran nurunu söndürmek isteyen gizli bir zihniyet ve anarşist ruhlar, iftira ve tahrikâtlarla Türk tarihine türkün milyarlar kahraman şerefli ecdadının kutsi hatıralarına, Türk vatan ve milletine, istikbal nesillerinin selametine en büyük darbeyi bu suretle vurmak istiyorlar.

İKİNCİ CUMHURİYET’İN SAYIN ERKÂN VE AZALARINA

Elbette sizler Türk milletini seversiniz; Terakki ve Saadetini arzu edersiniz. Ve elbette sizler kominizim gibi inkârcı ve yıkıcı cereyanların gizli ve aşikâr faaliyetlerini önlemek istersiniz. Ve yine elbette sizler bir masum genci parçalamaktan binler defa daha korkunç ve tehlikeli olan imansızlığın ve dinsizliğin körpe dimağları zehirlemesine mani olmayı milli bir vazifeniz telakki edersiniz. Öyleyse biran evvel süratle bütün hakiki dini eserleri imha etmekle İslam dinine nihayet vermek, vicdanı umumiyi ve efkârı ammeyi tezelzüle uğratmak isteyenlerin faaliyetlerine ve amansız hücumlarına mani olmak suretiyle vatanseverliğinizi ibraz ediniz. Bütün bir millet ve belki bütün tarih ve Anadolu taşıyla toprağıyla hem âlem-i İslam ve insaniyet sizden bunu bekliyor. Kuran-ı Hakimin hakaikına perde çekmek isteyenlerin gizli veya aşikar faaliyetlerini önlemenizi bekliyoruz.

İKİNCİ CUMHURİYET’İN SAYIN ERKÂN VE AZALARINA

Biz hem sizlere hem hükümetin alakadar mensuplarına Risale i Nur ve talebeleri mevzuunda her nevi malumatı arz etmeye hazırız. Esasen gizli hiçbir şey yoktur. İdari ve adli merciler her türlü inceleme ve araştırmayı yapmışlardır. Hal böyleyken hakikat-ı İslami yenin ve imanın inkişafını arzu etmeyen ve Türk cemaatinin dini şuurla yüksek seciyeli olmasını çekemeyen ve bilhassa genç nesillerin mütenebbih ve kalbleri imanlı olmasını asla arzu etmeyen her hâdise ve her fırsattan istifâde ederek bu memlekette anarşistliğin tohumunu ekmeye çalışan ve netice itibariyle memleket âfâkını kızıl rüzgarın cevelânına hazırlayan bir takım menfi unsurlar, binler te’essüf ki, güneş gibi parlak ulvî hakikatları vatan ve millet sa’âdeti için çırpınan asîl ruhları yok etmek gibi tahribatlara tevessül etmektedirler. Artık hâdisenin tafsîlâtına girişmeyerek Risâle-i Nur Eserleri ve talebeleri hakkında yapılan uydurma isnâdların asılsızlığını bir iki sözle beyân ederim. Merhûm Üstad’dan ve Nurlar’dan aldığımız ders ile âlem-i insaniyetin saadetine yol açan ve bugün Türkiye’de zuhur ederek hak ve hakikat nurları ile âlem-i beşeriyete ve kâinata ışıklar serpen ihlâs aşkı ve rizây-ı ilâhî şevki ile vücud bulan Risâle-i Nur’dan bir nebze bahsetmek istiyorum.

Ey bu memleketin idaresini deruhde edenler ve ey bin seneye yakın Kur’an-ı Hakîm’in bayraktarı ve Âlem-i islamın kumandanı olarak cihanda en kudsî ve en ulvî vazife ile Nur-u Kur’an’ın hâdimi ve nâşiri olan bir milletin evladları!

Hem hâdisât-ı âlemin şahadetiyle, hem Merhûm Said Nursî’nin kuvvetli ve beşâretli ihbarıyla görünüyor ki, nev’-i beşer uyanmış ve Hak dini arıyor. Fıtrat-ı insaniyeyi tatmin edecek bir hakikat taharri ediyor. Bu hakikat hiç şüphe yok ki, ezeli ve ebedi birbirine bağlayan, ferd ve cemiyetin dünyevî ve uhrevî bütün sa’âdet düsturlarını hâvî olan hakikat-ı Kur’aniye ve İslamiyedir. Almanya’da, Amerika’da, İsveç, Norveç ve Finlandiya ve sair memleketlerde cüz’î ve küllî İslam dinine karşı bir meyelân ve arzu var. Demek değil ylanız âlem-i İslam, işte âlem-i insaniyet ve belki bütün beşer, hakikat-ı Kur’aniyeyi taharri ediyor. Tâ ruhunun ebedî ihtiyaç ve arzularını onunla tatmin etsin. Ve kâinâtın tehâcümâtından mahiyetini kurtarsın. Evet dost ve düşman umum ehl-i aklın, Şark ve Garbın ittifakıyla maddi ve manevi, dünyevî ve uhrevî bütün saadet düsturları, medeniyet ve kemâlât-ı insaniye, İslamiyetin ve Kur’an’ın hakikatındadır. Şimdi âlem-i İslama düşen vazife, insanlık âleminin bu şedîd ihtiyacına muvafık ve kabiliyetine uygun iknâ’a, izah ve isbat usulleriyle Kur’an hakikatlarının neşrinde ve hizmetinde bulunmaktır. Merhûm Mehmed Âkif’in dediği gibi;

Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.

İşte bu en elzem ve yüksek vazifa ve asırların beklediği mu’azzam hakikat, Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun ki, Türk vatanında, Türk Milleti içinde zuhur etmiş ve Türk lisânı ile yarım asra yakın bir müddetten beri neşr edilmektedir. Şimdi Türk hamiyetperverleri kendi öz vatanlarında zuhur eden Kur’an’ın bu en nurânî hakikatları olan Risâle-i Nur’u elde ederek dünya efkâr-ı umumiyesine ders vermekle, şerefli ecdadımız gibi bu asrın icabatı olarak Kur’an ve iman hizmetinde bulunmalıyız.

Evet hiçbir maddi kuvvet olmadığı halde, yalnız hakikatın güzelliği ve mu’cize-i Kur’an’ın ulviyeti ve berraklığı ile akıl ve kalbleri uyandıran, ihtizaza getiren, şahâmet-i imaniye ve şefkat-i imaniyeyi ders veren Risâle-i Nur, bu asırda dünyayı sarsan dehşetli hâdiselere, komünizm cereyanlarına ma’rûz kalan İslam Cemâ’atini ve Türk gençliğini vikaye ve muhâfaza etmektedir.

Risâle-i Nur etrafında ve neşrinde pervane misâl çalışan Müslüman gençlerin bu faaliyetlerinin sebep ve sâiki nedir? Hangi menfaat ve gaye peşindedirler? Diye vârid olabilecek suale cevaben, şerefli ecdadımızın ve khraman türklerin dünyaya parmak ısırttıracak fedakârlık numuneleriyle hakaik-ı İslamiyeleri dünyaya ilan etmek istemeleri nev’inden ulvî ve kudsî br hizmet şevki ile rızay-ı İlâhî muhabbetiyle ve saadet-i ebediye gayretiyle, vatan, millet, tarih ve ecdad sevgisi ile çalışmalarıdır. Başka türlü bir gaye ve saik düşünülemez ve olmadığı da incelemelr ve mahkeme kararlarıyla sâbit olmuştur.

Gençliğin ruhunu ulvî mefkûrelerle doldurmak, onları başıboşluktan kurtarıp şuurlu, vakarlı ve menfaatli birer insan yapmak emelini, vicdanında hissedenler, elbette Kur’anın ve İslamiyet’in hakikatlarına sarılmak mecburiyetindedirler.

MA’RÛZÂTIMA ŞU MADDELERLE SON VERİYORUM

1. Risâle-i Nur eserleri, müsâdere edilmek şöyle dursun, devlet ve hükümetçe ele alınarak yeni baştan Anadolu’nun her köşesine, âlem-i İslam ve insaniyete neşredilmeye elyak ve hem çok lâzım. Aynı zamanda zamanın telakkisine ve asr-ı hâzırın idrakine hitab edici mahiyette yüksek eserlerdir. Her bir mes’ele-i diniye delâil-i akliye ve mantıkiye ile isbat ve izah edilmiş olup hiçbir şüpheye meydan bırakmayan mukni’ eserlerdir. Gerek Ma’ârif ve gerek Diyânet Dâirelerinde ele alınıp okutulmaya ve neşredilmeye değer kıymetindedirler.

2. Risâle-i Nur hakkında bu kanaatler yalnız benim gibi bir âcizden değil, bu memlekette milyonlar okuyuculardan ve binler salahiyetdâr şahıslardan gelmektedir. Bu itibarla Risâle-i Nur mevzuunda salahiyetdâr zatların, ehl-i ilim ve hakikatın kanaati alınması gerekmektedir.

3. Manevî tahribâtıyla efkâr ve kulubu ifsâd etmeye çalışan solcu cereyânların tahripkâr ve inkârcı istilasından genç nesilleri muhâfaza için Risâle-i Nur namındaki eserlerin devlet ve hükümetçe ele alınması, en büyük millî bir vazifedir. Çünkü Risâle-i Nur otuz kırk seneden beri bu memlekette ve en başta Komünizm olarak yıkıcı ve inkârcı cereyanlara tek başıyla mukabele ettiğinden bu tehlikeye karşı bir sedd-i Kur’anî vazifesini gördüğü âşikâr ve zâhir olmuştur.

4. Uydurulan isnadlar ki, cemiyetçilik, tarikatçılık, emniyeti ihlâl ve sâire gibi ithamların asılsızlığı kırk senelik uzun bir devrenin şahadetiyle müte’addid mahkeme ve emniyet dâirelerinin tahkikat ve incelemeleriyle tebeyyün etmiştir. Bilakis bu memlekette hiçbir karışıklığa meydan vermeyen ve daima yapıcı müsbet hareketleri ders veren iman, ahlak, fazilet, şefkat ve merhamet esaslarınıu ta’lîm ve tahkim eden Risâle-i Nur’un Anadolu’daki intişârı neticesi olarak karıştırıcı cereyânlar, menfi gayelerine muvaffak olamıyorlar. İşte en bâriz bir hakikat ve en ziyâde takdire değer bir keyfiyet ki, biz onunla itham ediliyoruz. Ne garip bir tecelli ki, hak ve hakikat zıddı ile itham edilmektedir. Fakat rahmet-i ilâhiyeden ümit ederiz ki, dâima hak gâlib ve hakikat üstün olacaktır.

5. Bu kadar biz hakikatlerden ve yarım asra yaklaşan uzun bir tahkikattan sonra, vatandaşlarla beraber emniyet ve adliye dairelerinin müsbet kanaat ve takdirleri de olduğu halde, bazı menfi gayretkeşlerin ve solcu unsurlarla desise ve iftiralarıyla veya tahrikiyle Hükümet erkânının ve devlet ricâlinin haberi olmadan bir ta’mîmle birkaç müstesnâ bütün hakikatlı dinî eserlerle birlikte Risâle-i Nur Mecmualarının müsaderesine ve imhâsına dâir bir tek Sulh Ceza Mahkemesinin kararına dayanarak ve 1930’dan 1961 senesine kadar verilen otuzdan ziyâde Ağır Ceza Mahkemelerinin berâ’at kararları nazara alınmayarak Dâhiliye Vekâletince yapılan ta’mîm yersizdir. Bütün mahkemeleri mahkûm etmek demektir. Vu bunun neticesi olarak yapılacak hareketler, Türk Vatanında İslamiyet ve Kur’an aleyhinde ittihâz olunan ve tarih sayfalarında eşine nâdir rastlanan dehşetli bir hâdisedir. Ve İkinci Cumhuriyeti millet nazarından düşürmek gibi devlete karşı da en büyük bir hiyânettir. Ve bütün millet efradının ve istikbal nesillerinin ma’nen i’damına hükmetmek gibi korkunç bir teşebbüstür.

Bu itibarla Hükümetin bütün erkân ve a’zasından ve İkinci Cumhuriyet mensuplarından hak ve hürriyete çalışan bütün vatanperverlerden umumen ricâ ederek ve onlara bu acıklı ve müthiş hâdiseyi haber vererek ma’rûzâtıma nihâyet veriyorum.

Üstad Merhûm Said Nursi’nin 1949 senesinde o zaman iktidarda bulunan Hükümete gönderdiği bir istid’âsından şu parçaları nazarınıza takdim ediyorum.

Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalaletten şanlı bir surette kurtulmasına büyük bir vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri; eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’an’a ve hakaik-i imana sahib çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet, eskide yanlış bir surette ve din zararına medeniyetin propagandası yerinde doğrudan doğruya hakaik-i Kur’aniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size kat’iyyen haber veriyorum ve kat’î hüccetlerle isbat ederim ki; âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlub olup, âlem-i İslâmın kal’ası ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet verecek.

Evet hariçte iki dehşetli cereyana karşı bu kahraman millet, Kur’an kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa küfr-ü mutlakı, istibdad-ı mutlakı, sefahet-i mutlakı ve ehl-i namusun servetini serserilere ibahe etmesini âlet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak; ancak İslâmiyet hakikatıyla mezcolmuş, ittihad etmiş ve bütün mazideki şerefini İslâmiyette bulmuş bu millet dayanabilir. Bu milletin hamiyetperverleri ve milliyetperverleri, herşeyden evvel bu mümtezic, müttehid milliyetin can damarı hükmünde olan hakaik-i Kur’aniyeyi terbiye-i medeniye yerine esas tutmak ve düstur-u hareket yapmakla o cereyanı durdurur inşâallah.

İkinci cereyan: Âlem-i İslâm’daki müstemlekâtlarını kendilerine ısındırmak ve tam bağlamak için bu vatandaki kuvvetli merkeziyet-i İslâmiyeyi dinsizlikle ittiham etmekle bozmak ve âlem-i İslâm’ın irtibatını manen kesmek ve uhuvvetlerini bu millete adavete çevirmek gibi bir plânla şimdiye kadar bir derece muvaffak da olmuş. Eğer bu cereyanın aklı başında olsa, bu dehşetli plânı değiştirip hariçteki âlem-i İslâm’ı okşadığı gibi; bu merkezdeki İslâmiyet dinini okşasa, hem o da çok istifade eder, hem azîm fütuhatını bir derece muhafaza eder, hem bu vatan ve millet dehşetli beladan kurtulur.

Eğer şimdi siz kâtib-i umumî olduğunuz hamiyetperver, milliyetperver adamlar, şimdiye kadar cereyan eden ve medeniyet hesabına mukaddesatı çiğneyen usûlleri muhafazaya çalışıp, üç-dört şahsın inkılab namında yaptıkları icraatı esas tutarak mevcud haseneleri ve inkılab iyiliklerini onlara verip ve mevcud dehşetli kusurları millete verilse, o vakit üç-dört adamın seyyiesi üç-dört milyon seyyie olup bu kahraman ve dindar milleti ve İslâm ordusu olan Türk milletinin geçmiş asırlardaki milyarlar şerefli merhum ordularına ve milyonlarla şehidlerine ve milletine büyük bir muhalefet ve ervahına bir manevî azab ve şerefsizlik olmakla beraber; o üç-dört inkılabçı adamın pek az hisseleri bulunan ve millet ve ordunun kuvvet ve himmetiyle vücud bulan haseneleri o üç-dört adama verilse, o üç-dört milyon iyilikler, üç-dört haseneye inhisar edip küçülür, hiçe iner; daha dehşetli kusurlara keffaret olamaz.

Sâlisen: Size karşı elbette çok cihetlerde dâhilî ve haricî muarızlar var. Ben dünya ve siyasetin haline bakmadığım için bilemiyorum. Fakat beni bu senede çok sıkıştırdıkları için mecburiyetle sebebine baktım ki, size karşı bir muarız çıkmış. Eğer o muarız mükemmel bir reis bulup hakaik-i imaniye namına çıksa idi, birden sizi mağlub ederdi. Çünki bu milletin yüzde doksanı, bin seneden beri an’ane-i İslâmiye ile, ruh ve kalb ile bağlanmış. Zahiren muhalif-i fıtratındaki emre, itaat cihetiyle serfüru’ etse de kalben bağlanmaz.

Hem bir müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıd altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez. Bu hakikatın çok hüccetleri, çok misalleri var. Kısa kesip sizin zekâvetinize havale ediyorum. Bu asrın Kur’ana şiddet-i ihtiyacını hissetmekte İsveç, Norveç, Finlandiya’dan geri kalmamak size elzemdir. Belki onlara ve onlar gibilere rehber olmak vazifenizdir.

Siz, şimdiye kadar gelen inkılab kusurlarını üç-dört adamlara verip, şimdiye kadar umumî harb ve sair inkılabların icbarıyla yapılan tahribatları -hususan an’ane-i diniye hakkında- tamire çalışsanız; hem size istikbalde çok büyük bir şeref ve âhirette büyük kusuratlarınıza keffaret olup, hem vatan ve millet hakkında menfaatli hizmet ederek milliyetperver, hamiyetperver namına müstehak olursunuz.

Râbian: Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor ve madem siz de herkes gibi kabre koşuyorsunuz ve madem o kat’î ölüm ehl-i dalalet için i’dam-ı ebedîdir, yüzbin hamiyetçilik ve dünyaperestlik ve siyasetçilik onu tebdil edemez ve madem Kur’an, o i’dam-ı ebedîyi ehl-i iman için terhis tezkeresine çevirdiğini güneş gibi isbat eden Risale-i Nur elinize geçmiş ve yirmi seneden beri hiçbir feylesof, hiçbir dinsiz ona karşı çıkamıyor, bilakis dikkat eden feylesofları imana getiriyor ve bu oniki sene zarfında dört büyük mahkemeniz ve feylesof ve ülemadan mürekkeb ehl-i vukufunuz, Risale-i Nur’u tahsin ve tasdik ve takdir edip, iman hakkındaki hüccetlerine itiraz edememişler ve bu millet ve vatana hiçbir zararı olmamakla beraber, hücum eden dehşetli cereyanlara karşı sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’anî olduğuna, Türk milletinden hususan mekteb görmüş gençlerden yüzbin şahid gösterebilirim; elbette benim size karşı bu fikrimi tam nazara almak, ehemmiyetli bir vazifenizdir. Siz dünyevî çok diplomatları her zaman dinliyorsunuz; bir parça da âhiret hesabına konuşan, benim gibi kabir kapısında vatandaşların haline ağlayan bir bîçareyi dinlemek lâzımdır.[2]

Said Nursi

5.5.1961

Adres: Mustafa Sungur, Çankırı Caddesi, Armutlu Sokak, No: 13, Ankara.

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz / www.NurNet.Org

www.islamicuniversity.nl

Mustafa Sungur abinin mektubu

İstanbul İkinci Kez Fethedilecektir !

Rahmetli Sungur Agabey’e 2009 da Fas’ ta yapılacak olan sempozyum öncesi evine bizleri yemeğe davet eden,  aslen Suriyeli olan büyük  âlim Faruk el Hammadi’nin bir suali olmuştu..

İstanbulun iki defa feth edilecegini hadislerde gördüm. . Bu ikinci Fetihin manasi ne olabilir.?

Rahmetli Sungur agabey de şu cevabı vermişti:

Manen fetihtir.. İnşaallah manen fetihtir.

Ya Rab bize ikinci Fetihi nasib et. AMİN

Kadir Daglı

Tarih ve Düşünce Dergisinin Camia Hakkındaki Soruları

Mustafa Sungur Ağabeyin, Tarih ve Düşünce Dergisi tarafından aşağıda sorulan sorulara cevabı

  • Bediüzzaman’ın yakın talebelerinden biri olarak Nurculuk içinde önemli ve etkin bir Ağabeysiniz. Size göre, geçmişi ve bugünüyle Nurcuları mukayese edersek bugünkü durum nedir?
  • Nurculuğun dikkat çeken iki yönü var. Birincisi; başından beri demokrasiye inanmaları ve demokratik misyonu desteklemesi. İkincisi de; özellikle kitap yayınına önem vermeleri. Nurcuların bu iki konuya verdiği önem nereden kaynaklanıyor?
  • Bölünmeler, grublaşmalar Nurculuğu olumsuz etkiliyormu? Yoksa bunu hizmet farklılığı ve bir zenginlik olarak mı değerlendirmek gerekiyor?

Tarih ve Düşünce

Muhterem kardeşim Dursun Bey;

Evvela; çok selam eder saadetler dilerim. Sorduğunuz suallerinize yakinen cevap vermek çok arzu etmeme rağmen malumunuz olduğu vechile zamanın darlığı buna imkan vermiyor.

Birinci sualinizde, Bediüzzaman yakın talebelerinden olarak beyanınıza dua-i manevi olarak Rabb-i Rahim kabul etsin niyazi ile beraber bu nur dairesi Cadde-i Kübra-i Kur’aniye olaması bakımından yakınlık uzaklık zaman ve mesafe bakımından ziyade ihlas sadakat gibi malumunuz olan ölçüler itibariyledir ve daha gecerlidir.

Risale-i Nur dairesi ve Hizmet-i İmaniye ve kuraniyenin dün ile bügün arasında çok ziyade bir farkı yoktur. Çünkü Üstad kitaplar olunca dersler hakaiki Kur’aniye mucmuası olan Risale-i Nurla ifa edildiğinden merci ve makam, menba ve Üstad devam ettiği müddetce aynı nur ve feyiz ve iştiyak ve merak devam ediyor demektir. Hele Nur neşriyatı ülke hududları dışında alem-i İslam ve insaniyete doğru uzandıkça, yayıldıkca yıllar önce başlayan ihbaratı gaybiyelerin zuhuru daha ziyade şükrana vesile olmaktadır.

Amma elbette saff-ı evvel ilk talebelerin çekirdek misal hizmetleri ifa edenlerin mazhariyeleri çok daha ali ve kıymettar ve ehemmiyetli görünüyor. Hz. Üstad bir mektubun da

“Hakkı, Hulusi, Sabri, Süleyman, Rüşdü, Bekir, Mustafa, Ali, Zühdü, Lütfü, Hüsrev, Re’fet gibi Sözler’in hameleleri hakında o cemaat; telsiz âletlerin âhizeleri hükmünde, bütün dünyaya ders işittirmek istemek işareti ve hakikatı ise inşâallah tamamıyla sonra çıkacak. Şimdi efradı birer küçük çekirdek iseler de, ileride tevfik-i İlahî ile birer şecere-i âliye hükmüne geçerler. Ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar.”

demektedir. Şimdi ise Nur Talebeleri gelişen bu alemde zaman ve mekanın kısalıp her şeyin sür’at peyda etmesi icabı hizmet-i imaniyede de ona göre say etmektedir.

İkinci sualinizde, Nurcuların demokrasiye inanmaları ve desteklemeleri vesaire: bütün onlara Hz. Üstadımızın son on senede yazdıkları mektublar, ehli Hükümet ve İdareye ve maarif dairesine, Reisicumhura Başvekile gönderdiği yazıları buna güzel bir cevabdır. Hz. Üstad orada gaye ve maksadını çok güzel ve açıkca ifade etmektedir. Hem bu millet ve memleketin bugün maruz kaldığı mes’eleride hall noktasından da ehemmiyetlidir. Bu vesile ile bunun neşrini sizden rica ediyorum.

Efendim; Nur Risaleleri gibi ana kaynak dusturlar hazinesi, hulasa manevi üstad olduğu için Nur Talebelerinde gerçek bölünme olmaz. Çünkü dersler aynen bakidir ve daimada okunmaktadır. Bu cidden harika bir mazhariyettir. Bir Risalede Hz. Üstad

“Hem Şimdi anlıyorum ki; eskiden beri benim liyakatim olmadığı halde bana verilen Bediüzzaman lakabı, benim değildi; belki Risale-i Nur’un manevi bir ismi idi. Zahir bir tercümanına ariyeten ve emaneten takılmış Şimdi o emanet isim hakiki sahibine iade edilmiş”

demek Risale-i Nur manevi bediüzzamandır. Hem ilmi yönü hem de irşadi yönü itibari ile aynı hakikat devam ediyor demektir. Bir mektubunda “On iki tarikatın hulasası olan Risala-i Nur” diyor. Bir mektubunda “Lillahilhamd Risale-i Nur bu asrı belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mucize-i kur’aniye olduğunu çok tecrubeler ve vakıalar ile körlere de göstermiş. Ona ait medih ve senanız tam yerindedir. Fakat bana verdiğinizden binden birisinede kendimi layık göremem. Yalnız pek büyük bir nimete ve muvaffakıyete sizin gibi hakikatlı talebelerin iştirak ve sa’yi ve gayretleri ile mazhariyetim noktasında Risale-i Nur noktasında ebede kadar iftihar ederim.” demektedir.

Son cevabım 1955’de “Reisi Cumhura ve Başvekile” diye gönderdiği beyanını değerli tarih mecmuasında derc etmeniz temennisiyle arz ve takdim ediyorum.

Aciz Kardeşiniz

Mustafa SUNGUR

22.12.2000

* * *

Üstad Bediüzzaman’ın 1955 de Reis-i Cumhur ve Başvekil’e resmen gönderdiği muktubudur…

Reisicumhur’a ve Başvekil’e

Kabir kapısında ve seksen küsur yaşında, birkaç hastalıkla hasta bulunan ve ölüme kendini yakın gören bir bîçare garib ihtiyar der ki: Size iki hakikatı beyan ediyorum:

Evvelâ: Sizlerin Pakistan ve Irak’la gayet muvaffakıyetkârane ittifakını, bu millete kemal-i samimiyetle, sürur ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınızı, inşâallah dörtyüz milyon İslâm’ın sulh-u umumiyesine ve selâmet-i ammenin teminine kat’î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim. Ve namaz tesbihatındaki kuvvetli bir ihtar ile bunu size yazmaya mecbur kaldım. Otuz-kırk seneden beri dünyayı ve siyaseti terkettiğim halde, şiddetli bir alâka ile bu ihtar-ı kalbînin sebebi: Elli seneden beri imanı kurtarmak için gayet kısa bir yolu bulan ve Kur’anın bu zamanda bir mu’cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur’un Arabistan ve Pakistan’da her yerden daha ziyade tesiratı olduğu ve makbul olması, hattâ aldığımız habere göre, mahkemece tesbit edilen mikdarın üç misli Risale-i Nur’un talebelerinin o havalide bulunmalarıdır. Bu sır için âhir hayatımda kabir kapısında bu netice-i azîmeyi görmek ve beyan etmeye ruhen mecbur oldum.

Sâniyen: Irkçılık fikri, Emevîler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında “kulüpler” suretinde büyük zararı görülmesi ve birinci harb-i umumîde yine ırkçılığın istimali ile mübarek kardeş Arabların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-ı umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeğe çalıştıklarına emareler görünüyor. Halbuki menfî hareketle başkasının zararıyla beslenmek, ırkçılığın seciye-i fıtrîsi olduğu halde; evvelâ başta Türk milleti dünyanın her tarafında müslüman olduğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezcolmuş, kabil-i tefrik değil. Türk, Müslüman demektir. Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar. Türk gibi Arablarda da Arablık ve Arab milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir. Sizin bu defaki Irak ve Pakistan’la pek kıymetdar ittifakınız, inşâallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def’edecek ve dört-beş milyon ırkçıların yerine, dörtyüz milyon kardeş Müslümanları ve sekizyüz milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hristiyan ve sair dinler sahiblerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağına, ruhuma kanaat geldiğinden size beyan ediyorum.

Sâlisen: Altmışbeş sene evvel bir vali bana bir gazete okudu. Bir dinsiz müstemlekât nâzırı Kur’anı elinde tutup konferans vermiş. Demiş ki: “Bu, İslâmların elinde kaldıkça, biz onlara hakikî hâkim olamayız, tahakkümümüz altında tutamayız. Ya Kur’anı sukut ettirmeliyiz veyahut Müslümanları ondan soğutmalıyız.”

İşte bu iki fikirle, dehşetli ifsad komitesi bu bîçare, fedakâr, masum, hamiyetkâr millete zarar vermeye çalışmışlar. Ben de altmışbeş sene evvel bu cereyana karşı, Kur’an-ı Hakîm’den istimdad eyledim. Hakikate karşı kısa bir yol ve bir de pek büyük bir Dârülfünun-u İslâmiye tasavvuru ile, altmışbeş senedir, âhiretimizi kurtarmak ve onun bir faidesi olarak hayat-ı dünyeviyemizi de istibdad-ı mutlaktan ve dalaletin helâketinden kurtarmaya ve akvam-ı İslâmiyenin mabeynindeki uhuvvetini inkişaf ettirmeye iki vesileyi bulduk:

Birinci Vesilesi: Risale-i Nur’dur ki; uhuvvet-i imaniyenin inkişafına kuvvet-i iman ile hizmet ettiğine kat’î delil, emsalsiz bir mazlûmiyet ve âcizlik haletinde te’lif edilmesi ve şimdi âlem-i İslâm’ın ekserî yerlerinde ve Avrupa ve Amerika’ya da tesirini göstermesi ve ihtilâlcilere ve dinsiz felsefeye ve otuz seneden beri dehşetli bir surette maddiyyun ve tabiiyyun gibi dinsizlik fikrine karşı galebe çalması ve hiçbir mahkeme ve ehl-i vukuf dahi onları cerhedememesidir. İnşâallah bir zaman da, sizin gibi uhuvvet-i İslâmiyenin anahtarını bulan zâtlar, bu mu’cize-i Kur’aniyenin cilvesini âlem-i İslâm’a işittireceksiniz.

İkinci Vesilesi: Altmışbeş sene evvel Câmi-ül Ezher’e gitmek istiyordum. Âlem-i İslâm’ın medresesidir diye, ben de o mübarek medresede bir ders almaya niyet ettim. Fakat kısmet olmadı. Cenab-ı Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki: Câmi-ül Ezher Afrika’da bir medrese-i umumiye olduğu gibi; Asya, Afrika’dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir dârülfünun, bir İslâm üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfî ırkçılık ifsad etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile İNNEMEL MÜ’MİNİNE İHVETÜN Kur’anın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun. Ve felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikıyla tam musalaha etsin. Ve Anadolu’daki ehl-i mekteb ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin diye vilayat-ı şarkıyenin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas, hem Türkistan’ın ortasında Medreset-üz Zehra manasında, Câmi-ül Ezher üslûbunda bir dârülfünun; hem mekteb, hem medrese olarak bir üniversite için, tam ellibeş senedir Risale-i Nur’un hakaikına çalıştığım gibi, ona da çalışmışım. En evvel bunun kıymetini (Allah rahmet etsin) Sultan Reşad takdir edip yalnız binasını yapmak için yirmi bin altun lira verdiği gibi, sonra ben eski harb-i umumîdeki esaretimden döndüğüm vakit, Ankara’da mevcud 200 meb’ustan 163 meb’usun imzası ile 150 bin lira, o zaman paranın kıymetli vaktinde, aynı o üniversite için vermeyi kabul ve imza ettiler. Mustafa Kemal de içinde idi. Demek, şimdiki para ile beş milyon liraya yakın bir tahsisat vermekle, tâ o zamanda böyle kıymetdar bir üniversitenin tesisine herşeyden ziyade ehemmiyet verdiler. Hattâ dinde çok lâkayd ve garblılaşmak ve an’anattan tecerrüd etmek taraftarı bulunan bir kısım meb’uslar dahi onu imza ettiler. Yalnız onlardan ikisi dediler ki: “Biz şimdi ulûm-u an’ane ve ulûm-u diniyeden ziyade garblılaşmaya ve medeniyete muhtacız.” Ben de cevaben dedim:

“Siz, farz-ı muhal olarak, hiçbir cihette ihtiyaç olmasa da ekser enbiyanın Asya’da, şarkta zuhuru ve ekser hükemanın ve feylesofların garbda gelmelerinin delaletiyle; Asya’yı hakikî terakki ettirecek, fen ve felsefenin tesiratından ziyade hiss-i dinî olduğu halde, bu fıtrî kanunu nazara almayarak garblılaşmak namıyla an’ane-i İslâmiyeyi bıraksanız ve lâdinî bir esas yapsanız dahi, dört-beş büyük milletlerin merkezinde olan vilayat-ı şarkıyede millet, vatan selâmeti için dine, İslâmiyet’in hakaikına kat’iyyen taraftar olmak, size lâzım ve elzemdir. Binler misallerinden bir küçük misal size söyleyeceğim:

Ben Van’da iken, hamiyetli Kürd bir talebeme dedim ki: “Türkler İslâmiyete çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?” dedim. Dedi: “Ben Müslüman bir Türk’ü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünki tam imana hizmet ediyorlar.” Bir zaman geçti (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aks-ül amel ile, o da Kürdçülük damarı ile başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: “Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürd’ü, sâlih bir Türk’e tercih ediyorum.” Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaatı geldi ki: Türkler, bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur.

Ey sual soran meb’uslar! Şarkta beş milyona yakın Kürd var. Yüz milyona yakın İranlı ve Hindliler var. Yetmiş milyon Arab var. Kırk milyon Kafkas var. Acaba birbirine komşu, kardeş ve birbirine muhtaç olan bu kardeşlere, bu talebenin Van’daki medreseden aldığı ders-i dinî mi daha lâzım? Veyahut o milletleri karıştıracak ve ırkdaşlarından başka düşünmeyen ve uhuvvet-i İslâmiyeyi tanımayan sırf ulûm-u felsefeyi okumak ve İslâmî ilimleri nazara almamak olan o merhum talebenin ikinci hali mi daha iyidir? Sizden soruyorum!

İşte bu cevabımdan sonra, an’ane aleyhinde ve her cihetle garblılaşmak fikrini taşıyanlar, kalktılar imza ettiler. İsimlerini söylemeyeceğim, Allah kusurlarını afvetsin, şimdi vefat etmişler.

Râbian: Madem Reis-i Cumhur gayet mühim mesail-i siyasiye içinde şark üniversitesini en ehemmiyetli bir mes’ele yapıp, hattâ hârika bir tarzda altmış milyon liranın o üniversiteye sarfı için bir kanun çıkarmak derecesinde fevkalâde bir hizmet ile medresenin medar-ı iftiharı ve kendisine büyük bir şeref verdiren bu medrese-i İslâmiyeye, eski hocalık hissiyatıyla başlaması, bütün şark hocalarını minnetdar etmiş. Ve şimdi orta-şarkta sulh-u umumînin temeltaşı ve birinci kal’ası olan bu üniversiteyi yine mesail-i azîme-yi siyasiye içinde yeniden nazara alması; elbette bu vatan, bu devlete, bu millete bu azîm faideli hizmeti netice verecek. Ulûm-u diniye o üniversitede esas olacak. Çünki hariçteki kuvvet tahribatı manevîdir, imansızlıkladır. O manevî tahribata karşı atom bombası, ancak manevî cihetinde maneviyattan kuvvet alıp o tahribatı durdurabilir. Madem ellibeş sene bu mes’eleye bütün hayatını sarfetmiş ve bütün dekaikı ile ve neticeleri ile tedkik etmiş bir adamın bu mes’elede re’yini almak ve fikrini sormak lâzım gelirken; Amerika’da, Avrupa’da bu mes’eleye dair istişareye kendinizi mecbur bildiğinizden, elbette benim de bu mes’elede söz söylemeye hakkım var. Hamiyetkâr olan bütün bir millet namına sizden bekliyoruz.

Said Nursî

Nurun Kahramanı Yapan Hakikatlar

Kuran ve sünnet yoludur bu yol

Bu yola girmek candan canandan geçmek..

Daba beteri tevkif takip mahkeme idamla yargılanma..

Daha niceleri var bu yolda çekilen sıkıntıda..

 

Nice canlar feda edildi bu yola nice..

Asımlar, aliler.. her birisi bu yolda can verdi..

Bu yolda yürümek hem kolay hem de bıçak sırtı..

Ayağını kaydırmamak istikameti muhafaza etmek

 

Üstadın meslek ve meşrebine sağdık kalmaktır..

Sadakat, ihlas, muhabbet, uhuvvet, tesanüd, istihdam..

Daha nice mehasin vardır bu yolda..

Sebat eden bu yolun sadık yolcularına muştular olsun..

 

Neler var neler bu yolda. Hoş ve hoş..

Nurani hadiseler meseleler var yürüyene..

Bu yolda Hafız Alileri o makama getiren tefanidir..

Binbaşı asımı kahraman yapan sıdktır..

 

Ahmed hüsrevleri yapan metanettir..

Mustafa sungurları yapan istihdamdır..

Bayram yükselleri yapan muhabbettir..

Nur talebesini bu mefhumlardır..

Allah hepimizi sadık eylesin davamıza..

 

Muhammed Numan

Mustafa Sungur (Şiir)

Men Rabbüke hitabına mazhar oldun..

Uzun zaman talim ettin Nur’u..

Sözler’le mest oldun ve mest ettin..

Ta kal-u beladan ezber ettin bunu..

Aslında ceddinin şanlı mümessilisin..

Fiillerinle isbat ettin bunu..

Allaha hamdettin ömrünce..

 

Senenin muharreminde ettin vefat..

Uzun gecenin sabahı geldi nihayet..

Nicedir yaş yerine kan akıttı gözlerin..

Gurbetten sılaya döndün..

Uzun yolu 83 senede geçtin..

Rahmete göçtün..

 

Allaha uruc ettin..

Gülistana döndü davan..

Allahın ismini yüceltmek için..

Bu dine hizmet ettin..

Ey şanlı Rasulün torunu..

Yadın vaslolur gönlümüzde..

 

Muhammed Numan