Etiket arşivi: Somali

Doktor Abilerimizin Kenya Hatıraları

Kenya’ya Doğru Yolculuk Başlar

İki doktor bir sağlık memuru olarak Kenya’daki Somali’li göçmenlerin bulunduğu dünyanın en büyük kampına iki hafta sağlık hizmeti vermek üzere gönüllü olarak yola çıktık. Hemen Kenya’nın başkenti Nairobi’de bulunan Mevlüt abi ve İsmail abiyle temasa geçtik ve ihtiyaçlarını sorduk. Fazla miktarda her dilden kitap istediklerini söylediler. Mersin’den bir doktor abinin himmetiyle İstanbul’daki Sözler Matbaasında 110 Kg. Kitabın hazır olduğu söylendi. Haftasonu olmasına rağmen orada görevli bir kardeş hususi olarak matbaayı açtı ve üçümüz kitapların tamamını paketledik. Bir kısmını kartonlara koyup paket makinasıyla güzelce paketledik. Bir kısmını da yanımızda götürdüğümüz küçük el valizlerine doldurduk. Oradan hava limanına geçtik. Bir yolcunun en fazla 40 Kg taşıma kapasitesi olmasına rağmen kendi eşyalamızla beraber neredeyse 150 Kg eşyamız vardı. Ancak ekip yedi kişi olduğundan ve bazıları daha az yük aldığından dolayı 280 Kg lık kapasiteyi herkese yaydık. Buna rağmen limit doldu ve bir kısım eşyalarımızı yanımıza almak zorunda kaldık. Altı saat sonra Nairobi’ye indikten sonra daha önce haber verdiğimiz abiler hazır beklemekteydiler. Gümrükten çıkışta sorun çıkarabilirler gerekirse 50-100 Dolar verin o zaman kitapları geçirebilirsiniz diye daha önce bu şekilde kitap götüren abiler bizi uyarmıştı. Neyse ki biraz mırım kırın etseler de hiç bir sorun olmadan kitapların tamamını geçirdik ve dışarıda beklemekte olan abilere teslim ettik.

Aslında gönlümüzden geçen abilerle dersaneye gitmek, orada bir kahvaltı yapıp, kitaplardan da biraz alıp yola öyle çıkmaktı. Ancak ne dersaneyi ziyaret edebildik ne de yanımıza bir tane kitap alabildik. Çünkü bizler bir vakıf vasıtasıyla sağlık hizmeti vermek üzere görevlendirilmiştik ve ekibimizde sorumlu olduğumuz hemşireler de vardı. Hem onları bırakamazdık hem de yaklaşık 650 Km lik daha yolumuz vardı ve bu yolu gece olmadan bitirmek zorundaydık, zira 450 Km’den sonra asfalt yok, kumda jiplerle ilerliyorsunuz ve gece can güvenliği yok. Sabah biraz gecikmeli de olsa 7 kişi iki ayrı jiple yola çıktık. Nerdeyse hiç virajı olmayan dümdüz yol ve sanki kafamıza değecek kadar alçak pamuk şekerine benzeyen bulutlar ve etrafta hiç bina olmadığı için gözümüzün görebildiği çok geniş bir alanda uçsuz bucaksız gökyüzü adeta saniye saniye değişen bir tablo gibiydi.

Hristiyan Köyündeki Cami İmamı Said Hoca

Garissa’ya yakın yol üzerindeki bir köyde bir camide ikindi namazını kılmak üzere durduk. Cami çok bakımsız, tuvaletler susuz ve gömleği biraz kirli, yüzü simsiyah ama gülünce gözlerinin içi gülen nur yüzlü bir zenci etrafımızda koşuşturmaya ve bize su bulmaya çalıştı. Nitekim görüntüsü kirli bir kaç kap ile bize su getirdi. Biraz ondan biraz da yanımızda götürdüğümüz sularla abdestlerimizi alıp çok sade, tavanı akmış, bazı yerleri kırık ve sadece hasır serili ama dıştan görüntüsü güzel olan camide cemaat ile namazımızı eda ettik. Sonra imamla sohbet etmeye başladık. Ama birden içimiz cız etti ve keşke yanımıza biraz kitap alsadık dedik. Çünkü camide Kur’an dahil bir tane bile kitap yoktu. Hoca bu köyün hıristiyan bir köy olduğunu, kendisi dahil sadece üç ailenin müslüman olduğunu ve onların da çok fakir olduklarını anlattı bize. Ancak hoca bizi görünce o kadar neşelenmişti ki, sanki içi cıvıl cıvıl olmuştu ve heyecanı yüzünden anlaşılıyordu. Bize su vermek için koşuşturması ve bize hayran hayran bakması ve yanımızdan ayrılmaması çok dikkatimizi çekmişti. Hocaya içimiz ısındı. Sanırım beyaz oluşumuz ama buna rağmen namaz kılışımız onu çok şaşırtmıştı. Kendisine kitap vermeyi çok arzu ettiğimizi ve malesef yanımızda getiremediğimizi söyledik. Ben yarım ingilizcem ile kitaplar hakkında malumatlar vermeye başladım. Kitapların müellifinin adının Bediüzzaman Said Nursi olduğunu söyleyince, ismini duyduğunu, kitaplarını merak ettiğini ve kendi adının da Said olduğunu söyledi. Bu durum bizi derinden etkiledi ve Nairobi’deki abilere vermek üzere telefon numarasını aldık ve yanımızda götürdüğümüz paralardan bir parça verip yolumuza devam ettik.

Garissa’ya vardığımızda akşam olmuştu. Doksan kilometre daha yolumuz vardı ve biz yola devam etmek istiyorduk. Bizi sıkı sıkı uyarmalarına rağmen biz yola devam etmek istedik çünkü özellikle müslüman ve Türklere kimsenin dokunmayacağını yolda sorduğumuz bütün insanlar söylediler. Biz de tevekkeltü Alallah diyerek yola devam ettik ve Dadaab’a vardık. Orada yaklaşık on gün kaldık ve hergün 20 Km ilerideki Dagahley denen kampların olduğu bölgedeki sağlık çadırlarında poliklinik hizmetleri verdik.

Üstad’ı Anlatınca Bizi Dinleyen Malaylar

Gittiğimizde Türkiye’den giden ve gelen yardımları ve erzakları dağıtan gönüllüler ve Malezyadan gelen ve Kenya asıllı doktorlar oradaydılar. Yaklaşık bir hafta beraber çalıştık. Malezya’dan gelen doktorun iki arkadaşı vardı, biri gazetesi diğeri öğretmen. Hepsi de dindar ve namazlarını kılıyorlardı. Hepsiyle ingilizce iletişim kurduk ama Kenyalı doktor gayet güzel Türkçe konuşuyordu. İçimiz bu sefer ikinci defa cız etti ve kitap getirmediğimize bin pişman olduk. Ama yine dilimizin döndüğü kadar da olsa risalelerden bahsetmeye çalıştık. Asıl dilim Almanca ve İngilizcem adeta Tarzanca olan ben yarım yamalak bir İngilizce ile üstadın hayatından ve risalelerden bahsetmeye başladım. Ama ne gariptir ki normalde bizi anlamadıkları için hiç dinlemeyen ve kendilerine ait bir dünyada konuşup eğlenen, arada sırada bize selam veren ve namazlarda cemaate katılan bu kısa boylu, çekik gözlü ve sevimli adamlar, hiç nefes almadan beni dinliyorlardı. Onlar beni dinledikçe ben de adeta coşuyorum ve Emrah hocamın tabiriyle her şeyi özetlemiş ve anlatmışım. Ya anlattığım her şeyi anladılar, ya da hiç bir şey anlamadılar ve ayıp olmasın diye beni dinlediler. Ama üç kişi yarım saat 45 dakika hiç bir şey anlamadan çıt bile çıkarmadan nasıl durabilirler. Sonra adı Ubeydullah ve mesleği öğretmen olan genç Malezyalı Malayca Risalelerden haberdar olduğunu ve kendisinin okuduğunu ifade etti. Ama doktor ve gazteci de en kısa zamanda okumak istediklerini ifade ettiler ve bizleri Malezya’ya davet ettiler. Biz de onlara Malayca risale yollayacağımıza, inşallah fırsat bulursak da ziyaretlerine gideceğimize söz verdik.

Bir Tane Somali’linin Hıristiyan Olmamasıyla Övünen Somaliler

Üçüncü defa içimizin cız ettiği yer de Dagahley’di. Yani hastaların ve bizlere yardımcı olan Somali’li gençlerin olduğu kamp bölgesi. 3000 civarında hasta baktığımıza göre yarısı bebek olsa en az 1500 kitap dağıtabilirdik ama bir tane bile kitap dağıtamadık. Olsun dedik, nasıl olsa yer belli, insanlar belli nasıl olsa bunlara yollarız diyerek teselli bulduk ve onlara da kitaplar hakkında malumat verdik. Hepsi de çok merak ettiler. Somali’lerin çok ilginç bir özellikleri var. Şimdiye kadar bir tane Somali’li bile hıristiyan olmamış ve bu özellikleriyle övünüyorlar. Çocuklar neredeyse konuşmaya başlar başlamaz Kur’an okumaya başlıyorlar. Çoğu hafız ve Kur’an öğrenme yöntemleri akıllara durgunluk verecek cinsten. Duksi denen ve ağaç altlarında ya da derme çatma kulübelerde uzun tahtalara pilleri kırıp içinden çıkan kömürle yazıyorlar ve tekrar silerek yeniden yazarak Kur’an öğreniyorlar. Hattın güzelliğini görseniz silmeye kıyamazsınız. Bir milliyetlerini bir de dinlerini açlıktan ölseler de bırakmıyorlar. Osmanlı’dan en son ayrılmış, Türkleri çok seven bir millet.

Nairobi’deyken otelin önünde müslüman Kenya’lı esnaflar bizi görünce öyle içten selamladılar ve öyle sıcak karşıladılar ki tarif edemem. İçlerinden genç bir işadamının söyledikleri bizleri hayrete düşürdü. Sizler Osmanlı’nın devamısınız, şimdi de kalkıp bütün İslam alemini toparlamaya başladınız. Size her gün her namazda dua ediyoruz. Türkiye’ye ve Türklere dua ediyoruz. Sizler güçlü olursanız biz zaten kurtuluruz, kendimize değil size dua ediyoruz. Halifeliğin merkezi orasıdır şeklinde ayak üstü bizlerle sohbet etti.

Ottoman Empire, Abdulhamid, İrdoğan

Bir de Dagahley yani kampa yakın yerde bir eczanede bir vatandaş, Türk olduğumuzu farketti ve başladı Ottoman Empire, Abdulhamid, İrdogan demeye başladı. Sordum bu adam ne iş yapar diye, hamalların başı dediler. Kısacası yediden yetmişyediye herkeste bir umut ve bekleyiş var. Bunun da Türkiye eliyle olacağına inanıyorlar ve bizlere çok teveccüh gösteriyorlar. Allah-u Alem belki de bu durumlar risalelerin orada filizlenecek olmasının bir emaresidir. Belki de hem maddi hem de manevi inkişaf olacak ve belki de onların da umdukları ve dua ettikleri gibi Türkiye sayesinde olacak.

Papazlık Okulunu Bırakıp Müslüman Olan Genç

On günden sonra tekrar Nairobi’ye döndük. Bir gece dersanede kaldık ve biraz alışveriş yaptık. Sonra dersanede abilerin hatıralarını dinledik. O kadar çok inanılması zor ve hayret verici şey anlattılar ki aklımızda tutmamız imkansız. Sadece oradaki hatıralar ayrı bir mektup olur. Zaten kendilerinden mail atmalarını rica ettim, geldiği zaman sizlerle paylaşacağım. Ama en ilgimizi çeken derslere ve risalelere hıristiyanların aşırı teveccühü. Derslere bile geliyolarmış. Hatta papaz olacakken, bütün arkadaşları papaz olduğu halde müslümanlığı tercih eden bir Kenya’lıyı ablası namaz kılarken görmüş ve laptop dahil bütün eşyalarını o yokken satmış. Parasızlıktan üniversite kaydını yenileyemeyen bu kardeşe oradaki abiler yardım etmişler. Ondan sonra dersaneden hiç çıkmaz olmuş. Bu sene de aynı sıkıntıyı yaşayan kardeşe bizler de elimizde kalan son paralarımızı verdik ve bu sene de üniversite kaydını yenileyebilecek inşallah.

Hastalar Risalesi Karaborsa’da

Hemen üniversitenin yanında olan dersaneye en çok tıpçılar ve eczacılar geliyormuş. Özellikle hastalar risalesi çok okunuyormuş, neredeyse hastalar risalesi karaborsaya düşmüş. Hastalar risalesi bulmak çok zormuş. Bir de kitap çok kıymetliymiş ve oranın insanları kitap okumayı çok seviyorlarmış. Hatta abiler orada bir matbaa kurulması veya bir matbaa ile anlaşma yapılması gerektiğni düşünüyorlar. En büyük arzuları bu. Biz 50-60 Kg kitap götürmeyi düşünürken kitapların tamamının yani 110 kilosunun da suhuletle götürülebilmesinin ve bize bir kitap bile nasip olmamasının sırrını anladım gibi. Gerçi bizi getiren şoförden tercümanlara bir poşet kitap yolladık ama abiler zaten bizim görev yaptığımız yerleri çok iyi biliyorlar. Hem tercümanlara, hem halka hem de Said hocaya kitap verecekler inşallah. Hatta oralarda ve Garissa’da Çare Derneğinin Bediüzzaman ve Abdulkadir Geylani isminde 2 kuyu açtığını ve açmaya devam ettiğini öğrendik ve çok memnun olduk. Oralarda kurbanla ilgili faaliyetlere de başlamışlar. Çok istedikleri bir diğer şey, yurt. Üniversitenin ve öğrencinin oldukça fazla olduğu Kenya’da yurt çok az ve kız erkek karışık. Esnaf abiler gelsin burada yurt açsın, işletsin para kazansın diyorlar. Bir de ilgilendikleri bir yetimhane var. Sadece kız çocuklarının olduğu yetimhaneye maddi yardımda bulunuyorlar, içler acızı durumda olduğu için.

Safari

Ertesi gün National Park’a safariye gittik. Aylarca orada olmalarına rağmen abiler de ilk defa gitmişler. Babası orada esnaf olan Hüseyin kardeş bileri arabasıyla parkta dolaştırdı ve çeşitli vahşi hayvanları görme fırsatı bulduk. Tatlı bir hatıra olarak hafızamıza yazıldı. Zebra, Antilop, Gergedan, Devekuşu, Timsah, Babun, Bizon ve bir çok kimseye nasip olmayan Arslan’ı doğal ortamlarında canlı olarak görme fırsatı bulduk. Cuma namazına yetiştik ve Swailice Hutbe dinledik. Ben etrafı süzmek ve fotoğraf ve video çekmekle meşgul iken Emrah hocam hutbeyi dinlemiş ve neredeyse tamamını anlamış ve sonra bana anlattı. Fesübhanallah, İslamiyet ne güzel bir din ve birliği ne güzel sağlıyor?

Allah’a emanet olunuz.

Doktorlar / NurNet.Org

Türk gönüllüler, Kenya ve Somalili yetimleri sevindirdi!

Türkiye’den yapılan kurban bağışlarını dağıtmak üzere Kenya’ya gelen yardım gönüllüleri, Somalili yetim çocukları bayramda mutlu etti. Yüzlerce çocuğun bulunduğu yetimhaneye kurban eti ulaştıran gönüllüler, yanlarında getirdikleri bayramlık elbise ve şekerleri dağıtarak çocukları sevindirdi.

Açlık ve yoksullukla boğuşan Afrika insanına yardım için yola çıkan dernek ve vakıf gönüllüleri, bağışlanan kurbanların kesimine ve dağıtımına bayramın üçüncü günü de devam ediyor. Türkiye, Almanya ve Belçika’dan gelen Kimse Yok Mu Derneği gönüllüleri, yüz binlerce Somalilinin gıda bulabilmek için sığındığı Kenya’daki Dadaab Kampı’nda deve keserek insanlara kurban eti dağıtıyor. Ayrıca kampın bağlı bulunduğu ve çoğunluğu Müslümanlardan oluşan Garassi şehrinde kesilen sığırların etleri, zor koşullarda yaşayan insanlara ulaştırılıyor.

Gönüllüler, yetim çocukları da unutmadı. Pakistanlı hayırsever tarafından kurulan, ailelerini iç savaşta ve hastalık sonucu kaybeden yetim çocukların kaldığı Genç Müslüman isimli yetimhaneyi ziyaret eden gönüllüler, yetim çocuklar için kurban eti verdi. Yetimhaneye para yardımında da bulunan gönüllüler, çocuklara bayramlık elbise ve şeker dağıttı.

Yetimhanenin müdürü Abdis Saloom Sheikh, Türkiye’den gönderilen yardımların yetim çocukları mutlu ettiğini söyledi. Üç kısımdan oluşan yetimhanede kalan çocukların ihtiyaçlarının hayırseverlerin yardımlarıyla karşılandığını anlatan Sheikh, “Yetimhanede 300 çocuk bulunuyor. Yemek ve giyimde sıkıntımız yok. Hayırseverler ihtiyaçları karşılıyor. Türkiye’den çok yardım geliyor. Bayramda yardım gönderenlerden Allah razı olsun. Yetimler çok mutlu oldular. Onlara çok dua ediyoruz.” dedi.

Anne ve babasını 12 yıl önce iç savaşta kaybeden Abdurrahim Abdullah ise 8 yıldır yetimhanede bulunduğunu belirtti. Yetimhanede bir de kardeşinin bulunduğunu ifade eden Abdullah, şunları söyledi: “Anne ve babamız iç savaşta ölünce 6 kardeş dağıldık. Dört kardeşimi akrabalarım aldı. Ben ve bir kardeşim yetimhanede kalıyoruz. Bayramda getirilen yardımlar hepimizi sevindirdi.

CİHAN

Kenya ve Somali’yi Anlamak!…

Bismillahirrahmanirrahim

Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve bereketuhu

Ramazanınızı ve gelecek leyle-i kadrinizi ve kurban bayramınızı şimdiden tebrik eder müstecab dualarınızı bekleriz. Son zamanlarda bizim hizmetimizin yeni bir şubesi ve Risale-i Nur’un beynelmilel intişarının vesilesi olan yurt dışı hizmetlerini biaynelyakin görmekteyiz.

Her yıl bir çok ülkelere yeni yeni açılan dershaneler ve ehli-hizmet ağabey ve kardeşlerimiz bu manayı daha iyi müşahede ediyorlar.

Bu ülkelerin sakinleri, hususan Müslümanlar, Türkiye’yi Devlet-i Hilafeti Osmaniye’nin yadigarı ve devamı biliyorlar. İşte bunların hüsnü zan ve teveccühlerini kırmamak, söz ile fiili birleştirmek zamanı gelmiştir.

Yağmursuzluk, açlık, beliyyelerin istilası ve muzır şeylerin tasallutu Kenya ya Somali’ye ve civar beldelere hususan ehli imana musib olmuştur. Bu manzarayı gazete ve televizyonlarda her gün görmekteyiz. Onlar sadece dua-yı kavli ve kalbi ve lisan-ı ıztırarı ile dua ediyorlar.

Fakat bizim elimizde dua-yı fiili ve hali, dua-yı bedeni ve mali imkânımız var. İslamiyet’in bir şiarı olan infak ve iane, zekat ve sadakayı başta emri İlahi ve neticesinde rızayı İlahiyi esas alarak fakat vesilesinde Risale-i Nurların dolayısı ile İslamiyet’in inkişafına ve genişlemesine sebep olabiliriz. Bir şairin

“Lütfü kahrı şey-i vahit bilmeyen çekti azap 

Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi”

dediği gibi buraları görmeyen kişide bu ihtiyacı şedideyi tam anlayamaz zannediyoruz. Yazda kışın tarifi, hiç tadılmamış bir yiyeceğin meyvenin izahı nasıl zor ise buralardaki açlık ve kıtlık dahi öyledir, gelip görmek lazım, eğer gelemiyorsak şu mübarek ramazan ayında ve gelecek kurban ayında biçare insanlara iftar vermek ve kurban kestirmek vesair zamanlarda infak, iane ve sadaka ile yardımlarına koşmak mümkün.

Alem-i hristiyan bu durumları kullanarak bir bardak su, bir parça ekmek ve bir ilaç ile insanları hristiyanlığa çevirmişler ve çeviriyorlar biz size yardım ediyoruz diye gösteriyorlar.(Ve bir verirken beş alıyorlar bazende hayatı ebediyelerini mahvediyorlar). Yani sömürü ve misyonerlik.

Hâlbuki yardım ve nafaka islamiyetin şeairidir ve emridir. Biz niçin bu vazifeyi islamiyetin inkişafına ve yayılmasına vesile etmeyelim. İşte ehli imanın imanını muhafaza ve islamiyetin dünyaya yayılma vaktidir. Müjde var fakat faaliyet lazım!.

Umumunuza binler selam eder dualarınızı bekleriz.

Kenya Nur Talebeleri

www.NurNet.org

Somali’de Anne Olmak!

Somali’de her gün onlarca çocuk açlıktan ve hastalıktan ölüyor.

Annelerin çaresizliği ve feryatları yürekleri dağlıyor. Bu acıyı yaşayanlardan biri de küçük Abdullah’ın annesi Madina.

GÖZÜMÜN ÖNÜNDE ÖLDÜ

Somali’de her gün onlarca çocuk açlıktan ve hastalıktan ölüyor. Annelerin çaresizliği ve feryatları yürekleri dağlıyor. Bu acıyı yaşayanlardan biri de küçük Abdullah’ın annesi Madina.

 Holvodak kampında güneş alabildiğine kavuruyor. Önümde ve arkamda beni korumakla görevli olan Afrika Birliği’nde görevli Ugandalı silahlı askerlerden fırsat buldukça çadırlardan fotoğraflar almaya, insanlarla konuşmaya çalışıyorum. Önümdeki asker durumu o kadar abartıyor ki çadırların önünde bekleyen çocuklar bile anneleri tarafından içeri alınıyor. Ben bir yandan çadırdakilere selam veriyor diğer yandan o askere “please, please! (lütfen)” diye yalvarıyorum. Güzelim kareler bir bir kaçıyor. Arkamdaki asker kıvrandığımı fark etmiş olacak ki duruma el koyuyor. Artık rahatım!..

 YÜZLERİ AVUÇ İÇİ KADAR

 Derme çatma çadırlarda kâh çocuğuna bir şeyler yediren anneleri fotoğraflıyor kâh şakağını eline, gözlerini boşluğa emanet etmiş yaşlı insanları süzüyorum. Bir çadırın direğine asılı duran serum paketi ilgimi çekiyor. İçeriye başımı uzatmamla irkilmem bir oluyor. Çadır ortasında bir anne iki yanında bir deri bir kemik sere serpe yatan iki çocuk… Küçüğü yan dönmüş parmaklarım kadar kalan bacaklarını ve kollarını karnına çekmiş öylece yatıyor. Büyüğünün kolunda ise serum aparatları takılı sürekli “mama, mama (anne)” diye inliyor. O kadar zayıf ki kemikleri sayılıyor. Hastalıktan avuç içi kadar kalmış simsiyah yüzünden irileşen gözleri dışarı fırlayacak gibi.

 FOTOĞRAFINI ÇEKTİĞİM İYİLEŞSE

 Anne, Somalice bir şeyler anlatıyor. Askerlerden biri İngilizce’ye çeviriyor. Adı Madina imiş. Bir buçuk yaşındaki küçük çocuğu Abdullah Tayyar, 6 yaşındaki büyük oğluysa Hasan Tayyar.

 Her ikisi de “malarya (sıtma)” hastalığına yakalanmış. Çocukları fotoğraflayıp çadırdan dışarı çıkıyorum. O çadırda hasta çocuk fotoğrafı çektiğimi gören herkes beni kendi çadırına götürmek için mücadele etmeye başlıyor. Keşke fotoğrafını çektiğim her çocuk iyileşebilse ama ne mümkün!.. Kimini fotoğraflıyorum kimini fotoğraflıyormuş gibi yaparak ilerliyorum. Açıkçası sineklerin uçuş pisti haline getirdiği çadırlarda hasta olurum korkusuyla durmak istemiyorum. Ama tedirginliğimi belli etmekten de çekiniyorum.

 Dışarıda 40 dereceyi bulan sıcaklık çadırların içerisinde nefes almayı dahi zorlaştırıyor. Artık bu son diyerek 5 yaşındaki Osman Abdulkadir ve 2 yaşındaki Ali Abdulkadir’in fotoğraflarını çekip ayrılma niyetindeyim. Anne Esma, Osman’ın üzerine âdeta titriyor. Ellerini bir yandan çocuğun vücudu üzerinde dolaştırıyor, bir yandan da sineklik gibi kullanarak Osman’ın yüzündeki sinekleri uzaklaştırıyor. Ali’ye ilgisiz kaldığımı görünce kaptığı gibi kucağına alıyor. Kolum kadar boynu kalan çocuğun bir yeri kırılacak diye endişeleniyorum.

 BİR ANNENİN YIKILDIĞI AN

 O esnada öyle bir feryat kopuyor ki tüylerim diken diken oluyor. Gayriihtiyari sesin geldiği tarafa doğru koşturuyorum. Daha 15 dakika önce fotoğrafladığım Madina canhıraş çığlıklarla dövünüyor. Hasan olduğu yerde, Abdullah’ın cansız bedeni ise dizinin dibinde. İçimden ılık ılık bir şeyler akıyor. Annenin o feryatları âdeta kamp alanında yankılanıyor. Mesleğim gereği dünyanın dört bir tarafında deprem, savaş, sel felaketinde o kadar insanın ölümüne şahitlik ettim ki saysam bir kasaba mezarlığı eder. Ama bu kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum.

KORİDORLARDA YATAN HASTALAR

 Kamptan sonra İHH’daki arkadaşlar hastaneye gideceğimizi söylüyorlar. Madina’nın o çağlıkları hâlâ kulaklarımda… Ya daha kötü bir tabloyla karşılaşırsam?.. Üzerinde Benadir Hospital yazan bir kapıdan içeri giriyoruz. Mogadişu’daki iki hastaneden biriymiş. Kadın ve çocuk hastalara hizmet veriyormuş. Hastane yıkık dökük. Kapı pencere namına bir şey kalmamış. Koridorlar yerlerde yatan hastalarla dolu. İçeride burnumun direğini sızlatan bir koku.

 Odalardaki yataklar askeriyenin kampetleri gibi. Önünden geçtiğim odalarda genelde kadın hastalar var. Kimi midesinden şikayetçi kimi enfeksiyon kapmış. Bir sonraki odada yürek burkan bir görüntü olmaması için dua ediyorum.

 ÖLÜMÜN AYAK SESLERİ

 Bir zamanlar beyaz olan önlüğünün griye dönmesine aldırış etmeyen doktor, koridorun sonundaki karşılıklı iki odadan ilkine giriyor. Korktuğum tabloyla yüzleşiyorum. Doktor üzeri tülle örtülü her yatağı araladığında üzeri deri kaplı iskelet çocuklarla göz göze geliyorum. Alabildiğine hasta çocuk. Hem de ölümü bekleyen.

 Doktor Beydava’dan gelen ve son demlerini yaşayan malerya hastası 4 yaşındaki Selman’ın başında bir hayli vakit geçiriyor. Selman’ın annesi Mona, doktorla bir şeyler konuşuyor, sonra çocuğunu yatağından kaldırdığı gibi bağrına basıyor. Uzun süre hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Âdeta çocuğu ile vedalaşıyor. Diğer yataklarda da durumlar birbirinden farksız. Çoğu yatakta iki kardeş birden yatıyor. Koridordan sonra avluya yöneliyoruz. Burası zehirlenme sonrası acil servise getirilen hastaların görüntüsünü andırıyor. Küçük masalara birer çocuk, sedyelere ise ikişer, üçer çocuk yatırılmış. Elindeki mavi kovayı her çocuğun başına geldiğinde yere bırakıp içindeki süte benzer beyaz bir suyu çocukların başında bulunan bardaklara boşaltıyor. Babaların göz hapsinden kurtulduğu anda da alandan hızlıca uzaklaşıyor.

 BİR SOYKIRIM YAŞANIYOR

 Tahterevalli ile sürekli hasta taşınan, sağlam giren insanın bile mikroptan öleceği hastanede iki saat kalıyoruz.. Doktor, ayrılırken hastanedeki çocukların birçoğunun kurtulma şansının olmadığını, her gün onlarca çocuğun cenazesinin çıktığını söylüyor. Ne diyelim insanlık utansın! Meşhur bir yazar, “Bir insanın ölümü insanlığın ölümü gibidir. Bir çocuğun ölümü ise anne için soykırımdır” diyor. Somali’de şu an bir soykırım yaşanıyor. İnsanlığa duyurulur!

 BU BİR SOYKIRIM!..

 Bir yazar, “Bir insanın ölümü insanlığın ölümüdür. Bir çocuğun ölümü ise anne için soykırımdır” diyor. Somali’deki anneler her gün soykırıma uğruyor…

ABDULLAH DA ÖLDÜ, İNSANLIK UTANSIN!

 Küçük Abdullah’ın annesi Madina öyle bir feryat koparıyor ki; mesleğim gereği dünyanın dört bir tarafında deprem, savaş, sel felaketinde o kadar insanın ölümüne şahitlik ettim ki saysam bir kasaba mezarlığı eder. Ama bu kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum…

 ÇOCUKLARIYLA VEDALAŞIYORLAR

 Esma, Madina, Mona ve diğerleri… Son yılların en büyük kuraklığıyla bir başına kalan Somali’de artık insanlar susuzluk, açlık ve bulaşıcı hastalıktan ölmeye başladı. İlk hayatını kaybedenler ise her zamlan olduğu gibi yine küçücük bedenler oluyor. Kamplarda bulunan derme çatma hastanelerde gözyaşı içinde çaresiz bekleyişlerini sürdüren Somalili anneler, âdeta yavrularıyla vedalaşıyor…

 Somali’de anne olmak dünyanın en acı işi… Bir yandan açlıkla boğuşan gözü yaşlı anneler, önceliği ise her zaman olduğu gibi masum yavrularına veriyor.

 Somali’deki derme çatma hastanelerin durumu içler acısı.

İHH VAKFI MOBiL KLiNiK PLANLIYOR

 Dünyanın dört bir yanına sadece gıda, giyecek, ilaç gibi hayati malzemeleri götürmekle yetinmeyen İHH İnsani Yardım Vakfı, aynı zamanda başta doktor olmak üzere bedenen de desteklerini sürdürüyor

 BM’nin açlık salgını ilan ettiği, 500 bin çocuğun ölümle burun buruna olduğunu duyurduğu Somali’deki hastane ve kampları birlikte dolaştığımız İHH Acil Yardım Koordinatörü Recep Güzel, Somali’de sağlık alanında ivedilikle tedbirler alınması gerektiğini vurguladı.

 Hasta çocukların ve tedavi gördükleri hastanenin durumunun içler acısı olduğunu söyleyen Güzel, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Hastaneler hayal edilemeyecek kadar kötü bir durumda. Yeterli yatak ve doktor yok. Birçoğu ölümcül hastalık olan malaryadan dolayı hasta olan çocukların koridorlarda sere serpe yatması buradaki sağlık ihtiyaçlarının ne denli acil ve zorunlu olduğunu bizlere gösterdi. Buradaki hastaların çoğu ölüme terk edilmiş.

 TÜRKİYE GÖNÜLLÜ

 Bölge partnerimiz ve ekip arkadaşlarımızla istişare ederek Mogadişu civarında oluşan kamplarda mobil klinik açmayı aciliyetle uygun gördük. İnşallah bu çalışmayla hastaneye dahi gelmeye şansı olmayan insanların ayağına doktor ve ilaç götürmeyi hedefliyoruz.

 İhtiyaç duyulan ilaçları getirmeyi düşündüğümüz yardım gemisi ile ulaştırmayı planlıyoruz. İhtiyaç duyulan doktorları Türkiye’deki gönüllülerimizle gidereceğiz. Genel itibariyle malarya, enfeksiyon, sindirim sistemi bozuklukları, vitaminsizlik ve anemi gibi hastalıklar ağırlıkta. Sağlık personelinin yeterli sayıda olmasını sağlayabilirsek kampların birçoğunda faaliyet gösterebiliriz. Somali’de acil yardım çalışmalarını ve uzun vadeli projeleri birlikte gerçekleştirdiğimiz Zemzem Foundation de gerekli altyapıyı oluşturabileceklerini, böyle bir çalışmanın çok acil yapılmasını önerdi. Vakıf merkezimizle konuyu projelendirerek değerlendirmeye alacağız.”

Türkiye Gazetesi

Kazandığı altını Somali’ye gönderdi

Somali halkının yaşadığı drama seyirci kalmayanlar arasında küçük bir kız da var.

11 yaşındaki Emine Boz, kuraklık nedeniyle ölümle pençeleşen Somali halkına İlim Yayma Cemiyeti’nin yaz etkinliklerinde kazandığı altını gönderdi. Gazetelerde gördüğü Somalili çocukların açlıktan erimiş hallerine dayanamayan küçük kız, bir de mektup yazdı. “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir.” hadisini hatırlatan Emine, “Bu altından bir kişi bile yararlansa ne mutlu bana.” dedi.

Her gün yüzlerce bebeğin hayatını kaybettiği Somali’ye yardım kampanyaları devam ediyor. Somalili çocukların açlıktan ölmemesi için Kastamonu’dan minik bir el uzandı. Ali Fuat Darende İlköğretim Okulu öğrencisi Emine Boz, yaz etkinlikleri kapsamında İlim Yayma Cemiyeti’nde açılan Kur’an kursu bitiminde kendisine hediye edilen altını Somali’ye göndermeye karar verdi. Anne ve babasının da desteğini alan Emine, altını Somalili çocukların yararlanması için İlim Yayma Cemiyeti Kastamonu Şube Başkanı Hasan Yetişken’e emanet etti.

YAŞAR KURU / CİHAN