Etiket arşivi: Sözler

“Bismillah her hayrın başıdır.” cümlesini izah eder misiniz?

Bismillah lafzının, her hayrın başı olması meselesinde bir kaç vecih vardır:

Kur’an okumaktan tutun, abdest almaya; duaya başlamadan tutun, cihada çıkmaya; bir ilmi tahsil etmekten tutun, sadaka vermeye kadar her hayırlı işe besmele ile başlanır. Besmele âdeta bu hayırların tacıdır ve bereketidir. Hatta besmele sadece hayırların başı değil; su içmek, yemek yemek, elbise giymek, evden dışarı çıkmak gibi her mübah işin dahi başıdır. Efendimiz (s.a.v.) bunlar gibi mübah işlere dahi besmele ile başlamamızı bizlere emretmiş ve kendileri de bizzat besmele ile başlamışlardır. Bismillah sadece hayırların başı olup asla haram ve günahların başında kullanılmaz. Bir harama başlarken besmele çekilirse kişi küfre girer. Mesela içki içerken, kumar oynarken ya da bunlar gibi bir haram işlenirken kişi bismillah derse o anda imandan çıkmış ve küfre girmiş olur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) beslemesiz başlanan işler hakkında şöyle buyurmuştur: “Besmelesiz her iş güdüktür.” 1 Yani besmele ile başlanmayan her iş yarımdır ve tamamlanmamıştır. Dolayısıyla besmele her hayrın başı olduğu gibi aynı zamanda her hayrın da tamamlayıcısıdır.

Besmele hakkında bazı hadis-i şerifleri bu makamda nakletmek, beslemenin kıymetini anlamamız hususunda bizlere yardımcı olacaktır:

İbn-i Ömer’den (r.a.) nakledilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Cibril-i Emin bana vahiy getirdiği zaman ilk önce بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ derdi.” 2

Cabir İbn-i Abdullah’tan (r.a.) nakledilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Besmele inince bulut doğuya kaçtı, rüzgâr sakin oldu, deniz dalgalandı ve bütün hayvanlar kulak verdiler. Şeytanlara da semadan taşlar yağdı. Allah-u Teâlâ, besmele hangi şeyin üzerine okunursa muhakkak o şeyde bereket yaratacağına dair izzet ve celaline yemin etti.” 3

Hz. Aişe’den (r.a.) rivayet edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her kim şüphesiz inanarak besmele-i şerifeyi okursa, dağlar onunla beraber tesbih eder. Ancak dağların bu tesbihi işitilmez.” 4

Hz. Enes’den (r.a.) rivayet edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her kim, kendisinde besmele bulunan bir kâğıdı çiğnenmesin diye hürmetle yerden kaldırırsa, Allah-u Teâlâ katında sıddıklardan (en sadık kullardan) yazılır. Anne babası kâfir de olsalar azapları hafifletilir.” 5

Ümmeyye İbnu Mahşiyy (r.a.) şöyle dedi: “Resulullah (s.a.v.) otururken bir adam besmele çekmeden yemek yiyordu. Yemeğini yemiş, geriye tek lokması kalmıştı. Onu ağzına kaldırırken: “Bismillahi evvelehu ve ahirehu” dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) güldü ve şöyle buyurdu: “Şeytan onunla birlikte yemeye devam etti. Ne zaman ki Allah’ın ismini zikretti, karnındakileri hep kustu!” 6

Besmelenin kıymetine dair âlimler de şöyle vurgu yapmıştır:

İbn-i Mesud der ki: “Besmele on dokuz harftir. Her kim kendisini cehennemin on dokuz zebanisinden kurtarmak istiyorsa besmele okusun. Zira Allah-u Teâlâ, beslemenin her bir harfini cehennemin meleklerine karşı ona bir kalkan yapar.”

Safvan İbn-i Selim de şöyle demiştir: “Cinler insanların eşya ve elbiselerini kullanırlar. Sizden hanginiz bir elbise alır veya koyarsa Besmele çeksin. Zira Besmele Allah’ın mührüdür. ”

Sözü daha uzatmaya gerek yoktur. Görüldüğü gibi besmele her hayrın başıdır ve her hayrın tamamlayıcısıdır. Hatta her kim mübah bir işe başlarken besmele çekerse, o mübah iş de o beslemenin hürmetine hayra ve sevaba döner. Cenab-ı Hak her işimize Besmele ile başlama ahlakını bizlere ihsan etsin. Âmin!

Sinan Yılmaz

SorularlaRisale.com

Dipnotlar:

1. Ebû Dâvud, Edeb: 21
2. Darekudnî:11305 No:13
3. Suyutî, DMensur: 1/26
4. Suyutî, DMensur: 1/26
5. Suyuti, DMensur-1/29
6. Ebu Davud, Et’ime 16, (3786)

Kainat Kitabını Kimler Okuyor?

Bir büyük kitap gibi yazılmış olan bu evreni kim okuyacak, onun niçin yazıldığını ve anlamlarını kim bilecektir?

*ins ve cin gibi, şu âlem sarayının seyircileri ve şu kâinat kitâbının mütâlâacıları ve şu saltanat-ı Rubûbiyetin dellâllarıdırlar. (SÖZLER,15.Söz)

Cinler ve insanlar, melekler ve ruhani varlıklar; şu saray gibi âlemini dolduran varlıklardır. İnsanlar ve cinler; bu sarayı seyrederler, kâinat kitabını en ince meselelerine kadar tetkik ederler ve sonuçta bu kâinatın sahibinin, her canlı varlığa muhtaç olduğu şeyleri verdiğini, onları beslediğini ve onları idare ettiğini ilan ederler.

Bütün bu varlıklar arasında insan; şu haşmetli evrenin dikkatli bir seyircisi, hikmetli mevcudatın güzel ve yerinde konuşan dili, ve her şeyi tetkik eden araştırmacısıdır. Yaratıcının kusursuzluğunu ilan eden varlıklara bir nezaretcisi ve ibadet eden sanatlı varlıkların da saygın bir ustabaşısıdır.

*sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudâtın belâgatlı bir lisân-ı nâtıkı ve şu kitâb-ı âlemin anlayışlı bir mütâlâacısı ve şu tesbih eden mahlûkatın hayretli bir nâzırı ve şu ibâdet eden masnuâtın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin. (SÖZLER,23.Söz)

İnsan; o büyük kitabının her bir harfinde gizli olan manaları ve hikmetleri çözebilecek bir muhatapdır. Ve insanlar içinde bulunan Peygamberler de bu büyük kitabın anlamlarını açıklamışlar ve onlardaki incelikleri tefsir etmişlerdir. Evrenin yaratılmasındaki ilahi amacı, evrendeki hareket ve devamlı değişimin sebeblerini, onlara verilen görevleri ve neticelerini anlatmışlardır. Gerçekleri keşfeden ve araştıran bir üstad olmuşlardır.

*Elbette, herbir harfinde yüzer mânâlar, hikmetler bulunan bu kitab-ı kebîr-i kâinatın muhatabı olan nev-i insan. (LEMALAR,30.Lema)

*kitab-ı kebirin manalarını ve ayat-ı tekviniyesinin hikmetlerini tefsir edecek (ŞUALAR, 15.ŞUA)

*kâinatın hilkatindeki makasıd-ı İlâhiyeyi bilecek ve bildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbânî hikmetlerini talim edecek ve vazifedarâne harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemâlâtını ilân edecek ve o kitab-ı kebîrin mânâlarını ifade edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad (ŞUALAR,7.ŞUA)

Hz.Adem den beri bütün insanlar, başını kaldırıp evrene baktığında ve mevcut fenler onu incelediğinde; onun yazılmış bir kitap olduğunu görmüşlerdir. Herbir harfinde yüzer anlam taşıyan bu kitabın okuyucusu, muhatabı insandır. Ama insanlar henüz, o kitapta yazılanlarda, Allah’ın isimlerine ve mükemmelliğine bakan anlamların, yüzde birini bile çözememişlerdir.

*başını kaldır, gözünü aç, şu kainat kitab-ı kebirine bir bak göreceksin ki, (SÖZLER,22.Söz)

İnsan bu büyük kâinat kitabını incelerken aklını, kâinatın sırlarını açan bir anahtar olarak kullanmalı, gözünü mucize olan her bir sanat eserinin seyircisi yapmalı ve rahmet çiçeklerinin bir arısı gibi çalıştırmalıdır. Dilindeki tat duyusuna da mutfaklarda pişen yemekleri teftiş eden bir gurme görevlisi olarak görmelidir. İnsan kendindeki bütün duyular ve duygularla da evrene bakıp düşünmelidir.

Duyguların merkezi olan kalp ise şu büyük evrende kendini gösteren ilahi isimlerin yansımalarını göstermekte onlardan geride kalmaz. Bütün incelikleriyle o da bir ayna olur ve güzel isimlerin ışıklarını yansıtır.

* göz, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın bir mütâlaacısı ve şu âlemdeki mu’cizât-ı san’at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübârek bir arısı derecesine çıkar.(SÖZLER,6.Söz)

* dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazînelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.(SÖZLER,6.Söz)

* akıl, dikkat et! Meş’um bir âlet nerede, kâinat anahtarı nerede? (SÖZLER,6.Söz)

*kalb-i beşerde şu âlem-i kebîrin safahâtında tecellî ve ihâta eden bütün esmânın âsârını göstermek (SÖZLER,22.Söz)

*şu kâinat bütün mevcudâtıyla gösterir. Ve öyle bir tarzda gösterir ki, bütün fünûn, bütün desâtiriyle, şu kitâb-ı kâinatı zaman-ı Âdem’den beri mütâlâa ediyor. Halbuki o kitap esmâ ve kemâlât-ı İlâhiyeye dâir ifade ettiği mânâların ve gösterdiği âyetlerin öşr-i mişârını daha okuyamamış. (SÖZLER,31.Söz)

İnsan, hem kâinata bakacak onu okuyacak hem de, kendine bakıp kendini okuyacaktır. Çünki kendisinde de kâinatın birçok kitapcığı yazılmıştır. Bu büyük evren kitabında yazılan yazıların çoğunu insanın mahiyetinde de bulabiliriz. Onu da incelesek aynı yazarın mektubu ve sanatı olduğunu görürüz. Çünki insan küçük bir kâinattır, evren ise büyük bir insandır

*insanda şu kitab-ı kainatın ekser meselelerini yazmak (SÖZLER,22.Söz)

*kitab-ı kâinatın ekser mesâilini insanın mahiyetinde yazan (M.NURİYE, Lemalar)

*insan, şu âlem-i kebîrin bir misâl-i musağğarıdır (SÖZLER, 9.Söz)

*kalem-i kudret âlemin kitâb-ı kebîrinde ne yazmış ise, icmâlini mahiyet-i insaniyede yazmıştır; kalem-i kader dağ gibi bir ağaçta ne yazmış ise, tırnak gibi meyvesinde dahi derc etmiştir. (SÖZLER,22.Söz)

İnsan; bu büyük evren kitabını okurken, harflerin süsüne ve birbirleriyle ilişkisine dalıp sersemlemeden yürümeli, gerçeğin yolundan sapmamalıdır. Fizik, kimya, biyoloji ve diğer ilimler kendi durduğu yerden evreni anlatır ve birbirleriyle iç içedir. İnsan evrendeki her şeye iyice bakmalı, her şeyi incelemeli ama güzellikleri görüp ’’Ne güzeldir ’’ deyip geçmemeli,’’Ne güzel yapılmış’’ diyerek onun sanatkârını da görebilmelidir. Eserden mutlaka sanatkâra varabilmelidir.

*Ammâ, ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise, hurûf-u mevcudâtın tezyinâtında ve münâsebâtında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatin yolunu şaşırmış. Şu kitâb-ı kebîrin hurufâtına mânâ-i harfî ile, yani, Allah hesâbına bakmak lâzım gelirken, öyle etmeyip, mânâ-i ismî ile, yani, mevcudâta mevcudât hesâbına bakar, öyle bahseder. “Ne güzel yapılmış”a bedel “Ne güzeldir” der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip kendisine müştekî eder. Evet, dinsiz felsefe hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir. (SÖZLER,12.Söz)

Kâinat; büyük bir kitap olup kendi yazarını anlattığı gibi, Kur’an da, bu büyük kâinat kitabının yazarını ve yazılanların anlamını en güzel şekilde anlatan bir okuma kitabıdır. Kâinatı iyi anlayabilmek için Kur’an’a bakılır, onun ne söylediği dinlenirse evrenin kapalı olansır kapılarına ulaşmak mümkündür.

*kainat kitab-ı kebirinin bir nevi kıraati olan kur’an, (SÖZLER,25.Söz)

Dr.Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

İnsanın Hayvandan Farkı Nedir?

İnsanlar da hayvanlar gibi doğar, yaşar ve ölürler. Aralarında benzerliklerin yanında çok farklılıkları da vardır. Ona yüklenen görevler hayvanlarınkinden farklıdır. İnsanla hayvan arasındaki en önemli farklardan biri edebtir.

Hayvanlar ne ile görevli ise ilahi bir ilhamla onu yapmak zorundadırlar. Arı bal yapar, inek, keçi, deve ve koyun süt verir. İpek böceği ise ipek yapar. Eşek yük taşır. Ama insan önce düşünme sonra yorum yapma, olup bitenleri analiz ve sentezleme ile bir sonuca varma yeteneğine sahiptir. O, kâinat aynasına bakıp onu okuyabilir. Aslında kendisi de bir aynadır, kendine de iyi bakarsa onu da okuyabilir.

*insaniyet, iman ile insaniyet olduğunu, insan ile hayvanın dünyaya gelişindeki farkları gösterir. Çünkü, hayvan, dünyaya geldiği vakit, adeta başka bir âlemde tekemmül etmiş gibi, istidadına göre mükemmel olarak gelir, yani gönderilir. Ya iki saatte, ya iki günde veya iki ayda bütün şerâit-i hayatiyesini ve kâinatla olan münasebetini ve kavânîn-i hayatını öğrenir, meleke sahibi olur.

İnsanın yirmi senede kazandığı iktidar-ı hayatiyeyi ve meleke-i ameliyeyi, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder, yani ona ilham olunur.

Demek, hayvanın vazife-i asliyesi, taallümle tekemmül etmek değildir; ve marifet kesbetmekle terakki etmek değildir; ve aczini göstermekle medet istemek, dua etmek değildir. Belki vazifesi, istidadına göre taammüldür, amel etmektir, ubûdiyet-i fiiliyedir.

İnsan ise, dünyaya gelişinde, herşeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahil; hattâ yirmi senede tamamen şerâit-i hayatı öğrenemiyor. Belki âhir ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç, hem gayet âciz ve zayıf bir surette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder; hayat-ı beşeriyenin muavenetiyle, ancak menfaatlerini celp ve zararlardan sakınabilir. Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, “Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?” bilmektir; ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dair Kàdıu’l-Hâcâta lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-yı ubûdiyete uçmaktır.

Demek, insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla herşey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır ve onun üssü’l-esası da iman-ı billâhtır.

Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta maruz ve hadsiz âdânın hücumuna müptelâ; ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve nihayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra, duadır. Dua ise, esas-ı ubûdiyettir.

Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister. Yani, ya fiilî, ya kavlî lisan-ı acziyle bir dua eder, maksuduna muvaffak olur.

Öyle de, insan, bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nazenin, nazdar bir çocuk hükmündedir. Rahmânü’r-Rahîmin dergâhında, ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla dua etmek gerektir. Tâ ki, makàsıdı ona musahhar olsun veya teshirin şükrünü eda etsin.

Yoksa, bir sinekten vâveylâ eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi, “Ben kuvvetimle, bu kabil-i teshir olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acip şeyleri teshir ediyorum ve fikir ve tedbirimle kendime itaat ettiriyorum” deyip küfran-ı nimete sapmak, insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıt olduğu gibi, şiddetli bir azâba kendini müstehak eder. (SÖZLER, 23. Söz)

* Şeytanın ilka etmekte olduğu vesveselerden biri:

Yahu, şu koyun veya inek, eğer Kadîr ve Alîm-i Ezelînin nakşı, mülkü olmuş olsaydı, bu kadar miskin, biçare olmazlardı. Eğer bâtınlarında, içlerinde Alîm, Kadîr, Mürîd bir Sâniin kalemi çalışmış olsaydı, bu kadar câhil, yetim, miskin olmazlardı” diyen ve cinnî şeytanlara üstad olan ey şeytân-ı insî!

Cenâb-ı Hak, herşeye lâyıkını veriyor. Ve maslahata göre veriyor.

Eğer atâsı, in’âmı bu kaideden hariç olsaydı, senin eşeğinin kulağı senden ve senin üstadlarından daha akıllı, daha âlim olması lâzımdı.

Ve senin parmağın içinde senin şuur ve iktidarından daha çok bir şuur, bir iktidar yaratırdı.

Demek herşeyin bir haddi var. O şey, o had ile mukayyeddir.

Kader, herşeye bir miktar ve o miktara göre bir kalıp vermiştir.

Feyyaz-ı Mutlaktan aldığı feyze olan kabiliyeti o kalıba göredir. Mâlûmdur ki, dahilden harice süzülen cüz-ü ihtiyarî mizanıyla, ihtiyaç derecesiyle, kabiliyetin müsaadesiyle, hâkimiyet-i Esmânın nizam ve tekabülüyle feyz alınabilir.

Maahaza, şemsin azametini bir kabarcıkta aramak, akıllı olanın işi değildir. (MESNEVİ-İ NURİYE, Zerre)

İnsanı hayvandan üstün ve farklı kılan değişik karekter, arzu ve istekleri vardır. O, insanlığa uygun şerefli bir yaşam sürmek ister.

* İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acip ve latif bir mizaçla yaratılmıştır. O mizaç yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir. Mesela, insan, en müntehap şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, ziynetli şeyleri arzu eder, insaniyete layık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister.

Şu meyillerin iktizası üzerine, yiyecek, giyecek ve sair hacetlerini istediği gibi, güzel bir şekilde tedarikinde çok san’atlara ihtiyacı vardır. O san’atlara vukufu olmadığından, ebna-yı cinsiyle teşrik-i mesai etmeye mecbur olur ki, herbirisi, semere-i sa’yiyle arkadaşına mübadele suretiyle yardımda bulunsun ve bu sayede ihtiyaçlarını tesviye edebilsinler. (İ.İCAZ)

İnsan, yetenekleri yönüyle bütün hayvanların üstünde bir varlık iken yeme içme ve barınma gibi en temel dünyevi ihtiyaçlarını gidermede serçe kuşundan bile geri kalır. Onun vazifesi hayvanlar gibi yalnız dünya hayatı için çabalamak değil ebedi bir hayat için gayret etmektir. Nemrutlar, Firavunlar gibi Allah’a başkaldırmaları yönüyle hayvanlardan aşağıda olurlar.

İnsan, üstüne vazife olmayan şeylerle meşgul olmamalı, değersiz bilgileri elde etmek için de zamanını boşa harcamamalıdır. Vaktinin kıymetini bilmelidir. Onun ömrü kısadır, binlerce sene bu dünyada yaşayacak da değildir. Ona göre davranmalıdır. Ebedi hayatı kazanmak için, dünyayı ahretin tarlası olarak görmelidir. Onun değersiz uğraşları, çalışmaları olamaz.

*Sen istidad cihetiyle bütün hayvanâtın fevkınde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levâzımâtını tedârikte, iktidar cihetiyle, bir serçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun. Bundan neden anlamıyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak değil, belki hakiki bir insan gibi, hakiki bir hayat-ı dâime için sa’y etmektir.

Bununla beraber, meşâgil-i dünyeviye dediğin, çoğu sana âit olmayan ve fuzûlî bir sûrette karıştığın ve karıştırdığın mâlâyânî meşgalelerdir. En elzemini bırakıp, güyâ binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz mâlûmât ile vakit geçiriyorsun. Meselâ, “Zühalin etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır?” ve “Amerika tavukları ne kadardır?” gibi kıymetsiz şeylerle kıymettar vaktini geçiriyorsun. Güyâ, kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl alıyorsun (SÖZLER,21.Söz)

Allah’(C.C)ın insana verdiği akıl ve fikir gibi iki önemli özellik ve onları kullanma şekline göre de hayvandan üstün olabilir veya daha aşağılara düşebilir. Hayvanların da her birinin cinsine göre farklı zekâları vardır ama akılları yoktur, ilhamla hareket ederler. Hayvanların ne geçmiş korkuları ne gelecek endişeleri vardır. Yer içer ve günlük yaşarlar. Ama insanlar öyle değildir. Geçmiş zamanın elemlerinden veya istikbal endişesinden ızdırap duyarlar. Eğer iman nuru içlerinde yoksa her şeyden korkarlar, her şeye üzülürler. Hayattan zevk alamazlar. Bu yönüyle hayvandan daha aşağıdırlar. Ama olaylara iman nuruyla bakabilirlerse, akıl onlar için azap aleti olmaktan çıkar, dünyadan hakiki lezzet alırlar. Öyleyse dünyanın gerçek lezzetini isteyenler yaratılış gayelerini iyi bilmeliler ve öylece yaşamalıdırlar.

İnsan, şerri yaşayıp hayra yönelebilir, karanlıklarda kaybolduktan sonra bir gün hidayet nurunun basamaklarına çıkabilir, yokluğu tattıktan sonra varlık içinde olduğunun farkına varabilir. İşte bu zıtlıklar içerisindeki esrar perdelerini kaldırabilecek olan yalnızca insandır. Hayvanların en mükemmelinde bile böyle özellikler yoktur. Akıl ve fikirle bu farkındalığı yakalayabilir.

*insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise, eğer dalâlet ve gaflete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz’î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor; hususan gayr-i meşrû ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. (SÖZLER,13.Söz)

*İnsanı hayvandan ayıran şeylerden,

Biri: Mazi ve müstakbelle alakadar olmasıdır. Hayvan bu iki zamanı bihakkın düşünecek bir idrake malik değildir.

İkincisi: Gerek enfüsi, gerek afaki, yani dahili ve harici şeylere taallük eden idraki, külli ve umumidir.

Üçüncüsü: İnşaata lazım olan mukaddemeleri keşif ve tertip etmektir: Mesela, bir evin yapılması için lazım olan taş, ağaç, çimento misilli lüzumlu mukaddemeleri ihzar ve tertip etmek gibi. (MESNEVİ-İ NURİYE, 10.Risale)

İnsan yaratılış itibariyle zayıf ve güçsüz yaratılmıştır, gözsüz bir akrebe ayaksız bir yılana ve hortumlu bir sineğe mağlup olabilir. Ona arıdan bal yediren, küçük bir kurttan ipeği giydiren, inek, koyun ve keçiden süt içirten onun gücü, kudreti değil, yaratılışındaki zayıflığına karşı Rabbinin ona ikramıdır.

Evet, bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerâta mağlûp olan insana bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren, onun iktidarı değil, belki onun zaafının semeresi olan teshîr-i Rabbâniye ve ikram-ı Rahmânîdir.(SÖZLER,23.Söz)

İnsanın dünyadaki ihtiyaçları çoktur ama onları her zaman karşılamaktan aciz kalabilir. O, akıllı bir varlıktır, her şeye hüzünlenir, elem, gam çeker. Ama ellerini açıp rabbinden ister, O’na yalvarırsa O’nun nazlı bir sultanı, yeryüzünün halifesi olur. Her şey onun emrine verilir.

*Hem, insanı bütün hayvanâtın mâdununa düşüren hadsiz zaaf ve aczi, fakr ve ihtiyacâtı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, vâsıta-i nakl-i hüzün ve elem ve gam olan aklı o nur ile nurlandığı vakit, insan bütün hayvanât, bütün mahlûkat üstüne çıkar. O nurlanmış acz, fakr, akılla niyaz ile nâzenin bir sultan ve fîzâr ile nazdar bir halîfe-i zemin olur. Demek, o nur olmazsa, kâinat da, insan da, hattâ herşey dahi hiçe iner. (SÖZLER,19.Söz)

İnsan çalışma, eylemde bulunma ve maddi gayreti yönüyle de hayvandan geri kalır, acze düşer. Develer çölde susuzluğa dayanır, kuşlar kilometrelerce uçar, göç eder, balıklar döllenmiş yumurtalarını bırakmak için nehirleri aşıp gelir. Demek ki o, böyle işler için yaratılmamıştır. Onu başka görevler bekliyor. Evcilleşmiş hayvanlarda insanların tembelliğini almışlar, onlara benzemişlerdir.

*İnsan, fiil ve amel cihetinde ve say-i maddî itibâriyle zayıf bir hayvandır, âciz bir mahlûktur. Onun, o cihetteki daire-i tasarrufâtı ve mâlikiyeti o kadar dardır ki, elini uzatsa, ona yetişebilir. Hattâ, insanın eline dizginini veren hayvanât-ı ehliye, insanın zaaf ve acz ve tembelliğinden birer hisse almışlardır ki, yabânî emsâllerine kıyas edildikleri vakit, azîm fark görünür (ehlî keçi ve öküz, yabânî keçi ve öküz gibi). (SÖZLER,23.Söz)

*Envâ-ı zîhayat içinde en ziyade rızkın envâına muhtaç, insandır. Cenâb-ı Hak insanı bütün esmâsına câmi bir ayna ve bütün rahmetinin hazinelerinin müddeharâtını tartacak, tanıyacak cihazata mâlik bir mucize-i kudret ve bütün esmâsının cilvelerinin vaziyetlerinin inceliklerini mizana çekecek âletleri hâvi bir hâlife-i arz suretinde hâlk etmiştir. Onun için, hadsiz bir ihtiyaç verip, maddî ve mânevî rızkın hadsiz envâına muhtaç etmiştir. İnsanı, bu câmiiyete göre en âlâ bir mevki olan ahsen-i takvime çıkarmak vasıtası, şükürdür. Şükür olmazsa, esfel-i sâfilîne düşer, bir zulm-ü azîmi irtikâp eder. (MEKTUBAT,26.mektup)

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Youtube’da Sesli ve Görüntülü Risale-i Nur

youtube.sozlerRisale-i Nur’un çeşitli teknoloji ortamlarında yayınlanan versiyonlarına bir yenisi daha eklendi. Popüler video paylaşım sitesi Youtube’da Risale-i Nur Külliyatı sesli ve metinli video olarak yayınlanmaya başladı.

İhsan Atasoy’un okuyuşu ile Risale-i Nur Külliyatından metinlerin takip edilebildiği videolar, geleneksel takipli derslerin internet ortamındaki bir yansımasını oluşturuyor. Külliyat’ın tamamının aktarılması için çalışmalar devam ederken, 40 saati aşkın ders halihazırda Youtube’da yayınlanıyor.

Risale Haber

Peru Kitap Fuarında Sözler Sergilendi

Bu yıl 18.si düzenlenen Güney Amerika’daki Peru’nun Lima Milletler Arası Kitap Fuarına Türkiye’den Sözler Yaınevi katıldı. Lima Kitap Fuarı, Boenos Aires Kitap Fuarından sonra Latin Amerikanın en büyük kitap fuarı. Kitap ve edebiyat adına bir çok etkinliğin yapıldığı kitap fuarına Sözler Yayınevi, yayınladığı Risale-i Nur’un ispanyolca tercümeleri ile, Sozler Puplicacionnes adıyla katılyor.

Kendisiyle İnternet üzerinden sohbet ettiğimiz Sozler Puplicaciones’ten Abdullah Özen’den aldığımız bilgiler şöyle: “Sözler Yayınevinin Boenos Aires’te başlattığı tercüme faaliyetleri ile Risale-i Nur Külliyatının ekseri ispanyolcaya çevrildi. iki yıllık bir süre içinde 15 farklı kitap tercüme edilip basıldı. Bunlar arasında büyük kitaplardan Sözler ve Asa-yı Musa var. Şualar’ın tercümesi bitti. Mektubat’ın tamamlanmasına çok az kaldı, Ardından Lem’alar’ın tercümesine geçilecek. Yıl sonuna kadar büyük kitapların tamanının tercümesi yapılıp basılacak. Ayrıca Amazon.com sitesinde Küçük Sözler, Meyve Risalesi, Otuzüçüncü Söz, Yirmiüçüncü Söz ispanyolca e-book olarak satışta. Android uygulaması olarak okunabilmesi için çalışmalar devam ediyor. Çevrilen risaleler ispanyolca olarak profesyonel bir ses tarafından seslendiriliyor. Bunlar internetten dinlenip ve indirilebiliyor. Yaklaşık iki yıldır her hafta canlı yayınlanan, “La luz de la fe nur-u iman” adlı bir radyo programı yapılıyor. Program internet aracılığı ile de dinlenebiliyor. Telefonla bağlanabiliyor ve kitap talep edenler oluyor.”

Basılan kitaplar Latin Amerika’da büyük bir alaka ile karşılandı. Bu kitaplar önce 39. Boenos Aires Kitap Fuarına katıldı. Olağanüstü bir alaka oldu. Şimdi de Lima 18. Kitap Fuarında sergileniyor.

İnternet üzerinde yaptığımız sohbette, Kardeşimiz Abdullah Özen Fuarın ilk günü karşılaştığı ilginç bir olayı bizimle şöyle paylaştı:

“Bugün çok ilginç bir şey oldu. Kuran okunurken duygulanan, gözü yaşaranlara şahit olmuştum, ama bugün kadının biri adeta cerzeye geldi, cezbeye mi geldi deseydim. Hafız Enes abi canlı Kur’an okuyordu. Kadın sofiler gibi titredi, böyle hani cezbeye gelirler ya. Ben saşırdım. Dedim:

-abla noldu
. dedi

-ben de anlamadım”

“Fuarda standımıza o kadar büyük ilgi var ki, iki günüdür fuarı biz kapatıyoruz, diğer standlar kapatıp gittikleri halde bizim standın önü insan kaynıyor ve mecburen fuar kapandıktan yarım saat bir saat geç ayrılıyoruz”  diye de ekledi.

Fuar 19 Temmuz 4 Ağustos tarihleri arasında tüm ziyaretçilere açık.

Ayrıca dün gece katıldığımız online sohbette, Risale-i Nurların ispanyolca mütercimi Lorena Ablamızın çok sevdiği bir arkadaşının hidayetine şahit olduk.

Bu özel ve çok önemli gelişmeler yanında ülkemizin medar-ı iftihar Risale-i Nur Külliyatı’nın dünya genelinde büyük bir teveccüh ve kabul gördüğünün alameti olan Uluslararası büyük fuarlara katılması ülkemizin dünya çapındaki itibarı açısından çok önemlidir. Bu kitapların iman hakikatlerini anlatan en önemli eserler olarak dünya edebiyat çevrelerinin ve severlerinin dikkatine sunulması Türkçe’mizin dünya dilleri arasında önemli bir mevki kazanacağının da en büyük delilidir.

Aldığımız bilgilere göre, Fuarda gerek Kur’an’ı Kerim’in, gerekse İspanyolca Risale-i Nurların büyük bir ilgi ve alaka gördüğünü anlıyoruz.. Ziyaretçiler dağıtılan broşürleri büyük bir merakla okuyorlar ve kayıtsız kalamıyorlar. Okumaya başladıktan bir süre sonra broşürü eline alan duruyor dikkatlice okuyor ve geri dönüp kitapları soruyor. Sozler Puplicaciones’in standına ilgi çok büyük. Bir internet sitesi kendileri ile röportaj yapmış ve daha sonra tekrar geleceklerini ve geniş bir mülakat gerçekleştireceklerini söylemişler. Sebep-i Mülakat Latin Amerika kitap fuarına Türkiye’den gelen katılımcın dikkat çekici olması elbette.

Ülkemiz adına bu büyük, hayırlı, ulvi,  başarıya imza atan Sözler Yayınevi’nin tüm çalışanlarını kutluyoruz. Kendilerine Allah’tan muvaffakiyetler ve kolaylaıklar diliyoruz. Allah bu Ramazan Ayın’da çalışmalarını kabul etsin her bir anına Ramazan  hürmetine binlerce sevapla ödüllendirsin.

Ahmet Çiftçi

www.NurNet.org