Etiket arşivi: sünnet

Sünneti Terk Etmekle Ne Kaybederiz?

Sünnetin her meselesine uymak mümkün olmayabilir. Bediüzzaman’ın da ifâde ettiği gibi, sünnet-i seniyyenin herbir nev’îne tamamen bilfiil tâbi olmak, imanda kemâl mertebede bulunan evliya ve asfiya gibi kimselere ancak müyesser olur.

Sünnet-i seniyyenin terkinde günah olmamakla birlikte, büyük sevaptan mahrumiyet vardır. Peygamberimizin (asm) biz Müslümanlara iki büyük emânetinden biri olan sünnetin değiştirilmesi ise bid’attır, dalâlettir ve büyük hatâdır. Ehemmiyetsiz görülmesi, büyük bir kabahattir. Bediüzzaman, sünnetin ehemmiyetsiz görülmesini cinayet olarak vasıflandırır. Sünneti bile bile terk eden, Resûlullâh’ın (asm) şefaatinden mahrum kalır. Bu konu da Resûlullâh Efendimiz (asm) şöyle buyurmaktadır:

“…Kim benim sünnetimden (hayat tarzımdan) yüz çevirirse benden değildir”

“Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlar. Halat nasıl lif lif kopup parçalanırsa, din de sünnetin birer birer terkiyle ortadan kalkar.”

Bu iki hadis sünnetin ehemmiyetini en veciz bir şekilde izah etmiş ve ehemmiyetini açık bir şekilde ortaya koymuştur.

Sünnet-i seniyye’nin dayanak ve referans noktası olması bu yüzden önemlidir. Nasıl omurilik soğanı çıkarılan bir kuş dengesiz hareket ederse aynen öyle de sünnet-i seniyyeye halis bir şekilde yönelip yaşamaya çalışmayan, önemsemeyen insan da hayatında dengesiz yollara sapar.

Risale-i Nur Enstitüsü

Sünnete Neden Uymalıyız?

Efendimizin (asm) sözleriyle, hâliyle ve hareketleriyle hayatımızı anlamlandırmak bize insan-ı kâmil olma noktasında en mühim rehber olacaktır. Bediüzzaman Hazretleri sünnet-i seniyye’nin ehemmiyetine binaen şöyle demiştir:

“Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faydalı görmek istersen ve âdetini ibâdete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et.”

Said Nursî, bu veciz ifadede, eğer sünneti hayatımızda tam yaşarsak; bütün hayatımızı ibadete çevirebileceğimizi, yapacağımız her hareketin ibadet hükmüne geçebileceğini ve hayatımızdaki bütün olumsuzlukları hayra çevirebileceğimizi belirtmiştir.

Âlem-i ervahtan başlayıp, saadet-i ebediyeye uzanan beşer yolculuğunda en emin rehberimiz, o yolu en güzel şekilde tarif eden, tarif etmekle de kalmayıp kendisine uyanları, binler meşakkat ve imtihanlar içindeki o yoldan en selâmetli bir şekilde geçiren, Peygamber Efendimiz (asm) ve onun sünnetidir.

O yolda gidenler, asla şaşırmadıkları gibi, o rehbere uyanlar beşeriyetin en mümtaz şahısları olarak anılmışlar, arkalarından gelenlerin de saadet kapısından girmesine vesile olmuşlardır.

“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız; bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin’” âyetinden de anlaşılacağı üzere, Allah’ı sevmenin alâmeti ve onu razı etmenin yolu sünnete tâbi olmaktan geçiyor. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruyor ki:

“Allah’ın Resûlünde sizin için kendisine uyulacak en güzel örnek ve nümûneler vardır.”

Cenâb-ı Hak bize uygun olacak ve kendisinin hoşnut olduğu tüm hâl ve hareketin Resûl-i Ekrem’de (asm) toplandığını ve Allah’ın sevgisini kazanmak için sünnete uymanın gerekliliğini vurgulamıştır.

Meşhur Hasan-ı Basrî, şu hadise-i mu’cizeyi şakirtlerine ders verdiği vakit ağlardı ve derdi ki: “Ağaç, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma meyil ve iştiyak gösteriyor. Sizler daha ziyade iştiyaka, meyle müstehaksınız.”

Biz de deriz ki: Evet, hem ona iştiyak ve meyil ve muhabbet, onun sünnet-i seniyyesine ve şeriat-ı garrâsına ittibâ iledir.

Efendimize (asm) cansız bir odunun bile bu derece meyil ve iştiyak göstermesi bizlere büyük dersler vermeli. Biz ki onun ümmeti olma şerefine nail olmuşuz, değerini bilip gerekli hassasiyeti göstermeliyiz.

Risale-i Nur Enstitüsü

Sünnet-i Seniyye Ne Demektir?

Sünnet, kelime itibari ile yol demektir. Istılâhta ise Peygamber Efendimizin (asm) yolu anlamına gelir. Hürmeten “Sünnet-i seniyye” (çok mühim ve kıymetli olan âlî yol) denilmiştir.

Sünnet-i seniyyenin menbâı üçtür: Akvâli, ef’âli ve ahvâlidir. Yani Peygamber Efendimizin (asm) sözleri, fiilleri ve hâli sünnet-i seniyyenin kaynağıdır. Bu üç menbadan gelen sünnet-i seniyye, hüküm itibari ile de farz, nafile ve âdât-ı hasene olarak yine üç kısma ayrılır.

Farz ve vacib olan kısmına uymakla bütün Müslümanlar mükelleftir. Zira, Peygamberimiz de (asm) Kur’ân’ın emir ve yasaklarına uymakla mükellef olduğu için hem farz ibadet, hem de sünnet olmuş oluyor. Meselâ, farz namazlar, namazların farz ve vacib rükünleri, namazda Fatiha’nın okunması, bayram namazı, kurban kesmek gibi ibâdât, sünnet-i seniyyenin farz ve vacib kısmındandır. Bunların ittibâında büyük sevaplar, terkinde ise, azap ve ceza vardır.

Nevâfil, yani nafile olan sünnetlerde ise; namazların sünneti, duha, teheccüd gibi namazlar, Ramazan ayı dışında tutulan oruçları vs. sayabiliriz. Bu kısım sünnetlere ehl-i iman emr-i istihbâbî (müstehab olması) cihetiyle yine mükelleftir. Terkinde ceza ve azap yoksa da; büyük kârından ve o sünnetin nurundan istifadesiz kalmak vardır.

Sünnet-i seniyye dünya ve ahiret saadetinin temel taşıdır. Kemâlât-ı insâniyenin madeni ve menbaıdır. Konuşma veya yürüme kabiliyetini annesinin yardımıyla öğrenen bir çocuk gibi, nihayetsiz istidat ve techizâtla donatılmış, binler hissiyat kendisine ihsan edilen insan, bu maddî ve manevî cihazatını keşf edip, Rabbinin rızası dairesinde hayra sevk etmeyi öğreten Peygamberimize (asm) tâbi olmakla mahlûkatın en eşrefi olarak ahsen-i takvim vaziyetini alır.

Peygamber Efendimizin (asm) beşere getirdiği hidayet müjdesini kabul edip sünnet-i seniyyesine ittibâ eden ümmetinin sünnet-i seniyeye ittibâ ve dîn-i İslâm’a bağlılık nispetinde ulaştığı medeniyet seviyesi ve saadet, her daim “dîn-i İslâm” ve “sünnet-i seniyyeden istifade” nimetleri için şükretmeye vesile olmuştur.

Risale-i Nur Enstitüsü

Risale-i Nurlar Neden Müceddiddir?

Neden asrımızın müceddidi Bediüzzaman ve Risale-i Nur eserleridir? Bunun dini müdafaa, Kur’ân-ı Kerim hakikatlerini ispat ve Sünnet-i Seniyyeyi ihya vazifelerinin yanında pek çok sebepleri vardır.

Her ne kadar Bediüzzaman “Müceddid” unvanını Risale-i Nurlara vermiş olsa da bu hizmet, şahsının gayreti, mücadelesi ve kalbini safi bir şekilde yüce Allah’a teveccüh ettirerek ilhama mazhar olacak hale getirmesi bakımından şahsının ve şahsiyetinin varlığını inkâr etmek elbette mümkün değildir. Bediüzzaman bir çekirdek olmuş, toprağa girip çürüdükten sonra şahsı “Risale-i Nur” şahs-ı manevisi olarak tezahür etmiştir. Ehl-i dalalete karşı “ölümüm başınıza bomba olup patlayacak” sözü böylece gerçekleşmiştir.

Birincisi, iman hizmetidir. İnsanın yaratılış amacı Allah’ın birliğine ve ahiret hayatına iman etmektir. Kurtuluşun sebebi ve saadet-i ebediyenin vesilesi imandır. İmansız amel ve ibadet makbul değildir. İmanda şüphe ve tereddüt imanı giderir. Bu asırda en büyük hastalık ve musibet imansızlık ve iman zafiyetidir. İman esaslarını izah ve ispat eden Bediüzzaman ve Risale-i Nurlardan başka eser ve Bediüzzaman’dan başka bir âlim bulunmamaktadır. Taklidî imanı tahkiki hale getirmek için Risale-i Nur’u okumak yeterlidir.

İkincisi, Kur’ân ve Sünneti Müdafaasıdır. Bu konuda Risale-i Nur’dan daha müessir başka eserleri bulmak zordur. İlk akla gelen kitaplar Risale-i Nur eserleridir. İslam ve peygamber düşmanlarının bütün hücumlarına cevap vermiştir. Sünnet-i Seniyye’nin önemi anlatılmış ve “her nevi bid’aların ilacının” sünnete sarılmak olduğu ispat edilmiştir.

Üçüncüsü, hitabı umumidir. Her tabaka insana hitap etmektedir. Gençler, hanımlar, ihtiyarlar, hastalar için risaleler yazılmıştır. İrşadı ve eğitimi insanların bütün tabakalarını kapsamaktadır.

Dördüncüsü, irşadı sosyal hayatın bütün tabakalarını kapsamaktadır. Ehl-i kitap, tarikatçılar, siyasiler, şia, ehl-i sünnet, materyalistler, vehhabiler, bid’atçılar, mezhepler ve mezhebsizler, milliyetçiler, müminler, münafıklar ve inkârcılar… Her birine hitap ederek onların meselelerini açığa çıkararak çareleri göstermiş ve her birini hak ve hakikate irşat etmiştir. Hiçbiri de Bediüzzaman’ın irşadına ve izahlarına cevap verecek ilmi seviyeyi yakalayamamış ve acizliklerini kabul ederek boyun eğmişlerdir.

Beşincisi, sosyal hayatta toplumun sıkıntılarının “Cehalet, zaruret ve ihtilaf” olduğunu teşhis etmiş, bunlara karşı Kur’ân-ı Kerimden çareler sunmuş ve siyasilere yol göstermiştir.

Altıncısı, Mü’minlerin arasındaki ihtilafların “İhlâs” eksikliği olduğunu teşhis etmiş ve çarelerini göstermiştir. Hizmetin başarısının sırrının ihlâs olduğunu izah ettiği gibi, Başarsızlığın sebeplerini de mü’minlerin ihlâstan uzaklaşma olduğunu izah ve ispat etmiştir.

Yedincisi, cihad kavramına çağın gereği olarak Kur’an ve Sünnete uygun Asr-ı Saadet bağlamında izahlar getirerek izah etmiştir. Cihadın amacının imanı kalplere ve gönüllere yerleştirmek olduğunu, bunun da bu zamanda iman hakikatlerini basın ve yayın yolu ile yaymak ve neşretmek olduğunu izah ederek “manevî cihad” kavramını öne çıkarmış ve bunun prensiplerini ortaya koymuştur.

Sekizincisi, Avrupa’nın ilerleme ve Müslümanların geri kalma sebeplerini teşhis etmiş, çarelerini göstermiştir. Bu konuda ulema, din adamları, siyasiler ve eğitimcilerin neler yapması gerektiğini en güzel şekilde göstermiştir. Mü’minlerin geri kalmalarının en büyük sebebinin ümitsizlik hastalığı olduğunu teşhis etmiş ve ehl-i imanın ümit vermiş ve hedefler göstermiştir.

Dokuzuncusu, siyasi kavramlara Kur’an Sünnet ve Asr-ı Saadetten açıklık getirmiştir. Bu bağlamda, demokrasi, cumhuriyet, meşrutiyet kavramlarının içlerini doldurmuş ve olması gerektiği şekliyle ortaya koymuştur. Hürriyet, muhalefet, siyasi partiler, seçim ve lâiklik gibi kavramları izah etmiştir ki bu şekilde izah eden bir başka din bilgini yoktur.

Bütün bu hususlar Bediüzzaman ve Risale-i Nur eserlerinin müceddit olduğunu anlamak için yeterlidir.

M. Ali Kaya

www.sorularlarisale.com

En Sevgiliyi Tanımalıyız

Efendimizi.. (s.a.v) çok sevmek  tanımakla mümkün….!

Aziz kardeşlerim herkes sevgiliyi anlatır. Ama Leyla’ya Mecnun’un gözü ile bakmayanlar onda bir şey göremezler.
Sözlerine  “Aişe binti Ebubekir Habibetü Habîbullah” (Ebubekir Kızı Aişe, Habibullahın Sevgilisi) diye başlayan mü’minlerin annesinden “En Sevgiliyi” dinleyelim. (1)

Yusuf’u gördüklerinde bu bir melektir diyen kadınlar
Benim efendimi görselerdi hançerlerini kalplerine saplardı.
” (2)

Bahar bahçelerine doğan güneşle, her bir parça toprakta ayrı ayrı renk ve kokularda çiçekler açar. Bu çeşitlilik güneşle toprak arasındaki cilveleşmenin dışa vuran yansımalarıdır.

Vefatında yüz bini aşkın sahabe bırakan kainat güneşi, her birinde ayrı bir renk, ayrı bir şahsiyet bırakıp gitti. Hz. Aişe’de O’nun cemalini görmek, kemalata aşık ruhlar için, bir ayrı bir saadet olsa gerektir:

Allah Rasülü (sav) çok yakışıklı ve alımlı idi. Mübarek yüzü ayın ondördündeki dolunay gibi parlardı. Orta boydan daha uzunca, uzun boydan biraz kısaca, başı büyük saçı dalgalıydı. Saçları kendiliğinden iki yana ayrılırsa öylece bırakır toplamaz, bir tarafa meylederse de olduğu gibi bırakırdı. Saçlarını uzattığı zaman kulak memelerini geçerdi. Beyaz renkli ve geniş alınlıydı. Gür kaşlarının arasında öfkelendiği zaman kabaran bir damar vardı. Gayet güzel burunluydu ve kaşlarına yakın kısmında hafif bir yükseklik, parlayan bir nur vardı. Dikkatli bakmayan kimse O’nu hafifçe kıvrık burunlu zannederdi. Gür sakallı, iri gözlü, düz yanaklı, geniş ağızlıydı ve gülümsediği zaman inciler gibi parlayan dişleri vardı. Boynu sanki gümüşten bir huzmeydi. Endamı ve azaları uyumlu olduğu gibi etleri asla sarkık değildi. Karnı ile göğsü aynı hizadaydı. İki omuz arası geniş omuz kemikleri kalın idi. Genel olarak kılsız beyaz tenliydi. Ancak boğazın bittiği yerden göbeğe kadar iplik gibi uzanan kılları vardı. Göbek kılları da inceydi. İki memesi ve karnı kılsız, kolları, omuzları ve göğsü hafif kıllıydı. Bilekleri uzun, el ayası geniş, el ve ayak parmakları kalıncaydı. Ayak altı çukur, üst kısmı düzdü. Üzerine bastığı zaman hafifçe yayılırdı. Ölçülü ve dengeli bir yürüyüşe sahipti. Acelesiz, vakur fakat süratli, sanki yokuş aşağı iniyormuş gibi rahat yürürdü.

Dönerken tüm vücuduyla dönerdi. Gözleri yere bakar bir durumda olurdu. Yere bakışı göğe bakışından daha uzun olurdu. Anlamlı bakardı. Yürürken ashabını önüne alır, rastladığı insana ilk selamı o verirdi.

Hüzünlü bir hali vardı, daima düşünceli olur, rahat yüzü görmezdi. Uzunca sessiz durur, gereksiz yere konuşmazdı. Konuşurken kelimeler ağzının içini doldururdu. (konuşmasına önem verir yarım ağızla konuşmazdı) kelamında fazlalık ya da noksanlık bulunmazdı. Özlü söyler, veciz konuşurdu. Haşin değildi hiç kimseyi küçümsemezdi. Az da olsa nimete önem verirdi.” (3)

Resulullah yüz olarak insanların en güzeli idi. Renk olarak en nurlusu idi. Hiç kimse onun güzelliğini anlatamaz, ancak O’nun yüzü Bedir gecesinde aya benzetilebilirdi. Yüzünde inci taneleri gibi terler birikirdi. Bunlar miskten daha güzel kokardı.” (4)

O aşırı uzun değildi. Kısa boylu da değildi. Yalnız başına yürüdüğü zaman orta boylu olarak nitelenebilirdi.

İnsanlar O’nunla beraber yürüdüklerinde ancak omuz hizasında kalırlardı. O’ndan ayrıldıklarında yine uzun görünürlerdi.

İnsanlar arasında bir yere oturduğunda, O’nun omuzları diğer bütün oturanların omuzlarından daha yüksek görünürdü.

Sevinçli olduğunda yüzünün kıvrımları ışıl ışıl nur saçardı.

O’nun saçları kulaklarının yarısına kadar inerdi. Kulaklarını aşmayan gür saçları vardı. (5)

Ayakta ip eğiriyordum. Nebi nalinini dikmek için çabalıyordu. Baktım mübarek alnında terler toplanmış yanaklarından süzülüyor, ter damlalarından nurlar saçılıyordu. Cemalinin güzelliği karşısında şaşırıp kalmışım. Bana baktı, “ne oldu sana” dedi.

Dedim, “Alnın terlemiş, damlaları nurlar saçıyor. Şayet Ebu Kebir el-Huzelî, seni görseydi; ‘Aydınlık yüzünün gülümsemelerinde ortaya çıkan nurların izlerine baktığım zaman: O’nu emzirenin her türlü hayız lekelerinden, fesattan ve emzirme ayıplarından uzak olduğu görünüyordu’ beytine senin daha layık olduğunu anlardı dedim.

Rasullullah ellerindekileri yere bıraktı. Ayağa kalkıp yanıma geldi. İki gözümün arasından öptü ve “Allah sana hayırla karşılık versin ya Aişe! Senin bu sözüne sevindiğim gibi daha önce hiç bu kadar sevindiğimi hatırlamıyorum” dedi. (6)

Onu kahkaha ile gülerken hiç görmedim, hoşlandığı bir şey karşısında ancak tebessüm ederdi. (7) Öfkelendiğinde ekseri sakalını sıvazlardı. (8)

Geceleri de gündüz gördüğü gibi görürdü. (9) “Benim gözlerim uyur kalbim uyumaz ey Aişe” derdi. (10) Işıkta gördüğü gibi karanlıkta, gündüzde gördüğü gibi gece de görürdü. (11)

Az da olsa devamlı yapılan ibadet O’na sevimliydi. (12) Ramazan’ın son on günü girince ehlini uyandırır, geceleri ihya eder (uyanık kalır), gömleğini bağlardı.
Hz. Peygamber cemaatin huzuruna çıkacağı zaman saçlarını, sakalını tarardı. ‘Ya Rasulallah niye böyle yapıyorsun’ derdim. ‘Allah kullarından kardeşinin yanına çıkarken güzelleşenleri sever’ buyururdu.

Resulullah, yanında oturan bir kimse onları ezberleyecek şekilde tane tane konuşurdu. (13)

Resulullah kötü söz söylemez çirkin iş yapmazdı. Sokakta bağırmaz, kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Ancak affeder, vazgeçer ve genişlik verirdi. (14) Resulullah duada kısa fakat cami’ manalar ifade eden sözleri severdi. (15) “Bazen mizah yapar ancak yine de gerçeği söylerdi.” (16)

Resulullah’ı hiçbir zalime yardım ederken görmedim. Bir haddin uygulanmasında, Allah’ın koyduğu hudut çiğnendiğinde insanların en şiddetlisi idi. Bunun dışında iki emir arasında serbest bırakılmışsa kolay olanı tercih ederdi. (17)

Hiçbir ferdin ahlakı Resulullah’tan daha güzel değildi. Ashabından ya da ailesinden birisi O’nu çağırmaya görsün O hemen “Lebbeyk” buyurun derdi. Bunun için Kur’an (Allah Azze ve Celle) O’nun şanına “Muhakkak ki sen büyük bir ahlak üzere yaratıldın” buyurmuştur. (18)

(Ona ‘Ey Mü’minlerin annesi Rasulullah’ın ahlakı nasıldı’ diye soruldu)

O’nun ahlakı Kur’andı. Siz Mü’minîn suresini okumuyor musunuz? (19)

Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler; Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler; Onlar ki, zekâtı verirler; Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; …. onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler; Ve onlar ki, namazlarına devam ederler. İşte, asıl bunlar Firdevs’e vâris olacaklar ve bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar.( Mü’min, 1-12)

O Tevrat’ta “Muhammed Allah’ın Resulüdür. O’nun ismi Mütevekkildir. Kötü kalpli, sert ve sokakta bağırıcı değildir; İncil’de ise: Kötü kalpli, sert ve sokakta çığırtkan değildir. Kötülüğe O’nun benzeri ile karşılık vermez bilakis affedici ve bağışlayıcıdır” şeklinde tarif edilmiştir. (20)

İki emir arasında muhayyer kalınca, günah olmadıkça kolay olanı tercih ederdi. O iş günah olursa O’na karşı insanların en uzağı Resulullah idi. O nefsi için intikam almaz ancak Allah’ın koyduğu hududun çiğnenmesi durumunda O’ndan Allah için intikam alırdı. (21)

Resulullah gecelerde içi kuru otla doldurulmuş, deriden bir yatak üzerinde uyurdu. (22)

Rasulullah (S.A.V) arkadaşlarının yanına kötü kokular saçarak çıkmaktan hoşlanmazdı. Gecenin sonu da olsa güzel bir koku sürünür, öyle çıkardı. (23)

Rasullullah için en güzel koku öd ağacı kokusu idi. (24)

O’nun bir sürme tası vardı. Uyumadan önce her iki gözüne sürme çekerdi. (25)

Başını sidr ile yıkar ve hafif kokulu misk sürünürdü. (26)

Başını evin sakfına (ya da gök kubbeye) kaldırdığında “Allah’ım seni tesbih ederim, hamd Sanadır ve Senden bağışlanma diler, affına sığınırım” derdi:

Bunlar nedir’ derdim.

Ben bununla emrolundum’ derdi. (27)

Gecenin evvelinde uyur; ahirinde uyanık olurdu. (28)

Onun iki elbisesi vardı. Cuma günleri giyinirdi. Sonra çıkarır beraber katlardık. (29)

Allah bana farzların ikamesini emrettiği gibi insanlara karşı müdarayı da emretti derdi. (30)

O’nun hastalıktan çektiği elemden daha şiddetli bir elem görmedim. (31)

O, taze kavunu severdi. (32)

O’ndan daha çok istişare eden bir kimse görmedim. (33)

Şiddetli bir kış O’na vahiy inerken gördüm: Vahyin ağırlığı ile, alnından terler boşanmak için sanki anlı çatlayacaktı. (34)

Rasulullah her yıl bir defa Kur’an’ı Cibril’e okurdu. Vefat edeceği yıl iki defa okudu.

O’ndan bir şey istendiğinde O’nu asla geri çevirmezdi. (35)

Ya Rasulallah sana feda olayım. Bir yere dayanarak (yaslanarak) yesen ya? Böylesi senin için daha kolaydır” dedim. O alnı yere değecek kadar başını yere eğdikten sonra, bana:
Hayır belki bir kul gibi yiyecek ve bir kul gibi oturacağım, dedi. (36)

Sevdiği bir şeyi gördüğü zaman ‘verdiği nimetlerle güzellikleri tamamlayan Allah’a hamd olsun’ derdi.” (37)

O’nun sözleri tane tane idi. Dinleyen herkes anlardı. Aynaya baktığında “Allah’ım yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi ahlakımı da güzelleştir” derdi. (38)

Uyumak istediğinde Muavizeteyn surelerini okur, avucuna üfler sonra vücuduna sürerdi.

Hayra yormaktan ve tefe’ülden hoşlanırdı. (39)

Her şeye sağdan başlamayı severdi. -Hatta adımını atarken ve bir yere girerken- (40)

Rasulullah bir hastayı ziyaret ettiğinde elini ağrıyan yere koyar “Bismillah bir şey yok” derdi. (41)

O, hediyeleri kabul eder ve onlara karşılık verirdi. (42)

Takvadan başka hiçbir şey O’nun yanında insanın şerefini ne azaltır ne de eksiltirdi. (43)

O’na hoşlanmadığı bir söz ulaştığı zaman ‘sen şöyle şöyle söylemişsin’ demezdi. ‘Bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar’ derdi. (44)

İki öğün yemek yese bunlardan biri mutlaka hurma olurdu. (45)

O’nun en çok sevdiği içecekler, soğuk ve tatlı olan içeceklerdi. (46)

Ben ay hali olduğum halde Resulullah başını kucağıma kor Kur’an okurdu. (47)

Vefat hastalığında bana şöyle dedi:

Ya Aişe Hayber’de yediğim yemeğin acısı kaybolmadı. O anda zehrin şiddetinden kalp damarlarımın koptuğunu hissettim.” (48)

DİPNOTLAR:
1-Et-Teratibü’l-İdariyye c.1, s.52
2-la edrî
3-Cem’ul-Fevaid, no. 8425 (sadece bu kısmı Hz. Hasan iyi bir vassaf olan dayısından nakletmiştir.)
4-Hasais’ül – Kübra C.1S.115
5-Şemail’ül  Muhammediyye, c.1, s.47
6-Hasais’ül Kübra, c.1 s.115
7-Ahlak’un- Nebi, c.1, s.503
8-Ahlak’un- Nebi, c.1, s.425
9-Hasais’ül Kübra, c.1, s.118
10-Hassais ’ül Kübra, c.1, s.120
11-Hasais’ ül Kübra, c.1, s.104
12-Şemail’ül Muhammediyye, c.1 s.203
13-Şemail’ül Muhammediyye, c.1 s.200
14-Şemail’ül Muhammediyye, c.1 s.287
15-Mevaridü’z -Zam’an, c.1, s.598
16-Ahlaku’n- Nebi, c.1 s.485
17-Ahlaku’n- Nebi, c.1, s.175
18-Ahlaku’n- Nebi, c.1, s.75
19-Ahlaku’n- Nebi, c.1, s.124;  Musannef-u İbn-i Ebi Şeybe, c.5, s.300
20-(Buhari ve Ebu Naim’den)   El-Hasais’ül Kübra, c.1, s.20
Gayetü’s-seûl Fi Hasais’ir-Rasul c.1 s.223
21-Gayetü’s- Seûl fî Hasais’ir-Rasul, c.ı, s. 102
22-Ahlaku’n Nebi, c2, s.495
23-Ahlaku’n-Nebi, c.2, s.61
24-Ahlaku’n- Nebi, c.2, s.68
25Ahlaku’n-Nebi, c.3, s.77
26-Ahlaku’n- Nebi, c.3,s.109
27-El-Mu’cemül – Evsat, c.7, s.166
28-Ahlaku’n-Nebi, c.3, s.124
29-Mecma’üz-Zevaid, c.2, s.176
30Hasais’ül Kübra, c.2, s.398
31-Hasais’ül –Kübra, c.2, s.475
32-Ahlaku’n- Nevebi, c.3, s.355
33-Ahlaku’n- Nebi, c.4, s.18
34-Hassais’ül Kübra c.1 s.198
35-Ahlaku’n-Nebi, c.1, s.295
36-Ahlaku’n- Nebi, c.1, s.391
37-Misbahü’z- Zücace, c.4, s.131
38-Ahlaku’n-Nebi, c.3, s.88
39-Ahlaku’n-Nebi, c.4 s.78
40-Ahlaku’n- Nebi, c.4, s.130
41-Mecma’üz – Zevaid, c.2, s.299; Musannefü İbn-i Ebi Şeybe, c.6, s. 154
42-Ahlak u’n –Nebi, c.3, s.467
43-Mecma’uz- Zevaid, c.10, s. 269
44-Et-Tedvi fi Ahbar-ı Kazvin c.12 s.121
45-Ahlaku’n- Nebi, c.3, s.276
46-Ahlaku’n- Nebi, c.3, s.308-434
47-Müsnedi Ebu Avane, c.1, s.261
48-Şerh-i Sünen-i İbni Mace, c.1, s.254 (Böylece Resulullah (s.a.v)’de Nübüvvet şerefi ile birlikte şehadet

Kaynak: Ramazan Balcı / Risale Haber