Etiket arşivi: anarşi

Terör ve Anarşiden Kurtulmanın Reçetesi

Hemen konuya giriyorum dallandırıp budaklandırıp sözlerimi süsleye püsleye servis etmek niyetim değil. Zira kaleme dökeceğim konu ne edebi derinlik kaldırır ne de okundukça keyif verdirir.
Yeter artık yeter diyoruz ama bizlerin yeter demesi ile bitmiyor, fırtınalar sönmüyor yangınlar. Anarşiye teröre dur diyoruz bitsin istiyoruz ama durmuyor bitmiyor.

Bitmez de bitmeyecekte ama ben böyle hadiseler karşısında Rabbi Rahimime duruşumu sunuşumu takdim ediyorum. Zira bana bir fırsat bir imkan ihsan eylemiş Rabbim bu köşeden sesleniyorum sessiz dünyaya harflerin konuştuğu bu sesle..
Bir hastalık var ama bu hastalığın verdiği acı ve ağrıları konuşmak ile gündemle tutmakla bu yarayı kaşımakla bu hastalık iyileşmez iyileştirilmez ve hastalık hafiflemez şiddetini arttırır.

Peki ne yapmalı?

Bir çözüm üretilmeli bu çözüm ise hastalığın sebebi nedir hangi sebeplerden kaynaklanıyor bunları teşhis ederek iyileştirme yoluna gidilmeli.  Elbet böyle büyük bir kan kanseri gibi bir hastalığın çözümünü ben üretecek değilim fakat üreteni gördüm ondan haberdar edeceğim kamuoyuna..
Risale-i Nur’un Şualar kitabını elime aldım. Sayfa üç yüz kırk dokuzu açtım ve bir cümle okudum. Said Nursi toplumsal huzurun doktoru diyor ki; Afyon Mahkemesi Müdafasında “Bu vatanın 
ve bu milletin  hayat-ı içtimaiyesi  bu acib zamanda anarşilikten kurtulmak için  beş esas lâzım ve zarurîdir:

Hürmet,

merhamet,

haramdan çekinmek,

emniyet,

serseriliği bırakıp itaat etmektir.”
İşte çare bu kadar basit fakat gündemde tutulup üzerinde işlenen bir konu değil..
Fark ettiyseniz beş esas derken altı sayıldı. Evet beş esas İslam’ın beş temel şartıdır aslında sonra sayılan altı madde ise imanın altı rüknüdür aslında..

Şimdi sade ifadeleri sadeliğinden çıkarıp bizim anlamayacağımız fakat anladığımızı sanacağımız cümlelere dökeyim..
Türkiye Cumhuriyetinin ve bu topraklarda yaşayan insanların insanların sosyal yaşantılarının
bu şaşılacak bir çok filmlerin senaryoların çevrildiği zamanda Türkiye de meydana gelen terörizmden bu vatanı kurtarmak için İslam’ın beş temel esası imanın altı rüknü hayata geçirilmeli ve tabi olunmalı.
Bu ise Saygı ve sevgi ve karşılıklı anlayış ile, İnsanların birbirine şefkat göstermesi ile,
Allah’ın haram kıldıklarını işlememekle( faiz, zina, katl, içki, kumar, dinde olmayanı dine sokma, yalancı şahitlik, anne baba hukukunu çiğnemek, akrabayla ilişkiyi ve yardımı kesmek) İnsanların birbirlerine itimat ve güvenlerinin sağlanması ile, İşsizlik tembellik başı boşluğu bırakmak ile, mümkün olacaktır..
Ne kadar basit değil mi?
Şimdi tüccarları ve ticaretleri düşünelim. Silah satılacak mermiler üretilecek, İçkiler satılacak barlar pavyonlar iş yapacak, Bankalar faiz ile beslenecek, Medyalar açık saçıklık ile bekar gençliği insanları fuhşiyat görüntüler ile zinayı özendirecek teşvik edecek, Her türlü makyaj malzemeleri ile insanların yüzleri gözleri boyandırılacak sağlıkları tehlikeye düşürülecek, O kadar çok ilaç üretiliyor eczanelerde daha onlar tükettirilecek, Spor adı altında insanlar tarafgir olacak, lüzumsuz yere, siz şu kadar gol yediniz biz bu kadar gol attık muhabbeti ile akıllar meşgul edilecek.

Birde İslam’i kanal da da hocalar birbirlerini tekfir edecek onlara tabi olan cemaatlerde birbirlerini yiyecek biz fırka-i Naciye siz fırka-i dalle yetmiş üçün biri biziz siz değilsiniz falan filan..

En sade ve yalın dille başka nasıl yazılır bilmiyorum ama yapıcı onarıcı üretici hayırda yarışıcı ve en önemlisi İMAN ilmi ile meşgul olan bir MİLLET olmaya başlayalım İSLAM BİRLİĞİ için gayret gösterelim İnşallah tabi bu hizmeti verirken de saydığım kazanç sektörlerine vereceğiniz zararlar sebebi ile bir bedel ödeteceklerini unutmayın ..!!

Zira Bediüzzamanın dediği gibi CENNET ucuz değil, CEHENNEM dahi LÜZUMSUZ değil..

CENNET müşterilerini beklediği gibi CEHENNEM dahi müşterilerini bekler..

Şimdi sen söyle terör başka türlü nasıl biter..??
Araştırmacı – Yazar

Süleyman Yasin AKDENİZ

habermektebi.com

Terör, Anarşi ve Gençlik! Hasan Sabbah Örneği..

Anarşi: karışıklık, kargaşalık, düzensizlik.

Anarşilik: karışıklık çıkarmak, insanları kanunsuzluğa itmeye çalışmak

Anarşist: düzen tanımaz, yıkıcı, isyancı, bozguncu. Genellikle anarşi ve terör kelimeleri birbiriyle karıştırılır. Anarşide daima kaos ve kargaşa hakimdir. Dünyada hangi yönetimi veya yönetim tarzını bulsa beğenmez, tahrip etmeğe ve ortadan kaldırmaya çalışır. Ama terör öyle değildir. Beğenmediği yönetim tarzına karşı baş kaldırır. Ama istediğini elde edince silahı bırakır ve durulaşır. İslam dini bu iki teşekkül ve faaliyete karşı çıkmakla beraber, anarşiliği daha tehlikeli bulmaktadır. Çünkü, dünyayı ve insanlığı güzel ahlak ve düzenli hayata ulaştırmayı hedefleyen bir din, elbette kural tanımazlığın ve düzen yıkıcılığın odağı olan anarşiliği, en tehlikeli ve zararlı faaliyet olarak ilan edecektir.

Nitekim, Kur’an terörü lanetlemiş, anarşiyi, fitne ve kaos oluşturmayı en dehşetli ve tehlikeli bir olay olarak nitelemiştir. İslamiyet, her türlü terör, zulüm ve ihaneti yasaklar; anarşilik ve bozgunculuğun her türlüsüne şiddetle karşı çıkar. İslam dini, zarara zararla, zulme zulümle karşılık vermez. İslam, adaleti tesis etmek, azgın nefislerin tahakküm ve istibdadını kırmak ve insan vicdanını itidale ulaştırmak için Allah tarafından gönderilmiştir. Bundan dolayı, İslam dini bu konuda çok hassastır. Öyle ki, Kur’an, haksız olarak bir cana kıymayı ve kan akıtmayı bütün insanlık alemine karşı işlenmiş en dehşetli bir cinayet olarak nitelendirmektedir: “Kim ki, bir cana karşılık veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık (ceza) olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa BÜTÜN İNSANLARI ÖLDÜRMÜŞ GİBİ OLUR. Her kim de bir hayatı kurtarırsa BÜTÜN İNSANLIĞI KURTARMIŞ GİBİ OLUR” (Mâide Sûresi, 32). Kur’an, terör ile birlikte her türlü fitne ve fesadı da lanetlemiştir. Kur’an-ı Kerim, fitne çıkartan, toplum hayatında fitneye vesile olan ve yönetime geçtiği zaman fitne tohumları ekenlerin ifsat ve şerlerine dikkati çekmiş, bozgunculuğun dehşetini, fitnenin vahametini açık bir biçimde ortaya koymuştur : “O yeryüzünde iş başına geçti mi, orada fesat çıkarmaya, ekini ve zürriyeti kökünden kurutmaya koşar. Allah fesadı sevmez” (Bakara Sûresi 2/205)

Ayrıca Kur’an, fitneyi de yasaklamakta, fitne çıkarmayı adam öldürmekten daha tehlikeli ve zararlı göstermektedir. Hakikaten, fitne çıkarmak çok insanın maddi ve manevi hayatına tecavüzü ve kastetmeyi netice verebilir. Bir Ayet-i Kerimede Cenab-ı Hak :”Fitne, zulüm ve baskı adam öldürmekten daha korkunçtur” (Bakara Sûresi, 217 ) buyurmaktadır.

Kur’an’ın bu gibi mesaj ve derslerinden ciddi anlamda istifade eden bir Müslüman’ın ruhunda düşmanlık, kin, vahşet ve fitne çıkartmak yoktur. En büyük düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır. Mümin, “Yaratılanı hoş gördük, Yaratandan ötürü” hakikatini vicdanının derinliğinde hisseder. Mümin, muhabbet fedaisidir, husumete vakti yoktur. ( Şener Dilek, İslam Dininin Esasları) Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim de, bir kısım insanların zararlarının diğer bir kısım insanlar tarafından engellenmesi neticesinde mabetlerinin zararlardan korunduğunu ifade ederek, inanların dikkatlerini zararların önlenmesine çekmektedir: “Allah insanları birbirlerine karşı savunmasız bıraksaydı, şüphesiz o zaman, içlerinde Allah’ın isminin çokça anıldığı manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler (çoktan) yıkılıp gitmiş olurdu” (Hac Sûresi, 40). İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v), rahmet ve şefkat peygamberidir. Kur’an-ı Kerimde Cenab-ı Hak :”(Resulüm!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya Sûresi,107 ) buyurmaktadır. Hz. Peygamber, güzel ahlakın bütün kısımlarını hayatında en güzel bir şekilde fiilen sergilemiş, hayatı boyunca ashabını fitneden sakındırmıştır. Fevkalade bir ciddiyet ve hassasiyet ile fitneden kaçınmayı emretmiştir: “Fitneden kaçının! Çünkü o esnada dil, kılıç darbesi gibidir.” (İbn-i Mace, Fiten, 24 )

İslam tarihinde anarşi faaliyetlerinin en acı tabloları, Şiilerden olduğunu iddia eden İsmailiyye (Batınilik) fırkası tarafından yaşatıldı. Şöyle ki: bu fırkanın icra ettiği kanlı hadiseler, İslam tarihi boyunca en tahripkâr ve fitne unsuru olmuştur. Asya’nın başı dönmüş bu kanlı anarşistleri, fikirde, itikatta, ahlâk ve hayatta fesat çıkartmışlar; İslâm âleminde yıllarca sükûn ve huzuru bozmuşlardır. Bu anarşistleri yetiştiren ve organize eden kişilerin başında “Şeyh-i Cebel” diye anılan Hasan Sabbah ve onun cennet fedaileri gelmektedir.

Hasan Sabbah, “Selçuklu İmparatorluğu”nun imansız ve acımasız bir düşmanı idi. Amacı, Batıniyye fikriyatının gelişmesine engel olan bu güçlü devleti yıkmak, ortadan kaldırmaktı. Bu gayesini gerçekleştirmek için “Cennet tasvirlerine uygun” bahçeler inşâ ettirdi. Bu bahçelerde göz kamaştırıcı köşk ve saraylar yaptırdı. Bu bahçe ve köşklerde nefse hitab eden şarkıcılar, Cennet hûrilerini de andırır genç kızlar vardı.

Hasan Sabbah’ın adamları değişik bölgelerden yaşlarında cesaretli, atılgan gençleri toplayarak Alamut Kalesi’ne getirirlerdi. Bu gençlere önce Cennet ve Cennet’in zevk ve eğlenceleri anlatılırdı. Sonra bu gençler, uyuşturucu maddeler ile uyutulup güya “Cennet bahçelerine” indirilirdi. Gençler ayılıp, gözlerini açtıklarında karşılarında muhteşem köşkleri, huri gibi kızları, rengârenk çiçekleri, meyve bahçelerini görünce, Hasan Sabbah’ın müjdelediği Cennete girdiklerine gerçekten inanırlardı. Günleri zevk ve safa ile geçerdi. Bir müddet sonra tekrar uyuşturucu ile uyutulur ve cennet bahçesinden çıkartılırlardı. Artık bu gençlerin en büyük arzuları, Hasan Sabbah’ın bu Cennet bahçesine tekrar girebilmek olurdu. Hasan Sabah bu dessas plânı ile birtakım gençleri kendine bağlamış, onları kendisinin “intihar timleri” haline getirmişti. Hasan Sabbah bir kimseyi öldürtmek istediği zaman, bu gençlerden birisini çağırır, “Git filân kimseyi öldür, bu işi başarır gelirsen seni Cennete gönderirim. Eğer ölürsen meleklerimi gönderir seni Cennete aldırırım.” derdi. Böylece daha önceleri tattıkları güya Cennet aşkı ile yanıp tutuşan bu gençler, şeyhin bu emrini mutlak bir teslimiyetle yerine getirir, istenen adamı ne pahasına olursa olsun öldürürlerdi.

Hasan Sabbah, tam 33 yıl söz konusu kalede, bu anarşi faaliyetlerini sürdürdü. İran Şiîlerinin bu anarşist şebekesi, yüzlerce, binlerce Müslüman’ın kanına girdiler. Sosyal huzuru kaçırdılar, terör estirdiler. Dirayetli bir devlet adamı olan ve Selçukluların dünyaca meşhur veziri, Nizâmülmülk’ü şehit ettiler. Şiîlerin yayılmasına mani gördükleri âlim ve fakihleri, katlettiler. Bu anarşi çetesi, Hicri 317 yılında Hac mevsiminde Arafat’tan Mekke’ye dönen hacılara saldırarak hepsini kılıçtan geçirdi. Bu toplu katliâmdan kurtulan bir kısım hacılar Kâbe-i Muazzama’ya sığındılarsa da bu anarşistler, Kâbe’ye girdiler ve onları da Beytullah’ın içinde şehit ettiler. Hattâ bir kısmının cesetlerini zemzem kuyusuna attılar.

Kâbe’nin örtüsünü yağma ettiler. Kâbe’nin kapısını ve Hacerü’l-Esved’i söküp götürdüler. Hacerü’l-Esved, Hicri 339 yılına kadar tam 22 sene bunların elinde kaldı. O zamanki Bağdat hükümeti bu gözü dönmüşlerden Hacerü’l-Esved’i geri almak için 50.000 altın teklif etti ise de bu teklifi reddettiler.

Nihayet Afrika’daki Fâtımilerin “Mehdi”sinin şiddetli tehdidi üzerine Hacerü’l-Esved’i iade ettiler. ( Mehmet Kırkıncı, Alevilik Nedir?, Zafer Yayınları)

Anarşistliğin en büyük sebebi imansızlık, dolayısıyla en büyük düşmanı da iman ve kur’an hakikatleridir. Bu nedenle, bu zamanda iman ve kur’an hakikatlerini asrın idrakine göre söyleten Bediüzzaman Said Nursi, anarşiye mani olmanın yegane sebebinin iman hakikatlerine sarılmak, bunları hayatımıza hayat edinmekle ve ruhumuza ruh kılmakla mümkün olduğunu aşağıdaki (sadeleştirilmiş) ifadelerle ortaya koymaktadır.
 

“Hem herbir şehir kendi ahalisine geniş bir hanedir. Eğer iman-ı âhiret o büyük aile efradında hükmetmezse, güzel ahlâkın esasları olan ihlâs, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, Allah rızası, sevab kazanma yerine garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır. Zâhirî âsâyiş ve insaniyet altında anarşistlik ve vahşet mânâları hükmeder; o şehir hayatı zehirlenir. Çocuklar haylâzlığa, gençler sarhoşluğa, güçlüler zulme, ihtiyarlar ağlamaya başlarlar.” (Şualar, 228)

“Din terbiyesi olmazsa, Müslümanların idare edilmesi için sıkıyönetim veya her istediklerini rüşvet vermekten başka çare olamaz. Çünkü, nasıl bir Müslüman, şimdiye kadar hakikî Yahudi ve Nasranî olmaz, belki dinsiz olur, bütün bütün bozulur. Öyle de, bir Müslüman komünist olamaz. Belki anarşist olur, daha istibdad-ı mutlaktan (sıkıyönetim ) başka idare edilmez. Biz Nur talebeleri hem idareye, hem âsâyişe, hem vatan ve milletin saadetine çalışıyoruz. Karşımızdaki dinsiz anarşist ve millet ve vatan düşmanlarıdır. Hükümet için bize ilişmek değil, tam himaye ve yardım etmek elzemdir.” (Şualar, 517)

“Bir Müslüman başkasına benzemez. Dini terk edip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir Müslim mutlak küfre düşer, anarşist olur, daha idare edilmez. Evet, eski terbiye-i İslâmiyeyi alanların yüzde ellisi meydanda varken ve milli ve islami adetlerimize karşı yüzde elli lâkaytlık gösterildiği halde, elli sene sonra yüzde doksanı nefs-i emmâreye tâbi olup millet ve vatanı anarşiliğe sevk etmek ihtimalinin düşünülmesi ve o belâya karşı bir çare arama hissi, yirmi sene evvel beni siyasetten ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan kat’iyen menettiği gibi; Risale-i Nur’u, hem şakirtlerini, bu zamana karşı alâkalarını kesmiş; hiç onlarla ne mübareze, ne meşguliyet yok.” (Emirdağ Lahikası-1, 22)

“Bir Müslüman İslâmiyet dairesinden çıksa, mürted ve anarşist olur, toplum hayatına zehir hükmüne geçer. Dinin şiddetle men ettiği şey, fitne ve anarşidir. Çünkü, anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir ki, bunun âhirzamanda Ye’cüc ve Me’cüc komitesi olduğuna Kur’ân-ı Hakîm işaret buyurmaktadır.” ( Emirdağ Lahikası 2, 160 )

Yukarıdaki ifadelerden de açıkça anlaşıldığı gibi, insanlığı ateşe veren ve mahvetmeye çalışan anarşistlik faaliyetleri, ayet ve hadislerde “ye’cüc ve Me’cüc” tabir edilen kıyameti netice verecek olan azgın topluluk olduğu belirtilmektedir. Bu azgın ve kural tanımaz anarşi gruplarına karşı tek çare, iman ve kur’ana hakikatlerine sarılmaktır.

Sorularlaİslamiyet

Günümüz Sorunlarına Çözümler : Terör ve Anarşi

Bir ülkede refahı huzuru, asayişi sağlamak için siyasi, iktisadi ve dini yönden alınması gereken tedbirler vardır. Bu sağlandığı taktirde, terör de biter anarşi de. Örneğin, Osmanlı yönetiminde bunlar tam olarak uygulandığı ve hiçbir ırk ayrımı yapılmadığı için, 30 kadar millet 1000 yıla yakın kardeşçe yaşayabilmiştir. Bugün ülkemizde böyle bir problem varsa nedenlerini iyice araştırmak gerekir.

Örneğin, dahili ve harici düşmanlarca körüklenen fitnenin sebebi nedir ve çözümü nasıl olmalıdır? vb? Bunun çözümü ile ilgili Bediüzzaman çok veciz bir söz söylemektedir: “Enbiyanın ekserisi şarkta ve Hükemanın ağlebi garpta gelmesi, kaderi ezelinin bir remzidir ki, şarkı ayağa kaldıracak din ve kalptir. Akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz. Fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa’yiniz ya hebaen gider veya muvakkat sathi kalır.”

Evet görüldüğü gibi doğuyu ayakta tutan hakimiyet-i diniyedir. Bu uygulanmadığı müddetçe alınan bütün tedbirler geçici ve faidesiz olabilir. Çünkü bu milletin 1400 senelik manevi mirası olan dini ve kültürü vardır. Bundan uzaklaştırmaya çalışmak kemik ve eti birbirinden ayırmak demektir. Onun için bu milletin terakki ve refahı için, din ve ahlakın ihmal edilmemesi ile mümkün olabilir. “Bir cemiyette dini hisler ihmal edilip, ahlak-i umumiye tefessüh ederse, içtimai hayatı birbirine bağlayan bütün rabıtalar çözülür. Fertler madde ve ihtirasların zebunu olur, vatan yabancı ideolojilerin istilasına uğrar. Milleti, gençliği gerçek, ulvi değerler değil, sloganlar yönlendirir. Cemiyet asli mihverinden çıkar.”

Bunun ile ilgili ‘Hem ne vakit cemaat-i islamiye dine karşı lakayd vaziyeti almışlar, perişan vaziyete düşerek tedenni etmiştir.’  Başka bir yerde şöyle buyurur: “Şimdi, bu zamanda en büyük tehlike olan zındıka ve dinsizlik ve anarşilik ve maddiyunluğa karşı, yalnız ve yalnız tek bir çare vardır. O da Kur’an’ın hakikatlarına sarılmaktır.” Ve bir müslümanın dinden uzaklaşması ile toplum hayatı için ne kadar zarar olduğunu şu veciz sözlerle ifade eder.

“Evet dini terk edip, İslamiyetten çıkan bir Müslüman dalalet-i mutlakaya düşer, anarşist olur, daha idare edilmez. Hem bir Müslüman başka milletler gibi değil, eğer dinini bıraksa anarşist olur. Hiçbir kayıt altında kalamaz. İstibdad-ı mutlak, rüşveti mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tetbirle idare edilmez.” (Emirdağ 229)

Bunun için, terör ve anarşinin yegane çözümü, dini bağlarımızı kuvvetlendirmektir. Devlet ve millet için refah ve huzur kaynağı din ahlakıdır. Din ahlakından kaçanları, ‘dini zararlı olarak gören emniyete ve asayişe zarar verir’ diyenlerin kulakları çınlasın.

Bakın yine bununla ilgili Bediüzzaman vecizane ifade ediyor: “İman ilminden ibaret olan Risalei-Nur eczaları emniyet ve asayişi temin ve tesis ederler. Evet, güzel seciyelerin ve iyi hasletlerin menşe ve menbaı olan iman, elbette emniyeti bozmaz, temin eder. İmansızlıktır ki; seciyesizliği ile emniyeti ihlal der.” (Tarihçe-i Hayat 223)

Yine Bediüzzaman çözüm olarak bazı esasları bize veriyor: “Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi, bu acip zamanda anarşilikten kurtarmak için beş esas lazım ve zaruridir: Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet ve serseriliği bırakıp itaat etmektir. Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı zaman bu beş esası kuvvetli ve kutsi bir surette tespit ve tahkim ederek, asayişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise bu 20 sene zarfında Risale-i Nur’un yüz bin adamı vatan ve millete bir uzv-u nafi’ haline getirmesidir.”

Evet, insanlık âleminde bir iman ve Kur’an abidesi olan Bediüzzaman Hazretleri, bütün ömrünü asrımızda zedelenen imanların kurtarılmasına vakfetmiş ve günümüzdeki cemiyet ve fert olarak ortaya çıkmış ve çıkacak bütün problemleri keşfedip, Kuran’dan çıkardığı derslerle hepsini akli ve mantıki bir şekilde izah etmiştir. Daha fazlasını merak edenlere Risale-i Nur eserlerini okumalarını tavsiye ediyorum.

Cenabı-ı Hak bu Kur’an Nurlarından tam olarak istifade etmeyi nasip edip ve vatanımızı, milletimizi her türlü terör ve anarşiden muhafaza etsin. Âmin.

Mehmet Naci Sonmez

www.NurNet.org

Risale-i Nur Külliyatında ANARŞi – 1

Risale-i Nur Külliyatında 

ANARŞİ – 1

 

1. Anarşi

2. “Şimdi İstanbul’da -daha dehşetli bir fikirde- anarşi fikirli küfr-ü mutlaka düşmüş bir kısım münafıklar, Risale-i Nur gibi, ekmek ve suya ihtiyaç derecesinde herkes muhtaç olduğu imanî hakikatlarına ihtiyacı düşürmek desisesiyle diyorlar ki: “Her millet, herkes Allah’ı bilir.” (E: 203)

3. “Çünki anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet seciyelerini canavar hayvanların seciyesine çevirir.” (Em: 159)

4. “ve millet için bir vesile-i def’-i bela olduğu isbat edildiği halde ve yirmibeş seneden beri gizli, ifsadçı, anarşi hesabına çalışan komiteler desiseleriyle mahkemeleri aleyhine sevkedip çalıştıkları ve beş vilayette beş büyük mahkeme Risale-i Nur’un eczalarını inceden inceye tedkik edip medar-ı mes’uliyet bir tek nokta bulamayıp beraet verdikleri ve sonra da yirmi yerde yirmi adliye ayrıca alâkadar olup, mûcib-i mes’uliyet bir cihet olmadığından suç yok diye karar verdikleri ve Afyon Mahkemesi de iki defa iadesine karar verdiği halde risalelerin iadesini ve tamam intişarını iktiza eden kanunî, hukukî esbab-ı mûcibe mevcud iken, beş seneden beri gizli komitelerin aldatmaları ve desiseleriyle ve bahanelerle Afyon Mahkemesi’nde beş senedir o mübarek risalelerin sahiblerine teslimi te’hir edilmektedir.” (Em: 180)

5. “Çünki anarşi hiçbir hak tanımaz.” (T: 653)

pdf olarak indirmek için tıklayın

İslâmiyetten Çıkan Bir Müslüman, Anarşist Olur

Hem İslâmiyet, sair dinlere kıyas edilmez. Bir müslüman İslâmiyetten çıksa ve dinini terketse, daha hiçbir peygamberi kabul edemez; belki Cenab-ı Hakk’ı dahi ikrar edemez ve belki hiçbir mukaddes şey’i tanımaz; belki kendinde kemalâta medar olacak bir vicdan bulunmaz, tefessüh eder. Onun için İslâmiyet nazarında, harbî kâfirin hakk-ı hayatı var. Hariçte olsa musalaha etse, dâhilde olsa cizye verse; İslâmiyetçe hayatı mahfuzdur. Fakat mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Çünki vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir hükmüne geçer. Halbuki Hristiyanın bir dinsizi, yine hayat-ı içtimaiyeye nâfi’ bir vaziyette kalabilir. Bazı mukaddesatı kabul eder ve bazı peygamberlere inanabilir ve Cenab-ı Hakk’ı bir cihette tasdik edebilir.

Acaba bu ehl-i bid’a ve doğrusu ehl-i ilhad, bu dinsizlikte hangi menfaati buluyorlar? Eğer idare ve asayişi düşünüyorlarsa; Allah’ı bilmeyen dinsiz on serserinin idaresi ve şerlerini def’etmesi, bin ehl-i diyanetin idaresinden daha müşkildir. Eğer terakkiyi düşünüyorlarsa; öyle dinsizler idare-i hükûmete muzır oldukları gibi, terakkiye dahi manidirler. Terakki ve ticaretin esası olan emniyet ve asayişi kırıyorlar. Doğrusu onlar, meslekçe tahribatçıdırlar. Dünyada en büyük ahmak odur ki, böyle dinsiz serserilerden terakki ve saadet-i hayatiyeyi beklesin… (Mektubat – Yirmidokuzuncu Mektub / 7.Kısım(İşarat-ı Seb’a) / 3.İşaret)

.. Demek bir müslüman mümkün değil, başka bir dine girip, ya Hristiyan ve Yahudi, hususan bolşevik gibi olmak… Çünki bir İsevî müslüman olsa, İsa Aleyhisselâm’ı daha ziyade sever. Bir Musevî müslüman olsa, Musa Aleyhisselâm’ı daha ziyade sever. Fakat bir müslüman, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın zincirinden çıksa, dinini bıraksa, daha hiçbir dine girmez, anarşist olur; ruhunda kemalâta medar hiçbir halet kalmaz. Vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir olur.. (Emirdağ Lâhikası -2)

.. Ey Müslümanları dünyaya şiddetle teşvik eden ve san’at ve terakkiyat-ı ecnebiyeye cebr ile sevkeden bedbaht hamiyet-füruş! Dikkat et, bu milletin bazılarının din ile bağlandıkları rabıtaları kopmasın! Eğer böyle ahmakane körükörüne topuzların altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i kàtil hükmünde o dinsizler zarar verecekler. Çünki mürtedin vicdanı tamam bozulduğundan, hayat-ı içtimaiyeye zehir olur. Ondandır ki, ilm-i usûlde “Mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Kâfir eğer zimmî olsa veya musalaha etse, hakk-ı hayatı var.” diye usûl-i Şeriatın bir düsturudur. Hem mezheb-i Hanefiyede, ehl-i zimmeden olan bir kâfirin şehadeti makbuldür. Fakat fâsık merdud-üş şehadettir, çünki haindir… (Lemalar – Onyedinci Lem’a / 7. Nota)

.. Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp surî zînet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklid etme. Çünki sen onları taklid etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünki senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur. Senin başını daima döğecektir. Meselâ: Nasılki bir saray bulunsa, büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lâmbası bulunur. O elektrikten teşa’ub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi birisi o büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirip ziyayı kapatsa, bütün menziller derin bir karanlık içine ve bir vahşete düşer. Ve başka sarayda büyük elektrik lâmbasıyla merbut olmayan küçük elektrik lâmbaları, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirerek kapatsa, sair menzillerde ışıklar bulunabilir. Onunla işini görebilir, hırsızlar istifade edemezler.

İşte ey nefsim! Birinci saray, bir müslümandır. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lâmbasıdır. Eğer onu unutsa, el’iyazü billah kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki hiçbir kemalâtın yeri ruhunda kalamaz, hattâ Rabbini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve latifeler, karanlığa düşer ve kalbinde müdhiş bir tahribat ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup o tahribat zararını onunla tamir edersin? Halbuki ecnebiler, o ikinci saraya benzerler ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nurunu kalblerinden çıkarsalar da, kendilerince bazı nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler. Onların manevî kemalât-ı ahlâkiyelerine medar olacak Hazret-i Musa ve İsa Aleyhimesselâm’a bir nevi imanları ve Hâlıklarına bir çeşit itikadları kalabilir… (Sözler – Yirmidördüncü Söz / Beşinci Dal / 4.Meyve)

.. Gençlik saikasıyla, o hadsiz elemler ile âlûde zehirli bir bala benzeyen sefihane ve heveskârane muvakkat bir lezzet-i gayr-ı meşruayı ihtiyar eden, hayvandan yüz derece aşağı düşer. Ecnebi dinsizleri gibi de olamaz. Çünki onlar, peygamberi inkâr etseler, diğerlerini tanıyabilirler. Peygamberleri bilmeseler de Allah’ı tanıyabilirler. Allah’ı bilmeseler de kemalâta medar olacak bazı güzel hasletler bulunabilir. Fakat bir müslüman; hem enbiyayı, hem Rabbini, hem bütün kemalâtı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm vasıtasıyla biliyor. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan daha hiçbir peygamberi (A.S.) tanımaz ve Allah’ı da tanımaz. Ve ruhunda kemalâtı muhafaza edecek hiçbir esasatı bilemez. Çünki peygamberlerin en âhiri ve en büyükleri ve dini ve daveti umum nev’-i beşere baktığı için ve mu’cizatça ve dince umuma faik ve bütün nev’-i beşere bütün hakaikte üstadlık edip, ondört asırda parlak bir surette isbat eden ve nev’-i beşerin medar-ı iftiharı bir zâtın terbiye-i esasiyelerini ve usûl-ü dinini terkeden, elbette hiçbir cihette bir nur, bir kemal bulamaz. Sukut-u mutlaka mahkûmdur… (Sözler – Onüçüncü Sözün 2. Makamı)