Etiket arşivi: cemaat

Risale-i Nur Cemaati ile Camia Farkı Nedir?

Asrımızı ve gelecek asırları tenvir eden Bediüzzaman ve Kur’ân’ın manevî tefsiri olan Risale-i Nur eserleri, 80–90 sene önce verdiği müjdeler günümüzde bir bir ortaya çıkınca, bundan rahatsız olanlar, Bediüzzaman ve onun talebeleri üzerinde fitne fesat karıştırarak, estirdikleri kirli hava ile gündemi sıcak tutuyorlar.

Bir taraftan, Risale-i Nur eserlerini sadeleştirme hıyanetiyle uğraşanlar, diğer taraftan Risale-i Nur eserlerinde tahrifat yapılmış, asılsız sözlerle boş boğazlık yapanlar, bir diğer taraftan  Nur cemaatini siyasete ve camialarla karıştıranlar…

Risale-i nur’un müellifi Bediüzzaman diyor ki: “Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer…”1 Sadeleştirmeye güzel bir cevap olsa gerek.

Risale-i nur eserlerinde tahrifat yapılmamıştır. Ancak baskıcı ve istibdatçı rejim tarafından verilen rahatsızlıklardan dolayı, tedbir olarak, bazı kelimeler Bediüzzaman tarafından kendi eliyle değiştirmiştir.

Mesela, eski Said dönemine ait içtimaî meselelerde geçen Kürdistan yerine; şarki Anadolu- 1923’ten sonra kullandığı Kürdi imzası yerine; Said-i Nursi, 1935’te Eskişehir mahkemesinde Kürdi lakabına şiddetle karşı gelmesi vs, vs,  benzeri tasarruflarda bulunan bizzat eserlerin müellifi Üstad Bediüzzaman’dır. Bu da onun en tabiî hakkıdır.

Siyaset meselesine gelince, Risale-i Nur cemaatinin siyasetle alakadar olmadığını gösteren birçok ispatlı delillerden bir delil, şöyle ki: Emirdağ’ında Hamza Emek ağabeyin yakınları belediye başkanlığı için aday olmasını isterler.  Hamza Emek, Üstad’ın görüşünü almak ister. Sabah erkenden Üstadın kapısını çalar.

Zübeyir Ağabey, Üstad’ın mesajını Hamza ağabeye aynen iletir:

“İzin yok kardeşim. Belediye başkanı olursan siyasetin olumsuzlukları cemaate fatura edilir. Aramıza fitne sokulur. Bizim müdahalemiz buraya kadar. Biz hizmette varız, ücrette yokuz!” der. İşte Risale-i Nur cemaatinin esası siyaset ve ücret değil, hizmettir. Bu esası korumak için, Bediüzzaman, “euzu billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyase” demiş, şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınmıştır.

Bu kısadan da anlaşıldığı üzere Bediüzzaman ve talebeleri siyasetle uğraşmamışlar ve uğraşmıyorlar da. Siyasî ve gizli cemiyet kurmakla itham edilmiş veya ediliyorsa da, tamamen yalan ve iftiradan ibarettir. Cemaatten biri kendi hesabına siyasete girse, o kişi cemaati temsil edemez. Cemaat bir şahs-i manevidir. Kimsenin tekelinde değildir. Üstat bile bir talebedir. “ben bir ders kardeşinizim” demiş.  Nur cemaati bu güne kadar kimsenin vesayeti altına girmemiş, girmeye de tenezzül etmiyorlar.

Bediüzzaman hazretleri Risale-i Nur cemaati için şöyle diyor: “Evet, biz bir cemaatiz. Hedefimiz ve programımız; evvela kendimizi, sonra mil­letimizi, ebedî idamdan, daimî ve berzâhî münferit hapisten kurtarmak; vatandaş­larımızı anarşilikten ve serserilikten korumak ve iki hayatımızı imhaya sebep olan zındıkaya karşı Risale-i Nur’un çelik gibi hakikatleriyle kendimizi muhâfaza etmektir.”2

Keza “Evet, biz bir cemiyetiz ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda üç yüz elli milyon (şu anda 1.5 milyara yakın) dâhil mensupları var. Ve her gün beş defa namazla, o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hiz­metlerini gösteriyorlar;  kudsî programıyla birbirinin yardımına, dualarıyla ve mânevî kazançlarıyla koşuyorlar. İşte biz, bu mukaddes ve muaz­zam cemiyetin efrâdındanız ve hususî vazifemiz de, Kur’ân’ın imânî hakikatlerini tahkîkî bir sûrette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve dai­mî, berzâhî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyâsî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medâr-ı ithamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânâsız gizli cemiyetle hiçbir münâsebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz.”3

Risale-i Nur cemaatine bütün ehl-i iman dâhildir. Yani Kâbe’ye yönelen tüm mü’minlerin akidesi birdir. Haremeyn-i Şeri­feynde birleşiyorlar. Bütün peygamberlere iman esası ile reisleri Resûlüllah’dır. Maksat ve gayeleri, Kur’an-ı Kerim’i rehber, Sünnet-i Seniyyeye ittiba ve insanlara imanı dersleri vermektir. Zaten Cenab-ı Allah’ın emri de budur. Hucurat süresi, ayet 10’da şöyle buyurmuş, Mevla’mız! Mü’minler kardeştirler” Dolayısıyla Risale-i nur cemaatinin esası, gayesi mü’minler arasında uhuvveti, ihlâsı ve sadakati tesis etmektir.

Dolayısıyla, Risale-i nur cemaatinin meslek ve meşrebi tamamen imanı ve uhrevidir.  “Camia”larla karıştırmamak lazımdır. Camia her çeşit insanı bünyesinde barındıran, siyasetle meşgul olan, devlettin birçok kademelerinde memuriyet görevine talip olan bir topluluktan ibarettir.  Fethullah Gülen camiası bir örnek sayılabilir. Zaman zaman bu camiayı; Risale-i nur cemaatiyle ilişkilendirenler olsa da; meslek ve meşrep itibariyle birbirlerinden ayrıdırlar. Fethullah Gülen ve mensupları; hiçbir zaman nur cemaati ile yakın ilişkileri olmamıştır. Nur cemaati de; Gülen camiasına “müminler kardeştir.” Emriyle yaptıkları yanlışları için onlara acımış ve her zaman mesafeli durmuşlar.

Son günlerde Fethullah Gülen ve hükümet arasında meydana gelen üzücü hadiseden dolayı elbette, Nur cemaati de üzülmüştür. Üstadın dediği gibi;“beşer zulüm eder, kader adalet eder” kaidesiyle, otuz seneden beri nur cemaatini, Gülen camiasıyla karıştıranlar vardı. Vaki olan hadiseyle Nur cemaati, Gülen camiasından ayrı bir ekol olduğu ispat edilmiştir.

Rüstem Garzanlı/Diyarbekir

05.02.2014

 www.NurNet.org

KAYNAK

1- 29.cu mek.5.ci.des.şeytaniye

2-Şuâlar, sh. 317–318.

3-Tarihçe-i Hayat, sh. 400–401.

Hırsız-Polis Oyunu

Hırsız-polis oyununu bilmeyenimiz yoktur. Hırsız; çalar ve kaçar, polis de onun izini sürer ve baskın yapıp yakalar. Bütün dünya da böyledir. Bu oyunun daha büyüğü son günlerde Ülkemizde oynanıyor ve herkes de bu oyunun içinde. Kimisi seyirci, kimisi figüran, kimisi pazarlamacı. Ama yönetmeni bir tane ve o; uzaktan bakarak ellerini sevinçle ovuşturuyor, herkese dağıttığı rollerin ne de güzel oynandığını görüyor. Çünkü o; sahnedeki bu oyunla bakanları meşgul ederken oyun içinde başka bir oyun daha kurmuştur. Seyircilerin zihninde sakladıkları kapalı bir zarf vardır, niyeti onu çalmaktır. Ve herkesten gizlenen hırsız; herkes hırsız-polis oyununu seyrederken o zarfları çalacaktır. Bu bir algı operasyonudur.

Ülkemizde yaşanan olayları herkesi iyi analiz etmelidir. 17 Aralıkta sahneye konan hırsız-polis oyununu iyi anlamalıdır. Medya-polis-yargı üçlüsünün marifetiyle sahneye konan bu oyunu, yalnız gözleriyle değil, aklıyla da seyretmelidir. Hırsızlık; bu toplumun hassas olduğu konulardır ve her zaman lanetlenir. Öyleyse oynanacak büyük oyun; toplumun bu değerlerinden hareketle kurgulanarak sahnelenmelidir ki başarılı olabilsin.

Son 10 yıldaki Türkiye’nin kazanımları içerde her türlü muhalefeti, dışarıda ise küresel güçleri ve yandaşlarını rahatsız etmiştir. Halkın üst üste seçimlerde hükümeti desteklemesi, oyunu artırması ve istikrarı bozdurmaması üzerine yeni yollar denenmeye başlamıştır. Bu ülkede askeri vesayet şimdilik bitmiş gibi görünüyor ama yargı vesayetinin yapılan değişikliklere rağmen henüz bitmediği anlaşılıyor.

Cemaat-hükümet çatışması üzerinden çıkartılan hırsız-polis oyununa son verilemezse asıl oyunun sonuçları görülmeye başlanacaktır. Daha şimdiden ülkeye ekonomik maliyeti milyarları buldu. Bu zarar bu ülkede yaşayanların cebinden çıkacaktır. Mallar ve hizmetler zamlanacak, ücret artışları duracak veya artışlar zamları karşılamayacaktır. Banka faizleri yükseldi, Dolar ve Euro yükseldi tabii ki bunlar ekonomimizi olumsuz etkileyecektir. Zaten amaç da odur, siyasal zeminde iktidarı yıkamayanlar, ülkenin ekonomik istikrarını bozarak, sokak hareketleriyle yolsuzluk protestoları yaparak iktidarı yıkmak istiyorlar.

Hükümet güçlü bir sınavdan geçiyor. Rakiplerinin oyunlarını bozacak olan da odur. Bütün güç ellerindedir. Hırsızlık varsa önce kendileri bulmalı ve yargıya teslim etmelidir. Yoksa önümüzdeki 3 seçim sürecinde aynı oyunları yine oynayacaklardır.

Hizmet grubu da kendine yeniden bir daha bakmalıdır. Gerçekte insanların manevi dünyaları için çalışırken içlerine sızmış bir grup onların ismi altında derin işlerle mi ilgilenmektedirler. Cemaat büyüyünce idaresi uzaktan güçleşir. Medya kanallarıyla savaşın ülkeye zararı çok olmaya başlamıştır. Bu ülkede yaşayan İnsanların maddi hayatının dengesini bozmak hamiyetperver bir hareketin herhalde istemediği bir şeydir.

Bu ülkeyi seven herkes, hizmet hareketi ve hükümet tekrar yeniden düşünmeli. Arınması gerekenler arınmalı ve kendi içlerindeki çürükleri ayıklamalıdır. Kimse ben temizim içimde çürük yok, diğerleri kendi çürüklerini ayıklasın dememeli ve en kısa zamanda çürüklerini bulup ayıklamalıdır.

İnsanların kendi menfaatleri için girmeyeceği kılık yoktur. Kimse bizim içimize giremez diye ön kabul içinde olanlar gerçekler ortaya bir bir çıkınca milletin güvenini kaybedeceklerdir.

2. Abdülhamid’e atfen söylenen ’’Oturduğu yerden, iğne deliğinden bakıp da Hindistan’ı göremeyen hükümet etmesin’’ sözü her iki kesim içinde doğrudur. Herkes kendi çürüklerine bakmalıdır.

Bugün ülkemizde halkın ilgisini hırsız-polis oyununa çekenler; gerçek hırsızı saklayarak zihinlerde saklı olan zarfların içindeki ’’EVET’’ oylarını çalmak istemektedirler. Müminler ferasetli olmalı, yakına bakarken uzağı da iyi görebilmelidir. Yaratılmak istenen algıya kapılıp onun arkasındaki gerçekleri okumalıdır.

Dr.Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.org

Cemaat – Siyaset!

“Cemaat” kelimesinin aslı, “cem” fiilidir: Toplamak, bir araya getirmek anlamına gelir. 

Fıkıh terimi olarak, “cemaat”, “bir imamın arkasında namaz kılan mü’minler topluluğu”dur…

Daha geniş anlamıyla, bir fikir ve inanç etrafında buluşan insan topluluğunu; en geniş anlamıyla ise, İslâm ümmetini ifade eder.

Dünyadaki bütün Müslümanlar bu anlamda, “cemaat”dırlar. Bu cemaatin temel eksenini, aynı dine, yani Tevhid akidesine mensup olmak oluşturur. 

Bediüzzaman Said Nursi’nin aşağıdaki tarifine dikkat!

“Sath-ı arz (yeryüzü) bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber; o burhan-ı bâhir (apaçık deliller) olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkep bir halka-i zikrin serzâkiri; bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya tarâvettar (taptaze) semereleri (sonuçları) bir şecere-i nuraniyedir (nur ağacı) ki, herbir dâvâsını, mu’cizatlarına (mucizelerine) istinat eden bütün enbiya ve kerametlerine itimat eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar.” (Sözler, On dokuzuncu Söz).

Geniş anlamıyla “cemaat” bu tarifteki gibidir, tüm iman ehlini kapsar ve kavrar. Zaten, “Topluca Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın” (Âli İmrân) mealindeki âyet de buna işaret buyuruyor.

Keza, “Cemaat rahmettir, tefrika (ayrılık çıkarma) ise azaptır” mealindeki hadisler de aynı noktayı vurgular.

Günümüzde bir “anlam kayması” söz konusu sanırım. Çünkü artık kimse “cemaat” sözcüğünü, kapsayıcı/ kavrayıcı anlamında kullanmıyor. Bu kelime ile daha çok klikler ve gruplar tarif ediliyor.

Ne olursa olsun, bugünün cemaatlerinin de bir tarifi olmalı. Bendeniz “Uhrevi (ahrete yönelik) amaçlarla bir araya gelen özgür bireylerin gönüllü beraberliği” olarak tarif ediyorum…

“Uhrevi amaç”, “gönüllülük” ve “özgürlük” kavramlarının da altını özenle çiziyorum. Çünkü bunlar “olmazsa olmaz” kriterlerdir. Aksi taktirde “cemaat” değil, “cemiyet” ya da “şirket” (ortaklık) olur.

Cemaatin en büyük amacı, “iman-Kur’an hizmeti” olarak özetlenebilir. Her “sivil toplum kuruluşu” gibi güncel olaylara ilişkin görüşleri olmakla birlikte ağırlığını “iman hizmeti”ne verir ve “dünyevî” (dünyaya ilişkin) konuları “tali mesele”sayar.

Bir şekilde dünya belirleyici olur, hangi kılıf içinde gelirse gelsin, “dünyevi” meseleler “hizmet”in önüne geçerse, siyasallaşma ve yozlaşma başlar. Çünkü “cemaat” olmanın birinci şartı (uhrevi amaç) çiğnenmiş olur.

Siyaset de cemaate karışmamalıdır. Bu kavramların iç içe girmesinden sadece “fitne” çıkar. “Fitne” tabiri benim değil, Fatih ve oğlu Bayezid zamanında bugünkü Vefa semtinde faaliyet gösteren Şeyh Ebul Vefa’ya aittir.

Şeyh Efendi, yakın müritlerinden birine, kapıya gelen hasretlisiyle görüşmeyeceğini fısıldamaktadır:

“Gelen ziyaretçimizi lisan-ı münasiple geri gönderin. Şu sıralar mizacım devletlülerle muhabbete müsait değildir.” 

Fatih, Zağanos Paşa’yı alıp bir gün Şeyh’i ziyarete gider, fakat kabul görmez. Padişah üzülürken, Zağanos Paşa öfkelenir, kapıyı zorla açmaya kalkışır.

Onu durduran Fatih’in şu sözü, hepimize ders hükmündedir: “Dur Zağanos, hikmete kuvvetle mukabele edilmez!”

Aynı anda müritleri Şeyh Efendi’ye bunun hikmetini soracaklar, Ebul Vefa şöyle bir cevap verecektir:

“Biz bir birimizi Allah için çok seviyoruz. Bir kez görüşürsek hemen samimi oluruz. Badehu o benim eğitim hizmetlerime, ben onun siyasi işlerine karışmaya başlarız. Osmanlı’ya fitne fesat girer.”

Yavuz Bahadıroğlu

Başbakan ve Erkan-ı Hükümete Samimi Bir İkaz

Son zamanlarda hizmet ekibiyle hükümet arasındaki gerilim maalesef ehl-i imanı gıybete ve hatta bazan iftiraya boğmuştur. Buna dikkat etmemiz gerekmektedir. Daha evvel de dediğim gibi, bazı hususların açıklanmasında bugün için zaruret vardır:

1. Bu hadiseler ve gerilimler, her iki tarafın açık hataları ve genellemeleri sonucunda ortaya çıkmıştır. Bir …taraf hıyanet eylediyse, diğer tarafdan da cinayet işleyenler olmuştur. Her iki taraf da ehl-i iman olduğu için mutlaka sulh yoluna gitmeli ve memleketi daha fazla uçuruma sürüklememelidirler.

2. Son fitne olaylarını tasvip etmediğimiz gibi, dindar 28 Şubat dercesine bazı tasfiye hareketlerini de tasvip etmiyoruz. Hele hele genellemelere giderek, tıpkı eski bakan döneminde Milli Eğitim Müdürlerinde yapıldığı gibi, Üniversitelerde ve başka kurumlarda, haklıyı haksızı ayırt etmeden, tasfiye yoluna gitmek, memleketi perişan edecek ve bundan sadece din düşmanları gülüp memnun olacaktır.

3. Maalesef bir Üniversitede kadro verilmediğinden şikayet eden bazı kargalar, gerilimi fırsat bilerek ve hem de dindar gazetelerde, belli İslami hizmetler ve özellikle de Nur hizmeti aleyhinde makaleler yayınlanmaya başlamıştır. Halbuki bunlara kadro verilmemesinin sebebi, ehl-i sünnete muhalif fikirleri olduğu ehlince bilinmektedir. Devlet erkanı bu fırsatçıların beyanlarına itibar etmemelidirler. Bütün dindar gazeteler, tahkik etmeden fırsatçıların ekmeğine yağ sürecek haberlere ve makalelere yer vermemelidir.

4. Bir zamanlar benim de burs aldığım ve takdir ettiğim bir vakfın bir vilayetteki temsilcisi, ehl-i sünnete muhalif olduğu için kendisine kapanan bazı kurum kapılarını, “Cemaat yapılanması” diyerek genelleme yoluna gitmekte ve haklı hareket eden insanları yalan yanlış ifşa etme cahilliğine sürüklenmektedir. Bunlara azami dikkat edilmelidir.

5. Cemaat fobisi, devlet kadrolarının bazı müfsidlerin ve hatta bölücü terör yandaşlarının eline geçmesine vesile olmamalıdır.

5. Bütün bu olaylar karşısında benim başta nefsime, sonra Başbakana ve diğer devlet ricaline tavsiyem şudur:

Hiçbir müfsid (bozguncu) ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz. Münazarat ( 14 )

Hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira, hakkın hatırı âlîdir. Hiçbir hatıra feda edilmemek gerektir. Fakat şu hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zira bir müfside, bir dessasa hüsn-ü zan edebilirsiniz. Delil ve akibete bakınız. Hizmet Rehberi ( 161 )

Bize düşen şefkat etmek, zulüm ve zarar etmemektir. Çünki, وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى Yani “Birisinin hatasıyla, başkası veya akrabası hatakâr olmaz; cezaya müstehak olmaz” olan düstur-u irade-i İlahiyeye karşı, bu zamanda اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ sırrıyla şedid bir zulüm ile mukabele eder. Tarafgirlik hissiyle, bir câninin hatasıyla, değil yalnız akrabasına, belki taraftarlarına dahi adavet eder. Elinden gelse zulmeder. Elinde hüküm varsa, bir adamın hatasıyla bir köye bomba atar. Halbuki bir masumun hakkı, yüz câni için feda edilmez; onların yüzünden ona zulmedilmez. Şimdiki vaziyet, yüz masumu birkaç câni için zararlara sokar. Meselâ: Hatalı bir adama müteallik, bîçare ihtiyar vâlide ve pederi ve masum çoluk-çocukları ezmek, perişan etmek, tarafgirane adavet etmek, şefkatin esasına zıddır. Müslümanlar içinde tarafgirane cereyanlar yüzünden, böyle masumlar zulümden kurtulamıyorlar. Hususan ihtilale sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü dağıtır, genişletir. Cihad-ı dinîde olsa, kâfirlerin çoluk-çocuklarının vaziyetleri aynıdır. Ganîmet olabilir; Müslümanlar, onları kendi mülküne dâhil edebilir. Fakat İslâm dairesinde birisi dinsiz olsa; çoluk-çocuğuna hiçbir cihetle temellük edilmez, hukukuna müdahale edilmez. Çünki o masumlar, İslâmiyet rabıtasıyla dinsiz pederine değil, belki İslâmiyet’le ve cemaat-ı İslâmiye ile bağlıdır. Fakat kâfirin çocukları, gerçi ehl-i necattırlar; fakat hukukta, hayatta pederlerine tâbi’ ve alâkadar olmasından, cihad darbesinde o masumlar memluk ve esir olabilirler.
Emirdağ Lahikası-1 (39- 40 )

Hürmetlerimle

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

Tenkid Kapısı

Hak ve hakikatın, Kur’an ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zâtlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnetdar olur, şükreder. Sakın Birbirinize Tenkid Kapısını Açmayınız! Tenkid edilecek, kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Tarihçe-i Hayat ( 208 )

Evet, münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir plânı; böyle herbiri birer zabit, birer hâkim hükmündeki eşhası müşterek bir mes’elede böyle kaçınmak ve birbirini tenkid etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır, boğuşturur, manevî kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar, vurur. Risale-i Nur şakirdleri, hıllet ve uhuvvet ve fena fi-l ihvan mesleğinde gittiklerinden, inşâallah bu tecrübeli ve münafıkane plânı da akîm bırakacaklar. Şualar ( 318 – 319 )

Üstadım Külliyatın 158 yerinde Tenkidden bahsetmektedir. Bizler de farkında olmadan bu tuzağa düşmekteyiz. İçtimai zeminde siyasi gerilim ve sıkıntılar tebarüz etmiş ve günyüzüne çıkmıştır.

Bu meselede de ne olursa olsun hangi cenah üstün racih gelse de olan islama olacak sevinen ve galip gelen ise; İslam düşmanları olacaktır. Bu mevzuda üstadım:Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa; bir küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Mektubat ( 270 )” mesele naziktir.

Üstadım ve ağabeylerim hasiphanede iken sıkıntılar tebarüz edince: “Eğer o acib yerde beraber bulunmaktan gizli parmaklar karışıyorlar, biriniz Tahirî’nin koğuşuna gidiniz. Şualar ( 504 )” demiştir. Bunun mevzu ile alakasına gelirsek Tahiri Ağabeye sorulduğunda üstad neden böyle dedi?

–        Bizim koğuşumuzda herkes Risalelerle meşgul olur kimse lüzumsuz şeylerle veya boşta kalacak şekilde şeylerle meşgul olmazdı. Bu sebeble kimsede sıkıntı olmazdı. Üstad bu sebeble böyle dedi.

Bizler de Risale-i Nur ile hemhal olduğumuz müddetçe fuzuli olan şeylerle meşgul olmadığımızda bizler de sıkıntısız ve ehl-i dalalete kukla olmaktan kurtulacağız.

Tenkid kapısını 2006’da Risale-i Nur Cemaatinde en büyük meşreb’e yeni neşriyat kurdurarak aralarına tenkid kapısını açtırdılar.

Bu takip eden sürede şahdamar yayınları başlığı altında tebdil ve tağyire maruz kalmış başka bir neşriyat kurularak hizmet hareketine karşı Tenkid kapısını açtılar.

Sonra ufuk yayınları olarak Risale-i Nur’dan bazı eserleri tahrif ederek sadeleştirme kisvesinde neşrederek Tenkid kapısını daha da açtırdılar. Bu suretle ehl-i iman arasına Tenkid kapısını gittikçe açtırmak için var güçleri ile çalıştılar.

Bu ara istediklerine yaklaşınca hükümetle gülen hareketini kavga ettirdiler. Can damarları olan bir mesele ile. Sonra Tenkid kapısını gülen ve hükümet arasında açtırarak dersane mevzuu kapandı ve herkes içindeki kurtları dökmeye, Tenkid kapısını açmaya ehl-i dalalete yardım ettiler.

Şimdi dersane mevzuu kapandı Tenkid kapısı aralandı ve ardına kadar açmaya çalışılmaktadır. Biz nur talebeleri ise bu mevzuda iki tarafı da tutmadan tarafsız kalarak Tenkid kapısını kapata biliriz. Bu tadad ettiğim meselelerle Tenkid kapısını açarak ehl-i iman arasına soğukluk ve uzaklık verdiler. Tabir-i caiz ise birbirinden kopardılar.

Tenkid kapısını: Hak ve hakikatın, Kur’an ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zâtlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnetdar olur, şükreder. Sakın Birbirinize Tenkid Kapısını Açmayınız! Tenkid edilecek, kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Tarihçe-i Hayat ( 208 )

Evet, münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir plânı; böyle herbiri birer zabit, birer hâkim hükmündeki eşhası müşterek bir mes’elede böyle kaçınmak ve birbirini tenkid etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır, boğuşturur, manevî kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar, vurur. Risale-i Nur şakirdleri, hıllet ve uhuvvet ve fena fi-l ihvan mesleğinde gittiklerinden, inşâallah bu tecrübeli ve münafıkane plânı da akîm bırakacaklar. Şualar ( 318 – 319 ) gibi ikazlarla kapatacak ittihad ve ittifak-ı islamı temin etmeye çalışacağız. Bu biz nur talebelerinin mesul olduğu vazifedir.

“Eyvah, eyvah! El’aman, el’aman! Ya Erhamerrâhimîn meded!

Bizi muhafaza eyle, bizi cinn ve insî şeytanların şerrinden kurtar,

kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet

ve uhuvvet ve şefkatle doldur.”

Şualar ( 498 ) duasını yapmakla mükellefiz.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org