Etiket arşivi: ihlas

Riyaya İnsanları Sevkeden Sebepler

Birincisi: Za’f-ı imandır. Allah’ı düşünmeyen, esbaba perestiş eder, halklara hodfüruşlukla riyakârane vaziyet alır.

İkinci Sebeb: Hırs u tama’, za’f u fakr noktasında teveccüh-ü nâs.  Risale-i Nur’un şakirdleri, iktisad ve kanaat ve tevekkül ve kısmetine rıza gibi, Risale-i Nur’un dersinden aldıkları izzet-i imaniye, inşâallah onları riyadan ve dünya menfaatleri için hodfüruşluktan men’eder.

Üçüncü Sebeb: Hırs-ı şöhret, hubb-u câh, makam sahibi olmak, emsaline tefevvuk etmek.

Risale-i Nur şakirdleri ene’yi nahnü’ye tebdil ettikleri, yani enaniyeti bırakıp, Risale-i Nur dairesinin şahs-ı manevîsinin hesabına çalışması, ben yerine biz demeleri ve ehl-i tarîkatın “fena fi-ş şeyh” ve “fena fi-r resul” ve nefs-i emmareyi öldürmek gibi riyadan kurtaran vasıtaların bu zamanda birisi de “fena fi-l ihvan” yani şahsiyetini kardeşlerinin şahs-ı manevîsi içinde eritip öyle davrandığı için, inşâallah ehl-i hakikatın riyadan kurtulmaları gibi, bu sır ile onlar da kurtulurlar.

Said Nursi

Allah’a karşı samimi olmak! (42 İhlas – Şiir)

İhlaslıda Allahın rızasıdır hedef 

Bu sebepten odur paha biçilmez sedef

Ondan sonra sen fanileri edersin def

Allah’ım bizleri ihlasta muvaffak eyle.

 

Müslüman’ın ana gayesi ihlaslı ola,

Bu olur ne zaman ki kalbin imanla dola,

O zaman Allaha yürünür sapmadan sola.

Allah’ım bizi rızana sen dahil eyle.

 

Mü’minin kalbi Allah’ın aşkıyla  dolmalı,

O aşık bu cevherle hedefine koşmalı

Dini işlerinde gösterişten sakınmalı,

Rabbim bizi amelimizde ihlaslı eyle.

 

Nebiler, bize Allah’ımız öder demişler,

Ahiret azığını burada yememişler,

Böylece Peygamberliklerini göstermişler,

Rabbim bizi sevabı satmayanlardan eyle.

 

Kur’an “Ücret istemeyenlere uyun” demiş (Yasin 21)

Allah’tan korkan sevapları burda yememiş,

Her hâlükârda Rabbin rızasını istemiş

Rabbim bizi, Seni memnun edenlerden eyle

 

Ey Müslüman kişi! Sen her zaman riyadan sakın,

Kur’an’ı parayla okumaya yoktur hakkın!

Günahtan kaç, hesap günün yolda, hem çok yakın,

Rabbim sana dayandık bizi ihlaslı eyle.

 

Asla din hizmeti için para gözetilmez,

Mevlüt ile Kur’an için para istenilmez,

Ahiretin sevabı bu dünyada yenilmez,

Rabbim bizi Kur’anı satmayanlardan eyle.

 

Dini görev yaptıktan sonra para ver denmez,

Melek olmadığın için , alamam denilmez,

Alsan da ondan asla sevinç hissedilmez,

Rabbim bize sevaplar hakkında hisli eyle.

 

Ee Peygamber varisi hoca çok dikkatli ol,

Maddi menfaatleri içinden cımbızla yol,

Çünkü önümüzde duruyor müthiş karakol,

Rabbim bizi sevabı satmayanlardan eyle.

 

Sakın korkma, Allah seni aç bırakacaktır,

Tok gözlü olursan sana bereket yağacaktır,

Bu sefer bütün hanen rahmetle dolacaktır,

Allah’ım bizi haris olmaktan uzak eyle.

 

Hakiki âlimler Peygamber varisleridir.

Âlimin alacağı cennette ücretidir.

Sevaplı işler sana orada ödenecektir,

Rabbim hocaları hakiki ihlaslı eyle.

 

Ey tüm âlemlerin Haliki Sen bize el ver,

Rahmetinle bize tükenmez rahmetini ser,

Aman ehli dalaletten bize gelmesin şer,

Yüce Mevlam bizi muhlis kullarından eyle.

 

Rabbim bu müthiş zamanda bize merhamet et,

Dalaletin şeririnden Rabbim bizi hıfzet,

Müslümanlar için ihlaslı olmak büyük dert,

Rabbim, rızanın peşine koşanlardan eyle.

 

Allah’ım bizi mürailikten dur eyle,

Hıfz etsinler diye meleklere emreyle,

Biz Senden Sana sığınıyoruz her şey ile,

Lutfet Sana gelelim iman ve  ihlas ile.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org / www.AlbNur.com

 

Âlemin Yaratılış Sebebinin Birisi de Duadır

Dua eden ellerMemleketimizin birçok yerlerinde havaların ısındığı ilkbahar aylarında türbe ziyaretleri yapılıyor. Anadolu yöresinde bu ziyaretler daha revaç görmektedir. Tarikat şeyhleri, din âlimi, ilim ve irfanla ömrünü sırat-i müstakim üzere geçiren Allah’ın sadık dostları, Hayatta iken insanların teveccühlerine mazhar oldukları gibi; vefatlarından sonra da türbeleri ziyaret edilir, dualarla ilgi ve alaka devam eder.

Türbe ziyaretlerine kimi Allah rızası için gider, duada bulunur. Kimi maksadı aşarak maddi manevi istek ve dileklerde bulunur, Dua ve dileğin kabulü için mezar civarında bulunan ağaçlara bez-çaput bağlayanlar, ölüyü vesile kılıp adakta bulunanlar, türbenin taşlarını öpenler,  dilek taşlarına taş yapıştıranlar, çocuk sahibi olmak için türbenin toprağını başına dökenler, nazardan, afat ve musibetlerden korunmak için türbenin üzerindeki beze sarılarak batıl inançlara itibar edenler var.

Bu batıl ve maksadı aşan ziyaretler ölünün ruhunu rahatsız ettiği gibi, yapılan boş ve afakî duaların ve ziyaretlerin de kimseye faydası olamaz. Şark’ta darb-ı mesel bir söz var. “ Huda dağı saman yapabilir, işlek’in başını da içine koyabilir. Ama yapmadığı şeyi yapmaz.” Yani esbab-i kabul dairesinde yapılmayan, lüzumsuz ve malayani dualar boşa çene çalmaktan ibarettir.

Diyarbakır yöresinde uzun zaman müftülük yapmış nüktedan ve hazır cevap merhum Mehmet Uyanık, camide biri dua ederken, “Ya Rabbi bana iman ver, Ya Rabbi bana iman ver” durmadan bu isteğini tekrar edince, rahmetli müftü de “Yarabbi bana da bir kamyon ver; bir otobüs ver.” duada bulunur,

Adam, “ Sen ne diyorsun, iman istesene, durup dururken kamyon, otobüs Allah’tan istenir mi?”

Müftü: “ Kardeşim senin herhalde kamyonun; otobüsün var,  Benim de imanım var, işte ikimizde olmayanı istiyoruz” der,

Evet, bu hadisede alınan mesaj bu olsa gerek: Elbette iman’da; mal’da istenir, fakat kabul ola bilecek duaya âmin demek lazımdır. Esbaba başvurmadan sadece kavli dualarla isteklerde bulunmak eksikliktir.   Allah’ın ve Resulünün emirlerine riayet edilirse, farz olan emirler noksansız yapılırsa, helâl dairede çalışır, haramdan uzak kalırsa istikamet üzere iman ister, keza insan fiilen çalışıp helal kazanç elde ederse elbette kamyon da, otobüste isteyebilir. Hem ahiret hem de dünya ikisi için de fiili ve kavli çalışmak lazımdır. Yoksa, durup dururken ne iman gelir, ne de otobüs….

Bediüzzaman, fiili ve kavli dua için şöyle diyor:”… Zira sebeplerin bir araya gelmesi ve hal ve fiille yapılan dualar, Cevad-ı Mutlak’ın isim ve unvanına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır.” 1

Bediüzzaman, başka bir eserinde  “….Duanın tesiri büyüktür. Özellikle dua devam ederse netice vermesi galiptir, hatta âlemin yaratılış sebebinin birisi de duadır. diyor,2

Zaman zaman Kur’an’ın Ayet’lerinden belirli bir sayıda (Ayetül kürsü, fatiha-i şerif, İhlâs süresi vs.)  ayetleri bir gayeye maksat yaparak çocuğum şu okulu kazansın, ben şu işe gireyim, zengin olayım gibi dua ve dileklerde bulunanlar da oluyor. Ayetleri okuyup dilek ve arzusu yerine gelmediği zaman bu kez Kur’an’a ve hadislere karşı inanç ve itikadı kırılıyor. Bu nedenle Kur’an’ın Ayetlerini dilek ve maksatlara vesile değil, esbab-ı kabul dairesinde dua ve ibadet niyetiyle okunmalıdır.

Cenab-i Allah (cc) “ Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını arttırır.” buyurur.3

Mü’min, Kur’an’dan feyz almasını bildiği, bu maksatla okuduğu, dinlediği için, Kur’an ayetleri kendisine şifa ve rahmet vesilesidir. Buna karşılık, hastanın ilaçtan yararlanmak istemeyişi onun hastalığını artırdığı gibi, zalimin Kur’an’dan uzak durması da onun hüsranını artırır.

Fatiha suresinde: İyyake na’büdü ve iyyake neste’in, ayet-i Kerimede Cenab-i Allah mealen şöyle buyurur: “Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.” 4

Allah’tan başka kimseye ibadet edilmesin, medet ve yardımda o’ndan beklensin. Aksi takdirde ölmüş bir insandan, taştan, topraktan, ağaçtan ve bezden imdat ve medet beklemek tamamen batıl ve hurafe bir davranıştır. Ancak Allah ve Resulünün değer verdiği şeylere kıymet ve değer vermek lazımdır.

Peygamberimizin değer verdiği her şeye, sahabe-i kiramda kıymet ve değer vermişlerdir. Örneğin: Hz. Ömer (ra) bir umre’de, Haceru’l Esved’i öperken şöyle buyurmuş: “Biliyorum ki sen bir taşsın, ne bir faydan ne de zararın vardır. Ben Resulullah’ı (asm) seni öperken görmeseydim, asla öpmezdim.” 5

İşte Hz. Ömer, (ra) haceru’l evsed’i öpmesi, peygamberimizin onu öpmesi içindir. Dolayısıyla haceru’l esved’i öpmek sünnettir.

Allah(cc) bazı yerlere kutsiyet lütfetmiştir. Örneğin Mescid-i Aksa, Mescid-i Haram ve Ravza-i Tahire gibi mukaddes mekân olarak kılınmıştır. Bu kutsiyet tamamen Allah’ın tasarrufu altındadır. Hacerü’l Esvet taşı aziz kılmıştır, hikmeti de ancak o’ bilir. Bize düşeni ise mübarek saydığı şeylere bizim de saygı göstermemizdir. Mübarek olan mekânlara indirilen rahmet ve bereketten istifade ederek bolca dua etmek,  batıl ve hurafe şeylerden uzak kalmaktır. Saygılarımla,

16.5.2013

Rüstem Garzanlı / Diyarbekir

Kamu Yöneticisi

 

ALINTI LAR:

 

1- 23. Söz, 1.mebhas,

2- 24. Mek.1.zeyl.

3- İsrâ,82/ Diyanet yay.

4- Fatiha,5.  “

5- Tecrid-i Sarih terc.

 

Risale-i Nurların Rusya’da Fütuhatına ve İnkişafatına Sebep Olacak

Rusya’nın Sankt Peterburg kentinde Nur talebelerine yönelik 2 mart tarihinde bazı evlere yine baskın düzenlendi. Güvenlik güçlerinin (FBS), baskın düzenlediği dairelerde Türkçe ve Rusça Risalelere el konuldu. 5’i Rus vatandaşı, 4’ü Azerbaycan ve 1’i Türkmenistan vatandaşı toplam 10 kişi tutuklanarak FSB’ye getirildi.

Bu da gösteriyor ki, Rusya’da (60’larda olduğu gibi) Nur Talebelerini korkutmaya çalışıyorlar.

Biz biliyoruz ki, onların bu taarruzu gayet derecede zayıftır. Zahiren kuvvetli gibi görünmeleri, serseri bir çocuğun bir haneyi bir kibritle mahvetmesi gibi tahribatla iş görmelerindendir. Evet onlar son derece zayıftırlar, çünki bir serçe kuşu kadar iktidarı olmayan kendi varlıklarına güvenirler..

Nurlara olan taarruzların bir zararı olsa yirmi faydası vardır. Elbette yirmi kazanca karşı bir zarar hiç hükmündedir. Taarruzlar ancak ve ancak Nur’un neşriyat ve fütuhatının genişlemesine, inkişafına sebebdir ve millet-i İslâmiye nazarında itimad ve emniyet kazanmasına medardır.

SaidNur.Com

Ahirzamanın Gizli Kutupları!

Bu âhirzaman asrında hizmet-i imaniye ve Kur’âniyede bulunan Risale-i Nur talebelerinin çok ehemmiyetli özellikleri, husûsiyetleri ve mümeyyiz sıfatları vardır.

Onlar ahvâl, etvâr ve ef’alleriyle bulundukları mahallerde fark edilirler ve o beldelere kuvve-i maneviye olurlar. Yaptıkları Kur’ân hizmetlerinde karşılık beklemezler. Sırf Allah rızası için hâlisâne çalışırlar, hizmetlerinin neticesini de Allah’a bırakırlar. Onlar toplumun mânevî dinamikleri ve sigortalarıdır. İhlâs, sadakat ve tesanüdle birlikte, sebat ve metanetleri ehl-i imana büyük bir kuvve-i mâneviye olur. Onlar sarsılmaz, dağılmaz ve dağıtılmazlar. Çünkü hizmetleri şahsa dayalı değil, sağlam ve metin bir şahs-ı mânevîye dayalıdır.

Bu mânâda Sekizinci Şuâ’daki izâhlar çok mânidârdır. Risale-i Nur’un “O iman-ı tahkikîyi taşıyan hâlis ve sadık şakirtleri dahi, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde, hizmet-i imaniye itibariyle âdeta birer gizli kutup gibi, mü’minlerin mânevî birer nokta-i istinadı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri hâlde, kuvve-i mâneviye-i î’tikadları cesur birer zâbit gibi, kuvvet-i mânevîyeyi ehl-i imanın kalplerine verip, mü’minlere mânen mukâvemet ve cesaret veriyorlar.”1 İşte Üstad Bediüzzaman Hazretleri talebelerinin mühim husûsiyetlerine böyle işaret ediyor.

Risale-i Nur’a talebe olanlar iman-ı tahkikîyi taşıyorlar ve kuvvetli bir imana kavuşuyorlar. Bu iman-ı tahkikîyi taşıyan ve sadakatle dâvâlarına sarılan talebeler İhlâs Risalesi’nde geçen sırr-ı ihlâs gereği duruşlarını yapıyorlar. Hizmetlerini dünyevî ve uhrevî bir neticeye bağlamıyorlar. Sırf rıza-i İlâhî için hizmet-i imaniye ve Kur’âniyede çalışıyorlar. Kınanmaktan, eleştirilmekten ve takibattan korkmuyorlar. Hizmetlerini karşılık beklemeden yaptıkları için kimseye minnet de duymuyorlar. Birbirlerine karşı sabrı tavsiye ederken, münakaşalı konulara girmiyorlar. İçtimaî ve siyasî mevzuları cemaatin şahs-ı mânevîsinin aldığı kararlar ve Risale-i Nur’un sarsılmaz prensipleri doğrultusunda kabul edip sarsılmadan o kararlara tereddütsüz sahip çıkıyorlar.

Bu meselenin sırrı sanırım burada yatıyor: “Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız hâlde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.”2

Bu sır ile hizmet eden talebeler bulundukları kasaba, köy ve şehirlerde özellikle saff-ı evveller, imanî hizmetlerinde âdeta birer gizli kutup gibi—çünkü en küçük bir talebe büyük velîlerin de üstünde bir dereceye çıktığını yine Üstadımız bildiriyor—(Kutupluk ve velâyet, gizliliği gerektirir. Hattâ onlardan bazıları kendi mertebelerini bilmezler. Üstadımız Tahiri Ağabey için “Bu [kutup derecesinde] velîdir, ancak kendisi [mertebesini] bilmiyor” dermiş.) müminlere mânevî birer dayanak noktası olurlar.

İhlâs sırrını taşıyan hizmetler Allah katında o kadar makbüldür ki; Allah o beldelerdeki mü’minlerin kuvve-i mânevîyesine bu hizmeti bir dayanak noktası yapar. O hizmetkârlar bilinmek ve görünmek de istemezler. Çünkü bilinmek ve görünmek sırr-ı ihlâsa münâfidir. Ancak onlar diğer ehl-i iman tarafından görüşülmedikleri halde yaptıkları hizmetin mânevî tesiri ve bereketini ehl-i imana Allah hissettirir. Bu hizmetin imana ve itikada yaptığı kuvvetin tezahürü diğer mü’minlerin de kalplerinde mânen bir kuvvet ve cesaret vermesi yukarıya aldığımız İhlâs Risalesi’nin tezâhürü olmalıdır.

Bu hakikate binaen, bu adam gibi düşünen veya hüsn-ü zannın verdiği parlak makamları nazara alan zatlar, sizlere bakıp içinizde mahviyet ve tevazu ve hizmetkârlık kisvesiyle görünen şakirtleri âdi, âmi adamlar görür ve der: “Bunlar mı hakikat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyan? Heyhât! Bunlar nerede, evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?” diyerek, dost ise inkisar-ı hayâle uğrar, muarız ise kendi muhalefetini haklı bulur.3

Ancak hakikat şudur: Nur Talebeleri gurur ve enâniyeti bırakmaya kendilerini mecbur bilirler. Çünkü onlar nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp, daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enaniyet ve fânî zevkleri aramamakla taliptirler. Evet, bir ehemmiyetli ihsan-ı İlâhî, ihsanını, enaniyetini bırakmayana ihsas etmemektir—tâ ucb ve gurura girmesin.4

Öyleyse mesele budur: “Risale-i Nur şakirtleri, hizmet-i Nuriyeyi velâyet makamına tercih eder; keşif ve kerâmâtı aramaz ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz ve vazîfe-i İlâhiye olan muvaffakiyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstahak oldukları şan ve şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi, kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmaz ve harekâtını onlara bina etmezler. Hâlisen, muhlisen çalışırlar, ‘Vazifemiz hizmettir, o yeter’ derler.”5

İşte Nurun hakikî şakirtleri, bu gibi neticelere kanaat ediyorlar. Risale-i Nur’un sarsılmaz hüccetleri onlara yetiyor.

Baki Çimiç / Nur Postası

Dipnotlar:

1- Mektubat, s. 466
2- Lem’alar, s. 160
3- Şuâlar, s. 317
4- Şuâlar, s. 317
5- Kastamonu Lahikası, s. 263