Cuma Sohbetleri (Ölüm nedir?)

Bu hafta sitemizin Cuma sohbetleri bölümünde Uğur Akkafa ağabeyin anlatımıyla Risale-i Nur’un 1.Mektub’undaki Mülk Suresi 2. Ayetinin tefsiri olan “Mevt dahi hayat gibi mahlûktur(yaratılmıştır); hem bir nimettir diye anlatılmaktadır. Halbuki, dış görüntü itibariyle ölüm, parçalanma-ayrılmadır, yokluktur, çürümektir, hayatın sönmesidir, hâdimü’l-lezzâttır. “Nasıl mahlûk(yaratılmış) ve nimet olabilir?” meselesini anlatıyor.

Şu zamanda insanların psikolojilerini bozacak diye kendi aralarında bile konuşmaktan çekindiği ölümü, bu derste çocukların da o hoş tatlı, katılımlarıyla müjdeli bir şekilde anlatımını görüyoruz.  Ve Risale-i Nur’un, ölüm gibi insanı ürküten bir meseleye bu derece müjdeli bir bakış açısını göstermesi, bize “güzel düşünen güzel görür, güzel gören hayatından lezzet alır” düsturunu yineliyor.

Mevt(ölüm), vazife-i hayattan(hayat vazifesinden) bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır(mekan değiştirmedir), bir tahvil-i vücuttur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebde’dir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir.

Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdirledir. Öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdirle, bir hikmet ve tedbirledir. Çünkü, en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin(bitkilerin hayatı) mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san’at(sanat eseri) olduğunu gösteriyor.

Zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessühle, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcât-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sümbülün hayatıyla tezahür ediyor.

Demek çekirdeğin mevti, sümbülün mebde-i hayatıdır(hayatının başlangıcıdır); belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahlûk ve muntazamdır.

(1. mektup ,2.sual)

Uğur Akkafa‘nın diğer sohbetlerine Nur Mektebi sitesinden ulaşabilirsiniz.

Nursuz Akıl, Görmeyen Göz… neye yarar?

Kalbi, vicdanı ve his dünyası iman ve Kuran ile nurlanmamış bir insan karanlıklar içindedir. Vicdan, iman ile aydınlığa kavuşacaktır ki, aklın mahsulü olan fenler de nurlansınlar ve her bir fen, insana ayrı bir marifet penceresi açsın.

İnsan, hikmetlerle dolup taşan şu kâinat kitabını yazan bir Alîm ve Hakîmi tanımadığı takdirde kazandığı ilimler onun cehlini artırmaktan öte bir işe yaramaz.

Üstad Bediüzzaman hazretleri, Lemaat adlı eserinde, kalbin ziyası olmaksızın akıl ve fikrin nurlanamayacağını tatlı bir üslûpla izah eder ve sözünü: “Basiretsiz basar da para etmez” diye noktalar. O harika parçadan birkaç satırı aynen nakledeyim:

“Ziya-yı kalpsiz olmaz nur-u fikr-i münevver.
O nur ile bu ziya mezc olmazsa zulmettir; zulüm ve cehli fışkırır.
Gözünde bir nehar var; lâkin ebyaz ve muzlim.
İçinde bir sevad var ki bir leyl-i münevver…”
(Sözler – Lemaat)

Vicdan için “ziya”, akıl için “nur” kelimelerinin kullanılmasında ayrı bir incelik var. Cenâb-ı hak, Yûnus sûresinde şöyle buyurur:

“Güneşi ziyalı (ışıklı), ayı da nurlu (parlak) kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (aya) menziller tayin eden Odur.” (Yunus Sûresi; 5)

Güneşten ziya almasa, ayda nur ne gezer. O, güneş sayesinde karanlık gecelere nur olur ve insanlar da ondan istifade ederler.

Ay, feyzini güneşten aldığı gibi, şu kâinata ait fenler de, Kuran ile nurlanır ve insanlığa faydalı hâle gelirler. Aksi hâlde, fen ve teknik, insanlığın huzurunu kaçırmaktan, zulme ve sefahate hizmet etmekten öte bir işe yaramaz.

Bunlar ise beşerin dünyasını karartır ve insanlığı o dehşetli azap diyarı olan cehenneme sevk ederler.

Cehennemin de nursuz hararet olduğu düşünülürse bu mânâ daha da önem kazanır.

Ali Özkan / Zafer Dergisi

Bahar mevsimindeki fırtınalı yağmur

Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:

Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın(bitkilerin) tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazin firak(ayrılık) perdeleri arkasında, tecelliyât-ı celâliye-i mazharı olan kış hadiselerinin tazyikinden ve tâzibinden muhafaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hadiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşvünemasız kalan birçok istidat çekirdekleri, zahiri çirkin görünen hadiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılâplar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur.

Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan, zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana ait gayesi bir ise, Sâniinin esmâsına ait binlerdir…

Meselâ, “kar”ı pek bâridâne ve tatsız telâkki ederler. Halbuki, o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.

18. Söz 2. Nokta

Hrıstiyanlık ıstıfa edip…

Nasraniyet (Hrıstiyanlık), ya intifa(yok olma, sönüp bitme) veya ıstıfa edip İslâmiyet’e karşı terk-i silâh edecektir.

Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı.

Tekrar yırtılmağa hazırlanıyor. Ya intifa bulup sönecek veya hakikî Nasraniyetin esasını câmi’ olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır.

İşte bu sırr-ı azîme, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm işaret etmiştir ki: “Hazret-i Îsâ nâzil(inme) olup gelecek, ümmetimden olacak, şeriatımla amel edecektir.”

Mektubat – Hakikat Çekirdekleri

“Dünyada, her yıl, yüzbinlerce Hrıstiyanın İslamiyetle müşerref olması, 100 sene önce söylenmiş bu hakikatin doğruluğuna bir imzadır.”

Hür Adam filmini Abdullah Yeğin ağabeyle izledik

Hür Adam filmini Abdullah Yeğin ağabeyle birlikte izledik

“Hür Adam Bediüzzaman Said Nursi” filminin senaryo yazarlarından biri de Ahmet Çetin beyefendidir. Ahmet Çetin kardeşimiz ile muarefemiz 80’li yıllar öncesine dayanır. İstikametini korumuş, hizmet anlayışından taviz vermeyen ve fakat kendini yenileyebilen, yani yeniliklere açık bir güzel kardeşim, dostumdur. Dört gün önce aradı ve “ağabey film bitti seni şu anda stüdyodan arıyorum. Mehmet bey de (yapımcı-yönetmen) seninle görüşmek istiyor buraya gelirsen hem Mehmet Bey ile görüşürsün hem de belki sana malzeme çıkar” dedi. “Tamam yarın seni alayım beraber gidelim” dedim. Kadıköy–Hadımköy arası yaklaşık 80-90 km’dir.

Ertesi gün Ahmet bey kardeşimi de alarak Hadımköy’e Mert Çelik fabrikasına doğru yöneldik. Saat 10.00 gibi Mert Çelik fabrikasına vardık. Daha önce de Mert Çelik fabrikası ile ilgili bilgi vermiştim. Yönetim bölümü, çok büyük bir alana kurulmuş devasa fabrika binanın hemen yanında. Fabrika bahçesine girdiğinizde adeta bir sarayın bahçesine girmiş gibi bir hisse kapılıyorsunuz, o kadar yeşil ve modern. Binaya girdiğinizde ise 7 yıldızlı bir otelin lobisinden daha temiz ve güzel bir lobinin içindesiniz. Mehmet Bey bizi kapıda karşılıyor. 4. Kattaki odasına birlikte çıkıyoruz.

Odasına girmemiz ile birlikte yoğun bir trafik başlıyor; reklam ajansları, gazetelerin reklam ve ilan müdürleri, yöneticiler ve departman müdürleri… Öğle namazını odasına serdiği kilimlerin üzerinde cemaatle kılıyoruz. Misafirlerle birlikte yenen öğle yemeğinden sonra trafik kaldığı yerden devam ediyor. Nasıl geçtiğini bilmiyorum ama ikindi namazı vaktinin girdiğini fark ediyoruz. İkindi namazından sonra bana Lem’alar’ı uzatıyorlar, misafirlerle birlikte bir ders yapıyoruz. Ve nihayet ben kazan kaldırma noktasına geliyorum. Aslında bir-iki saatlik bir zaman ayırmıştım fakat tam 5 saat dolmuştu. Ayağa kalkıyorum ve “evet Mehmet Bey bana müsaade” diyorum.
-Ya hocam otur yahu her gelene anlatıyorsunuz daha ne istiyorsunuz bundan daha iyi bir hizmet alanı mı var?
-Allah razı olsun da başka işlerim vardı ve bugünüm tamamen heba oldu.
-Bu nasıl heba yani bu kadar insana risaleler anlatılıyor bunu hizmet saymıyor musun hocam? Tamam, otur işimize bakalım.

Oturuyorum fakat değişen bir şey olmuyor. Nihayet tekrar “kalkacağım” deyince, sekreterine telefon bağlamamasını ve misafir almamasını söylüyor. Biz de sohbete başlıyoruz. Bu sohbet ayrıca yayınlanacak ve Risale Haber’in aziz okuyucularının takdirine sunulacaktır. Film henüz stüdyo aşamasında yani ham olduğu için izleyemiyorum fakat iki gün sonra izleme sözünü alarak saat 6 gibi ayrılıyorum.

Cumartesi günleri Abdullah Yeğin ağabeyin yanında umumi ders yapılıyor, dönüşümüzü yine Ahmet Çetin bey kardeşimle yaptığımız için, “bu akşam dersi Abdullah ağabeyin yanında dinleyelim” diye birlikte Vatan Caddesine doğru yöneliyoruz. Medreseye ulaştığımızda yatsı namazı kılınıyordu biz de iktida ettik. Namazdan sonra Abdullah ağabey bizim hal hatırımızı sordu. Sohbet esnasında filmden bahsettik ve salı günü filmi izleyeceğimi söyleyince Abdullah ağabey “ben de o filmi izlemek istiyorum bakalım bir kusuru var mı görmek istiyorum” dedi. Sohbetten sonra müsaade isteyip ayrıldık. Pazartesi günü Mehmet Beyi arayıp filmi izlemeye yalnız gelmeyeceğimi, Abdullah Yeğin Ağabeyle birlikte geleceğimi söyledim o da bu habere memnun olduğunu söyledi. Akşam Muhammed Nur Sungur’u aradım o da sevindi. Salı günü Said Özadalı Beyi de alarak, üç kişi Abdullah Yeğin Ağabeye gittik.

Öğle namazından hemen sonra da Hadımköy’e Mert Çelik fabrikasına doğru yola çıktık. Mert Çelik fabrikasına vardığımızda kapıda Abdullah Yeğin ağabeyin geleceğini haber alıp oraya gelen değerli dostlar tarafından karşılandık. Moral Fm Genel koordinatörü değerli dost Haluk İmamoğlu, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı onursal başkanı hem bilgi hem kültürüne meftun olduğum çok değerli Harun Tokak ve şimdiki başkanı beyefendi insan Mustafa Yeşil, Said Taktak, Ahmet Çetin ve bir haberci ekibi. Abdullah Ağabeye yapılan hoşemediden sonra fabrika içindeki cep sinemasına alındık en değme yerlerde bile bu kadar iyi döşenmiş iyi hazırlanmış bir sinemaya rastlamamıştım. Her neyse herkes yerini aldı ve filmin gösterimini beklemeye başladık. Başta söylemiştim ya henüz film ham, yapılacak çok şey vardı daha zor oldu ama 15-20 dakika sonra film başladı.

Bediüzzaman’ın henüz çocuk iken üzerinde taşıdığı hasletler harika konu edilmiş. İlme merakı, izzetli duruşu, vakur bakışları, kendinden emin ses tonu ile çok güzel işlenmiş. Kopan fırtınalarda ve gök gürültülerinden korkan annesine “korkma anne Said seninle beraberdir” sözü mükemmel bir atmosferin doğal neticesi gibi adeta izleyene kabul ettirilmiş. “Keçe Külahlılar”ın önünde şark cephesindeki cihada kalkması başta Abdullah Ağabey olmak üzere herkesi hıçkırıklara boğdu. Ruslara esir düşüşü, Nikola Nikoloviç ile aralarında geçen muhavere bizi adeta sinema perdesinin içine çekti. Rusya’dan Almanya üzeri dönüşü, Ankara’ya uğraması oradan Van’a geçişi kuvvetli bir anlatım ile gerçekleştirilmiş. Van’da kaldığı sürede Molla Said-i Meşhur’un Seyda’ya, yani eski Said’in yeni Said’e inkılabı, isyancılara karşı duruşu ve onları isyandan vazgeçirmesi, Türklerin ve Kürtlerin hakikatta kardeş oldukları ifadesi kuvvetli bir görsel şölen ile anlatılmış. Ankara’ya davet ve mecliste 1. Cumhurbaşkanı ile konuşması tarafsız bir nazarla işlenmeye çalışıldığı gerçeğini gösteriyor. Barla, Denizli, Emirdağ, Afyon tekrar Emirdağ sürgünleri. Yapılan zulüm ve işkenceler, buraya kadar ki anlatımlarımızdan filmin sadece sosyal meseleleri anlattığını kimse düşünmesin. Risale-i Nur’un telifinin ilk gününden son gününe kadar yani cephede Keçe Külahlılar’ın önünde savaşırken “Molla Habib yaz kardaşım” ile ilk başladığı günden risalelerin yayılması ve okunması ve hayatının son gününe kadar mükemmel.

Ben sinema eleştirmeni değilim, aslında sinemadan da pek anlamam ama Üstadımın hayatını birazcık biliyorum.
Film bitip de ışıklar yanınca Abdullah Yeğin ağabey o yaşlı gözleri ile gülmeye başladı herkes ona bakıyordu “maşallah çok güzel becermişsiniz, bu kadar güzel nasıl yaptınız?” dedi. Evet, herkes çok duyguluydu ve herkes çok memnundu, fakat Abdullah Yeğin ağabeyin bu kanaati herkes için çok önemliydi.

Bediüzzaman’ın filmi bugüne kalmamalıydı. Sorsanız onun için ölmeyi kabul eden onlarca milyoner var Türkiye’de ama hiç kimse filmini yapmaya cesaret etmedi, edemedi. Bu bir ilk, “bir deli adam” büyük bir cesaret, büyük bir asalet, büyük bir fedakârlık ve büyük bir vefakârlıkla söylediği “Üstadım”, “seviyorum”, “davam” gibi sözlerin arkasında durmuş hiçbir şeyden ve hiçbir kimseden korkmadan ve en önemlisi harcadığı parayı geri alamamaktan da korkmadan milyonlarca doları bu işe yatırmış. Sıfır hata mı? Elbette hayır. Ama bu bir ilk; bundan sonra yapacakların önünde bir örnek var, daha iyisini yapsınlar.

Bu filmi ilk olarak Risale Haber yazdı, gündeme Risale Haber getirdi. Şimdi Türkiye konuşuyor. Bu arada Risale Haber’in de etkisini okuyucuların takdirine sunuyorum.

Ben Mehmet Tanrısever’i can-ı gönülden tebrik ediyorum, dua ediyorum ve okuyucularımdan da ona dua etmesini diliyorum. Ayrıca Mehmet Tanrısever’den bir söz aldım; biliyorsunuz ki Mehmet beyin Feza Radyo ismiyle ticari bir amacı olmayan ve 24 saat Kur’an-ı Kerim meali okuyan bir radyosu var. Mehmet bey bana şu sözü verdi. “Eğer bu filmi beş milyon kişi izlerse 24 saat durmaksızın sadece Risale-i Nur okuyan bir radyo kurmaya söz veriyorum.” Ben Mehmet beyin sözünde durduğunu gördüm zaten bir örneğimiz de mevcut. Hiç reklam almadan 24 saat sadece Kur’an okuyan bir radyo var… Ha gayret inşallah 24 saat fasılasız Risale-i Nur okuyan radyo yakındır. Sağlık ve mutlulukla kalınız.

Abdurrahman IRAZ

www.risalehaber.com

Samanyolunda çıkan haber:

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version