Etiket arşivi: hizmet

Resûl’e (s.a.v) Selâm, Kâ’be’ye ihtiram!

Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev Mekke’deki Kâbe’dir. Orada apaçık nişaneler (ayrıca) İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur.

Yol bakımından gücü yetip gidebilenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki Allah âlemlerden müstağnîdir.”(1)

İçinde bulunduğumuz atmosferde,Rabbimizin lütuf ve keremiyle çok mübarek ve önemli zaman dilimleri yaşanmaktadır. Şu günlerdekudsî bir  heyecanın yaşandığı Hac ibadeti ve şeâiri gibi…

İnşaallah cismen, ruhen, kalbenve fikren  havasını tenefefüs edeceğimiz  o mübarek beldelerde bulunmanın aşk ve heyecanı, insana tarifi imkânsız mânevî duygular aşılıyor.

Yukarıda zikrettiğimiz âyet-i kerîme ve diğer âyetlere göre hacc, tek bir ibâdet olmayıp, bir ibâdetler yumağıdır âdeta. Her biri bir takım fiil, davranış, hareket, terk ve yasaklardan oluşan ibâdetlerin bütünü hacc ibâdetini teşkil etmektedir.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Çünkü, hacc-ı şerif, bilasâle herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir.” (2)

Bunların başlıcaları ihram, namaz, telbiye, çeşitli zikirler (Allah’ı çeşitli isim ve sıfatları ile anmak, Kur’ân, Cevşen, duâ, vird, zikir okumak gibi), Arafât ve Müzdelife vakfeleri, istiğfar, tavâf, güzel ahlâk, sabır, ihramlı iken yasaklara riâyet, yasakları çiğneme sebebiyle veya bazı mazeretlerden dolayı oruç, kurban, sadaka şeklinde yerine getirilen keffâret ve fidyeler, en hayırlısı takvâ ve amel-i salih olan mânevî azıklar edinmek, imanı tahkîk mertebesine çıkarma adına cehd ve gayret göstermek sûretiyle Rubûbiyet-i İlâhiyenin kemâlatını ilân, tevhidî sadâlara iştirak ile maddî ve mânevî kirlerden arınmaktır.

Bütün bu davranışlar doğrudan doğruya ibâdet olup Allah’a lâyık bir kul olma amacına yönelik olarak ve O’na yakınlık elde etmek için Allah tarafından vazedilmiştir.

Milyonlarca hacıların dilinden ve kalbinden yükselen Tekbir ve Telbiyeler, Arafat dili ve Kâbe kalbiyle Arş’a yükselmektedir.

Haccın “ferdî, ictimâî, iktisâdî, siyâsî…” sayısız faydaları oldukça fazladır.

Said Nursî, şu veciz ifadesiyle bu hususa vurgu yapmıştır:      “…o kudsî farîzayı ve din-i İslâmın kudsî ve semavî kongresi hükmünde olan bu hacc-ı ekberi büyük bir bayramın arefesi noktasında olarak bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz.” (3)

Ancak bu faydalar ibâdetlerin âcil (dünyadaki) mükâfatıdır; asl olan sırf Allah için, O’na kulluk borcunu îfa için yapılmış olmasıdır.

Hacc, yüzünü Cenâb-ı Hakk’a dönüşün bir göstergesidir. O, mutlak ezel ve ebedin sahibidir. O, sonsuzdur. O’nun sınırı, ucu bucağı yoktur. “O’na” dönüş, mutlak kemâl, mutlak iyilik, mutlak güzellik, mutlak güç, ilim, değer ve hakikate doğru hareket etmek; yani mutlak doğru hareket, mutlak kemâle doğru mutlak hareket ve sonsuzluğa doğru mutlak kanat açışın bir sembolü, ebedî hareket ruhunun mukaddes mekânlara yansımasıdır. Yani biz, bir “ebedî oluş”un yolcuları, bir “sonsuzluk hareketi”nin kafileleriyiz. Hacc, bu mahşerî kafilelerin tevhid semâsında ve merkezinde zirve yaptığı bir buluşmanın, tanışmanın, bilişmenin ve milyonlarca cismin tek bir ruh haline dönüşmesinin adı…

Bu seyrü sefer çizgisinin en son noktası rızâ-i İlâhîdir. Seferimiz, ebedî hicretimiz, öyle bir cadde, öyle bir yol üzerindedir ki onun son noktası yoktur. Haşir meydanlarında bile son bulmayacak olan bir ebediyettir, mutlak bir vuslattır.

Hac, bu mutlak vuslatın ince sırlarını içinde barındıran ebedîleşmenin bir provasıdır.

Hac süresince icrâ edilen bütün merasimler “ipuçları”dır, “işaret” ve “semboller”dir. Bir kişi secdenin anlamını kavramamışsa, sadece alnını yere koymuş olur! Hacc’ın özünü, ruhunu, hikmet ve önemini anlamayan kimse hediye dolu bir bavul ve boş bir zihinle ülkesine geri döner.

Hacc süresince; Tavafla, tevhid inancını bütün kâinata ilân edeceksin. Sa’y ile Hacer annemizin heyecanını yaşıyacaksın.

Hacer-i Esved ‘i, kulların ezelde Allah’a verdikleri kulluk sözünün bir mührü ve imzası olarak selâmlayacak, yeminini tazeleyecek ve O’na kul olma şerefini bir kez daha te’yîd edeceksin.

Tavâftan sonra Hacer-i Esved ile Kâbe’nin kapısı arasındaki duvara (Mültezeme) karın ve göğsü, elleri ve sağ yanağını bir müddet yapıştırarak bu şekilde bir vuslat neş’esini yaşayacak ve sonra Kâbe örtüsünden tutunarak duâ ve niyazda bulunacaksın, Kâbe’ye yapışan vücudun cehennemde yanmaması için niyazlarını Kâbenin Rabbi’ne arz edeceksin.

Böylece bir büyüğe karşı suç işlemiş olan kişinin, onun eteğine sarılarak affını istemesini temsil etmiş olacaksın. Kulun, bu şekilde mânen ve mecâzen eteğine sarılarak af dilediği, yakınlık ve lûtuf talep ettiği Yüce Zât’tan başka sığınacağı, dayanacağı, yalvaracağı, kulluğunu arz edeceği kimsenin olmadığını samimâne ve ısrarlı bir yakarışla ilân etmiş olacaksın. Çünkü duâda ısrar etmek Mevlâ’nın murâdıdır. İşte bu sarılış ve yakarış o ısrarın bir gereği olacaktır.

Kâbe’den Arafat’a gitmekle Âdem babamızın inişini göstereceksin. Arafat’tan Mina’ya gitmekle insanın yaratılış gayesini, şeytânî tuzaklara meydan okumanın çabasını ortaya koyacak, en sevdiklerini Rabbına kayıtsız ve şartsız kurban edebilmenin şuuruna ereceksin.

Birinci ve ikinci Akabe bey’atlarını Hz. Peygamber (asm) ile Medineliler arasındaki görüşmenin gerçekleştiği yer olarak hatırlayacaksın.

Hz. İbrahim’in sahasına gireceksin Mina’da… O’nun gibi davranmak üzeresin. O, oğlu İsmail’i kurban etmek üzere getirmişti. Şimdi düşünmelisin, senin İsmail’in kim veya hangisi? Servetin mi, makam ve mansıbın mı, sarayların/villaların mı, evin mi, çiftliğin mi, araban mı, şan ve şerefin mi, sosyal statün mü, güzelliğin mi, gençliğin mi? Hangisi? İşte o kimse ve neyse, buraya kurban etmek için getirmelisin.

Seni hizmetten, mânevî cihaddan alıkoyan, sorumluluğu kabule yanaşmayan, nefse firavuniyet veren, fedakârlıktan alıkoyan, ebrârın dâvet çağrılarına kulak tıkatan, rahatın için bahaneler uyduran, seni kör ve sağır eden her neyse… İşte onu çekinmeden kurban etmelisin.

Bu fırsat bir daha eline geçmeyebilir!

O gül kokulu Medine’nin gül Peygamberine salât ve selâmlarımızı iletirken, yıllar önce makbuliyeti tasdik olmuş bir hizmetin hâdimi olduğunu unutma!

“…Medîne-i Münevverede dahi o derece makbul olmuş ki; Ravza-i Mutahharanın Makber-i Saadeti üstünde konulmuş. Hacı Seyyid, kendi gözüyle Asâ-yı Mûsâ mecmuasını, kabr-i Peygamberî (asm) üzerinde görmüş. Demek makbul-ü Nebevî olmuş ve rızâ-i Muhammedî (asm) dairesine girmiş.” (4)

Böylesine ulvî ve lâhûtî duyguları yaşayan hacı kardeşlerimize, yol arkadaşlarımıza  ne mutlu.

Arzı ve semayı içindekilerle birlikte dualarına sığdırarak, Kâbe’yi ihlaslı sinelerine yerleştiren Allah’ın misafirlerine selâm olsun.

Selam olsun, Ravza-i Mutahharanın Nur sakini Nur Peygambere ve muvahhid ziyaretçilerine…

Selam olsun dualarını esirgemeyen mü’min kardeşlere…

Dualarımız sizinle ve şirket-i mâneviye ile beraber olacak inşallah…

Haklarınızı helal ediniz lütfen…

İsmail AKSOY / www.NurNet.Org

Dipnotlar:

1-Âl-i İmrân: 3/96-97

2-Said Nursî, Sözler, 16. Söz, 4. Şuâ

3-a.g.y, Emirdağ Lâhikası

4-a.g.y, Şuâlar

Gambiya’da Hizmetler Kök Salıyor

gambiya.hizmet2

Bismihi Subhanehu,

Esselamu Aleykum Ve Rahmetullahi Ve Berakatuhu,

Evvela, Rize Nur Talebeleri olarak mübarek Leyali-i Aşerenizi ve Kurban Bayramınızı tebrik eder, Alem-i İslama ve ve bütün insanlığa hayırlar ve bereketler getirmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ederiz.

Saniyen, Cenab-ı Hakka nihayetsiz şükürler olsun ki, ikinci Gambiya seyahatimizden de şevke medar hizmet haberleriyle dönüyoruz ve duaya vesile olmasını istirham ederek otuz gün içinde müşahade ettiğimiz hizmetleri hülasaten buraya dercediyoruz…

Geçen seneki 15 günlük ilk ziyaretimiz, Risale-i Nurun hem geniş dairede tanıtılmasına hem de Gambiya’da hizmete sahip çıkan abilerimizin daha ziyade şuurlanmalarına vesile olmuştu.

Bizim ziyaretimizden altı ay sonra, Gambiya’da öğretmenlik yapan Wahab ve Modou abimizi Türkiye’ye davet ettik ve burada 15 günlük çok istifadeli bir okuma programı icra edildi.

Wahab abimiz, Türkiye’nin değişik şehirlerinde müşahade ettiği dersane hizmetlerinin şevkiyle, buradaki dersane manasının kendi ülkesinde de teşekkül etmesini rica etti. Biz de dersane manasının vakıfsız çok nakıs kalacağını anlatarak, bu işin şimdilik olamayacağını nazikane anlattık. O da açılacak bir dersanenin çok elzem olduğunu, {Türkiye’den vakıf gelmezse} gerekirse dersanede bizzat kendisinin kalabileceğini söyledi.

Hizmet heyetimiz, bu abimizin bir senedir fedakarane yaptığı hizmetleri göz önünde bulundurarak dersanede vakıf olarak kalabileceğine karar verdi.

Wahab abimiz Mayıs ayında bir kez daha Türkiye’ye davet edilerek 3 aylık yoğun bir okuma programına alındı ve külliyatı kısa zamanda tekrar bitirip, Tesbihat, Dersane Adabı ve Kur’an Dersleriyle {zaten mümtaz bir fıtrata sahip olan abimiz} kısa bir zamanda zahir manada da dersanede kalmaya hazır hale geldi.

16 Ağustos’ta Wahab abimizle beraber Gambiya Hizmet Heyetimizden üç kişi dersanemizi açmak niyetiyle ikinci kez Gambiya’nın yolunu tuttuk. Biz gitmeden önce oradaki ehli hizmet abilerimiz, yoğun bir araştırmadan sonra Brikama şehrinin merkezinde, Gambiya Üniversitesi Kampüsüne 5 dakika mesafede 200 metrekarelik bahçeli güzel bir dersane kiraladılar.

Ziyaretimizin İlk haftasında hızlı bir şekilde dersanemizin tefrişatını bitirdikten sonra, hem okuma programına hem de dersane hizmetlerine başladık. Öncelikle Gambiya Üniversitesi’nde okuyan talebelerden ahvali müsait beş kardeşimizi seçip dersaneye yerleştirdik. Bu kardeşlerimiz tatillerini bırakıp, oradaki öğretmen abilerimizle beraber yirmi günlük okuma programına iştirak ettiler.

Rabbimizin rahmet ve inayetiyle, dersanemizde çok kısa bir zamanda şevke medar külli hizmetler icra edildi.

Öncelikle ilk cumartesi dersimizle beraber dersanemizin açılışını yaptık. Derse gelen kardeşlerimizin ciddi alakadarlığı ve güzel suallerle derse muhatap olmaları sonraki hizmetlerin müjdecisi gibiydi. İkinci haftadan itibaren, cumartesi günleri de çalışan esnaf abilerimiz için pazar gününe ders konuldu. Haftasonları bu iki ders umumi ders manasında devam ediyor… Elhamdulillahi Haza Min Fadli Rabbi…

Hemen hergün üniversiteden gelen talebe kardeşlerimiz ve etraf beldelerden gelen yeni ziyaretçilerimizle hususi dersler okundu ve yüzlerce kitap hediye edildi. Elhamdulillah hizmet öyle bir kıvama geldi ki, artık dersanede tanımadığımız birilerini ders okurken görmek olağan hale geldi.

Yusupha ve Nouha isimli üniversite talebesi kardeşlerimiz, mahallemizdeki çocuklar için haftanın altı günü iki saat Kur’an Kursu ve Risale-i Nur dersleri tertip ettiler. Yirmi beş talebenin katılımıyla çok şevkli bir şekilde devam ediyorlar.

Müteaddit Medrese Hocaları, Gambiya Sağırlar Derneği Başkanı, NSI Kurumu Eski Yöneticisi, “Dava” isimli İslam Cemaati Başkanı, Agamy Gençlik Örgütü Sekreteri ve Gambiya’nın en büyük Festival Organizatörü gibi geniş kitlelere ulaşabilen kardeşlerimiz de dersanemizde bizi yalnız bırakmadılar ve Nurların tesirli derslerinden onlar da istifade edip kitaplarını aldılar.

Dersanemizin bulunduğu Brikama şehrinin Valisini ve Diyanet İşleri Başkanını makamlarında ziyaret ettik. Her ikisi de hem dersanemizin kiralanmasında hem de Derneğimizin kurulmasında bizlere çok yardımcı oldular. Geçen sene oradaki abilerimizin kurduğu Gambiya Risale-i Nur Derneğinin resmi kaydını tamamlayarak, hizmetlerimize inşallah bu isim altında devam edeceğiz. Diyanet İşleri Başkanı İmam Touray’in tam desteği, hem de Vakıflar Müdürlüğündeki tanıdık abimiz vesilesiyle bazen iki sene kadar süren Dernek kayıt işleminin on günde bitmesi şükrümüzü kat kat ziyadeleştirdi.

Öğretmeni, öğrencisi, terzisi, taksicisi, marangozu, organizatörü, medrese hocası, imamı, telefoncusu, elektrikçisi,… Hülasa, yediden yetmişe her türlü kitleyi kendine meftun eden Nurlar anladık ki çok geçmeden Anadolu’da olduğu gibi burada da inşallah bir daha sökülmemek üzere kök salacak.

Cenab-ı Hak’tan Nur Talebesi namzedi olan bu kardeşlerimizin ve icra edilen hizmetlerin inkişafını niyaz ederek, O’nun dergahında bizim niyazımıza bir şefaatçı olması niyetiyle sizlerin de kıymetli dualarınızı istirham ediyoruz. Ve minallahi’t-tevfik…

Gambiya Hizmet Heyeti / Rize

www.NurNet.org

Nasıl Yaşarsanız Öyle Ölürsünüz! (Nurettin Yaşar’ın Vefatı Vesilesiyle)

Her gün 300 bin kadar insan dünyaya gelmekte ve o sayıya yakın insan da dünyadan ayrılmaktadır. Rivayette; “Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” denmektedir. (Bkz. Aliyyülkârî, Mirkâtü’l-mefâtîh 1/332, 7/375, 8/431)

Ölüm, bu hayatın en büyük gerçeğidir; aklı gitmemiş hiç kimse, bu dünyada kalıcı olduğunu iddia edemez. Nurettin Yaşar da, 55 yıl önce geldiği bu dünyadan, 4 ay kadar önce 27 Mayıs 2013 tarihinde ayrılmıştı. Onun vefatını bildiren haberlerden biri şöyleydi:

“Nurettin Yaşar aslen Niğde’liydi. İmam-Hatip okulundan sonra, Erzurum’da Biyoloji bölümünde üniversite tahsilini tamamlamıştı. Üniversite öğrenciliği yıllarından itibaren kendini Risale-i Nur’larla Kur’ân ve iman hizmetine vakfetmiş; vefatına kadar yurt içinde ve yurt dışında çeşitli vilayetlerde bununla ilgili İslâmî hizmetleri olmuştu. İstanbul’da Fatih Camii’nde, kalabalık bir cemaatle kılınan cenaze namazından sonra tabutu önünde bir konuşma yapan Rotterdam İslâm Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, onun Erzurum’da henüz üniversite öğrencisiyken, kendisinin İslâmî İlimler Fakültesi hocalığından daha fazla İslâmî hizmetler yapmış olduğundan, takdirle ve sitayişle bahsetmişti.”

Kendisini birçok kişi gibi ben de bu özellikleriyle yıllardan beri tanıyordum. Ayrıca, son altı yıldır da ikimiz, İstanbul’daki bir aile vakfının mütevelli heyeti üyesiydik. O vakfın merkezinde yaz-kış, senenin her mevsiminde, her hafta muntazam bir şekilde ve zaman tanzimine hassasiyetle riayet edilen ve öğle tatili saatlerinde icra edilen Risale-i Nur derslerinde de bir araya geliyorduk. Suriye’deki müessif savaş başlamadan önce, kendisinin teşviki ile vakfın mütevelli heyetinden 4 kişi birlikte Suriye seyahatimiz de olmuştu.

Nurettin Yaşar İstanbul’un şehirler arası otobüs terminalleriyle Anadolu’ya açılan mühim bir ulaşım kapısı olan Harem’de ikamet ediyor; İstanbul’da katıldığı çeşitli Risale-i Nur derslerinden başka, Harem’den şehirler arası sefer yapan otobüslerle civar vilayetlere de Risale-i Nur dersleri yapmaya gidiyordu.

Sekiz yıl kadar önce evlendiği ailesinden Ahmed Said isimli bir oğlu vardı. Nurettin Yaşar’ın ailesi de yetişkin ve aktif bir Risale-i Nur Talebesiydi. O da, hanımlar arasındaki Risale-i Nur derslerinde ve okuma programlarında aktif olarak hizmet yapıyordu.

Nurettin Yaşar, üniversite öğrenciliği yıllarından beri meşgul olduğu Risale-i Nur eserleriyle ilgili birikimini başkalarıyla paylaşmak için çok istekli, şevkli ve gayretliydi. İkamet ettiği İstanbul’da ve İstanbul’a yakın vilayetlerde yaptığı Risale-i Nur derslerinden daha fazlasını yapmak; Risale-i Nur derslerini radyo programı, televizyon programı, konferans faaliyetlerinde de bulunarak daha geniş kitlelerle de paylaşmayı çok istiyordu.

Birlikte Mütevelli Heyeti üyesi olduğumuz vakfın haftalık mutad Risale-i Nur derslerinde bir araya geldiğimizde, bunun için benden de aracılık yapmamı rica ediyordu. Daha önce İslâmî hizmetler için bir süre kalmış olduğu Diyarbakır’daki özel bir televizyonda Risale-i Nur dersi yapmak için, ayda bir Diyarbakır’a gidiyordu. Son zamanlarında, İstanbul’daki bir FM radyosunda da haftada bir gün Risale-i Nur dersi yapıyor olmasına rağmen, o Kur’ân ve iman hizmeti için daha fazlasını yapabilmek şevkiyle dolup taşıyor:

“-Haykırmak istiyorum… Risale-i Nur’dan aldığım iman derslerini daha çok kişiyle paylaşmak istiyorum..” diyordu.

Onun bu fevkalâde şevk ve arzusunu karşılayabilmekle ilgili olarak, bir Ramazan günü, o akşam bir vakfın iftar yemeğine dâvetli olduğumu, o vakfın öğrenci yurdu da olduğunu, kendisinin ismini ve telefon numarasını vererek onun konferans vermek isteğini vakfın yetkililerine iletebileceğimi söylemiş ve dediğim gibi yapmıştım.

Bir yere konferans teklifi yapıldığında, cevabının alınmasının ekseriya aylarca sürebileceğini; bunun için çeşitli ön işlemlerin yerine getirilmesi icap ettiğini Nurettin Yaşar da bilmiyor olamazdı; buna rağmen, ertesi günü—konferans teklifimi iftar dâvetinde görüştüğüm vakıf yetkililerine yaptıktan sonra henüz 24 saat bile geçmemişken—bana konferans dâveti almadığını söylemesi hayretimi mucip olmuştu.

Son İlâhî kelâm olan Kur’ân’ın âyet-i kerîmelerinde de söylenildiği gibi, her nefis ölümü tadacaktır; ecel vakti gelince, ne bir saat geciktirilir ve ne de bir saat öne alınır. Nurettin Yaşar da, dünya hayatında Kur’ân ve iman hizmetiyle dolu 55 yıllık ömründen sonra mukadder eceline doğru giderken, “Yumît” ismiyle ölümü veren Allah’ın onun ölümüne koyduğu bazı perdeler olmuş. Duyduklarıma göre önce, yapmakta olduğu bir Risale-i Nur dersi esnasında göğsünde sıkışma hissetmiş. Götürüldüğü hastanede yapılan tetkiklerde kalp damarlarından dördünde büyük ölçüde tıkanma görülüp, bunların içinden kan akışını sağlayabilmek için dördüne de stent takılmış. Nurettin Yaşar bu şekilde bir müddet normal hayatına dönmüş gibi gözüktükten sonra, bir dişini çektirmesi esnasında kanı durdurulamamış ve daha sonra gelişen sağlık durumundaki çeşitli bozulmalarla, bir ay kadar yoğun bakımda kaldıktan sonra vefat etmiş.

Yoğun bakımda bulunduğu günlerde kendisinin ihtiyaçlarıyla ilgilenenlerden, birlikte üyesi olduğumuz vakfın mütevelli heyet üyelerinden Hakan Bey, Nurettin Yaşar için yurt dışından güçlükle getirttiği bir ilacı teslim için hastaneye gittiğinde, yasak olmasına rağmen yoğun bakım ünitesine girip kendisini kısa bir süre için görebilmek için çok ısrar edince, ilgili doktor sadece bir dakika için onu görmesine izin vermiş. Nurettin Yaşar, yarı uyanık halde gözlerini sabit bir noktaya dikmiş, dudakları sürekli kıpırdıyor ve muhtemelen zikrullah ile meşgul oluyormuş.

İhtiyaçlarını temin için yanına daha sık girmesine izin verilen kayınpederi ise, vefat edeceği gün onu önceki günlerine nisbeten çok daha iyi bir halde gördüğünü, konuşamadığı için eliyle işaret ederek kâğıt ve kalem istediğini, verdikleri kâğıt ve kalemle aşağıdaki yazıyı yazdığını, sonra gülümseyerek eliyle veda işareti yaptığını ve vefat ettiğini, bana gözyaşlarıyla anlatmıştı:

“-Sabırdan [her halde buraya bir virgül konulması daha iyi olacak], ziyade rızaya ulaşmak.

-Hastalığa riya girmez diyor [Bediüzzaman’ın “Hastalar Risalesi”nde söylediği bir cümleye atıf yapmış.]

-Halis bir ubudiyet yolunu buldum [Yine, Bediüzzaman’ın “Hastalar Risalesi”nde söylediği diğer bir cümleye atıf yapmış.]”

Nurettin Yaşar’ın vefatı, Risale-i Nur’la Kur’ân ve iman hizmetiyle yaşamasının “mutlu bir son”u olarak, “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz” hakikatine bariz bir misal olarak hatırlanmaya ve hatırlatılmaya değer. Allah rahmet eylesin.

Prof. Dr. MUSTAFA NUTKU

nutkumustafa@yahoo.com

Bediüzzaman’ın Fedakârlığı (Şiir)

Üstad Bediüzzaman’ın vefat anına kadar

Ömrü boyunca bir çeyrek asır sürgünde yaşar

 

Birçok hapishanelerde ömrünü tüketiyor

Mahkemelerin sonucu beraatla bitiyor

 

Hayatında tam on dokuz defa zehirleniyor

O’nun hakkında yedi yüz dava da açılıyor

 

En son Urfa’da bir otel odasında kalıyor

Orda Hakkın rahmetine nihayet kavuşuyor

 

Seksen küsur  yıl hayatı doludur ibretlerle

Ömür boyu karşılaştı birçok hadiselerle

 

Bediüzzaman diyor ki: ”Beni ne sanıyorlar

Nefsini düşünen hodgam bir adam biliyorlar

 

Cemiyetin imanını kurtarmak yollarında

Kendi ahiretimi ve dünyamı ettim feda

 

Seksen yıldan fazla olan bütün ömrüm boyunca

Bu dünya zevkinden bir şey bilmiyorum doyunca

 

Tamamıyla ömrüm geçti savaş meydanlarında

Mahkeme ve hapishane, esir zindanlarında

 

Görmediğim eziyetler bu dünyada kalmadı

Ama imânî hizmetim çoğaldı azalmadı

 

Mahkemede cani gibi muameleler gördüm

Memleketten memlekete zalimane sürüldüm

 

Memleket zindanlarında her şeyden menedildim

Her türlü hakaret gördüm birçok kez zehirlendim

 

Bazen hayattan ziyade ölümü istiyordum

Onu kurtuluş biliyor ve tercih ediyordum

 

Dinim beni intihardan uzak ve men etmişti

Yoksa belki bugün Said toprak olup gitmişti

 

Benim hayatım meşakkat, musibetlerle geçti

Mahkemeler ve sürgünler çok kötü bir süreçti

 

İman selameti için dünyamı feda ettim

Beddua da etmiyorum hakkımı helal ettim

 

Çünkü milyonlarca insan bu nurları okudu

Bu sayede insanların imanları kurtuldu

 

Ölmekle yalnız kendimi belki kurtaracaktım

Rabbin affına sığınıp O’na kavuşacaktım

 

Hamdolsun hayatta kalıp çok meşakkatler çektim

İmanların kurtuluşu için hizmetler ettim

 

Bir kimsenin imanını kurtarabilir isem

O zaman bana gülistan–güllük olur, cehennem”

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Nur Talebesi Şevkat Kahramanıdır

“Onlar muhabbet fedaisidir.” Risale-i Nur Talebeleri bu hizmet başlayalı beri büyük sıkıntılara ve müşkilatlara ma’ruz kalmışlar, fakat bu onların bir diğer hasletlerini de gün yüzüne çıkarmıştır: Sabır, tahammül ve şükür. Said Nursi’nin bir risalede saydığı ve bu hizmetin lazımı dediği şevk-i mutlak ve şükr-ü mutlak Nur Talebeleri için bir hayat tarzıdır.

Onlar ne olursa olsun başlarına gelen her bela ve musibet karşısında hiç kimseyi suçlamadan kadere teslim olup Cenab-ı Allah’a tevekkül ve sabır içinde şükrederler. Onlar bela, musibet ve hastalıkları günahlarına bir keffaret, nefislerine bir şevkatli sille, gafletten uyanmaları için bir ikaz bilirler ve memnun olurlar. Hakiki kulluğun, sonsuz acz ve fakrını hissetmek olduğunu bilen kadir-şinaslar da Nur Talebelerinin sabır ve şükür mesleğini tam takdir etmektedirler.

İnsanı maneviyatta terakki ettiren en mühim sıfatlardan birisi sadakattir. Bu nokta-i nazardan baktığımızda hakiki Nur Talebeleri sıddıklar zümresine dahildir. Onlar, her zamanda ve her zeminde hedef ve gayelerini unutmadan din-i mübin-i İslam’a nasıl hizmet edeceklerini düşünürler. Bütün hayat safhalarında Rablerinin hoşuna gitmeyecek her halden şiddetle kaçınırlar. Kur’an-ı Kerim’e olan bağlılıklarının kırılmaması için Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına harfiyen uyarlar. Biricik rehberleri olan Hz. Muhammed (A.S.V.)’ın peşinden  ayrılmamak için O’nun sünnetine sımsıkı sarılırlar. Onlar devamlı okudukları ve kabul ettikleri Kur’ani, müstakim ve mu’tedil Risale-i Nur’a sadakatsizlik etmekten ürperirler.

Nur Talebeleri iman ve islam hizmetinde kendilerine üstad kabul ettikleri Said Nursi’nin bizzat yaşadığı ve Risale-i Nurlarla çizdiği hizmet düsturlarından ayrılmamayı prensip edinmişlerdir .Böylelikle sadakat ve vefa duygusu bir Nur Talebesinin kalbine silinmeyecek şekilde kazınmıştır ve bu yüzdendir ki Nur Talebelerinin dostluğundan ne bir zarar ne bir vefasızlık gelir. Onların dostluğu ebede giden bitmez ve tükenmez ahiret kardeşliğidir.

Risale-i Nur Talebesini diğerlerinden ayıran taraf mühim bir fark da ilimdir. Zamanının en mühim alimi Bediüzzaman’ın ifadesi şöyledir: “Bir sene bu risaleleri anlayarak ve kabul ederek okuyan bu zamanın hakikatli bir alimi olur.” Okuyan ve anlayan her İslam aliminin tasdik ettiği gibi Risale-i Nur’dan süzülen Marifetullah yani Allah’ı bilmek ve O’nu isimleriyle, sıfatlarıyla tanımak ilmini apaçık, ikna edici bir üslubla ve herkesin anlayabileceği bir tarzda izah eden eşsiz eserlerdir. Risale-i Nurlar baştan aşağıya hususi bir Kur’an ilmini ve iman hikmetini terennüm eden mücevherat hazinesidir. İşte bu sebeple kendi tasını Risale-i Nur’dan doldurmuş her Nur Talebesi Cenab-ı Hakkı esma ve evsafı ile tanır, kainat kitabını mütalaa eder, insan simasındaki Nakkaş-ı Ezeli’nin nakışlarını görür ve Marifetullah’ın semasında seyeran eder. Bununla beraber bu marifet seyyahı karşılaştığı bir dinsizi Risale-i Nur bürhanlarıyla bir saat zarfında ikna eder ve imana getirir yahut karşısındaki münkir muannidse yani inatçıysa ilzam eder ve susturur, kaçacak hiç bir delik bırakmaz.

Nur Talebesi şevkat kahramanıdır. O; kaybolmuş evladını arayan annenin samimiyetiyle imansızlık yangınında yanan gençliğe sahib çıkar. Çünkü O bilir ki bu dalalet ve sefahet yolunun sonu ebedi bir hüsran ve hezimettir. O tertemiz fıtrata sahib her bir çocuğa Sani-i Zülcemalin kıymetdar bir sanat harikası nazarıyla bakar. Bu antikanın kaba demirciler çarşısında zayi olmaması için bütün varlığını seferber eder. Bir sanatın sahibine olan intisabıyla değer kazandığını bilen Nur Talebesi her insanın ancak yaratıcısı olan Allah’a iman ve intisabıyla büyük bir şeref ve kıymet kazandığını bilir. İman ve ubudiyet vasıtasıyla herkesin bu şeref ve kıymeti kazanması uğrunda cehenneme bile razı olan Said Nursi engin şevkatini şöyle dile getiriyor: “Eğer Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem. Orası da bana zindan olur. Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım, çünkü vücudum yanarken gönlüm gül, gülistan olur.”

Netice olarak şunu ifade edelim ki bu hasletler ve vasıflar hakiki ve hakikatdar Risale-i Nur Talebesinde bulunmakla beraber herkeste kabiliyetine göre ve Risale-i Nur’a olan intisabı nisbetinde bulunur. Şu da var ki hakiki Risale-i Nur Talebeleri bu saydığımız özelliklerin dışında Kur’an ahlakından tereşşuh eden daha zikretmediğimiz birçok güzel haslete sahipdir ve harika seciyeyle müzeyyendir.

Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.org