Etiket arşivi: ilim
Okumayı nasıl unuttuk?
Çamaşırı, bulaşığı ve daha nice zorlu işleri makinelere yükleyeli epey zaman oldu. Fakat okuma işini bizim adımıza yapacak bir makine henüz icad edilmedi. Biz her zamanki eğlencelerimize dalıp gitmişken, bir makine bizim yerimize kitap okuyup da bilgilerini bluetooth gibi bir mekanizma ile bizim beynimize yüklese, böylece her hafta bir kitabı, her sene ortalama 50 kitabı okuma zahmetini çekmeden okumuş olsak fena mı olurdu?
Gerçi kitap okuma makinesini icad edemedik, ama kitap okumayı mekanik bir işe haline çeviren yöntemler icad ettik. Bunlara da “kolay okuma,” “basit okuma” gibi isimler taktık.
Bu yöntemlerin işleyişi son derece basit:
Biz olduğumuz yerde duruyoruz. Kitabı kendi seviyemize indiriyoruz. Ve okur gibi yapıyoruz. Sonunda da, Woody Allen’ın meşhur nüktesinde olduğu gibi, meselâ Savaş ve Barış’ı okuduktan sonra, olayın Rusya’da geçtiğini anlayabiliyoruz!
***
Biz bu tuzağa yeni düşmüş sayılmayız. Latin alfabesini de bize kolaylık vaad ederek kabul ettirmişlerdi. Anlatıldığına göre, zor olan alfabeyi terk edip kolay olana geçince okumayı da, yazmayı da çok kolay öğrenecek ve çok okuyup çok yazan bir toplum olacaktık.
Bu vaadlerle okumayı bir gecede unuttuk. Yüzyılların ilim ve irfan birikimini sırtımızdan atıverdik. Bu suretle, kolaylık denen şeyin “ilim ve irfan yükünden kurtulmak” mânâsına geldiği anlaşılmış oldu. Bunu takip eden diğer kolaylıklardan sonra ulaştığımız “okuma-yazma-anlama-anlatma” seviyesi, halihazırdaki resimde görüldüğü gibidir.
***
“Kolay okuma” merakının, bizden çok önce Batı toplumlarında başgösterdiğini anlıyoruz. Ünlü düşünür Thoreau, on dokuzuncu yüzyılda, “kolay okumalar” ve “küçük okumalar” şeklindeki uygulamalardan yakınıyordu:
Kim olursa olsun, yere düşmüş bir gümüş doları kapmak için yolunu değiştirir. Ama, eskilerin en üstün akıllı adamları tarafından söylenmiş altın değerindeki sözler orada dururken, biz, ancak kolay okuma, başlangıç ve sınıf kitapları seviyesindeki kitapları okumayı öğreniyoruz. Okulu bitirdikten sonra da, ancak ‘küçük okumalar’ ile çocuklara hitap eden başlangıç seviyesindeki hikâye kitaplarını okuyoruz. Ve okuma, konuşma ve düşüncelerimiz, ancak pigmelere ve cücelere yaraşan pek düşük seviyelerde kalıyor.
Ünlü düşünür, sözlerinin devamında, hiç okuma yazma bilmeyen köylüler ile kolay okuyucular arasında ciddî bir fark göremediğini söylüyor.
***
Okumak bir kafa işidir; kafa yormak da dünyanın en zor işidir. Bunu anlamak bize zor gelmiyor. Anlamakta zorlandığımız şey şu:
Okumak, aynı zamanda, dünyanın en zevkli işidir. Zordur, ama zevklidir. Göz için bakmak, dil için tatmak ne ise, zihin için öğrenmek ve yeni ufuklara açılmak da odur. Zihnin iştahına ilim ve irfanla cevap vermek, midenin açlığına bir ziyafet sofrasıyla cevap vermekten çok daha haz verici bir iştir. Yoksa, insanı bulunduğu yerden daha yukarıya çıkarmayan bir okumadan kim ne bekleyebilir?
Gel gelelim, dildeki çoraklaşma kelime dağarcığımızı sürekli olarak daralttığı için, okunmaya değer birşeyler arayanlar, aradıklarını buldukları zaman, ekseriyetle onun yanında bir de problem buluyorlar:
Dil problemi.
Bu problem, aslında, insanın zihnini yeni âlemlere açacak ve onu yeni mânâlarla tanıştıracak bir fırsat iken, kolay okumalara alıştırılan ve sahilden uzaklaşmaya cesaret edemeyen ürkek ve tembel beyinler, bu fırsatın değerini takdir edemiyor.Orada bir pazar bulunduğunu keşfeden tüccarlar ise, en değerli eserleri mânâ zenginliğinden soyutlayarak, kimi zaman da “sadeleştirme” gibi etiketler altında “kolay okuma” versiyonları üretmekte gecikmiyorlar.
Netice:
Biz yerimizde sayıyoruz; okur gibi yaptığımız kitaplar geriliyor.
***
Kolay okumalarımızın en kötüsü, Kur’ân söz konusu olduğunda karşımıza çıkıyor. Gerçi onun metni üzerinde oynamak ve “kolay okuma” versiyonlarını üretmek kimsenin aklından geçen birşey değil. Fakat muhtelif ilimlerin ve on dört asırlık irfan birikiminin yardımıyla onu anlamaya çalışmak ve onun üzerinde ciddî şekilde kafa yormak bize zor geliyor. Bu defa Kur’ân’ı mânâ derinliğinden ve zenginliğinden soyutlayarak sıradan bir metin olarak ele alıyor ve onu en basit ve tembel zihinlerin seviyesinde incelemeye başlıyoruz.
İşte, kolay okuma hevesinin bizi getireceği yer bundan başkası değildir. Merhum Muhammed Gazalî’nin bizi bir şokla kendimize getirmesi gereken şu tesbiti, bu konuda başka söze hacet bırakmıyor:
“Öncekiler Kur’ân’ı okuduklarında onun seviyesine yükseliyorlardı. Biz ise Kur’ân’ı okuyup kendi seviyemize indirmeye çalışıyoruz.”
ÜMİT ŞİMŞEK
Kemalin Kemali Devam İledir!
Risale-i Nur’dan aldığımız ders bize; her türlü musibet, şer, zulüm, fitne ve nifak gibi ortam ve şartlarda dahi dik durmayı, inancımızı, metanetimizi ve şevkimizi kaybetmemeyi, ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılmamayı öğütlemektedir. Risale-i Nur; Kur’an hükümlerinin ve Peygamber efendimizin (S.A.V) sünnetinin nasıl anlaşılacağını ve yaşanacağını, 20. asrın ve gelecek yüzyılların insanlarına anlatmaktadır. Nasıl ki Hz. MEVLANA döneminde tebliğ ve irşad, İslam aleminin önemli merkezlerinde Mesnevi ile yapılıyordu ise, zamanımız da da bu vazife Risale-i Nurlar ile yapılmaktadır. Bu zamanda, Risale-i Nur’un başka eserlerle ikamesi mümkün değildir.
Risale-i Nur’a sadece kalben ve gönül ile değil akıl, mantık, şuur, muhakeme ve izan ile bağlanmak önemlidir. İtikadı ve ilmi olan; akaid, keramet, velayet, şeriat, fıkıh, siyer, sünnet v.b. gibi konulara vakıf insanlar Risale-i Nur’u daha iyi anlamaktadırlar.
Üstad hazretleri, Risale-i Nur’a talebe olacakların bağnaz ve fanatikler gibi değil de, ilmen, aklen, kalben, bilinçle bağlanmasını, delilleri ve ispatları vesile yapmasını istemektedir. Üstadımız, “Biz Kur’an Şakirtleri olan Müslümanlar, bürhana tabi oluyoruz, akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz.” demekte, Risale-i Nur’a bağlanırken ilim ve izanı esas tutmamızı istemektedir. Bizleri ilim, tetkik, mantık ve tefekküre sevk etmektedir. İslam ülkelerinin geri kalmasının sebebinin “CEHALET” olduğu tespitini yapmıştır.
Risale-i Nur hizmetinde akıl ve muhakeme esastır. Üstad’ın ne kadar gerçekçi, mevcut şartlara ve esbaba uygun hareket ettiğini bir çok vakıada görmekteyiz. Her fırsatta kendisine kurulan tuzak ve pusulardan basiretli ve müdebbirane davranarak kurtulduğuna tarihçe-i hayatı şahittir.
Hazret-i Üstad, neşrettiği mektuplarının çoğunda prensiplere bağlı kalınmasını ve her şeyin istişare ile yapılmasını istemektedir. Bediüzzaman’ın yaşantısında ve yazdıklarında “akla kapı açıp ihtiyarı (iradeyi) elden almadığı”görülmektedir. İstişareye çok önem verdiği ve insanlara emir vermekten ziyade öneri de bulunduğu, ikna yolunu kullandığı da bilinen bir özelliğidir.
Said Nursi’nin hizmetkar, varis, naşir ve talebeleri olan has ve erkan ağabeylerin meşveret toplantılarından biliniyor ki; kendi görüş ve düşüncelerini, Risale-i Nurlardan, Hazret-i Üstadımızın hayatından misaller ve delillerle besleyerek, destekleyerek, açıklayarak sırf Allah rızası ve hizmet mülahazasıyla karar alıyorlar. Bediüzzaman hazretlerinin, asli ve temel prensiplerini belirlediği hizmet tarzından farklı yola sapanların veya niyetlerini bozan kişi ve grupların da marjinalleştiği, istikametlerini kaybettikleri ve tükendikleri herkesin malumudur.
İlk başlarda Risale-i Nur’un ve Risale-i Nur mesleğinin kıymetini anlamayan devlet adamları, sosyologlar, yazarlar, feylesoflar, din adamları ve bu gibi aydın kesimler şimdi Risale-i Nur ve müsbet hareket mesleğine hayranlığını dile getirmektedirler. Risale-i Nur’lar da yazılanların haklılığı, kıymeti ve isabetliliği her geçen gün daha fazla anlaşılmakta, Hazret-i Üstad’ın hizmet metodunun mükemmelliği ve vazgeçilmezliği konuşulmaktadır.
Ülkemizin yeniden bir karmaşa, bunalım, savaş ve felaket ortamına sürüklenmeye çalışıldığı şu günlerde görmekteyiz ki, hakperest ve samimi olan; sosyalistinden liberaline, milliyetçisinden muhafazakarına, demokratından dindarına, kapitalistinden tarikat ehline, ilahiyatçısından feylosofuna en aydın ve entelektüel kimseler, Risale-i Nur’dan ve Bediüzzaman hazretlerinin hayatı ve davranışlarından örnekler vererek, onun hizmet metodu ve prensiplerini hatırlatarak, şerlerin, sıkıntıların, sorunların üstesinden gelmeye çalışmaktadırlar.
Her kesimden insanlar Hazret-i Üstad’ın, basiret, feraset ve müdebbirane tavır ve tutumunu araştırıp öğrenerek, kendince onun cesaretinden, metanetinden, faziletli duruşundan ve meselelere çözüm odaklı ve hak namına tavizsiz yaklaşımından dersler çıkarmaya başlamışlardır.
Hükümetin talimatıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Risale-i Nur Külliyatının basımına başlanması ve bu eserlerin özellikle Milli Eğitim, Adalet ve Diyanet camiasına ulaşması ve yaygınlaşması konusunda gösterilen gayretler bu tespit ve gözlemimin bir ispatıdır diyebilirim.
Aynı zaman da, Bediüzzaman Said Nursi’nin dünyevi nimet ve imkanlardan, rütbe ve makamlardan, siyasetten ve maddiyattan uzak durma düsturu, Nur talebelerinin yolunu ve istikbalini aydınlatmaktadır. Risale-i Nur talebelerinin hizmet gaye ve hedeflerinin; Cenab-ı Allah’ın izni ile iman kurtarma ve kuvvetlendirme olduğunu söyleyen Üstad hazretleri, kendisi gibi tüm Nur talebelerinin de özellikle siyasetten uzak durmasını ve müspet hareket etmelerini vasiyet etmiştir.
Üstadımız bedenen, maddeten bizlerden ayrılmış olabilir ama her zaman prensipleriyle, düsturlarıyla, yazdıklarıyla, davasıyla bizlerle beraberdir. İnanıyorum ki; kim mesaisini ihlas, sadakat, muhabbet ve uhuvvet ile en fazla şerlerin def’i, hakka hizmet ve ittihad-ı İSLAM yolunda harcıyorsa en çok onunla beraberdir.
Bediüzzaman; “Kemalin kemali devam iledir.” diyor.
Tahkiki iman sahibi olmak ve bu durumu muhafaza edebilmek, ibadet ve ilim öğrenmede kararlılık ve istikameti, ihlası, çok çalışmayı, fedakarlığı, sadakat ve hamiyeti gerektirmektedir. Her bir Risale-i Nur talebesi, her zaman, her yerde ve her koşulda kendini yenilemeli, geliştirmeli; tefekkür, zikir, fikir, hamd ve şükrü zihninden, elinden ve dilinden bırakmamalıdır.
Yazımı, Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle “Nur’un birinci talebesi” Hulusi Yahyagil’in bir anekdotu ile noktalayalım:
-Hulusi ağabey derse gelmeyen birisini merak etmiş. Derse niçin gelmediğini sormuş. Demişler ki; “işi var, işi olduğu için derse gelmedi.”
Hulusi abi de demiş ki: “İşi derse katılmak olmayanın, ders zamanında başka işi olur. Bu zamanda takvanın ve kendini muhafazanın yolu, kesin tecrübemle söylüyorum ki; derse devam ve Risaleleri mütefekkirane okumakla olur.”
Erdoğan Esenkal
nurdanhaber.com
Ahir Zamanda Mücahide Olmak
İman etmek öyle basit bir şey mi? La ilahe illallah davası uğruna nice kutlu insanlar şehit olmadı mı? Hem siz sadece cihat savaş meydanlarında silahla yapılır mı zannediyorsunuz?..
Sana diyorum sana! Bak bu tarafa.. HAKİKAT TOKADINI yüzüne bir bir çarpıyorum.. Ama biliyorum seni , dünyaya sevdalısın! Ahiret umurunda değil , mesele ölüm , kabir , hesap , ahiret deyince arkana bakmadan kaçıyorsun.. Ne zor dimi senin için namahreme gözükmemek? Tabi biliyorum ; her cemal ve kemal sahibi güzelliğini görmek ve göstermek ister. Ama şunu bil ey nefsim! Sen o cemalini haramlardan saklamadıkça cennette CEMAL’i hayalinde bile göremezsin.. İlahi! Sanki cennete gitsem seni götürmeyeceğim?Yapışmışsın Dünyaya bırakmıyorsun. Dünya tuzlu su gibi ey nefsim! içtikçe susuzluğun daha da artacak , doymayacaksın , yorulacaksın , bir lezzet alsan bin elem çekeceksin bunu bile bile hala İNAT ediyorsun!.. Rabbime koşacağım ayağıma çelmeyi takıyorsun..
- ”İster erkek ister kadın olsun, benim yolumda çaba gösterenlerden kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağım..” (Al-i İmran ,195)
- ”Davamız uğrunda CİHAT EDENLERİ bize varan yollara yönlendiririz..”(Ankebut, 69)
- ”Erkek veya kadın , kim mü’min olarak iyi amel işlerse biz ona hoş ve huzurlu bir hayat yaşatırız ve yine böylelerini yapageldikleri en güzel şey ne ise ona göre ödüllendireceğiz..” (Nahl,97)
- ”Allah’ın rahmeti, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlara muhakkak ki pek yakındır..” (Araf,56)
Burcu Ercivan – Risale Ajans
İlim Ve Vicdan
Bir bedevi adam, kızını sağ olarak defnedecek bir kasavet-i vahşiyanede bulunduğu halde, gelip bir saat sohbeti Nebeviye’ye müşerref olur; daha karıncaya ayağını basamaz derecede bir şevkat-i rahimaneyi kesbederdi.
Hem cahil vahşi bir adam, bir gün sohbet-i Nebeviye’ye mazhar olur; sonra Çin ve Hind gibi memleketlere giderdi. Mütemeddin kavimlere muallimi hakaik ve rehberi kemalat olurdu.
Bediüzzaman Hazretleri’nin yirmiyedinci sözde bahsettiği gibi vicdan sahibi olmak için vahşilikten medeniyete geçmek için bir saat sohbeti Nebeviye’de bulunmak yeterli iken muallim olmak ilim sahibi olabilmek için sohbeti Nebeviye’de bir saat değil bir gün olmakla o mertebeye geliniyor, muallim ve ilim sahibi olunabiliyor.
Bediüzzaman Hazretleri bu zamanda da Risale-i Nurlarla bir yıl ciddi meşguliyet ve esaslı okumakla ilim sahibi olabileceğinin yolunu açmıştır. İbadet ve zevk kaynağı olan.
Tam terbiye, iman hakikatleriyle kendimizi techiz etmemizi sağlayan.
Bizleri vatan ve millete hizmet edecek vaziyete getiren.
Gençlerin manevi kurtarıcısı olan.
Hakiki saadete erdiren.
Dünya ikbal ve heveslerin peşinde koşmadıkça peygamberlere en emin varis eden.
İrfan ve kemalat menbağı.
Ebedi hapisten kurtaran.
Vahşet ve dehşetin sebebi olan dinsizliği kaldıracak olan.
Bu mubarek vatan ve milletin ve alemi İslamın ebedi saadetine ve kurtuluşuna vesile olan.
Yer yüzünün sulh ve selametinin temini
Risale-i Nurları ihlasla okumalı.
Dünya yepyeni bir oluşumun eşiğindedir
Mehmet Akif’in dediği gibi diyelim.
O nuru gönder İlahi asırlar oldu yeter.
Bunaldı milletin afakı bir sabah ister.
Çetin Kılıç (Lüleburgaz)
Kaynak: Risale-i nur külliyatı