Kategori arşivi: Risale Çalışmaları

Gel Sungur kardaşım gel!

Bir çınar gitti.

Hem de koca bir çınar.

Üstad’ı sanki bir kez daha uğurluyoruz.

Bir kez daha Resulullah’a bir komşu gönderiyor gibiyiz.

İpek Palas oteli 27 numaralı odanın bir benzeri var Sema hastanesinde.

Koridorlarda sanki manevi bir ses “gel kardaşım” diyor.

Sungur! Yanıma gel”.

Vazifeni ifa ettin yanıma gel” diyor adeta.

Evet, Sema hastanesinde sanki vize işlemlerini yapıyor Sungur ağabey.

Resulullah’a (asm) gidiyor Sungur ağabey.

Elli yıldır hasreti ile yandığı Üstadına gidiyor.

Herkeste buruk bir bekleyiş var.

Keşke ölmeseydi, keşke hayatta kalıp Kur’an ve iman hizmetlerine sıkılmadan, yorulmadan devam etseydi.

Bu bir firak hüznü değildi.

Bu vuslat özlemi de değildi.

Çünkü biliyorlar ki bir terhis tezkeresidir ölüm.

Bir bahar nevruzudur.

En sevgiliye varmaktır ölüm.

Peki neydi buruk bekleyiş?

İman ve Kur’an hizmetlerindeki ağır yükü acaba Sungur ağabeyden sonra biz taşıyabilecek miyiz” endişesidir.

O ağır yükün altından belimizi doğrultabilecek miyiz” derdidir.

Onun fedakârlığını biz yapabilecek miyiz” hissidir bu bekleyiş.

Madem derdimiz kudsi ve madem hizmeti en birinci gaye yapmışız.

Gelin hep beraber bir olalım.

Gelin Fatih camisinde omuzdan omuza Sungur ağabeyimizi Eyyüb’e taşıyalım.

Kimse aramıza girmesin.

Kimse nefsimizi alevlendirmesin.

Zira biliyoruz ki; nefis cümleden ednâ, vazife cümleden âlâ!

Vazifemizi yapalım, bayrağı biz alalım artık.

Sungur yok belki ama aramızda yeni Sungurlar çıksın.

Yeni Hulusiler, yeni Bayramlar yeni Tahiriler çıksın içimizden.

Onlar da vefat edince;

Üstad: “gel kardaşım sen de gel desin.”

Biiznillah…

 

Ömer Çelebi

En Garip Hadise!

EN GARİP HADİSE..

Sungur Ağabey vefat etti. “İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn.” Allah (c.c.) rahmet eylesin. Ölüm, mü’minler için kayıp değil; geçici bir firaktır. Allah (c.c.) bizi ebedî cennetlerde buluştursun.

Şimdiye kadar ölen yalnız kendisi olmadığı gibi, şimdiden sonra da büyük kıyamete kadar ölüm kervanıyla dünyayı terk ederek küçük kıyametleri tahakkuk edecek insanlar olmakta daima devam edecektir.

Kendisi Risale-i Nur câmiası içinde çok tanınmış bir kişi olduğu için, hakkında çok kişinin söyleyebileceği şeyler vardır. Bu vesile ile, bize “vaiz olarak kâfi gelebileceği” bildirilmiş ve hayatın en büyük gerçeği olan ölümle ilgili düşüncelerimizi murakabe etmemizde mutlaka fayda vardır.

Çünkü bu dünyada ölüm herkesin değişmez akıbetidir; kimse onun dışında kalamaz. Hergün yüzbinlerce insan bu dünyaya gelirken, yüzbinlerce insan da bu dünyadan ayrılmaktadır. Hz. Ömer’in kendisine hergün ölümü hatırlatması için parayla bir adam tuttuğu, o adamın hergün Hz. Ömer’e (r.a.) gelip;

“-Ya Ömer, öleceksin!

dediği, bir müddet sonra o adamın hatırlatmasına ihtiyaç duymadan da hergün ölümü düşünebilecek hale gelmesi sebebiyle, Hz.Ömer’in (r.a.) o adamın işine son verdiği bilinmektedir.

Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyâtı Yirmibirinci Lem’a’da, “İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, râbıta-i mevttir. Evet, ihlâsı zedeleyen ve riyâya ve dünyaya sevk eden tûl-i emel olduğu gibi, riyâdan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, râbıta-i mevttir. Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır.” demektedir.

Acaba biz, “İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi olan râbıta-i mevt”i kendi nefsimizde yapabiliyor muyuz? Yapamıyorsak, en mühim şey olan ihlâsı kazanmak ve onu muhafaza etmenin en tesirli sebebine müracaatı ihmal ediyoruz demektir. Bu ihmalimizin bize zararının ne olacağının farkında mıyız?”

*

Çeşitli vesilelerle, dünyadaki garip hadiselerden bahsedildiğini duyarız veya okuruz. Hattâ, dünyadaki garip hadiselerden birlikte, mukayeseli olarak bahseden kitaplar da vardır.

Mısır’daki Gize Piramidi’nin dünyanın yedi harikasından biri ve dünyanın en garip binası olduğu iddiasını insanlara kabul ettirebilmekte fazla güçlük çekilmez. Fakat;

‘-Dünyadaki en garip hadise acaba hangisidir?’ sorusuna,

‘-Dünyadaki en garip hadise, insanların birbirlerinin ölümlerinden birçok defalar haberdar oldukları halde, ölümü kendilerinden uzak görmeleridir.’

cevabında insanların ittifakını temin edebilmek kolay değildir.

Çünkü, dünyadaki garip hadiseleri nakledenler ve diğer bütün insanlar, imanlarının zaaf veya kuvvetiyle mütenasip olarak ölümden gaflet halini nefislerinde derece derece yaşadıkları için, bizzat yaşadıkları bu hadisenin garabetini fark edebilmeleri de aynı derecede olamaz!

Prof. Dr. Mustafa NUTKU

Kur’an ve Olaylar

Kur’an bir olaylar mecmuasıdır, insanı insanlık serüveninin çeşitli basamaklarında dolaştıran bir vakalar zinciri.

Kur’an çok özel olaylar seçmiştir, temsili olaylar ortaya koymuştur. İnsanı değiştiren olayları Allah özellikle seçmiştir.

Nuh tufanı bir olaydır, Hz Yusuf’un Züleyha ile macerası bir olaydır, Hz Âdem’in cennetteki macerası bir olaydır.

Allah kitabını gönderirken levh-i kalemde olayları, kâinat kurulduğundan beri devam ede gelen olayları ve insanları seçmiştir, gereksiz olaylar almamış, gereksiz kişiler seçmemiştir.

Bu anlatı sanatının önemli öğelerinden biridir. Olayın ve şahsın temsili niteliğinin ve eğitici yanının iyi tespit edilmesi.

Romanın bir cihette atası Kur’an’dır. Çünkü romancılar da özellikle bazı olayları seçerler. Bediüzzaman bu olaylara çekirdek vaka der. Hz Âdem’in cennetten dışarı çıkarılması bütün hayatını ve bütün insanlığın hayatını yapan bir olaydır.

Cennete girmek bundan sonra insanın gayelerinden biri olmuştur.

Tövbe İle Cennete Ulaşmak

İnsan her gün günahları ile gündelik cennetinden kovulur, tövbe ile kovulduğu cennete tekrar girer. Bütün peygamberler, gönderildikleri insanlara rehber durumundadırlar. Çünkü insan müptela olduğu günahlardan ancak bir ikaz edici vasıtası ile kurtulabilir. Günah bir olaydır, ruhumuzun temiz çamaşırlarını kirletir, sonra onu tevbe ile yıkarız. Günahtan kaçmak hayatın bir esasıdır. Bu yüzden Allah ne kadar mantıklı bir şekilde der ki “siz günah işlemeseniz bir günah işleyen kavim getiririm.” Günah işleyip tövbe etmemek çok tehlikeli bir durum?

Dayak yer annemizin kucağına koşarız, sevilip okşanınca yine kabahatler işleriz. Yine dayak yer yine annemizin kucağına koşarız. Artık benim annem yok kimin kucağına koşayım.

Kur’an ve olaylar diye bir kitap yazmak gerekir.

O olayları bir anlatı metnini yorumlar gibi yorumlamak, Kur’an edebiyatı ortaya çıkarmak…

Bunu yüzlerce yıldır yapamamışız. Onu sadece Fatiha ve Yasin ile sınırlamışız. Her ayete faziletler yüklemek güzel. Çünkü insanlar da çocuklar gibidir, şeker vermeyince anneye koşmazlar. Bana göre ayetlere makasıd yüklemek bir yerde hakikatten ziyade şekere koşmaktır. Bu yüzden Bediüzzaman eserlerinde böyle makasıd-ı teşvikiyeyi kullanmamış. Ayetin metnini nazara vermiş.

İnsanın nutfeden yaratılması büyük bir olay, bütün olaylar onun üzerine kurulmuş.

Kâinatın çekirdeği bir vak’a! Bütün olaylar onun santralından doğmuştur. Nutfeden halk edilmek bütün olayların zincir ile bağlandığı bir merkezî nokta.

Kabir bir mekân hem bir olay.

Mekân ile olay o kadar iç içe ki, kabri düşündüren ve ona göre hareket ettiren bir öğreti, kabirdeki olayları nazara veren bir eğitim. Nutfe ve kabir, bir büyük olaylar zincirinin iki başı. Olaylar ne kadar harika bir seçimle yapılmış, bir olayda bir yanlış her şeyi yıkar götürür.

Dünyanın altı günde yaratılması.

İnsan aklının muhayyilesinin anlamakta zorlandığı bir yapım süresi, bir mimari. Nasıl bir gün altı gün yüzyıllar mı bin yıllar mı, mimarı altı günün tasarımını ve programını nasıl tertib etmiş?.

Nesnelerin İdaresi Kolaydır

Evine kimleri getirip götüreceğini, ne tür olaylarla kahramanlarını karşılaştırıp, olayların doğurduğu olayları nasıl idare edeceğini bilmek! Nesnelerin idaresi kolaydır. Koltuğu şuraya, masayı şuraya, lamba tavanda olsun.

Ya olaylar hangi olayı nereye, hangi olayları nereye, sonsuz olayları nereye, olayları birbirine harmanlama, harmanın idaresi.

Akla zarar bir ayrıntı. Allah bu işte.. Hani o secde edilen Allah. İlmi sonsuz olan Allah!

Bağlarda Dolaşan Bir Kelebek

Beni kimsecikler anlamaz zaten, sen öp seccadem, demiş Necip Fazıl.

O kafa nasıl anlaşılsın?

Bediüzzaman, Necip Fazıl geliyor diye bir sandalye istemiş ve onu sandalyeye oturtmuş. Dalaletin insanları boğduğu dönemde iki büyük insan, ben büyüklüklerini kıyaslamıyorum, ben ki küçük bir kelebeğim, onları tartmak benim neyime. Bağlarında dolaşsam bana yeter.

Rüzgârların esmesi, nasıl bir olay? Tasrifü’r-riyaha diyor. Çünkü o kadar sayısız, sayılmaz olaylar doğar ki rüzgârların esmesinden, şairler sadece onu düşünmüşler.

Ama Nabi o rüzgâra Nebiyy-i Zişanın mektubunu yüklemiş:

Ey bad-ı saba uğrarsa yolun semt-i harameyne

Ta’zimimi arzet o resul ü sakaleyne.

Fuzuli o rüzgâra garipliğini yüklemiş:

Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge

Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı.

İnsanın kalbi ile Allah arasındaki telefon diplomasisi, şairlerin kalbine gelen ilhamlar, âlimlerin kalbine gelen manalar, mimarların kalbine gelen tasarımlar…

Neden Düşünmeye Zaman Ayırmıyoruz?

Rodin düşünen adam heykelini neden düşündü, nerden aklına geldi?

Herhalde en az yaptığımız işe bir heykel ile tepkisini gösterdi.

Orhan Veli düşünmeden kaçar:

Düşünme! Arzu et, bak böcekler de öyle yapıyor

Der.

Namık Kemal,

Yüksel ki yerin bu yer değildir, dünyaya gelmek hüner değildir

Der. İnsan ancak düşünerek yükselir.

Bediüzzaman: Ey insan düşün, sen alâ külli hal öleceksin.

Bu ölümden korkmak için değil düşünerek yaşamak için ölüm gelmeden düşünmen gereken şeyleri düşün demektir. Yoksa ölüme hapsedilmiş bir düşünmek değil.

Bu olaylarından içinden çıkılmaz. Bütün bu olaylar üstünde ilahi nazar ve ahizenin öte yüzü. Evet, ahizenin öte yüzü, maveray-ı hilkat, daha neler.

Hz Aişe Resûlullahı yanında göremeyince, telaşla bir ara hangi yerde diye ararken, onu secdede görür, heyecan ve helecanını hisseden Resulullah “Ben ne maksaddayım sen nerdesin Aişe“ der.

Kalbinin peygamberimizi tesahup etmeyeceğini bilen bir yürek.

Dünyayı bir seccade gibi kullanan bir Nebi!

Bütün kalplere onların isteği olan şeyleri gönderen bir telefon, ulûhiyetin merkezî santralı, bu nasıl iş Allah’ım.

İnsanlık Hayatının İbret Verici Olayları

Herşeyin en harikasını Bediüzzaman yapmış.

Kur’an’ın olaylarını anlatıyor. Kıyametin kopmasından sonraki olaylar.

Dühanla inşikakına ve yıldızlarının düşüp hadsiz fezada dağılmasına kadar ve dünyanın imtihan için açılmasından, ta kapanmasına kadar ve ahiretin birinci menzili olan kabirden, sonra berzahtan, haşirden, köprüden tut, ta Cennet’e, ta saadet-i ebediyeye kadar, mazi zamanının vukuatından, Hazret-i Adem’in hilkati cesedinden, iki oğlunun kavgasından ta Tufan’a, ta Kavm-i Fir’avn’ın garkına, ta ekser enbiyanın mühim hadisatına kadar ve Elestü birabbiküm ‘in işaret ettiği hadise-i ezeliye ..”(Sözler 368)

Hadisat ve vukuat ve hadiselerin büyük yorumcusu Bediüzzaman.

İlahi Program ve Kıyamet Olayları

Kıyamet kopmadan kıyameti tasarlamış Allah ve ifade etmiş.

Yıldızların düşüp fezada dağılması bir olay.

İnsanlar bunları görecek mi, görünce nasıl duracaklar veya davranacaklar.

Dünyayı bir imtihan salonu gibi inşa etmek nasıl bir şey?

Güneş nasıl bir imtihan nesnesi?

Evet, imtihan nesnesi yanlış yorumlanmış bir harf, onu yanlış okuyanların yaptığı yanlışlar.

Yağmurun yağışı bir olay, yanlış okumalar düz okumalar, anlamlı okumalar,

Bediüzzaman’ın Münacaat ve Ayet ül Kübra’da yaptığı gibi.

Âhiretin birinci menzili olan Kabir, ondan sonra ara ülke berzah nasıl bir yer,

Bediüzzaman mecma-ı ahbab diyor. Ahbapların toplandığı yer.

Dirilmek bir olay nasıl olur, topraktan başını kaldıran insanlar, baharda topraktan çıkan tohumlar gibi, kezalike’l-huruc.

Ya köprüye ne dersin. Nasıl bir köprü?

Sırat kıldan ince kılıçtan keskin derler

Varıp anın üstünde evler yapasım gelir

Cennet’e giriş nasıl bir olay, hayal et.

Fir’avunun kavmiyle suya gark olması nasıl azametli bir olay.

Bizim dünyada hadisatın dalgalarına çarpıp boğulmamız da bir olay.

Ekser peygamberlerin mühim hadisatı.

Allah Hz Nuh’un dokuz yüz yıllık tebliğinin tufan hadisesini almış.

Bütün kahramanlarının kilit olaylarını almış. Eğitici yanlarını göstermiş.

Suda babasının davetine uymayan oğluna şefkati uyanarak dua eden babaya, Allah’ın leyse min ehlik o senin ehlinden değil demesi ne olay.

Nasıl dalgaları yenerek insan yüzme öğrenirse Kur’an’ın yüksek frekanslı olayları insana insan olmayı öğretir, vakalar prototiptir.

Sen de benzeri olaylarda benzeri tutumları sergile demektir.

Olay olay sanma kolay.

Hz Peygamber ve olaylar,

Hz Ali ve Olaylar, büyük adamların olayları da büyük,

Allah onlara büyük olayları gönderiyor, onlar o olayların arasından büyümüş olarak çıkıyor.

Bediüzzaman ve olaylar, sanki ruhu büyük olayları kendine çeken bir mıknatıs, koca dünyayı küçük görmüş, nerde kaldı onun daha küçük olayları, o insanı küçülten ama çözümlenince onu büyüten olayları seçmiş, haşirsizlik, meleksizlik, kulluksuzluk.

Haşri bir büyük matematik problemi gibi çözümlemiş, Cennet’e adaylar yetiştirmiş yetiştirmekte. Sevimli dikdörtgen seccadeyi semavata giden uçan halıya çevirmiş.

Olay olay ne anlaması kolay

Ne anlatması kolay.

Prof. Dr. Himmet Uç

Hareket ve Fizik

Bediüzzaman’ın Zerre risalesi hareketin etrafında döner.

Çünkü Natüralist ve Materyalist filozofların atomun hareketini tesadüfî göstermesi varlığın anlamını yıktığından Bediüzzaman bu konuya çok önem verir. Bu eserinde hareket ve onun benzeri kelimeleri kullanır, bahsi onların etrafında dokur, bu kelimeler tahavvülat, ihtizazat, cevelan kelimeleridir.

Varlığın Yapı Taşı: Zerre

Zerre varlığın yapı taşıdır, ilk hareket ettiği andan itibaren sürekli yeni maddeleri dokur bu tahavvülat, bir de dokuma anındaki ihtizazatı, yani titremesi. Tıpkı bir kalemin yazı yazarken hareketi gibi, kalem her yaptığı manalı harf ve cümleler sırasında tahavvül eder.

Bediüzzaman’ın fiziğin önemli konularından olan ve faili meçhul hareket eden, hareketi en çok zerre bahsinde irdeler. Bu zerre bahsi bir yönü ile bir fizik kitabıdır. Hareketi serseri bir tutum olarak gören maddeciler ve tabiatçılara, fizikçilere, kimyacılara matematikçilere en önemli bir cevaptır.

Bahsin ilk cümlesi hareket üzerine kurulmuştur.

Tahavvülat-ı zerrat, Nakkaş-ı Ezeli’nin kalem-i kudreti, kitab-ı kâinatta yazdığı ayat-ı tekviniyenin hengâmındaki ihtizazatı ve cevelanıdır. Yoksa maddiyyun ve tabiiyyunların tevehhüm ettikleri gibi tesadüf oyuncağı ve karışık manasız bir hareket değildir.” (30. Söz)

Bu cümleyi Galileo ve Newton okumalıydı. Ünlü fizikçiler okumalıydı ve Bediüzzaman’ın ne olduğunu anlamalıydı. Asıl mutlu olacağımız şey Bediüzzaman’ın fikirleridir, onları yaymaktır. Zerratın tahavvülü sadece zerratın değil, gezeğenlerin de tahavvülü, insanın tahavvülü, hayvanların tahavvülü ne kadar canlı varsa hepsinin tahavvülü buna dâhildir.

Fizikçiler hareketi nasıl görürler, Bediüzzaman cevap veriyor.

Tesadüf oyuncağı, karışık, manasız bir hareket, işte Bediüzzaman’ın maddeci fiziğe ve tabiatçılara açtığı müspet savaşın nedeni, hareketi başıboş, karışık, manasız görmektir.

Bediüzzaman burada Hareket’ e o kadar çok maksad yükler ki hayret edilir. Hareketin bir başlangıcı vardır, buna fizikçiler ilk hareket prensibi der. İlk hareketin hareketten sonra doğacak olan faydaları konusunda bütün bilimler bir şey söylemiyor.

Bediüzzaman ilk hareketi “mebde-i hareket” olarak ifade ediyor.

Çünkü bütün mevcudat gibi zerreler ve her bir zerre mebde-i hareketinde Bismillah der.”

Hareket bütün varlıkları ilgilendirir, çünkü hareketsiz bir varlık yok ki.

Bir otomobil sürülmeye başlamadan önce şoför nereye gideceğini bilir, nereye uğrayacağını bilir. Şimdi her mevcut şuursuz olduğu için nereye, niçin gideceğini nasıl bilsin?

İşte Bismillah demek ona hareket hattını belirliyor.

Harekete geçen şey dolaştığı her şeyden ortaya bir sanat eseri çıkarır. Tıpkı fırçayı kullanan ressamın harekete ilk başladığı andan itibaren bitirdiği anda eserin ortaya çıkması gibi.

Ukulü hayrette bırakan hikmetli bir sanat cemali, faideli bir nakş-ı hüsnü gösterir…” Hareketten birçok sanat ve nakış ortaya çıkar.

Bilim bu hareketten doğan şeyleri hesaba katmaz. Katamaz.

Galileo; “Yatay düzlemde hareket sonsuzdur, sürtünme yok edilemeyeceği için bu sonucun idealleştirme olduğunu unutmamak gerektir.” der.

Düz bir caddede giden otomobilin hareketi gibi. Ama boşluğa bak, hareketin başlangıç nedeni ve nereye gideceği ve sonucu belirtilmez.

Ressam resmi bitirdikten sonra sevinir, “Elhamdülillah” der. Yani bana bu başarıyı veren şuurlu hareketler zincirinden bir eser çıktı.

Bediüzzaman da; “Vazifesinin hitamında Elhamdülillah der.” diyor.

Hareket Kanunları ve İman

Hareket ve bu hareketi meydana getiren kuvveti birlikte inceleyen mekanik bölümüne dinamik denir. Dinamik hemen hemen bütün mekanik bölümünü kapsar. Kuvvetin harekete etkisini anlatan matematik bağlantılara Newton’un hareket kanunları denir.”

Allah’ı icraattan çıkarmak için masa başına oturmuş bunu nasıl yapalım demişler, fennin her meselesine bir isim takmışlar. Bugün Avrupa’nın mühim bir yüzdesinin dinsiz olması bilimin böyle yorumundan dolayıdır. İlim adamları ve Nur talebelerinin bu sahalardaki uzmanları fizik kitaplarını eline alıp Tanrısal bir fizik kitabı yazmaları gerekir. İnsanların itikadı ancak ateizmin elinden böyle kurtulur.

Çalışmayan, hayatın rahatına mağlub olan, insanların davası olsa ne çıkar.

Fizik, hareketin sürekliliği ve şuurluluğu ile ortaya çıkan eserler, nakışlar konusunda bir şey söylemiyor. Bütün şubeleri ateizm kokan bir büyük harita, bilim denen yutturmaca.

Hareketin bir planı, programı, uygulaması var.

Bediüzzaman bu tasarıma “İmam-ı mübin” diyor, uygulamaya da “Kitab-ı mübin”. Ressamın kafasındaki tasarım ve program, ortaya çıkan eser de uygulama sonucu. Bu büyük dehalar Galileo ve Newton nasıl böyle düşünmüşler, hayret bir şey.

Hareket, hareketin başlangıcı, hareketin meydana getirdiği sanatlar ve nakışlar, hareketin tasarımı, hareketin sonuçları, uygulamaları. Hareket o kadar sonsuz ki sonsuz duraklar ve sonsuz eserler hepsinin tasarımı, uygulaması akla zarar bir hayal durumu.

Bediüzzaman kendi ifadesi ile bunları nasıl anlatıyor.

Biz anlatamıyoruz, el âlem de görmek istemiyor. Ne söyleyelim?

Bütün bilimlerin hipotezlerinin nasıl bir aldatmaca olduğunu söylüyor. İşte Bediüzzaman’ın büyüklüğü bu noktada. Bediüzzaman büyük adam da ne yapalım anlatamadık bu büyük adamı?

El âlem kargasını bülbül yapıyor biz ise …

Zerratın tahavvülü gayb âleminden olan her şeyin geçmiş aslında ve gelecek neslindeki intizamata medar ve ilim ve emr-i ilahinin bir unvanı olan İmam-ı mübinin düsturları ve imlası tahtında ve hazır zaman ve şahadet âleminden teşkil ve eşyanın icadında tasarrufa medar ve kudret ve Allah’ın iradesinin bir unvanı olan Kitab-ı mübinden istinsah ile ve seyyal zamanın hakikatı ve misali sahifesi olan Mahv ve isbat levhası kudretin kelimelerini yazmak ve çizmekten gelen harekâttır ve manidar ihtizazattır.” (Sözler, 30. Söz)

Bir hareket bitiyor, ikinci hareket o biten hareketten sonra başlıyor. Hidrojen ve oksijen bir maziden çıkıyor bir araya gelip su oluyor, su bir gaye ama ondan sonra onun yer aldığı varlıkların vücudunda dönüştüğü mahiyetler ve sanatlar, bir meyveye dönüşen su, sonra insan bedeninde yeni bir hareket başlıyor, böyle sayısız birbiri arkasında hareketlerin bir tasarım, alanı var.

Zaman da bu hareketin birbiri arkasından gidişi.

Bu tasarım alanı İmam-ı mübin, bir arabanın tasarımı araba ortaya çıkınca biter, âlemdeki tasarım bitmez tükenmez. Varlık bir yazı tahtası gibi bu hareketleri ve sonuçlarını gösterir. Çok gayretli insanlarla kıyamet kopmadan biiznillah, ateizmin önünü almalıyız.

Her bir Zerrede Tevhid Nuru Parlıyor

Zerre risalesinin her bahsi hareketle başlar harekete yeni anlamlar yükler. “Her zerrede hem harekâtında, hem sükûnetinde, iki güneş gibi iki nur-ı tevhid parlıyor.”

Zerreyi ilahlaştıran maddeciler ile yaptıklarının ne kadar mantıksız olduğunu izah ederek alay eder. Hareketli havanın her bir zerresinin girdiği bütün varlıkların vücudunun yapısını bilmesi gerekir. Böyle bir hareket bir zerreden beklenemez.

“Müteharrik, hareketli havanın, müteharrik hareketli zerresi ya nebatata ve hayvanata, hatta meyvelerine, çiçeklerine giydirilen suretlerin, miktarların teşkilatını biçimini bilmesi lazım geldiği gibi; sakin toprak, sakin olan her bir zerresi bütün çiçekli nebatatın ve meyvedar ağaçların tohumlarına medar ve menşe olmak kabil olduğundan, hangi tohum gelse ve o zerrede yani misliyet itibariyle bir zerre hükmünde olan bir avuç toprakta kendine mahsus bir fabrika ve bütün levazımatına ve teşkilatına lazım bütün cihazatı bulunduğundan, o zerrede ve o zerrenin kulübeciği olan o bir avuç toprakta, eşcar ve nebatat ve çiçekler ve meyveler envaı adedinde muntazam manevi makine ve fabrikaları bulunması veyahut mucizekar, her şeyi hiçten icad eder ve her şeyin her şeyini ve her cihetini bilir bir ilim ve kudret bulunması lazımdır veyahut bir Kadir-i Mutlak bir Alim-i Külli Şeyin emir ve izniyle, havl ve kuvveti ile o vazifeler gördürülür.” (Sözler)

Zerrenin hareketlerinin bağımsız olması halinde olacakları farazi anlatan, bu faraziyatın ne kadar mantıksız olduğunu nazara veren Bediüzzaman zorunlu olarak bir alim ve kadirin tasarımı ve icrası ile bu varlığın dokunabileceğini ve hareketin mana kazanabileceğini izah eder.

Umum İnsanlık Hayatın Gayesini Öğrenmeli

İşte fizikçi, biyolog, matematikçi, atomun boy gösterdiği her ilim dalında çalışan arkadaşlar önlerine bir fizik kitabı veya biyoloji kitabı alıp yeni bir fizik ve biyoloji kitabı yazabilirler. Bir değil binlerce insanın varlığa anlam vermesini sağlarlar ve ömürleri kıymet kazanır.

Medresetü’z-Zehra böyle büyük bir tasarımdır, bunun uygulayıcıları haydi kitaplarını yazsınlar. “Bediüzzaman büyük adamdır” demek yetmez, o büyük adama yakışır adam olmak ondan istifade edenlerin üstüne borçtur.

Son Güncelleme ( Cumartesi, 17 Kasım 2012 13:35 )

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer

“İTTİFAK”ı Beceremeden “İTTİHAD” Olmaz Ki!

İttifak ve ittihad kavramları arasındaki fark yakın zamana kadar dikkatimi çekmemişti.

Risale Akademi’nin on beşincisini düzenlediği “Münazarat Akşamları” programlarına katılma fırsatım oldu bu hafta.

Önceki hafta aynı konuda sunum yapan arkadaşımız Av. Erdoğan Çelebi ile sunum öncesi kısa değerlendirmesini dinlemiştik. Sunum sonrası Risale Haber’de yayınlanan makalesinde biraz daha malumatımız arttı. İlk programda yeterince ele alınamadığı düşünülerek ikinci hafta aynı konunun işlenmesi kararlaştırılmış.

Dinleme ve istifade fırsatımız olan bu haftaki sunumları iki kişi üstlenmiş.

İbrahim Akgün ve mahalleden komşumuz ve arkadaşımız şevk ve heyecan timsali Erkan Okur sunum yaptılar.

İbrahim Akgün beyefendi yazar Yusuf Kaplan gibi nerden ortaya çıktı anlayamadık ama bir çıktı pir çıktı.

Özgün orijinal tespitleri var. Van Medrestüzzehra Sempozyumunda orijinal bir tebliğini sunumunda da dikkatleri üzerine çekmişti. Ayaküstü mini röportaj yapmıştım o zaman. Notlarımda paylaşmıştım.

İttifak ve ittihad kavramlarını İslâm tarihinden örneklerle açıkladı. İbrahim bey.

Bediüzzaman’ın bu kavramları ele alırken ayetlere daha yakın durduğunu görüyoruz” dedi. Selef ulemada bu yakınlığı göremiyoruz.

Zaten Üstad Bediüzaman, “ulema Kur’an’a perde olmamalı şeffaf cam olmalı” demiyor mu?

Risale-i Nur’da müteaddit yerlerinde bu tespitin ispatı, teyidi olan ifadeler çok.

Bu tespiti yapan kişi kırk yıldır risale okuduğunu gerine gerine söyleyen birisi değil. Henüz yeni tanıdığını ve anlama süreci içinde olan birisi. Buraya dikkat.

Kırk yıldır tanıdığını, okuduğunu, hareketin içinde olduğunu bir ayrıcalık olarak zimnen tefahur edenlerin bile göremediği bir nükteyi samimi yeni birisi yapabiliyor. Nurcunun da eskisi tecrübelisi makbuldür ancak. İmtiyaz olarak üstünlük aracı olarak görenlerin gözüne perde inebiliyor.

Şekil A, B, C’de örnekleri çok verilebilir.

Neyse… Sadede dönelim.

İttifak fiili, fiziki birliktelik. Farklı düşünce ve inançtakilerin belirli bir maksat ve hedef için bir araya gelme fikri ve fiili olduğunu öğrendik

İttihad ise mana ve ruh birliği. Kutsiyet ve ulviyet mayası taşıyor.

Erkan Okur kardeşimiz bu kavramların Risale-i Nur’dan tarama yaparak şerh ve izahlarını yaptı. İhlas Risalelerinde hem ittifakı hem ittihadın ne anlama geldiği paragrafları çıkarmış. Çok istifadeli oldu.

Defalarca okuduğumuz yerlerde ülfet perdesinden fark edemediğimiz noktaların farkına varma vesilesi oluyor bu tür derinlemesine müzakereler.

Sonuç olarak çıkardığım ders ve mesajı paylaşmak isterim.

İttifak meselesini halledemeden ittihad meselesi gündeme gelmez ve gelemez. Gelse de söylemde kalır eyleme geçemez.

Basit dünyevi bir şirket meselesinde bile ehl-i iman genellikle başarısızdır. Yahu dünyevi bir işte bile ittifakı becermeyince ittihad nasıl mümkün olur?

İttihad cehil ile olmaz ilmin şua-yı elektriği ile olur” diyor Üstad Bediüüzzaman.

Bizler ve bizim jenerasyon cehaletini kabul etmiyor ki. Ulemay-ı nadirattan görüyoruz kendimizi. Halbuki en büyük cehalet kendini âlim bilmek.

O halde resmiyette ilim keyfiyette cehil olduğunun farkına varıldığı zaman ittifak da ittihad ruhu da pratiğe yansır.

İttifak meselesi beceremeyen ittihaddan söz edemez. Hali âlemden görüldüğü gibi…

Erdoğan Çelebi beyin bir hafta önceki programdaki keyfiyetli katılımcılarla beraber olduk. Yeni tespit ve değerlendirmelerini de tekrar paylaştığı müzakere bölümü ayrıca istifadeli oldu.

Risale Akademi