Cuma Duası.. Cumamız Mübarek Olsun!

 40080Peygamber Efendimiz(ASM)’ın Cenab-ı Hakk’a sığınmakla ilgili hadislerinde geçen dua mealleri:

“Allah’ım! Cehennem azabından Sana sığınırım, kabir azabından Sana sığınırım. Mesih deccalin şerrinden Sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnelerinden Sana sığınırım.”

“Cebrail, Mikail ve İsrafil’in Rabbi olan Allah’ım kızgın ateşten ve kabir azabından Sana sığınırım.”

“Allah’ım! Yaptıklarımın ve yapmadıklarımın şerrinden Sana sığınırım.”

“Allah’ım! Yüksekten düşmekten, yıkıntı altında kalmaktan, suda boğulmaktan, yangından Sana sığınırım. Son nefesimde şeytanın gelip beni aldatmasından senin yolunda savaşırken düşmandan kaçarken ölmekten ve zehirli hayvanların sokarak öldürmelerinden Sana sığınırım.”

“Azabından affına sığınırım, gazabından rızana sığınırım. Senden Sana sığınırım.”

“Allah’ım! Beni bağışla, bana hidayet ver, beni rızıklandır, bana afiyet ver.”

“Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, ihtiyarlığın bunaklığından, kabir azabından Sana sığınırım. Allah’ım! Nefsime takva bilinci -Sana karşı sorumluluk bilinci- ver, nefsimi günahlardan temizle. Sen temizleyenlerin en hayırlısısın sen o nefsin dostu ve mevlasısın. Allah’ım! Doymayan aç gözlü nefisten, korkmayan kalbten, faydasız ilimden ve kabul olunmayan duadan Sana sığınırım.”

“Bismillah Rabbim ayağımın kaymasından, Sapıtmaktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan, cahillik etmekten ve cahillikle itham olunmaktan Sana sığınırım.”

AMİN AMİN AMİN VESSALATU VESSELAMU ALA SEYYİDİNA MUHAMMEDİN VE ALA ALİ VE SAHBİHİ SEYYİDİNA MUHAMMED…

www.NurNet.Org

Mehmet Görmez, Nurs Mevlidi’ne Katıldı

Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde gerçekleştirilen ve yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı mevlit programına ilk defa bir Diyanet İşleri Başkanı’nın katıldığı belirtildi.

Nurs Platformu adına konuşan Sabri Okur yaptığı açıklamasında, “Bu mevlidi 5 yıldır tertip ediyoruz. Risale dünyayı aydınlatan, küfrü mutlakın bel kemiğini kıran, Kuran hakikatlerini bu asrın fehmine göre izah ve ispat eden bu eserlerin müellifi Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu köyde dünyaya gelmişti. Şimdi dünyanın her yerinde Risale-i Nurları okunuyor ve Üstad Bediüzzaman tanınıyor. Eserleri tahminen 50’nin üstünde dile çevrilmiştir. Buraya kadar gelen herkese teşekkür ediyoruz” şeklinde konuştu.

Program Kur’an-ı Kerim okunması ile başladı. Daha sonra Said Nursi’nin talebeleri ve onu tanıyanların anıları dinlendi. Mevlitte bir konuşma yapan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, sözlerine “Bağrından büyük bir Kur’an hizmetkarını, büyük bir alimi, büyük bir iman muallimini çıkaran Nurs köylülerine selam ediyorum” diyerek başladı.

Görmez konuşmasında bu coğrafyanın her yerini bir horhor medresesine dönüştüren Bediüzzaman Said Nursi’ye rahmet dileyerek sözlerine başladı. Görmez şunları söyledi:

“Alemi İslam’ın en çok ihtiyaç duyduğu, ancak 80 yıllık hayatını vakfettiği 3 şeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Kur’an’ın tefsiri mahiyetindeki bütün tefsirleri okuduğunuzda Risale-i Nurlar’ın da Kuran’ın tefsiri niteliğinde olduğunu görüyoruz. 80 yıllık hayatında her sözünde aşıladığı umut, gelecek nesillere armağanlarından bir tanesidir. Müslümanların tespih tanesi gibi dağıldığı zamanlarda, varlık mücadelesi verildiği zamanlarda ‘Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılabı içinde en güçlü ses İslam’ın sedası olacaktır.’ Bugün öyle bir zamandan geçiyoruz ki, yeryüzüne selam getiren bir din, yeryüzünde buna engel olarak gösterilmek isteniyor. Böyle bir dünyada dahi etrafınızdaki bütün gençlerin kulağına İslam adına ortaya çıkan uydu hareketler, bütün zulümler sizleri asla ümitsizliğe sevk etmesin. Çünkü İslam tabiatın dinidir. Kainatın dinidir.”

Görmez, toplumun ihtiyaç duyduğu ikinci önemli şeyin ise ihlas olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu: “İkinci paylaşmak istediğim önemli şey ise bugün en çok muhtaç olduğumuz ‘ihlastır.’ Her 15 günde mutlaka okunmalıdır dediği gibi İhlas Risalesi’nde talebelerine en büyük dersi öğretir. İşte her şeyi özetleyen cümleler samimiyettir. Güç sevdası olmamalıdır. Hiç kimse dinin sahibi değil. Bizler dinin sahibi değil, hizmetkarıyız. Said Nursi İslam dünyasının içine düştüğü ihlassızlığı da şöyle ifade eder. Bu musibet zamanında ihlası kaçırdığınızdan ehli hakkın bu zillet ve mağlubiyetine sebebiyet verdiniz. Kıskançlık ve hasedin sebebi bir tek makama birden çok kişinin talip olmasıdır. Bir tek ekmeği çok midenin istemesi sebebiyle kıskançlığa düşerler. Bir varlığa birçok kişinin talip olması haset ve kıskançlığa neden olur” şeklinde konuştu.

Görmez, üçüncü hususun ise, birlik ve beraberlik olduğunu söyledi. Görmez konuşmasında şunlara değindi: “Üçüncü husus ise, birlik, beraberlik ve kardeşliktir. İmanda tevhit, kalplerde tevhidi ihtiva eder. 30 yıldır bu topraklarda kardeş kanı döküldü. Kıblemiz bir, namazımız, devletimiz, memleketimiz bir. Bine kadar bir. Bu kadar birler ittifakı ve kainatı birbirine bağlayacak manevi zincirler olmasına rağmen örümcek ağı gibi sebepsiz şeyleri tercih edip mümine karşı kin bağlamak, o kadar esvabı muhabbete karşı ne derece bir zulüm olduğunu kalbin ölmemişse anlarsın.”

Görmez sözlerini, 1950 yılında dönemin Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’nin Said Nursi için söylediği sözleri ile tamamladı. Görmez, “Ahmet Hamdi Akseki Diyanet İşleri Başkanı iken Said Nursi için şunları söylemiş. ‘Ey medresede arkadaşım. Ders halkalarında kardeşim. Kur’an’ın hakikatlerini genç nesillere anlatmak için bu eserlerin sahibi sensin.’ Bu sözlerin karşısında Said Nursi’nin cevabı ise, Ahmet Hamdi Akseki’ye görevini hatırlatarak, ‘dinsizlik cereyanının revaçta olduğu dönemde Diyanet dairesinin vazifesidir’ demiştir. Sadece kitap neşretmekle olmaz. Birçok eserlerle birlikte ihlas Risalesi hutbelerde, sohbetlerde neden anlatılmasın, neden okunmasın? Bu 70 yıllık bir gecikmemizdir. Bunu Allah bizlere nasip etsin. Mühim olan neşretmek, okumak değil, oradaki fazileti hayatımıza aktarmaktır. Bu organizasyonda emeği geçenlere teşekkür ediyorum” diyerek sözlerini tamamladı.

Programa, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Haluk Dursun, Bitlis Valisi Orhan Öztürk, Van Valisi Nezih Doğan, Hizan Kaymakamı Sedat İnci, Said Nursi’nin talebeleri olan Mehmet Fırıncı, Hüsnü Bayram, M.Said Özdemir, Ali Sert ve yaklaşık 5 bin katıldı. Program yapılan ikramların ardından sona erdi.

Vahit Olcay / İHA

www.iha.com.tr

Döneme ait bir hatıra:
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, 1950’li yılların ikinci yarısında Risale-i Nur’ların Diyanet İşleri Başkanlığınca basılmasını ister.
Başbakan Menderes DP Isparta Milletvekili Tahsin Tola yolu ile dönemin Diyanet İşleri Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’na bir emir gönderir ve Risale-i Nur’ların Diyanet eli ile basılmasını ister..
Fakat bazı gizli güçler (!) Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın bu kat’i emrine rağmen Risale-i Nur’ların Diyanet tarafından basılmasını engeller.

Başbakanlık Başmüsteşarı, Menderes’in bu emrini iletmeye gelen başkan Hayırlıoğlu’na şu tehdit edici soruyu sorar: “Bediüzzaman Said Nursi ismi, bu eserlerin basılmaması için yeterli sebep değil mi?”

Olayın birinci düzeyde muhatabı ve yaşayanı merhum Mustafa Türmenoğlu Ağabey olayın devamını bana şu şekilde aktarmıştı:
“Bu ifadeleri Üstadımıza bildirdik; Üstad bize derhal ikinci bir emir gönderdi;
“Bu azim sevap onlara nasip olmayacaktır, siz basacaksınız!”
Ve Risale-i Nur’lar iki genç hukuk talebesinin fedakâr elleri ile Ankara’da basılmaya başlanır.

3 Karanlığın Mucize Hikayesi

Annelerinizin karnında sizi üç karanlık içinde, bir yaratılıştan diğerine çevirerek yaratıyor. İşte Rabbiniz olan Allah Odur; bütün mülk Ona âittir. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde yüzünüz nasıl haktan çevrilir?” (Zümer, 39/6)

Kızlarda bulunan yumurtalıklar içinde başlangıçta yaratılmış olan dişi yumurta hücreleri, ergenlik çağına kadar olgunlaşmaz. Ergenlik çağında her ay bir tanesi olgunlaşarak yumurtalıktan dışarı atılır. Eğer bu hücre, erkek yumurta hücresiyle birleşirse işte o zaman yeni bir canlı yaratılmaya başlar. Ve birbirinden farklı, ama birbiriyle uyumlu olaylar ile gelişim ve değişim zinciri, doğuma kadar rahim içinde devam eder.

*Evet, meselâ mezkûr âyetlerin ferman ettikleri gibi üç karanlık içinde bütün validelerin erhamında insanların suretlerini ayrı ayrı, mizanlı, imtiyazlı, ziynetli ve intizamlı olarak, hem şaşırmadan, yanlış etmeden, karıştırmadan, basit bir maddeden açmak ve yaratmak olan fettâhiyet; ve umum rû-yi zeminde aynı kudret, aynı hikmet, aynı san’atla umum insanları ve hayvanları ve nebatları ihata eden bu feth-i suver hakikatı, vahdâniyetin en kuvvetli bir burhanıdır. Çünkü, ihata etmek bir vahdettir; şirke yer bırakmaz. Ve Birinci Bab’da vücub-u vücuda şehadet eden on dokuz hakikat, nasıl ki vücutlarıyla Hâlık’ın vücuduna delâlet ederler; öyle de ihatalarıyla da vahdete şehadet ederler.”(ŞUALAR, 7. Şua)

Anne karnındaki bu 3 karanlık yer acaba neresidir? Bu konuda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bize göre; 1.Karanlık yer: Yumurtalıklar, 2.karanlık yer: Tüp adı verilen borular, 3.karanlık yer ise ana rahmidir.

1. Karanlık: Yumurtalıklar, her kadında rahmin iki yanında yer alırlar ve 2 adettirler. İçlerinde, doğumla beraber 700 bin- 2 milyon kadar olan olgun olmayan yumurta hücreleri bulunur. Ergenlik çağına kadar bunların sayıları gittikçe azalır, 400 bine düşer ve hayat boyu bunlardan en çok 500 tanesi olgunlaşır. Her ay bir tanesi yumurtalıktan dışarı atılır. Ve bu olay 28 günlük dönemler halinde, ergenlikten menopoza kadar devam eder. Bu dönemin 0-14 günlük aralığı ile 14-28. günlük ikinci aralıkta çok farklı yaratılışlar yaşanır. Ama hamilelik olursa ana rahminde bu sefer de bambaşka bir yaratılış süreci başlar.

2. Karanlık: Tüp adı verilen boru şeklindeki oluşumlarda 2 adet olup yumurtalıkla rahim arasında bulunur ve onlar arasında bir köprü gibi vazife görür. Yumurtalıktan dışarı atılan bu olgun yumurta hücresini yakalar ve içine alır, sperm ile birleşeme bu kanal içinde gerçekleşir. Döllenmiş yumurtaya Zigot denir. Bundan sonra artık hücre bölünmesi başlar. 2-4-8-16-32 şeklinde katlanarak çoğalır. Bu hücreler ise Blastomer adını alır. 12 veya daha fazla hücreden tüp içinde meydana gelen ve duta benzeyen hücrelerden meydana getirilen yeni oluşum Marula adını alır.

Tüpden anarahmine gelen Marula hücreleri bölünerek çoğalmaya devam eder. 5-6 gün sonunda ise 100 hücreli bir yapıdırve Blastokist adını alır. Bu oluşum olan ana rahminin iç duvarına yapışır. Bu hücre yumağı bir kese içinde doğuma kadar birçok kez bölünerek gelişir ve değişerek bebek halini alır. Bize göre 3. karanlık oda da burasıdır.

Her 3 odada da farklı zamanlarda, birbirinden harika ve farklı yaratılışlar yaşanır. Bu değişimler günümüzde Embriyoloji adı verilen bir bilim dalının konuları olarak incelenir.

Dr. Selçuk Eskiçubuk

NurNet.Org

Memurlar, Hizmetçiler ve Yolcu

Risale-i Nur ‘da iki türlü yol teması vardır, biri insanın yolcu olduğu, diğeri insanın bu yolda yürürken karşısına çıkan iki tercihli yol. Hidayet yolu ve dalalet yolu.Bediüzzaman insana hitap eder. “Senin önünde iki yol var, biri ehl-i dalaletin vekilinin gösterdiği şekavetli yoldur, diğeri Kur’an-ı Hakim’in tarif ettiği saadetli yoldur

Bediüzzaman, bu iki yolun muvazenelerini çok sözlerde özellikle Küçük Sözler’de anlatmıştır. Yolculuk teması edebiyatın değişmez temalarındandır, Türk ve Dünya edebiyatında birçok eser yolculuk teması üzerine kurulmuştur. Bediüzzaman, kültür ve edebiyat ile dini birlikte anlatır; kendinden önceki din telkincilerinin anlatmadığı boyutta anlatım şekilleri kullanır, temaları ve kültür tarihinin önemli konularını din ile birlikte verir. Bunları din ile birlikte vermeyip yalın bir din anlatımı, dinin toplumda yeterince anlaşılmamasını doğurmuştur.

Bediüzzaman’ın eserlerinin kültür ve edebiyat ve felsefi temalarla anlatımını başardığımız söylenemez, hala klasik anlatımlarda ısrar ediyoruz. Halbuki kendisi öyle değil. Ene Risalesinde, benliği, bir felsefe tarihi hülasası şeklinde anlatır, bazan bir kurmaca bazan ise özetlemelerle anlatır. Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfı yine yol ile ilgilidir, burada hidayet ve dalalet yolunu karşılaştırır, eserlerin bir harikası olan Ayet ül Kübra, tam bir yol risalesidir; orada, kainatı semavi, arzi dolaşan bir seyyah vardır, yolculuk izlenimlerini anlatır, Kerem’in Aslı’yı aradığı gibi her gördüğü şeyden Allah’ı sorar.

İnsan yolcusu ile ona hizmet edenler vardır, büyük hizmetçiler. Bediüzzaman onlara “Büyük memurlar”der. İşte büyük memurların anlatımı. “Hem madem bu misafirhane-i dünyanın sobalı lambası birdir ve ruznameli kandili birdir ve rahmetli süngeri birdir ve ateşli aşçısı birdir, hayatlı şurubu birdir ve himayetli tarlası birdir.. bir bir bin birler kadar” Sobalı lamba güneştir; hem ısıtır, hem pişirir, ne garip, hem ısıtıyor hem ağaçların dallarında doprağın üstünde ve altında meyve ve zebzelerimizi onları ikinci defa pişireceğimiz şekilde kıvamında pişiriyor. Ruznameli kandil ile ayı kasteder; hem günlerimizi belirler, hem de geceleri yakıldığı için kandile benzetir. Ne kadar farklı bakıyor, klasik bakış açılarının ülfetini kırmak için bu imajları yapıyor. Rahmetli sünger, yağmurdur. Süngere benzetmesi, ne kadar olay ile hayat arasında bağ kurduğunu belirtir, rahmetli ise bütün varlık onun sayesinde yaşar. Hayatlı şurub ise sudur; buradaki edebiyatı ve imaj kültürünü görüyoruz değil mi?O, kainatı ve herşeyi yeniden keşfetmiştir, yeniden görmek, eleştirinin önemli konularındandır. İngilizler ona reviev derler, yeniden bakmak. Bediüzzaman büyük bir anlatım ustasıdır, herşeye yeniden bakar ve bizi şaşırtır ve düşünmeye sevk eder. Ya buna ne diyelim, himayetli tarla? Himaye, koruma demek. Demek tarlalar ve toprak, bizim himaye edicimizdir. Onlar arkamızda olmasa nasıl yaşarız, bizi koruyan oradan çıkan şeyler, en başta buğday daha sonra diğer tahıllar ve arkasından bir aksesuar ile bize sunulan, ağaçlar ve meyveler…

Garson hizmetçi durumundaki ağaçları anlatır. “Bahar mevsiminde Cennet hurileri tarzında bütün ağaçları sündüs- misal libaslar ile giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaatıyla süslendirip, hizmetkar ederek onların latif elleri olan dallarıyla çeşit çeşit, en tatlı, en musanna meyveleri bize takdim etmek.” Ne kadar itibar edilen bir canlıyız, herşey bize hizmetkar herşey bizim memurumuz. Acaba ne ister bizden amirimiz, onu da peygambere sor.

Memurları anlatır; “hem gayet kerim bir misafirperverdir ki bu yüksek ve büyük memurlarını, zihayat yolcularına hizmetkar edip istirahatlarına çalıştırıyor.” Yüksek ve büyük memurlar, hava, su, toprak, tarla, güneş, ay. Ne kadar amirlerine ve emirlerine dikkat ediyorlar. Kainat kurulduğu günden beri bize hizmette hiç ara vermiyorlar, hiç tatile çıkmıyorlar, hiç tembellik etmiyorlar, “yeter be bıktım” demiyorlar.

Küçük memurlar, hizmetçiler; arı, ne kadar işini seviyor, geziyor, görüyor, topluyor getiriyor; koyun ne kadar uysal başı önünde kimse ile davası yok, dolaşıp toplayıp süte dönüştürüp, memelerini ellere teslim edip gidip, yatıyor. Düşünen insana hayat ve yaratılış bir anlam fırtınası, ne zihin dayanır ne de baş. İnsana hizmet onlara öyle haz veriyor ki inansın inanmasın belli bir sıra ve dağılımla insana hizmet ediyorlar. “Evet kainatın envaını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hacatına kemal-i intizam ve inayet ile koşturmak.” Bütün varlık, bizim etrafmızda hikmet dairesinde toplanmış, adeta bizi bir cetvel ile bizim ile bize hizmet edenler arasında bir mesafe, geometri kullanmış; güneşin uzaklığı hikmet dairesinde, ayın yine öyle, ama meyvelerin mesafesi farklı. Herşey bize göre, bizim onlardan istifademize göre yerlerini almışlar, intizam ve inayet ile bize koşuyorlar; hepsi birden koşamazdı, koşsa kaos olurdu. Bilim, bu sanatlı ve esrarlı tabloları nasıl değiştirmiş, birileri oturmuş, bu harika dizilişi nasıl yanlış yorumlamış.

İşte biz yolcuyuz, yolculuğa hazırlamak için kainatın sahibi bize büyük ve yüksek memurlar vermiş. Büyük ve yüksek memurlar. Burada ironik olarak bizim devlet memurlarına bir gönderme var, asıl memur, güneş yüksek ve büyük bir memur. Çünkü emri yüksek yerden alıyor, emri büyük yerden alıyor. Kainatı yaratmadan önce bu memur ve hizmetçileri nerede, ne zaman, nasıl bize hizmete sunacağı konusunda tasarım dairesi olan İmamı Mübinde neler neler olmuş. Her şeyi yerli yerine koymak için kainatın mimarı doğuş öncesinden ne planlar yapmış, sonra plan çizilmiş, “ol!” demiş, olmuş.

Yolcu neşesini bu mısralarla ifade eder;

Bak kitab-ı kainatın safha-i renginine; derin ve çok anlamlı sayfalara bakıp düşünmeyi örgütlüyor.“Hame-i zerrin-i kudret gör ne tasvir eylemiş”; Allah’ın altın uçlu kalemi, ne kadar harika tasvir etmiş varlıkları, “gör ne” derken dikkat çekmek istiyor. Öyle tasvir etmiş ki “kalmamış bir nokta muzlim çeşm-i dil erbabına” Gönül gözü ile bakan bir karanlık nokta göremiyor. Her taraf anlam katarları ile dolu.“Sanki ayatın Hüda nur ile tahrir eylemiş”; delillerini nur ile ışık ile yazmış, yani kendini gösteren bir şekilde.

Daha derin bir metin;

Kitâb-ı ‘âlemin evrâkıdır eb’âd-ı nâ-mahdûd. Yani Kainat kitabının yazarının kağıt kıtlığı yok, kağıtları adört değil, sayısız boyutta ve ebatta arı bir sahife; kuşlar bir sahife, semavat ne kadar büyük bir kağıt sahife, binlerce yazı yazılır. Ne imaj değil mi… Bu âlem kitabının satırları, dünyanın olaylarının satırlarıdır; olaylar satırlardır bu kitapta. Mesela, Asrı Saadet nasıl büyük ve anlamlı bir hadisat-ı dehr. Bu satırların eserleri de sayılmaz derecede, olaylardan ne kadar çok dersler alınır demek mi? Alemde her mevcut cisimleşmiş çok anlamlı lafızlardır, sözlerdir. Bütün bu hizmetçiler ve memurlar onlar değil mi?

İki ayağın üstüne koca bir baş ve kainata açılan beş pencere ile anlam sağnağı olan bu kainatta.. cümleyi herkes kendine göre doldursun. Anfiniş art, bitmemiş sanat metinleri çok anlamlıdır. Kainat bitmemiş bir metindir, hergün yeniden doğar ve yeni manalar sürer gözümüzün önüne.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version