Bediüzzaman’ın ‘Avrupa İslama gebedir’ sözü doğrudur!

Avrupa’nın önde gelen Müslüman entelektüellerinden Tarık Ramazan, “Arap Baharı” süreci öncesinde Batı’nın yönlendirici etkisi olduğunu söyledi. İhvan-ı Müslimin hareketinin kurucusu Hasan el-Benna’nın torunu olan Ramazan, Arap Baharı sürecinde Mısır’daki Müslüman Kardeşler’i de “Dinî ilkeleri yüzeysel yorumlamamalılar.” şeklinde uyardı.

Cihan Haber Ajansı’na konuşan Ramazan, AK Parti hükümetinin, Ortadoğu’da bundan sonraki süreçte demokratik gelişmeleri takip ederek bölge ekonomilerini desteklemesinin faydalı olacağını belirtti; İsrail’in ise aslında “diktatörlüklerle yaşayamayacağını” savundu.

Oxford Üniversitesi Modern İslam Çalışmaları Profesörü Tarık Ramazan, yıllardır göçmenlerin yerel kültüre uyum sağlayamadığından yakınan Avrupalıların, Müslümanlar “yerlileştikçe” daha da sağa kayarak radikalleştiklerine ve problem ürettiklerine işaret ediyor. Bu noktada, Bediüzzaman Said Nursi’nin şu tespitini de doğruluyor: Avrupa İslam’a gebe…

‘Prospect Magazine’ ve ‘Foreign Policy’ dergilerinin 2008’deki ‘Dünyanın en değerli 100 entelektüeli’ anketinde 8. seçilen Ramazan, Cihan’ın sorularına şu cevapları verdi:

Avrupa doğumlu, Batı eğitimi almış, Hasan el-Benna’nın torunu Profesör Tarık Ramazan kendini nasıl tanımlıyor?

Müslüman bir aileden geliyorum. Dinim benim için önemli, yazılı kaynaklarımı ciddiye alıyorum. Müslümanlığımı tam ve derin bir şekilde yaşamak istiyorum. Fakat aynı zamanda, kültürel olarak Avrupalı, ülke olarak İsviçreliyim ve nerede olursam olayım iyi bir Müslüman olmak istiyorum. İslam’dan aldığım terbiye nerede olursam olayım pozitif ve katma bir değer olmamı gerektiriyor.

– Ortadoğu’da ‘bahar’ olarak nitelenen hareketlerin arkasındaki motivasyon nedir? Bu ‘bahar’ın peş peşe devam etmesini nasıl algılıyorsunuz? Müslüman dünyasındaki geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Bence çok fazla saf durumuna düşmemek için dikkatli olmalıyız. Benim dikkatli bir iyimserliğim var. Fakat biliyorum ki Batı ülkeleri, ABD, Avrupa ülkeleri bunun için zorluyorlardı. Çünkü ekonomik bir pazar için istedikleri nitelikte bir demokrasiye ihtiyaçları var. Dolayısıyla bu uyanış sadece nereden geldiği belli olmayan genç insanların daha fazla özgürlük istemesi değil. Perdenin arkasında başka sebepler de var. Hâlâ diktatörlüğe, baskıya hayır diyecek kadar enerjiye sahip insanların jeo-stratejik, ekonomik ilgileri, özgür, özerk ve onurlu vatandaşlar olabilmek için politik istekleri olduğunu anlama noktasında doğru dengeyi bulmalıyız. Aynı zamanda biliyoruz ki Ortadoğu’da Filistin ve İsrail anlaşmazlığı çok etkili. Burada insanlara şunu hatırlatmadan geçemeyeceğim. Şu an İsrail’de 1600 mahkûm hapishanede açlık grevinde. İki tanesi her an ölebilir. Bilmeliyiz ki bu da ‘Arap Uyanışı, Baharı’nın parçası. Çünkü şiddete başvurmuyorlar, yargılanmadan hapisteler ve adalet istiyorlar.

İSRAİL, KENDİNİ YENİDEN GÖZDEN GEÇİRMELİ

– Tunus, Libya, Yemen ve Mısır’daki tecrübeleri göz önünde bulundurduğunuzda Arap uyanışının ne kadar İslami olduğunu düşünüyorsunuz?

Söylemem gerekir ki ilk eğilim İslami değildi. Evet katılımcılar Müslümandı; ama İslami bir niyetle, İslamcı partiler tarafından yönlendirilmemişlerdi. (İslami bir tepkiyle hareket edenler) ayaklanmalardan, diktatörler devrildikten sonra yönlendirici unsurlar oldu. İslam her yerde; Tunus, Mısır, Suriye, Yemen, Libya’da… Bunu hesaba katmalısınız. Bu çok ciddi bir şey; Türkiye’de de aynı. İslam önemli bir referans. Bundan sonra bizim için önemli olan, İslam’ın demokrasiye, insan haklarına karşı olmadığını, tamamen ülkeyi özgürleştirdiğini ve vatandaşları güçlendirdiğini net bir şekilde anlatmak.

İsrail’le ilişki özelinde de açıklamak gerekir ki, İsrail diktatörlüklerle yaşayamaz. Hatırlayın, İsrail başlangıçta (Arap Baharı) ‘Mübarek’i desteklememiz gerekir’ diyerek Mübarek’i destekledi. İlke diktatörlere karşı insanları desteklemektir. Bu İsrailliler için şu anlama geliyor; doğru bir demokrasi anlayışıyla siyasetlerini tekrar gözden geçirmeliler. Filistinlilere olan muameleleri konusunda insan haklarına saygı duymalılar ki bu şu an geçerli değil.

MÜSLÜMAN KARDEŞLER İSLAM’I YÜZEYSEL YORUMLAMAMALI

– Müslüman kardeşler geçmişte ve günümüzde ne gibi hatalar yapmış olabilir? Arap uyanışının kendileri için yararları ya da zararları nelerdir?

Bu çok karışık bir konu ve tarihi süreç hakkında konuşacak kadar zamanımız yok. İslami kaidelere geri döndüler. Sömürgeciliği ve diktatörleri ret, daha fazla şeffaflık esaslarında nettiler. Şimdi de bazı politik zorluklarla uğraşıyorlar. Bazen eleştirilen bazı stratejileri tercih ediyor olabilirler. İslami referansları, amaçları arasında görünür olmalı. İslami ilkeleri yüzeysel yorumlamamalılar. Aralarında bazen gerginlik olabiliyor. Diktatöre (Mübarek) karşı oldukça omuz omuzaydılar. Ayaklanmalar sırasında bile içeride bazı gerginlikler olduğu açıktı. Onları anlamaya çalışmalı, mevcut zorlukları da göz önünde tutmalıyız.

TÜRK HÜKÜMETİ ARAP EKONOMİLERİNİ DESTEKLEMELİ

– Son zamanlarda Türkiye’nin genelde Müslüman dünyaya, özelde de Arap dünyasına karşı izlediği siyaseti nasıl buluyorsunuz. Türkiye doğru yolda mı?

Düşünüyorum ki kimse şimdiki Türk hükümetinin çok iyi bir iş yaptığını inkâr edemez. Kendi iç işleri, rüşvete karşı mücadeleleri, daha fazla özgürlük için çalışmaları pek çok şey yapılmış durumda. Düşünce özgürlüğü ve eşit vatandaşlıksa hala geliştirilebilir. Dışarıda Tunus’la, Mısır’la, tabandaki gençlerle yapılanlar, halka verilen destek, diktatörlerden ayrılmalarını istemeleriyle her yerde selamlandılar. Bence bu doğru yol, doğru felsefe. Bundan sonra yapmamız gereken, sadece demokratik süreçleri takip etmek değil, ekonomileri de desteklemek. Gelecekte Ortadoğu ve Kuzey Afrika (MENA) ülkelerinde önemli olan, ekonomik istikrar. Türkiye’nin şu an Afrika’da birçok ülkede yapmaya çalıştığı gibi, elçilikler açması, yeni yönetimlerle irtibat halinde olmaya çalışması çok iyi. Bu bizim kendilerinden yapmalarını beklediğimiz bir şey. Bu çalışmaları geliştirmeliler ve daha da derinleştirmeliler.

AVRUPALILAŞMA MÜCADELESİNİ HAKLAR VE İLKELER ÇERÇEVESİNDE YAPMALIYIZ

-Avrupa’daki İslamofobi ve provokasyonlara gelirsek… Müslümanlar uyum sağladıkça, Avrupa’da İslamofobi yükseliyor, Avrupalılar daha fazla sağa mı kayıyor sizce?

Evet. Bize yıllarca vatandaş olun, bizim bir parçamız olun dediler. Biz daha fazla vatandaş oldukça durum daha da problematik hale geliyor. Bize gerçek demokratlar, gerçek Avrupalılar gözüyle bakılmıyor. Avrupa’daki varlığımıza meydan okumak için kurulmuş popülist partiler ve diğer cepheler var. Dolayısıyla net çözüm olarak sunulan şey aslında problem. Göçmenken ve Avrupa’yı anlamazken iyiydi. Şimdi anlıyoruz ve yerlileşiyoruz; Avrupalı oluyoruz ve problemiz. Fakat haklara ve ilkelere yoğunlaşmalıyız; savunmacı olarak değil, hakkımızı savunarak. Bu sadece bütünleşme değil, bir hak ve onur mücadelesi. Tüm bu entegrasyon meselesi aslında bizim vatandaş olmamızdan, sorumluluklarımız ve haklarımız olmasından ve yapmak istediğimizin bu olması temelinden stratejik bir şekilde dikkati başka bir yöne çekme ile alakalı.

BEDİÜZZAMAN, BÜYÜK BİR REFORMCU

– Bediüzzaman Said Nursi, 20. yüzyılın başında Avrupa’nın İslam’a gebe olduğunu söylemişti. Bu konuda sizin yaklaşımınız nedir? Ayrıca, Batı’da Müslümanları bekleyen en büyük tehlike nedir?

En önemli tehlike İslam’ın üzerine kurulduğu kaideleri unutma tehlikesi. Müslümanlar için en önemli görev İslam’ın doğru temellerine dönmek ve kültürel yanlış anlamalardan kurtulmak. Biliyorum bu bir zorluk… Ve evet; Said Nursi’nin, Avrupa’nın İslama gebe oluşu sözü doğrudur. Kendi kitabımda da, “tekrar İslam’ın ilkelerine dönelim, bilgiden korkmayalım ve hakkı savunan kimliğimizi öne çıkaralım” sözlerine referans yaptığım Said Nursi’nin büyük reformculardan birisi olduğunu belirttim. Şu an Avrupa’da olan da budur.

 Cihan

Hilaliye 37. Dönem Mezuniyetinde 49 Hafız’a Taç Giydirildi

Manisa’nın Akhisar ilçesinde 49 yıldır hafız yetiştiren Hilâliye Kur’ân Kursları’nın 37. mezuniyet töreni büyük bir coşkuyla gerçekleştirildi. İstanbul’dan Diyarbakır’a, Bursa’dan Erzurum’a ve Hollanda’ya kadar değişik bölgelerden gelerek eğitimlerini tamamlayan 15’i erkek, 34’ü kız 49 hafızın taç giydiği mezuniyet cemiyetinde, hüzün ve coşku birlikte yaşandı.

Türkiye’nin her yerinden yaklaşık 15 bin Kur’an aşığının katıldığı merasimde, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç gözyaşlarına hakim olamadı. Daha önce birçok kez katılmasına rağmen ilk kez törende bir konuşma yapan Arınç, Hilaliye’de okuyan ve trafik kazasında vefat eden oğlu aklına gelince gözyaşlarını tutamadı.

Hafızlığın önemine dikkat çeken Arınç, “Mezun olanları candan tebrik ediyorum. Belki birkaç yıl hafızlık üzerine çalıştılar. Çok yorucu ve zahmetli olduğunu da biliyorum. Ama başardılar. Onların anne, baba, kardeş, abla ve akrabalarını da tebrik ediyorum.” dedi.

Çünkü bir ailede bir hafızın yetişmesi çok önemli.” derken gözyaşlarına hakim olamayan Arınç, “Bunu yakinen bilen bir insan olarak söylüyorum. Allah herkese nasip etsin.” cümlesini, gözyaşları içinde söyledi. Görevliler, Arınç’ın gözyaşlarını silmesi için mendil getirirken, cemaatten de birçok kimsenin de ağladığı görüldü. Bülent Arınç’ın büyük oğlu Fatih, 1997 yılında 17 yaşındayken, Manisa’nın Kırkağaç ilçesine yakın bir hemzemin geçitte, bindiği otomobile trenin çarpması sonucu meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybetmişti.

Hilaliye Kur’an Kursları’nın kurucusu merhum Şahin Yılmaz Hocaefendi’yi de rahmetle yad eden Başbakan Yardımcısı Arınç, 8 yıllık zorunlu eğitimin çok büyük yaralara yol açtığını ifade ederek, “4+4+4 eğitim sisteminin kanunlaşması sürecinde Şahin Yılmaz Hocaefendi hep aklımıza gelmiştir. Kur’an-ı Kerim’in seçmeli ders olduğunu görse eminim çok sevinirdi.” diye konuştu.

Bereketli‘ diye nitelediği Hilaliye’nin yaşaması ve daha da büyüyerek devam etmesi gerektiğini vurgulayan Arınç, şunları aktardı: “Burada yetişenlerden insanımıza zarar gelmez, suç işlemezler, fakir-yoksulları gözetirler, birlik ve beraberliğimize azami katkıda bulunurlar. Bu güzide öğrencilerin gelecekte profesör, rektör, vali olması muhtemeldir. Onun için buraya katkı sağlamak hepimizin görevidir. Bunun gibi çocukları maneviyatı güçlü olarak yetiştiren bu tür kurumlara pozitif ayrımcılık yapmalıyız.”

KUR’AN, CENABI HAKK’IN MEKTUBUDUR

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Ekrem Keleş ise Kur’an-ı Kerim’i kendine rehber edinen insanların sıkıntı yaşamayacağını söyledi. “Allah, bu kitapla bazı kavimleri yükseltir, bazılarını da alçaltır. Kur’an’ın aydınlattığı yoldan kim yürürse sıkıntıdan kurtarır, sırt çeviren insanları ise yerin dibine batırır.” şeklinde konuşan Keleş, değişik mahfillerde bir araya geldiği İslam alimlerinin Türk milletinin Kur’an’a yönelmesiyle birlikte büyük ümitlere kapıldığını ifade etti ve dünyanın dörtbir tarafında örnek alındığını müşahede ettiğini dile getirdi.

Sevilen birinden mektup geldiğinde nasıl heyecanla bir an önce açıp okunduğunu anlatan Keleş, “Kur’an-ı Kerim de Cenabı Hakk’ın bir mektubudur. Onu da aynı şekilde okumalıyız. Kendimize kılavuz edinmeli, anlamaya çalışmalı, hayatımıza tatbik etmeliyiz.” dedi. Keleş, farz-ı kifaye olan Kur’an’ı ezberleyen hafızların ümmeti büyük vebalden kurtardığını da belirtti.

Hilaliye Eğitim Vakfı Başkanı Abdullah Yılmaz da Allah kelamı Kur’an-ı Kerim’in insanları usandırmadığını, lezzet verdiğini ve küçük çocukların hafızasına ağır gelmediğini ifade etti. Hafızlık merasimlerinin bin 400 yıldır süregelen manevi bir ziyafet olduğunu söyleyen Yılmaz; 260 erkek, 170 kız kapasiteli Kur’an kursunun yetersiz kaldığını, yaz kurslarının yedek kapasitesiyle birlikte dolduğunu kaydederken, yeni Kur’ani İlimler Külliyesi’nin müjdesini verdi. Yılmaz, projesi tamamlanmak üzere olan yeni külliye için maddi manevi duaya ihtiyaçlarını olduğunu sözlerine ekledi.

Dünyaca ünlü Güney Afrikalı hafız Abdurrahman Sadien, İstanbul Sultanahmet Camii İmam Hatibi Hasan Kara, Diyanet Manisa Eğitim Merkezi Müdürü Osman Egin, İstanbul Riva Merkez Camii İmam Hatibi Mehmet Bilir, Piyale Paşa Camii İmam Hatibi İshak Danış, Hilâliye mezunlarından Yavuz Mutlu ve Rıza Günay ile Muhammed Mansur Sarı’nın Kur’ân-ı Kerîm tilavetleriyle gönülleri coşturduğu hafızlık cemiyetine; AK Parti Manisa milletvekilleri Hüseyin Tanrıverdi, Recai Berber, Uğur Aydemir, Manisa Valisi Halil İbrahim Daşöz, Manisa İl Müftüsü Sinan Cihan ve Akhisar İlçe Müftüsü Ramazan Orhanlı ile yaklaşık 15 bin vatandaş katıldı.

 Cihan

Niyet denilen “Maya”nın Amel’e etkisi nedir?

Niyet eşyanın mahiyetini değiştirir. Günahı sevaba, sevabı günaha çevirir. Niyet; adî, ama ibadet kastıyla yapılan bir hareketi ibadete; gösteriş için yapılan bir ibadeti de günaha dönüştürür.

Mesnevî-i Nuriye’de geçen, ‘Nazarla niyet mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalb eder.’ cümlesini açar mısınız? Niyet sevabı günaha, günahı sevaba nasıl çevirir?”

Peygamber Efendimize (asm), hicret edenlerin arasında birisinin, sadece bir kadını nikâhlamak niyeti taşıdığı, bunun için hicret ettiği bildirilir. Peygamber Efendimiz (asm): “Ameller niyetlere göredir. Herkese ancak niyet ettiğinin karşılığı vardır. Kimin hicreti Allah ve Resûlü için ise, hicreti Allah ve Resulü içindir. Kimin de hicreti dünya malı veya nikâhlayacağı kadın için ise, hicreti onun içindir.” buyurur.1

Sizin de aktardığınız gibi, Bedîüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle niyet eşyanın mahiyetini değiştirir. Günahı sevaba, sevabı günaha çevirir. Niyet; adî, ama ibadet kastıyla yapılan bir hareketi ibadete; gösteriş için yapılan bir “görünüşte ibadeti” de günaha dönüştürür. Meselâ, varlıklara sebeplerin yaptığı şeyler niyetiyle bakılırsa cehalet olur; Allah’ın yarattığı şeyler niyetiyle bakılırsa marifet olur, ilim olur, irfan olur; imanı olgunlaştırır.2

Yine meselâ yoldaki taşları Müslüman’ın ayağına takılmasın ve zarar vermesin niyetiyle kenara atmak sevaptır, hayırdır, güzeldir, ibadettir. Bu işi yaparken, dikkat etmesine rağmen sehven birisine zarar verse özür diler, zarar verme kastı ve niyeti olmadığından, günahtan da muaf olur. Yine bu işi yaparken yolun sertleşmesi ve oturması için döşenmiş taşları da sehven ayıklamış ve atmış olsa, bilgi eksikliğinden doğan zararı telâfi eder. Niyetinin sıhhatinden dolayı günahkâr olmaz, sevabında eksilme de olmaz.

Fakat aynı davranışı kötülük yapmak ve zarar vermek niyetiyle yaparsa, yaptığı iş ibadet olmaz, günah bir fiil olur.

Peygamber Efendimiz (asm) bu hususu şu veciz hadisiyle ifade buyurur: “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır. Münafığın ameli ise niyetinden hayırlıdır. Herkes kendi niyetine göre amel işler. Mü’min hayır ve iyilik niyetiyle bir amel işlediğinde kalbinde bir nûr ve feyiz bulur.” 3

Bu hadislerin tefsiri sadedinde Üstad Saîd Nursî Hazretleri, niyetin sıradan âdetleri ve adî davranışları ibadete çeviren pek acîp bir iksir, bir mâye ve bir ruh olduğunu, ölü halleri ibadetle canlandırdığını kaydeder. Bediüzzaman’a göre niyetin ruhu ihlâstır. Öyle ise gerçek kurtuluş ancak ihlâs ile mümkündür. Az bir ömürde, bütün lezzetleriyle ve güzellikleriyle Cennet ancak böyle bir halis niyetle kazanılır. Çünkü niyet ile insan daimî bir şâkir olur, daimî şükredici olur; daimî şükür sevabı kazanır.4

Niyetin mahşerdeki yansımasını Peygamber Efendimizden (asm) dinleyelim:

* “İnsanlar niyetlerine göre diriltilecek ve hesaba çekilecektir.”5

* “İnsanlar niyetlerine göre dirilirler ve haşrolunurlar.”6

* “Kıyamet gününde aleyhinde ilk önce hüküm verilmek üzere, şehit olduğu bilinen bir kimse getirilir. Allah ona olan nimetlerini anlatır. O da mazhar olduğu nimetleri hatırlar. Allah:

Ne amel işledin?” diye sorar. Adam:

Allah’ım, Senin yolunda cihad ettim ve nihayet senin için şehid düştüm.” der. Allah:

Yalan söyledin. Sen cesaretlidir desinler diye savaştın. Senin için öyle de denilmiştir.” buyurur ve ameli kabul görmez.

Sonra ilim öğrenmiş, öğrendiğini başkasına öğretmiş ve Kur’ân okumuş bir kimse getirilir. Allah ona da nimetlerini hatırlatır, o da itiraf eder. Sonra Allah ona:

“Ne amel işledin?” diye sorar. O da:

Allah’ım, Senin rızan için ilim öğrendim. Onu başkalarına öğrettim. Senin için Kur’ân okudum.” der. Allah:

Yalan söyledin. Sen âlim denilmek için ilim öğrendin. Ne güzel okuyor desinler diye Kur’ân okudun. Hakikaten senin hakkında bunlar da söylendi.” buyurur ve amelini kabul etmez.

Sonra Allah’ın kendisine her çeşit maldan bolca verdiği bir kimse getirilir. Allah ona nimetlerini hatırlatır. O da hatırlar. Sonra Allah ona:

“Ne amel işledin?” der. Adam:

Allah’ım, verilmesini istediğin yerlere senin rızan için bolca verdim.” der. Allah:

“Yalan söyledin. Benim için vermedin. Ne cömert bir kimsedir desinler diye verdin. Nitekim hakkında böyle de denilmiştir.” buyurur da amelini kabul etmez.7

Süleyman KÖSMENE

Dipnotlar:

1- Buhârî, 1,50; Müslim, İmâre, 155; Riyâzu’s-Sâlihîn, 1; Câmiü’s-Sağîr, 1/1

2- Mesnevî-i Nûriye, s. 45

3- Câmiü’s-Sağîr,4/3810

4- Mesnevî-i Nûriye, s. 61

5- Câmiü’s-Sağîr, 1436

6- Câmiü’s-Sağîr, 3890

7- Müslim, İmâre, 152

Çocuklarımıza Nasıl Yaklaşmalıyız ?

 Çocuğun aile yaşantısı ile ahlaki yaşantısı arasında çok önemli bir bağ vardır.Çocuklar ilk önceleri ailelerini örnek alırlar.Erkek çocukları için baba, kız çocukları için anne  en büyük idoldür.Onların her yaptığını yapmaya çalışırlar.Bu örnek olma olayını anne ve babalar pek  fark edemez.

    Erkek çocukları babalarının oturuşunu bile örnek alıp babaları gibi oturmaya çalışırlar.Özellikle törelerin baskın bir şekilde etkisini gösterdiği bizim toplumumuzda çok büyük yanlışlıklar yapılmaktadır.Babalar -yanlış ta olsa- kendi doğrularını çocuklarına empoze ettirmeye çalışırlar. Özellikle de kırsalda kesimde erkek çocuklarından beklentiler yaşlarından daha üst düzeyde olmaktadır.Bu durum çocuklar üzerinde çok büyük bir baskı oluşturmaktadır.Şehirde yaşayanlarda da pek farklı değildir.Bu beklentiler belli zamandan sonra çocuğun psikolojisinde çok büyük sıkıntıların yaşanmasına sebep olmaktadır.Çocuklar bu baskılardan dolayı bazen şiddete yönelmektedir.Okul önlerinde çıkan kavgaların çoğu bu yanlış beklentilerin gençler tarafından karşılanma çabasıdır.

       Kız çocuklarında ise durum daha ağırdır.Kız çocuklarında en büyük sıkıntı yine töre baskısıdır.Biraz dozu hesaplanmamış bir şekilde olunca çok olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.Konuyu biraz açmak gerekirse Kız çocukları televizyon dizileri,internet vb. araçlar tarafından empoze edilmeye çalışılan  fakat toplumumuzda olumsuz karşılanan davranışları okulda ve çevrede uygulamaya çalışınca başta en yakın çevresi olmak üzere toplum tarafından büyük tepki görmektedir.Bazen bu tepkiler genç kızları intihara bile sürükleyen sonuçlar doğurmuştur.Yakın zamanda okullarımızda yaşanan intihar olayları aslında bu bahsettiğimiz kültürel baskının sonucudur.

     Biz anne, baba ve eğitimciler olarak çocuklarımızla çok iyi ilişkiler kurmalıyız.Çünkü çocuklarımız bizi örnek alır.Onlara karşı yaklaşımız onlar için önemli bir göstergedir.

Unutmayalım:

Eğer bir çocuk kınanarak yaşarsa suçlamayı öğrenir.

Eğer bir çocuk düşmanca davranışlar

içinde yaşarsa kavga etmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk alay edilerek yaşarsa sıkılganlığı öğrenir.

Eğer bir çocuk utanç içinde yaşarsa

suçluluk duymayı öğrenir.

Eğer bir çocuk hoşgörüyle yaşarsa

sabırlı olmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk teşvik edilerek yaşarsa

güvenmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk değer verilerek yaşarsa

saygı duymayı öğrenir.

Eğer bir çocuk eşitlik ortamında

yaşarsa adaleti öğrenir.

Eğer bir çocuk güven duygusu içinde

yaşarsa inanmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk beğenilerek yaşarsa

kendisinden hoşlanmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk kabul ve dostluk içinde yaşarsa dünyada sevgi aramayı öğrenir.

Eğer bir çocuk düşmanlıklar içinde büyürse

saldırganlığı öğrenir.

Eğer bir çocuk sevgi içinde büyürse güvenmeyi öğrenir.

Çocuk ailenin, aile de toplumun ürünüdür;

çocuk yaşadığını öğrenir.

Sonuç olarak biz ebeveynler çocuklarımıza değer vermeliyiz.Onlardan beklentilerimiz yaşlarına uygun beklentiler olmalıdır.Eğer biz değer vermezsek bu değeri ailenin dışında başka kişilerde  ve başka mekanlarda aramaya başlarlar.Çok geç olmadan çocuklarımıza hak ettikleri değeri verelim ve büyümüşte olsalar onlardan sevgimizi eksik etmeyelim.

Hamit DERMAN

Atilla İlhan: Nur talebeleri bana kitap getirdi!

Yazar Emine Fikriye Beledli, Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan şair, romancı, denemeci, gazeteci ve eleştirmen Atilla İlhan’ın Nur talebeleri vesilesiyle imana gelmiş olabileceğini düşündüğünü söyledi.

Yazar Emine Fikriye Beledli, Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan şair, romancı, denemeci, gazeteci ve eleştirmen Atilla İlhan’ın Nur talebeleri vesilesiyle imana gelmiş olabileceğini düşündüğünü söyledi. Beledli, Atilla İlhan ile arasında çok ilginç bir diyalog geçtiğini belirterek “Onunla ölümünden kısa süre önce görüşmüştük. Hatta Nur talebelerinden bahsetmişti bana. Bana kadar ulaştılar, bana kitaplar getirdiler, demişti Nur talebeleri. Sonra aramızda çok ilginç bir diyalog geçti. Ben orada Atilla İlhan’ın imana gelmiş olduğunu düşünüyorum. Çünkü benimle konuşurken bir konu oldu ve dedi ki; Allah bu konuda bana yardım ediyor, çocuğum. Bu Atilla İlhan için, ateistim diyen bir kişi için imkânsız bir sözdür. Orada Nur talebeleri onun imanına vesile mi oldu, diye düşündüm.” dedi.

Yazarlık hayatım Atilla İlhan’la başladı

Yazar Emine Fikriye Beledli, Moral FM’de Tuğba Akbey İnan’ın sunduğu Mavi Dünya programında Nesil Yayınlarından çıkan ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV) ile annesi Hz. Amine’yi anlatan “Dürr ve Sadef” isimli kitabının hikâyesini ve yazarlık serüvenini anlattı. Beledli, çocukluk hayalinin edebiyat öğretmenliği ve yazarlık olduğunu anlatırken bu süreçte yazar Atilla İlhan ile yollarının nasıl kesiştiğini şöyle anlattı: “Üniversiteyi bitirdiğim dönem Atilla İlhan’ın telefonunu buldum ve ona ulaştım. Aradım. Çok kibar ve sevecen bir insandı. Hemen kabul etti. Yazarlık hayatım Atilla İlhan’la başladı. Yazılarını beğenmezsen söylerim, dedi. Bir hafta sonra yanına gittiğimde bana “şen şairsin” dedi. Hikâyelerin var mı, diye sordu. Ben hikâyelerimi de gösterdiğimde onları da çok beğendi. Sonra Karşı dergisine gönderdim ve orada yayınladı. Sonra yazdım ama dergiye göndermedim. Bir roman yazdım. Bir yayın evine gönderdim onlar yayınlamadı. Dünyevi bir romandı. Nasip burasıymış

Beledli, öğrencilik döneminde tanıştığı Atilla İlhan ile 16 yıl görüştüklerini, şiir ve yazı ve edebiyat konusunda birçok şey öğrendiğini söyledi. Beledli, sözlerine şöyle devam etti: “Ona şiirlerini götürdüğümde isimleri yoktu. Şiirlerin çok güzel ama isimleri yok, dedi. Ben isim koymayı bilmiyorum, dedim. Ne var bunda, dedi. Şiirin içinde bir satırı alırsın başlık yaparsın, dedi. Ve ondan şiirlerime isim bulmayı öğrendim. Şiire hiçbir ekleme ya da çıkarma yapmadan şiirdeki mısraların yerini değiştirerek çok güzel sonuçlar çıkarıyordu. Ben onu da öğrendim. Mısraların yerini değiştirerek bambaşka bir şiir yapıyordu.

Emine Fİkriye Beledli’nin Dürr ve Sadef isimli kitabını 444 24 14’ten isteyebilir ya da internet üzerinden http://www.kitapokusak.com/kitap/durr-ve-sadef-p506341.html alabilirsiniz.

Dursun Kabaktepe

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version