Düşüncemizi, toplumu cepheleştirecek sertlikte ifade etmemiz doğru mu?

Bir Emevi yöneticisi ve kumandanı olan Haccac-ı Zalim, 95 tarihinde kendi kurduğu Vasıt şehrinde 53 yaşında ölünce, Haccac’ın Emevi taraftarları mateme bürünmüş, karşıtları ise ölüm gününü bayram ilan etmişlerdi.

Böylece Irak’ta iki cephe oluşmaya başlıyordu, Haccac taraftarları ile Haccac karşıtları. İşte bu sıralarda Haccac taraftarı bir adam, çevresindeki Haccac karşıtlarına duyuracak sesle şöyle diyordu: – Ya Rab, büyük kumandan Haccac Hazretleri’nin şefaatinden beni mahrum eyleme!.

Bunu duyan Haccac karşıtı bir adam da düşüncesini şöyle dile getiriyordu: – Ya Rab, cehennemliği kesin olan zalim Haccac’a taraftar olmaktan beni muhafaza eyle!

Biri, Haccac’ın şefaati istenecek derecede cennetlik olduğunu iddia ediyor, öteki de onun taraftarı olmaktan Allah’a sığınılacak derecede cehennemlik biri olduğunu ileri sürüyordu. Toplumun cepheleşmesini körükleyen bu tür iddialardan rahatsızlık duyan mutedil insanlar da vardı. Onlar bu aşırı iddia sahiplerine ikazlarını şöyle yaptılar: -İkiniz de büyük veli Hasan Basri Hazretleri’nden Haccac’ın durumunu sorun. Bakalım şefaati istenecek derecede cennetlik biri mi diyecek, yoksa taraftarı olmaktan Allah’a sığınılacak derecede cehennemliğin teki mi olduğunu anlatacak öğrenin. Sonra gelin toplum içinde konuşmanızı ona göre ayarlayın.

Bu ikaz üzerine iki zıt iddia sahibi, tartışa tartışa büyük veli Hasan Basri Hazretleri’ne giderek Haccac hakkındaki iddialarını anlattılar. Hasan Basri Hazretleri, tartıştıkları Haccac’ın durumunu bunlara şöyle anlattı: – Haccac ölürken: “Rabb’im, demiş, halk Senin beni affetmeyeceğini zannediyor, ben ise Senin rahmetinin benim zulmümden çok olduğunu biliyor, affedeceğini ümid ediyorum. Bana halkın su-i zannıyla değil de benim hüsnü zannımla muamele eylemeni diliyorum!”

Böyle bir dua ile ölen Haccac’ın imansız gittiğini, cehennemliğin teki olduğunu iddia etmek dinen mümkün değil. Nitekim bunca zulmün, katlin sorumlusu olan Haccac’ın şefaati istenecek cennetliğin biri olduğunu iddia etmek de mümkün olmayacağı gibi!. Bundan sonra şu tembihte bulunur iddia sahiplerine:

– Unutmayın ki siz, tarafını tuttuğunuzu cennetlik, karşıtı olduğunuzu da cehennemlik ilan etme bilgisine de, hakkına da sahip değilsiniz! Düşüncenizi toplumu germeyecek yumuşaklıkta ifade etmeniz gerekir. Yoksa cepheleştirme fitnesini körüklemiş olma vebalinden kurtulamazsınız bu türlü aşırı iddialarınızla!..

Sakin bir üslupla yapılan bu uyarıyı dinledikten sonra, Haccac’dan şefaat isteyecek derecede cennetlik olduğunu iddia eden taraftar ile, Allah’a sığınılacak derecede cehennemlik biri olduğunu iddia eden aleyhtarı, düşünmeye başlarlar. Taraftarlık öfkesiyle ileri sürdükleri aşırı iddialarının toplumun birliğine zarar vereceğini kabul ederler. ‘Haccac’ın gerçek durumunu Allah bilir, biz taraftarlıkta aşırı gitmişiz.’ diyerek tartışa tartışa gittikleri yoldan bu defa konuşa konuşa döner, tahriksiz, yumuşak konuşma örneği verirler. Hasan Basri Hazretleri de sert iddiadan vazgeçip yumuşak kanaat açıklamaya yönelen iki karşıt insanı takdirle karşılar, ikisine de dua eder.

-Şimdi düşünme sırası bizde. Biz de taraftarı olduklarımızla, karşıtı bulunduklarımız hakkında böyle aşırılıkta ifade ve üslup kullanıyor muyuz? Böyle aşırı iddialarımızla biz de toplumu cepheleştiren tutum ve tavra girmiş oluyoruz muyuz?. Hasan Basri Hazretleri’nin aşırı üslup sahiplerine yaptığı uyarıları bizim için de geçerli mi? Ne demişti büyük veli iki karşıt iddia sahiplerine?

-Siz tarafını tuttuğunuzu cennetlik, karşıtı olduğunuzu da cehennemlik ilan etme bilgisine de, yetkisine de sahip değilsiniz! Toplumu cepheleştirmeyecek yumuşaklıkta ifade edin düşüncelerinizi!..

Doğru mu? Ülkemizde birlik beraberlik için bizim de böyle yumuşak üsluba ihtiyacımız kesin mi? Bir düşünsek mi?

Ahmed Şahin / Zaman

Kitap İlanı

Bu yazı: “Kızıl Meydan’dan Kıbleye Hidayet Hikayesi” başlıklı yazımızın 8. Bölümüdür. Yazının diğer bölümlerine ulaşmak için tıklayınız…

KİTAPLAR hapishanenin kütüphanesindeki masanın üzerine özenle dizildi. Sonra mahkumlara anons yapıldı:

– Dikkat, dikkat! Bediüzzaman Said Nursî’ye ait beklenen kitaplar, hapishanemize gelmiştir. İsteyenler kütüphaneye gelip alabilirler!

Cemalov, mahkumların bu anonsa ilgi duyup geleceğine ihtimal vermiyordu. Ancak kütüphanenin önünde kitap almak için kuyruğa girenleri görünce şaşırdı, gözlerine inanamadı. “Bu nasıl iştir, bunlar peynir ekmek almaya mı geldiler?” diye düşünürken, birden Üstad’ın, “Bir zaman gelecek, hapishane müdürleri bu kitapları, mahpuslara peynir ekmek gibi dağıtacaklar!” sözünün doğruluğunu açıkça görmüştü.

Evet, sırası gelen, her kitaptan birer tane ayırarak kucakladığı gibi koğuşuna koştu. Fakat ilginçtir ki, kuyruk bitmeden kitaplar bitmişti! “Evet, Üstad’ın, ‘Risaleler’deki hakiki teselliye mahpuslar pek çok muhtaçtır’ sözü, ne kadar doğruymuş” diye düşündü.

O gün Nikolay, yeni bir hizmet hedefine ulaşmanın mutluluğunu yaşadı. Cemalov ise ilk defa şahit olduğu olay karşısında şaşkındı. Hatta bunun Risale-i Nur’un hizmet metoduna uyup uymadığından emin değildi. “Nikolay, hizmet prensiplerini pek bilmiyor. Ama ihlâsla yürüdüğü için inşallah bir şey olmaz” diye düşünüp endişelerini hayra yordu.

Hapishaneden ayrıldılar. Nikolay her zamanki gibi onu medreseye bırakıp evine gitti. Fakat Cemalov gece boyu, “Acaba yaptığımız işin sonucu ne olur?” diye düşünmeden kendini alamadı.

Nikolay’ın bir diğer özelliği de takipçiliğiydi. Başladığı işin sonunu getirmeden bırakmazdı. Bu arada Cemalov’un haberi olmadan birkaç kez hapishaneye gidip kitaplarla ilgili gelişmeleri takip etmişti.

Kitapların büyük bir ilgi ile okunduğunu ve mahpuslar üzerinde müspet tesirler bıraktığını öğrendi. Bundan hapishane müdürünün de çok memnun olduğunu haber aldı. Bir gidişinde müdürle de görüşüp istişare etti. Müdür, kitapların mahpuslar üzerindeki olumlu etkisinden son derece memnundu.

Nikolay, isyanla geçmiş yıllarını telafi etmek için devamlı koşturuyordu. Yeni hizmet kanalları arayıp devreye sokuyordu. Müdürle yaptığı bir görüşmesinde Resul Cemalov’dan bahsetti. Rusya’ya bu kitapları yaymak için geldiğini, çok etkili dersler vermesi halinde, eğer mahpuslara ders yaparsa çok daha faydalı olacağını söyledi.

Müdür pratik bir kişiliğe sahipti, yapacağı işe anında karar verir ve onu hemen uygulamaya geçirirdi.

– Hapishanenin sinema salonu ne güne duruyor. Arkadaşını davet edelim çağırırız, mahpusları doldururuz salona, onlara ders yapar, olur biter, deyip Nikolay’dan Cemalov’un telefonunu aldı. Cemalov hâlâ bir şeyden haberdar değildi.

Hapishane Yolu…

Çok geçmeden bir gün Resul Cemalov’un telefonu çaldı.

– Alo siz Ruslan mısınız?

– Evet, buyurun.

– Hapishaneden arıyorum. Müdür bey sizi çağırıyor. Gelirken pasaportunuzu yanınıza almayı da unutmayın!

Cemalov, hapishaneden çağrıldığını duyunca endişelendi.

– Eyvah, tedbirsizce yapılan işin sonucu böyle olacağı belliydi! Pasaportu da istediklerine göre evet, mutlaka bu işte bir iş var, dedi.

Az sonra Nikolay gelişmelerin verdiği keyifle Cemalov’un yanına geldi.

– Ne haber Cemalov, seni hapishaneden aradılar mı? Resul Cemalov, endişeli bir ses tonuyla:

– Evet, maalesef aradılar, gözün aydın olsun, pasaportumu da istediler, deyince Nikolay, Cemalov’un gelişmelerden haberi olmadığını ve endişeye kapıldığını fark etti. Şaka olsun diye rol yapmaya başladı. Hemen ciddi bir tavır aldı ve sesini endişeli bir havaya büründürerek:

– Allah Allah, pasaportunu da mı istediler, dedi.

– Evet, altı yüz tane kitap birden verilir miydi?

Nikolay, Cemalov’un hapishane için çağırıldığına inandığını anlayıp konuşmasını şöyle sürdürdü:

– Şimdi ne olacak?

– Ne olacak, herhalde hapse atacaklar!

– Neyse hemen endişelenme, hele bir gidip bakalım.

Taksiye binip hapishaneye doğru yol aldılar. Fakat yol boyunca Resul Cemalov’un ağzını bıçak açmadı. Nikolay bütün muzipliği ile devam etti:

– Cemalov ne üzülüyorsun, hapiste de hizmet var, orada da hizmet edersin!

– Ya, ne demek, dışarıdaki hizmeti bitirdik de hapis kaldı değil mi?

Nikolay, Resul Cemalov’un kapıldığı endişeye içten içe gülüyordu.

Nihayet hapishanenin kapısına vardılar. Geldiklerini haber alan görevli hemen Cemalov’un pasaportunu alarak müdüre götürdü. Nikolay rolünü ustalıkla oynamaya devam etti:

– Cemalov, ben burada yattığımdan biliyorum. Bak şuradan yemekhaneye gidilir, tuvaletler şu bölümdedir, kantin şu taraftadır. Şimdiden öğrenirsen rahat edersin!

Resul Cemalov çok düşünceliydi:

– Nikolay benimle alay etme, dedi.

Hapishanenin girişindeki bankların üzerinde heyecanlı bir bekleyiş başladı. Adeta saniyeler saat gibi uzuyordu. Cemalov’un endişesi yüzüne yansımaktaydı. Derken memur seslendi.

– Buyurun, sayın Cemalov, müdür sizi bekliyor!

Açılan demir kapıdan genişçe bir bahçeye geçtiler. Hafifçe yağmur çiselemekteydi. Bahçenin ortasındaki parke taşlardan geçerek, yüz metre ötedeki idare binasına vardılar. Dış kapıdan girip sağdaki odanın önüne geldiklerinde memur:

– Buyurun girin, müdür sizi bekliyor, dedi.

Resul Cemalov, açık olan kapıdan içeri girip de pasaportunun müdürün elinde olduğunu ve ona bakıp kâğıda bir şeyler yazdığını görünce, “Tamam, herhalde tevkif yazısını yazıyor!” dedi içinden… İnsan her şeyi içindeki niyete göre görüyordu.

Müdür, kafasını kaldırıp Cemalov’u karşısında görünce:

– Buyurun, Ruslan Cemalov sen misin?

– Evet benim.

Müdür, Resul şen şakrak birine benziyordu. Nikolay, Cemalov’u kendisine öyle tanıtmıştı ki, yerinden kalktı ve kollarını iki yana açarak, “Sen nerdesin kardeşim, gel şöyle!” diyerek onu büyük bir sevgi ile kucakladı, koltuğa oturttu. Cemalov, şaşkındı. Müdür, Resul Cemalov’un şaşkınlığını fark etti.

– Rahat ol Bay Cemalov. Rusya’ya hoş geldin aziz dost! Bize senin gibi birisi lazımdı. Şu faydalı kitapları mahpuslara okuyup ders yapmana hiçbir mani yok!

Resul Cemalov, Nikolay’ın kendisini işlettiğini ancak o zaman anladı. Nikolay da o esnada kıs kıs gülüyordu. O zaman endişesi tümüyle gitti, rahatladı ve Nikolay’ı müdüre fark ettirmeden yavaş bir sesle,

– Seni gidi mafya bozması seni, diyerek şakayla tehdit etti. Sonra müdüre dönerek:

– Demek beni bunun için çağırdınız?

– Evet Bay Cemalov, bunun için, vakit geçirmeden derse başlasak fena olmaz.

Hapishanede Nur Dersi

Resul Cemalov, hapse girmeyi göze alarak geldiği hapishanede ders yapmak için çağırıldığını öğrenince sevinçten ne yapacağını şaşırdı.

Kâbus dolu bir rüyadan uyanmış gibi derin bir nefes aldı ve rahatça koltuğuna yaslandı, ikram edilen kahveyi yudumlamaya başladı. Heyecanlı bir yapıya sahip olan müdür:

– Kardeşim, biz bu kitaplardan daha nasıl istifade edebiliriz, derken, Nikolay, sizin çok güzel dersler yaptığınızı söyledi. Ne dersiniz?

– Estağfurullah, elimden geleni yaparım.

– Tamam, o zaman yarın başlıyoruz. Ben anons eder, mahpusları sinema salonuna toplarım!

Resul Cemalov, anons meselesini duyunca pek hoşlanmadı. Çünkü bugüne kadar böyle alâyişle nümayişle ders yapmamıştı. Hem bu tarz, Risale-i Nur’un ruhuna pek uygun değildi.

– Müdür bey, siz sadece “İsteyen gelsin” diye duyursanız olmaz mı? Hem arzu edenler olursa daha etkili olur, dedi. Müdür, gözlükleri üstünden Cemalov’a bakarak, ümitsiz bir ses tonuyla:

– O zaman kendi aramızda ders yaparız, kimse gelmez, dedi. Cemalov o an daha fazla üstelemedi.

Akşam dershaneye vardıklarında Nikolay:

– Bu çok ciddi bir iş, buna iyi hazırlanmalıyız. Bunların en çok Tabiat Risalesi’ne ihtiyacı var. Tabiat Risalesi’ni esas alacağız, dedi.

Gece geç vakte kadar Tabiat Risalesi’ni paragraf paragraf ele aldılar. Zaman zaman Cemalov’u uyku bastırıyordu. Nikolay:

– Hey, buraya seni uyutmaya getirmedik, diye kendisine takıldı. Bu şekilde Tabiat Risalesi’ni baştan sona okudular. Mahpusların ruh yapısını çok iyi bilen Nikolay bazı paragraflar sonunda durup:

– Burada şöyle bir soru gelebilir. Risale-i Nur’un başka yerindeki izahını yaparsın gibi ifadelerle muhtemel tam sekiz önemli soruya işaret etti. Çalışma bitince sporcuyu maça hazırlayan çalıştırıcı gibi son taktiklerini verdi:

– Ha unuttum söylemeyi. Çok dikkatli olmalısın. Bu, dershane de yaptığın derse benzemez. Sana biri kalkıp soru sorarsa, sen cevabını verene kadar ayakta durur. Cevabı tatminkâr bulursa yerine oturur. Değilse, daha dinlemez, arkasına bakmadan salonu terk edip gider! İş bu kadarla kalsa iyi, ardından onunla birlikte büyük bir kitie de çıkıp gider. İşte o zaman işimiz zorlaşır!

Resul Cemalov içinden, “Yahu biz ders mi yapacağız, yoksa miting mi?” diye geçirdi.

Gece yarısına kadar, yapılacak dersi iyice müzakere ettikten sonra istirahata çekildiler.

Ertesi gün saat 14:00’ten önce hapishaneye vardılar.

Müdür yine kendilerini şen şakrak haliyle karşıladı. Anons vakti geldi. Resul Cemalov yine ısrar etti:

– Müdür Bey, anonsu, “İsteyen gelsin” diye yapsak. Müdür yine:

– Ben yaparım, ama dediğim gibi kendi aramızda ders yapmış oluruz!

– Tamam, siz öyle yapın, gerisine karışmayın…

– Madem ısrar ediyorsun istediğin gibi olsun, deyip mikrofonu eline aldı:

– Dikkat dikkat! Bediüzzaman Said Nursî’nin kitaplarından ders yapmak üzere uzman bir kişi hapishanemizde bulunmaktadır. Saat ikide sinema salonunda bir konferans verecektir. Dinlemek isteyenler, sinema salonuna gelsinler!

Her şeyi emir vererek yapmaya alışmış olan müdürün ağzından “İsteyenler” kelimesi isteksizce dökülüyordu.

devam edecek…

Kardeşliği O’ndan (s.a.v) öğrendik

O’nun sevgisi etrafında toplanacağımız, gönüllerimizi Nûr-i Muhammedî ile aydınlatacığımız, O’nun sevgi pınarından kana kana içeceğimiz kutlu gün… Mevlîd-i Nebî’nin 1441. yıldönümü…

Yedi gün, yirmi dört saat tüm hayatımız boyunca ruhlarımızda O’nun sevgisi, damarlarımızda O’nun heyecanı ağır basacak inşâallah…
Süfyan komitesinin İslâm ümmetini O’ndan uzaklaştırmak için ortaya koyduğu beyhûde çabalar,  habis ruhun kurduğu tuzaklar, semâvî ve Nebevî muhabbetin nuruyla yok olmaya mahkûmdur. O sevgililer sevgilisinin varlık âlemini şereflendirdiği, onurlandırdığı böyle bir günde tüm sevgiler, sevenlerin sevgileri O’na feda olsun gönüller dolusu selam eşliğinde…

O olmasaydı; sevgi nedir, muhabbet nedir, nasıl ve kim adına sevilir, kimler sevilir, bunu nereden bilecektik? O değil mi bize sevgiyi, sevmeyi öğreten? Kinden, nefretten, kıskançlıktan uzak kalmayı öğütleyen?

Anadolu’da anne-babaların çocuklarına, Hz. Peygamber (a.s.m)’in simgesi olduğundan O’nu hatırlattığı için “gül”le başlayıp “gül”le biten isimler vermesi boşuna değil.

Gülderen, Gülistan, Gülbahar, Gülali, Gülseren, Gülşen, Gülendam, Gülnihal, Gülenay, Gülizar ve daha niceleri…

Ayşegül, Fatmagül, Aygül, Nurgül, Nazgül ve diğerleri…

Müslümanlar; Yahudi  ve Hıristiyanlar gib, iPeygamberler arasında ayırım yapmadıkları ve tamamına inanıp sevdikleri için, çocuklarına onların isimlerini seve seve vermişlerdir.

Adem,İdris, Nuh, Şuayıp, Salih,Yakup, Yusuf, İbrahim, İsmail, İshak, Harun, Musa, İsa…

Bu saygı iklimini sahâbe ile birleştirip, bütün insanlığa Asr-ı saâdetin nurlu esintilerini yayan ve kardeşlik/uhuvvet ekseninde birleştiren bir ruh ve şuur halinin yansımasıyla çocuklarına; Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Abbas, Cafer, Haydar, Abdullah, Bilal,  Mus’ab ,Enes, Abdurrahman gibi daha nice mümtaz şahsiyetlerin, Peygamber sevgisinde adetâ tek cisim, tek yürek, tek bilek olmuş; tek bir gaye, tek bir hedef, tek bir istikamet, tek bir amaca kilitlenmiş nice yüreklerin canlı ve diri tutulması adına isimler konulmuş, Resûl-i Ekrem (s.a.v) sevgisi hep diri tutulmaya çalışılmıştır.

Şimdi sıra, O’nu andıktan sonra anlama ve tabi olma hususunda yoğunlaşmaya gelmiştir.

Allah’ı sevmenin O’na ittibadan geçtiğini idrak etmeye ve hayata geçirmeye…

O’nun Sünnet-i Seniyyesini hayatın tüm katmanlarında yaşamaya ve yaşatmaya sıra gelmiştir.

İttihad-ı İslâm’ın tahakkuku ile inşâallah, yer yüzünü barışın/sulhun/selâmetin/sükûnun/huzurun/kardeşliğin sarıp sarmaladığı günler yaklaştıkça; her türlü tağutun, putperestliğin, sanemperestliğin, nefisperestliğin, şehvetperestliğin, menfaatperestliğin müslümanın hayatından tamamen kazınıp silinmesiyle, bütün insanlık rahatlayacak, huzur ikliminde nefes alacak, Karun, Bel’am ve Hamanların tasallutundan biiznillah necat ve halas bulacaktır.

O’nun Sünnetinin ve Şeriat-ı Garrasının dünyaya hâkim olmasıyla; eğitim kurumları Besmele ile açılacak, derse Besmele ile başlanacak, İlimler Allah namına ve mânâ-yı harfi bakışıyla öğrenilecek/öğretilecek, böylece kardeşlik, sevgi bütün renklere, umum ırklara, milletlere, kabilelere, aşiretlere, milletlere hâkim olacaktır.

O eşsiz ve muhteşem insanın anlaşılmasıyla; mazlumlar gülecek, göz yaşları dinecek,zulüm/haksızlık/hukuksuzluk/ayrımcılık/kayırmacılık/ırkçılık/kavmiyetçilik/kafatasçılık fikri ve zihniyeti, bir daha dirilmemek üzere esfele gömülecektir.

Gönüllerde sevinç, ailelerde huzur, toplumda barış olacaktır.

O’nu anlamak mecburiyetindeyiz.

Çünkü; ihtilallerin, işgallerin, intiharların sebebi, O’nu anlamamaktan ve tabi olmamaktan kaynaklanmaktadır. Büyük devletlerin zalim, küçük devletlerin mazlum olmasının sebebi budur.  Aldatmaların, hıyanetlerin, cinayetlerin, hırsızlık ve kapkaç olaylarının, ar ve haya duygularından, güzel ahlaktan mahrum kalışımızın sebebi budur. . Kadınların dövülmesinin, sövülmesinin, taciz ve tecavüze uğramalarının sebebi budur. Aklımızı kaybettik. Aklımız Kur’an’dı, ruhumuz Hz. Muhammed’di (s.a.v). Bugün içine düştüğümüz kaosun, şehirlerimizdeki, Güneydoğu’daki anarşi ve terörün sebebi, Muhammedî ruhtan mahrum kalışımızdandır. Akıl baştan çıkınca insan nasıl deli oluyorsa; Kur’ân hayatımızdan ve dünyadan çıkınca sosyal hayatımız ve dünyamız da  yörüngesinden çıktı. Çünkü Ruh cesetten ayrıldı, akıl baştan gitti.

Çünkü O (a.s.m); Semâvî sadânın, burçlardan/kehkeşanlardan/ galaksilerden tâ atomlara kadar yankılanan güçlü ve rahatlatıcı nefesin varlık âlemine inen izdüşümüdür.

Bediüzzaman’a göre asır hasta, millet hasta, fert hasta. “Hasta bir asrın, hasta bir milletin, hasta bir ferdin reçetesi Kur’an’a uymaktır”

Çünkü bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halâs olmak için, beş esas lâzım ve zarurîdir.

Birincisi: Merhamet.

İkincisi: Hürmet.

Üçüncüsü: Emniyet.

Dördüncüsü: Haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek.

Beşincisi: Serseriliği bırakıp itaat etmektir.

Kardeşlik aşkına Allah’ı dinleyelim, Allah aşkına kardeş olalım!
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın ve birbirinizden ayrılmayın!” (Âl-i İmran 3/103).

İnsanlığın önünde tek bir çare ve seçenek var. O da; Yer kürenin, sema katmanlarının, on  sekiz bin âlemin sakinlerini kardeşlik ahlâkı ve sarsılmaz hukukuyla  dizayn eden İlâhî sırrın taşıyıcısı, uygulayıcısı, ilâncısı ve tebliğcisi sıfatıyla en mükemmel, en zirve, en münâsip, en yapıcı, en güvenilir  vasfıyla başlara tâc, gönüllere ilaç olmuş yüce ve seçkin bir şahsiyet Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e tâbi olmaktır.

İsmail Aksoy

Pendik’te Yeni Bir Nur Fabrikası Açıldı

Eddai vakfının hizmet binasının açılışı, yoğun katılımla gerçekleşti.
Pendik kaynarcadaki , Eddai vakfı hizmet binasının açılışına dün öğlen saatlerinde Kuran-ı Kerim tilavetiyle başlangıç yapıldı.

Açılış oldukça kalabalık geçerken ,katılımcılar arasında Prof. Dr Şener DİLEK, Prof. Dr Ahmet AKGÜNDÜZ ve Prof. Dr Alaaddin BAŞAR ‘ da vardı .

Bediüzzaman Hazretlerinin “Elbette bizlere lazım ve millete elzem, şimdi resmen izin verilen din tedrisatı için hususi dershaneler açılmasına ve izin verilmesine binaen, Nur şakirtleri, mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i Nuriye açmak lâzımdır” sözlerinden yola çıkarak açılan hizmet binasının insanlığın imanının kurtulmasına vesile olmasını istiyor ve hizmet eden kardeşlerimizin muvaffakiyetlerini diliyoruz.

Risale Ajans

Pakistan’da Nursi Enstitüsü Kuruldu

Artuklu Üniversitesi’nde Risale-i Nur ve Said Nursi Enstitüsü kurulmasının haberinin yanında Pakistan’da da aynı doğrultuda bir gelişme yaşandı. Pakistan Nur Talebeleri, “Nursi Enstitüsü”nü Pakistan’da kurdu.

Özellikle Pakistanlı üniversite hocalarının katkı sağladığı enstitü kuruluşunun arından bir üniversitede de “Risale-i Nur Araştırma Merkezi” ve “Said Nursi Kürsüsü” kurulması ile ilgili çalışmaların devam ettiği belirtildi.

Pakistanlı Nur talebelerinden Risale Haber’e gelen müjdeli haber şöyle:

Uzun zamandır hazırlığını yapmış olduğumuz Nursi Institute’nün (Nursi Enstitüsü) açılışı Faisalabad şehrinde Ticaret Odası Konferans salonunda gerçekleştirildi.

Programın hazırlanmasında özellikle Faisalabad’ın en büyük üniversitelerinden olan GC University hocalarının katkıları çok oldu.

Programa birçok şehirden katılımcılar geldi. Bunun yanı sıra Lahore, Minhaj-ul Qur’an, Punjab ve GC Üniversitelerinden profesör ve doktora öğrencileri konuşmacı olarak katıldılar. Katılımın beklediğimizden fazla olması hepimizi çok sevindirdi. Kur’an tilaveti ve Naat-ı şerif ile başlayan bu açılış programında konuşmacı olarak katılan hocalarımızın sunum ve konuşmaları büyük ilgi gördü.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi hakkında çok fazla bilgisi olmayan Pakistanlı kardeşlerimize bu vesileyle Üstadımız ve Risale-i Nur hizmetleri tanıtılmış oldu. Ayrıca bunun bizzat Pakistanlı hocalarımız tarafından yapılmış olması daha güzel bir mana oldu.

Lahore Minhaj-ul Qur’an Üniversitesinden katılan Dr.Ali Akbar Al-Azhari Risale-i Nur’larla nasıl tanıştığını, Üstad Hazretleri’nin en çok azami ihlasından etkilendiğini ve Pakistan’da ulusal bir gazete olan Nawai Waqt gazetesinde köşe yazısı olduğunu ve burada devamlı Üstad Bediüzzaman hakkında yazdığını ve bunun dışında farklı çalışmaları da bulunduğuna değindi.

Lahore Üniversitesi’nden katılan Prof. Dr. Muhammed Abdullah hocamız da o güzel hitabetiyle kısaca Üstad Hazretleri’ne ve risalelere değindikten sonra 2010 yılında Adalet Sempozyumu dolayısıyla Türkiye’ye geldiğinde yaşamış olduğu güzel anılarını bizimle paylaştı. Türklerin Pakistan’a olan muhabbetinin geçmişe dayandığını ve bunun hala devam ettiğini anlattı. Özellikle Türkiye ziyaretindeki yağmurlu bir günde kendisinin Pakistanlı olduğunu öğrenen bir Türk kardeşimizin şemsiyesini ona vermesi onu çok duygulandırmış. Bu dostluğun kardeşlikten öte olduğunu anlatarak konuşmasını noktaladı.

Programın sonunda konuşmacılara ve özel konuklarımıza plaketleri verildikten sonra yemeğe geçildi. Katılımın yoğun olduğu programımız medyada geniş yer aldı. 14 ayrı yerel ve ulusal gazetede Nursi Enstitü açılışına yer verildi. Bu programın daha güzel hizmetlere vesile olacağını umuyor ve Rabbi Rahimden niyaz ediyoruz.

Nursi Enstitütü’müz Pakistan’da özellikle Risale-i Nur ve Said Nursi Hazretleri hakkında yapılması planlanan akademik çalışmalar için her türlü teknik desteği sağlayacaktır. Hali hazırda Minhaj-ul Qur’an University’den iki ve GC University’den 6 öğrenci ile başladığımız doktora çalışmalarının artmasını umuyoruz. Yine GC University’de bir “Risale-i Nur Araştırma Merkezi” ve bununla beraber aynı üniversite bünyesinde “Said Nursi Kürsüsü” kurulması ile ilgili çalışmalarımız devam etmektedir.

Faisalabad şehrinden başlamak üzere Pakistan’da bulunan üniversitelere ve büyük okullara ve hapishanelere kütüphaneler oluşturulması ve bu vesile ile Risale-i Nur’lardan taksim edilmesi, sempozyumlar düzenlenmesi ve Risale-i Nur’ları tanıtıcı programlar yapılması hedeflenmektedir.

Faisalabad şehrinde Üstad Hazretleri’nin Risale-i Nur’larda bahsetmiş olduğu Medreset-üz Zehra manasında bir külliye projemiz bulunmaktadır. Bu hususta Pakistan yetkilileri ile görüşmelerimiz devam etmektedir.

Diğer önemli bir husus Pakistan’ın eğitiminde önemli bir yeri olan medrese ve cemaatlar ile çalışmalarımız devam etmektedir. Cemaatlar arasındaki uhuvvetin, muhabbetin, samimiyetin ve de ittihadın oluşturulması için çalışmalar yapılacaktır.

Ve son olarak bu program için Türkiye’den bizlere maddi manevi her konuda destek olan başta Çare Yardımlaşma ve Kalkınma Derneği’ne, işadamlarımıza ve tüm kardeşlerimize teşekkür ediyoruz.

Risale Haber

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version