Lübnan Notları

İstanbul-Beyrut arası normal hava şartlarında bir saat yirmi dakika sürüyor.

Yabancı dil bilmemenin kıymetini uçaktan iner inmez anlıyoruz. Ufak bir sıkıntı halinde bile kendimizi ifade edemiyoruz. Beyrut hava limanında böyle bir sıkıntı yaşadık ama Cenab-ı Hakkın inayeti yetişti. Türkçe bilen birisinin yardımıyla işlerimizi hallettik.

Dershane Lübnan’ın merkezinde sayılabilecek bir yerde bulunuyor. Dershanenin tefrişatı ise orta düzeyde şükürler olsun ciddi bir eksiğimiz yok. Dershanenin bulunduğu apartmanın görevlisi Mardin Midyatlı ve aslen Arap olan bir vatandaşımız. Arapçası ve Türkçesi çok güzel olduğu için dershanedeki kardeşlere bu noktada çok yardımı dokunuyor. Hizmeti de Cenab-ı Hakkın inayetiyle sahiplenmiş ve omzuna yüklemiş durumda ki böyle ağabeylerimizin sayısının Lübnan’da artmasını Cenab-ı Haktan niyaz ederiz.

Dershanenin etrafındaki Arapların gözü hep bizim üstümüzde oluyor. Dışarıya çıktığımızda bakışlarıyla da bunu bize belli ediyorlar. Fotoğraf makinesiyle bir görüntü almak istediğimiz zaman ki biraz fazla vakit geçirirsek müdahale edenler çıkıyor. Burada yaşayanlar fotoğraf makinesi görünce çok tedirgin oluyorlar.

Türkiye’den geldiğimizi duyan insanlar bizlere sıcak davranıyorlar. Tanıştığımız insanlar sürekli “Ehlen ve Sehlen” cümlesini tekrar ediyorlar. Konuşma esnasında en az üç defa bu cümleyi tekrarlıyorlar.

Bazı işyerlerinde Türk bayrağı asılı duruyor. Sorduğumuz zaman, Türkiye ile herhangi bir bağlantılarının olmadığı sadece duyulan muhabbetten ötürü astıklarını öğreniyoruz. Özellikle Türkiye-İsrail ilişkilerinin son dönemdeki sıkıntılı halinden dolayı Lübnan insanlarının Türkiye’ye muhabbeti artmış. İsrail’e karşı 2006 senesindeki sıkıntıdan sonra düşmanlık had safhaya ulaşmış.

Beyrut’ta gezerken Arap kentinden çok Avrupa kentinde geziyor gibi oluyoruz. Beyrut bize Antalya’yı anımsattı. Maalesef sefahat yaygın, özellikle gençlerdeki hal Risale-i Nur hizmetine ne kadar ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Duyduğumuz kadarıyla Beyrut Arap cenneti olarak biliniyormuş. Kıyılar tamamen turistik tesislerle dolu özellikle Beyrut-Saida arasında turizme yönelik tesisler çok var.

Beyrut’ta gündüz günlük 3 saat elektrik kesintisi yapılıyor.

Beyrut merkezde arsa bulmak kolay olmadığı için çok katlı camiler yaygın. (4-6 katlı)

Beyrut’taki iç savaştan (1975/1991) sonra Hristiyanlar genellikle şehrin kuzey tarafına Müslümanlar merkeze yakın Dürziler ise güney tarafına daha fazla yerleşmişler. Fakat şu anda yine iç içe yaşamaya başlamış gibiler. Sefahat fazla olduğundan kimin Müslüman kimin Hristiyan olduğu belli olmuyor.

Beyrut yaşam standardı olarak pahalı bir yer Türkiye ile karşılaştırdığımız zaman birkaç şey dışında (benzin ve mazot gibi şeyler) çoğu şeyin pahalı olduğunu müşahede etmekteyiz.

Lübnan’da Şiilere İran’ın, Hristiyanlara Avrupa’nın, Sünnilere Suudi Arabistan’ın sahip çıktığına inanılıyor.

Lübnan o kadar kozmopolitik bir yer ki her dinden ve o dininde her mezhebinden insan var. Buranın bu halinden dolayı Lübnan’a hususan Beyrut’a “Küçük Dünya” diyorlar.

Lübnan’da Molla Zahid Efendi adında mübarek bir zat yıllar öncesinden Külliyatı Arapçaya tercüme etmiş fakat dilinin ağır olduğunu söylediler. Molla Zahir Efendi’nin 5 tane varisi varmış. Onlardan sadece birisiyle ciddi bir irtibat var. Kendisi Saida şehrinde yaşıyor ve Mescid-i Şüheda’nın imamı. Külliyatı 3 defa bitirdiğini öğrendik, çok şevkli ve manevi ağırlığı hissedilen birisi. Mescid-i Şüheda’da haftada iki defa Risale-i Nur dersleri yapılıyor. İmam akşam ve yatsı arasında cemaatten 15-20 kişiye ders yapıyor.

Yazın Lübnan’da Sempozyum yapılması düşünülüyor. Bir Profesörün sempozyum için ciddi manada teşvikleri var. Bir ay içinde sempozyum yapılıp yapılmaması meselesi netlik kazanacak.

Lübnan Nur Talebeleri 

www.NurNet.Org

Kim Dost? Kim Düşman?

Allah, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle açıklar: “Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş olur. Ancak onlardan sakınma haliniz müstesnadır. Allah size kendisinden korkmanızı emrediyor. Nihayet dönüş Allah’adır.” (Âli İmrân, 3/28)

Din düşmanlarını sevmek ve onlara dost olmak, hiçbir mümine yakışmaz, zaten onlar da müminleri sevmezler ve dost olmazlar. Zira Kuran-ı Kerim’de Cenab-ı Allah (c.c.): “Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş (dost) edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size ayetleri açıkladık.” (Âli İmrân:118)

Başka bir Ayeti Kerimede de: “Kâfirler de birbirlerinin velileridir. (dostlarıdır) Eğer siz bunların gereğini yapmazsanız yeryüzünde bir karışıklık ve büyük bir bozulma olur.” (El-Enfâl:73) buyurmaktadır.

Dostluklar ancak Allah (c.c.) içindir. Allah rızası için ve hiçbir menfaat beklemeksizin olursa devamlı olur. Bir müminin bütün müminlere dostluk göstermesi sünnettir. Müminlerin birbirini sevmesi ve birlikte hareket etmeleri mecburidir. Cemaat, Allah’ın rahmet ve bereketine, rızasına, af ve mağfiretine, iki dünya mutluluğuna sebep olur. Ayrılık ise, Allah’ın azabını, çağrıştırır.

Kim ki bir insanı makam, rütbe, zenginlik, güzellik, şan ve şöhret için seviyorsa, bu sevgi çıkar amaçlıdır. Yapılanlar Allah rızası için olmayınca mutlaka bir çıkar içindir ve bu, insanı kötülüklere sürükler.

Hz. Peygamber (s.a.s.): “Zengine zenginliği için saygı duyan kimsenin dininin üçte biri gider” buyurmuştur.

Bir Müslüman, kimle dostluk kurabilir, kime dost olabilir? Hakikaten bu benim dostumdur diye kim veya kimleri tercih edebilir? Kuran-ı Kerim, bu konuya açıklık getirmektedir. Hakiki dostun Allah olduğunu ve bu dostluğun çerçevesini kesin olarak belirlemiştir. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle tanımlanmıştır: “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar.” (Et-Tevbe:71) Dostluk, ancak Allah içindir. İslâm dışı bir gaye için dostluk kurulmaz.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyururlar: “Amellerin en faziletlisi, sevdiğini Allah (c.c.) için sevmek, sevmediğine de Allah (c.c.) için düşman olmaktır.”

Bilindiği üzere insanoğlu, dünyaya ağlayarak geliyor ve beşikle tabut arasındaki upuzun bir yolculuk onu beklemektedir. Bu yolculuk her ne kadar uzun gibi görünse de aslında çok kısacık bir ömürden ibarettir. İşte insan kendisine takdir edilen bu kısacık ömrünü doldurup kabir denilen amel çukuruna girerken eğer gülebiliyorsa ve geride kalanları ardından ağlıyorlarsa asıl o zaman mutludur.

O halde asıl maksat, dünyaya gelirken değil giderken gülebilmektir. Buna layık olabilmek için de hayatımız müddetince Hak yoldan ayrılmamak mecburiyetindeyiz. İşte bu mecburiyet şuuru ile Müslümanların dikkat edecekleri en önemli hususlardan biri, dostunu – düşmanını gayet iyi tanımaları, dostlarına karşı sevgi ve muhabbet göstermeleri, düşmanlarına karşı da daima tedbirli olmalarıdır.
Şimdi düşünelim, bakalım kim dost, kim düşman?

İSLAMA GÖRE MÜSLÜMANIN DOSTU:

Allah’tır,
Rasulullah’tır,
Kitabullah’tır,
Beytullah’tır,
Sünnet-i Rasulullah’tır,
Ashab-ı Habibullah’tır,
İmandır,
Ameldir,
Ahlaktır,
Doğruluktur,
İyiliktir,
Hayırdır,
Haktır,
Hakikattir,
Şefkattir,
Merhamettir,
Fazilettir,
Adalettir,
Camidir,
Cemaattir,
İlimdir,
Çalışmaktır,
Helal Kazançtır,
Edeptir,
Hayâdır,
Temizliktir,
Ahde vefadır,
Kendi Din Kardeşidir.
MÜSLÜMANIN DÜŞMANLARINI DA ŞÖYLE SIRALAYABİLİRİZ:

Allah’ın emirlerine karşı gelendir,
Rasulullah’ı sevmeyendir,
Kitabullah’ı saymayandır,
Ashab-ı Habibullah’ı tanımayandır,
Veliyullah’ı görmeyendir,
Hak ve Hakikati duymayandır,
İmansızlıktır,
Amelsizliktir,
Ahlaksızlıktır,
Yalancılıktır,
Kötülüktür,
İftiracılıktır,
Vicdansızlıktır,
İnsafsızlıktır,
Merhametsizliktir,
Adaletsizliktir,
Cami ve Cemaatten uzaklaşmaktır,
Cehalettir,
Hıyanettir,
Tembelliktir,
Haram Kazançtır,
Edepsizliktir,
Hayâsızlıktır,
Ahde Vefasızlıktır,
Din Kardeşini Sevmeyenlerdir,
Gıybettir,
Dedikoduculuktur,
Şeytandır,
Fitneciliktir,
Fesatçılıktır,
Faizciliktir,
Tefeciliktir.

O halde Dostlarım! Dostlarımızı ve düşmanlarımızı iyi bilelim. Her zaman pusuda bekleyen düşmanlarımıza karşı tedbirli olalım. Allah (c.c.)’nün dininden ve Rasulullah(s.a.v.)’ın sünnetinden uzak yaşamayalım. Unutmayalım ki: “ALLAH (C.C.), DOSTLARIYLA BERABERDİR” Vesselam…

Ahmet Tanyeri – Diyarbakır

www.NurNet.org

Re-Awakening

When my colleague asked me to join the Risale-i Nur Institute Philippines’ 12th Young Women Making A Difference Summer Camp, I refused though indirectly. Except for her, I didnt know any of the participants and I have had unpleasant experiences with “Muslims” in the past. On second thought, I decided to give it a chance- and I am grateful I did.

On the orientation night, to introduce ourselves, we were asked “If you had only one month to live and only 5 things to do, what would those be?” Immediately, I felt the certainty of hell and paradise. Though I have reverted to Islam a few years back, my faith had gone really low to the point of doubting the existence of paradise and hell, but that question exactly jolted me back to the reality of death and the hereafter, that I felt fear of hell enter my heart and helped me prioritize my life.

Through the first lecture and sharing session, the visit to the orphanage and on the way to the Al-baraqah Center in Malaybalay, Bukidnon, I stayed aloof from the processes, but I could see how the other sisters who were strangers to me just a day before were very easy to be with and that they cared for all of us. Suddenly I wanted to be one of them, never to separate from them, they who are nearer to Allah (SWT) and definitely better than me.

The lectures and workshops and discussions about the names of Allah and the proofs of His unity, brought me to a deep state of reflection such that on the nature trek on the 6th day, all I see with every leaf, tree is how great Allah is! How all His creations are perfect, how All-Powerful He is to administer all of the universe, how each tiny and great thing is under His Dominion! It was fun trying to read the names of Allah in the tall trees and high falls. We understand that they are worshipping Allah by submitting to His will and by being mirrors to His Names.

In our visit to the Mormon Church and the Transfiguration Monastery, I didnt feel any animosity from them. There are so many common things between our beliefs, and even in some aspects like cleanliness and industry they practice these values better than we do. We enjoyed the sisterhood of the only Catholic participant even though she was able to join us only ın the last 3 days; and she too was amazed by how Muslims praise God, she even wore the veil during camp; and I saw the happiness in her eyes as she shared stories and kitchen duties with us. If only those of different religions work together, we will achieve paramount success in proving the existence of God, and in applying our common belief that all humans are created to serve and worship God.

Throughout the activities and interaction in the camp, I was able to reflect on my every action and my character. I learned to control my emotions, for I am impatient, I want everything to happen in the snap of a finger. Also, I got to admit that the only one to be blamed for my lack of faith was nobody but me. I used to blame Allah for my own failures and weaknesses, may He forgive me!

My family usually tells me I am good for nothing, but through the the Purpose of Life Workshop, I learned that every creation of Allah has a purpose, even the things that annoy me, like the fly and the cockroach, are actually microbe absorbers. And me? My purpose is to know and serve my Creator. Even if no one finds me important in this world, I now know that the King of the Universe put the value of the universe in me. He has endowed me with special abilities and emotions that I can utilize to serve Him. I cannot and I do not have to please everyone, I just have to please God. And I am happy that I found the group that made a difference in my life and will help me make a difference in others’ lives.

By Johara Evangelista de Los Reyes

nurnetwork.org

Yazının türkçesi için tıklayın

Madem Dünyevî Dostlar ve Rütbeler Kabir Kapısına Kadardır

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Ya Rabbî,” dedi (Musa), genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını. Ta ki anlasınlar sözümü!

[Tâ Hâ Suresi 20,25-28]

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Urs İbnu Amire el-Kindi Radiyallahu Anh anlatıyor:

Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Vessellem buyurdular ki:

Yeryüzünde bir kötülük işlendiği vakit, ona şahit olan bunu takbih ederse (kötü olduğunun teyid ederse), o kötülüğü görmemiş gibi zararından kurtulur. O kötülüğe şahit olmadığı halde, işittiği zaman memnun kalan kimse, sanki şahit olmuş gibi manen zarar görür.

(Ebu Davud, Melahim 17)

.…….

Risale-i Nur’dan;

Madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.

Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin…

(16. Mektup’tan)

…….

Cevşen’den ;

50.
Ey gören ve görünmeyen,
Ey yaratan ve yaratılmayan,
Ey hidayet edip de hidayete muhtaç olmayan
Ey hayat verip de kendisi hayat verilmeye muhtaç olmayan,
Ey sorgulayan fakat (başkaları tarafından) sorgulanmayan,
Ey (her şeyi) doyuran, fakat kendisi doyurulmakta münezzeh olan,
Ey başkalarını (rahmetine) sığındıran, fakat sığındırılmaya muhtaç olmayan,
Ey (her şey hakkında) karar veren, fakat kendisi hakkında karar verilmeyen,
Ey herkese hüküm süren, fakat (asla) başkalarının hakimiyeti altına girmeyen,
Ey doğurmayan ve doğmayan ve asla eşi, dengi bulunmayan!
Münezzehsin sen,

Ey kendisinden başka bir ilah olmayan…
Kurtar bizi ateşten ey Rabb’im!

www.NurNet.Org

Şanlı Şehidimizin Ardından – Bir Hayalim Var!!

11 Mayıs 2010’da hizmet-i Nuriye için gittiği Filipinler’de uğradığı silahlı saldırı sonucu Rahmet-i Rahman’a kavuşan aziz şehid abimiz hafız Cevdet Baybara’nın hatırasına ithafen aşağıdaki yazısını takdim ediyoruz. Yazıyı okuyunca aziz ağabeyimizin ruhumuza hayat veren hizmet-i nuriyeye ait teşvikleri ile ne kadar intibaha geldiğinizi kendiniz görecek, hakiki Nur talebesinin ölümü de hayatı gibi şu kainatı nura boyamaya vesiledir, “şehitler ölmez” hakikatine kanaat getireceksiniz. İnşallah ağabeyimizin ruhunda in’ikas eden Üstadımıza bir adım daha yaklaşacaksınız..

Şanlı, kararlı, ideallerine kilitlenerek yaşanmış, Nurla yıkanmış 33 yıllık hizmet-i Kur’aniye ile geçen ömrünü Rabbimize arz ederken kendisine rahmet, yakınlarına sabr-ı cemil duası ile “Ya Rabbi! Bizleri hakiki Nur talebesi eyle, iman ve Kur’an davasında hasbi, ciddi, fedakarane, bir ömür nasip eyle. Şehadet ile hüsn-ü hatimeye mazhar olup, Üstadımız ve merhum ağabeyimizin mekanına, Cennet-ül Firdevsine bizleri de dahil eyle.  Amin” diyoruz.

Merhumun Mektubu :

Bir Hayalim Var!!!

Martin Luther King’in meşhur “Bir hayalim var” sözü var bilirsiniz… Bu cümle bana bir şeyler hatırlatıyor, sizlerle paylaşacağım. Yanlışlarımı “Huz Ma Safa” denizine atın. Doğrulara mukabil de dua edin..

Hepimizin bir hayali olmalı.. Hepimizin bir ideali.. Nerdeydik, Nerdeyiz, Nerde olmalıyız, Nerde olacağız inşallah? sualleri ile nefsimizi sürekli tasdi’ etmemiz, sorgulamamız gerekir.

Bu hepimiz için geçerli..

Disiplinli bir hayat… Ferasetli bir nazar.. Dikkatli bir yürüyüş.. ve sürekli istikbale matuf büyük düşünen bir kafa.. İmkanlar el vermez hiçbir zaman.. imkanların olmasını beklemek, imkansızlıkta boğulmaktan başka bir şey değildir. İmkanlar zorlanır; kader, gayretine dua hullesi biçer de, Lutf-u Rabbani sana hususi iltifatta bulunur.. Evet “Bir hayalim var” sözü, fena ve fani bir adamın da olsa, bir hakikatin ifadesi..

Bendeniz bir zaman, bir ticari firmanın giriş duvarında kocaman harflerle şu sözleri okumuştum: “ZOR’U HEMEN BAŞARIRIZ, İMKANSIZ BİRAZ VAKTİMİZİ ALIR…

Bu hatıramı çoğunuz benden duymuşsunuzdur. Bu sabah, Cagayan dershanesinden hislerimi sizinle biraz paylaşmak istedim.

15 yaşında, Şeyh Fethullah’a “Bediuzzaman” lakabını taktırmak (itirafında bulunmak) zorunda bıraktıran…Daha 20 yaşlarındayken, önce Bitlis valisi Ömer Paşa, sonra Van’da İşkodralı Tahir Paşa konağında yıllarca misafir kalan.. 31 yaşında İstanbul’a gidince, soluğu Yıldız sarayında alıp, ille de Sultan’la görüşmek istiyorum diye Mabeyn’de arbede çıkarabilen.. Başında sarıklı kalpak, omuzunda şal-şepik, belinde sırmalı kama, ayağında boyalı çizme ile Ferahpaşa tiyatrosunda Mizancı Murad bey’i 2 cümle ile susturan.. Ayasofya’da 10.000 kişiye hitaben gür sesiyle “kabr-i kalb’ten hakaik çıplak çıktı, na-mahrem olanlar nazar etmesin” diye haykırıp, sözünün gideceği yere mesajını gönderdikten sonra, talebesi Molla Suleyman’a hiçbir şey olmamış gibi, “bugün seni ibret için sinemaya goötüreceğim” diye omuzuna girip, sadece 2 kişi Çayhane’den aşağı yürüyerek inen...

Kah Dersaadet’te Zabtiye nazırı ile Bakırkoy sahilinde, kah Batum’da Rus polisi ile Şeyh San’an tepesinde, kah şarkta aşiret reislerinin postlarının dibinde, kah Şam’da Emevi camiinde yüzlerce alimin karşısında minberde.. kah Sultan Reşad’la Kosova treninde 2 kimya muallimi ile münazarada, kah 19.000 altın lira tahsisatın 1000 altınını nakid koparıp, soluğu Artemit’te üniversite temeli atmakta cevelan eden… 40 yaşında Milis Albayı sıfatıyla harbe girdiğinde, Muş’tan 30 topu kurtarıp Bitlis’i boşalttırdıktan sonra, düştüğü su arkında ayağı kırılınca 33 saat buz gibi suda sabırla bekleyip, saati gelince Ruslara teslim olan.. Kosturma’da Volga kenarındaki camide kalırken, Komutan’a ayağa kalkmamasından ötürü, kendisini hayretle pencerelerden seyr etmek için gelen 7-8 yaşlarındaki Tatar kızlarından yüzünü saklayan..

İstanbul’da Padişah fermanı ile Dar-ül Hikmetül-İslamiye azası seçilmişken, Çamlıca Yusuf Izzettin Paşa köşkünü terk edip Yuşa tepesinde bir odacıkta halvete girdiği esnada, Sadrazam (başbakan) Said Halim Paşa’nın: ‘Yalısı ile birlikte kocaman bir orman arazisinin Medresetuz-Zehra için hibe teklifi’ne karşı: “Beni Dünyaya çağırma, Ona geldim, Fena Gördüm” diye cevab veren…

Ankara’da Meclis’teki meşhur zatı namaz kılmadığı için hain ilan ettikten sonra, Karacaoğlan yokuşu başındaki Yenigün matbaasının sahibi Yunus Nadi ile hararetli tartışmaların akabinde, dehşetli bir zındıka fikrinin neşv u nema bulacağını hissetmesine mukabil, Zeyl-üz-Zeyl’i yine bu matbaada bastıran..  Van’a gidip, ayaklarını mezar taşı addettiği Van kalesinden aşağıya sarkıtıp; istikbale, 300 seneden sonraki yüksek asrın arkasında oturan bizlere hitab eden.. Burdur’da Vali’nin Feyzi Paşa’ya yaptığı şikayete mukabil: “Ona hürmet ediniz” cümlesini dedirtip, belki de necatına vesile olacak bir sözü ona dedirten..

Barla’da Şamlı talebesinin kasketini asabilmesi için kapı önündeki tahtaya çivi çaktıran.. Kağıdın olmadığı, yazının yasak olduğu bir devrede 600.000 nüsha el yazısı kopyayı Anadolu’nun dört bir tarafına neşr eden.. Isparta’ya gideceği senede 9 dişini birden kaybederken, 120 talebesi ile hayvan vagonlarında taşındığı Eskişehir’deki mahkemede idamla yargılanmaya ve dişsiz mübarek ağzıyla savunmaya hazırlanan.. Kastamonu’da 3 ay kaldığı karakol hayatını, nezaketin en ulvisi ile, yıllar sonra “beni karakolda misafir ettiler” cümlesiyle yad eden… İrtibat vesilelerinin büsbütün yasaklandığı anlarda, Nur Postacıları adıyla sivil posta ağı kurarak, teknoloji ve imkansızlıklara meydan okuyan… Denizli’ye giderken yolda talebesi Ziya ile Ankara’ya kadar gelirken, arkada kalan İnebolu hapishanesindeki talebelerine “Vasbir li-hukmi Rabbik” ayetinin işaretine mazhar olduklarını ifade eden bir pusula göndererek teselliyi her tarafa neşr eden..

Afyon’da dayanamayıp, “Üstadım! Ahirette 2 elim yakanda olacak..” diye haykıran talebesine hiç hiddetlenmeyip, şefkatle bağrına bastıktan sonra, yıllarca ona dua eden… Emirdağı’nda, sarhoş ev sahibine namaz kılmasını telkin ederek, onu hem içkiden kurtaran, hem namaza başlamasına vesile olan.. Isparta’da Pakistan Milli Eğitim Bakan yardımcısı Ali Ekber Şah ile saatlerce en beliğ Arapça ve Farsça üslub ile muhatab olan.. İstanbul’da Rum Fener Ortodoks Patriğini ziyaret ederek, küfr-ü mutlak’a karşı, beraber çalışılmasını telkin eden… Vefatından evvel, hem Menderes, hem Celal Bayar, hem CHP genel sekreteri Hilmi Uran’a yazdığı mektuplarla onlara istikamet hattını gösteren.. Bağdat Paktı’nı, Cemiyet-i Akvam’i, komünizme karşı hür dünyayı destekleyen..

Eserlerini Vatikan’a, Kore-Japonya, Suriye – Mısır – Irak – Arabistan, Yunanistan – ABD – Finlandiya gibi merkezlere bizzat gönderten..

Ve vefat ettiğinde terekesi olarak 50 lirayı geçmeyecek bir tereke bırakarak, asli hayata intikal eden..

BU KAHRAMAN BEDİUZZAMAN’IN TALEBELERİ BİZLER MİYİZ?

Herkes kendisine sorabilir..

Ben kendime soruyorum… Ve kendim, böyle bir Zat’a nisbet edilmekten, yani Nur Talebesi diye yad edilmekten şu halimle hicab ediyorum.

Şahsım olarak söylüyorum, Azmimi yenilemeli.. Gayretimi gözden geçirmeli.. fedakarlığıma yeniden nazar etmeli.. Ve neler yapmam gerektiğine dair yeniden bir silkinmem gerektiği kanaatine varmış oldum…

Hislerimi paylaştım.. Yanlışlarım varsa bana geri gönderiniz.. Kusuruma da bakmayınız..

Ama evet, “Bir hayalim var” …  Her zaman için..   ve her yerde…

Ve çok iyi biliyorum ki, hayallere ulaşmanın yolu, hayaller değil, realiter gayretlerdir.

Selam ve dua ile..


Cevdet Baybara (R.A)

Cagayan De Oro / Philippines (www.nurnetwork.org)

Ruhuna Fatihalar..

 

 

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version