Ezber Bozan Kelimeler

Risâle-i Nûr’da öyle ifâde ve kavramlar vardır ki, sosyal hayatta kullandığımız zaman sanki yanlış kullanılmış gibi algılanmaktadır. Hatta bu ifâdeleri ilk duyanlar şaşkınlıklarını gizleyemiyor, hatalı kelime ve cümle kullandığımızı imâ eder bir duruş ve söz ile karşılık veriyorlar.

Meselâ, “Onların şu edepli muâmele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden…”1, “Onda dahi hayır görmediğim için ön tarafıma, ileriye nazarımı gönderdim”2, “Gördüm ki, ben ihtiyarlandım, gündüz de ihtiyarlanmış, sene de ihtiyarlanmış, dünya da ihtiyarlanmış”3 gibi cümlelerde geçen ”hoşuna geldiğinden”, “ileriye nazarımı gönderdim” ve “ihtiyarlandım, ihtiyarlanmış” kelimeleri bu mânâda kavramlardır.

Meselâ “hoşuna geldiğinden” kavram ve ifâdesi sosyal hayatta “hoşuna geldiğinden” değil de “hoşuna gittiğinden” olarak kullanılıyor. Hakîkaten bizler de bu cümledeki ifâdeye kadar hiç başka türlü düşünmemiş ve herkesin kullandığı gibi “hoşuna gittiğinden” olarak bu ifâdeyi kullanıyorduk. Ancak On Birinci Söz’de Üstad Bedîüzzamân Saîd Nursî Hazretleri yine ezberimizi bozarak, bizim ünsiyet ettiğimiz ve yıllarca “hoşuna gittiğinden” olarak kullana geldiğimiz bu ifâdeyi “hoşuna geldiğinden” şekliyle söyleyerek, bizlere çok ince ve dakîk dersler veriyor.

Acaba bu ifâdenin “hoşuna geldiğinden” olarak kullanılmasının altında ne yatıyor olabilir? Mutlaka bunda bir hikmet ve maslahat olmalıydı diye düşündük. Bu kavramın böyle söylenmesi boşuna olmamalıydı. Muhakkak farklı bir ciheti, ayrı bir mânâsı ve değişik bir tefekkür dersi olmalıydı. O halde bu ifâdeye mânâ-i harfî olarak yoğunlaşıp, farklı bakış açısı ile yeni tefekkür damlaları süzüp, değişik pencerelerden bakmalıydık. Çünkü asrın Bedîîsi lisânda ve Edebiyât’ta da mükemmel terkipler ve uslûplar kullanmakta, okuyanları ve dinleyenleri hayrette bırakacak bir dil kullanmaktaydı.

“Onların şu edepli muâmele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden” cümlesi On Birinci Söz’de saraya giren birinci gürûh insanların edepli muâmele ve vaziyetleri için kullanılıyor. Bu hâl padişahın “hoşuna geliyor”. Çünkü “edepli muâmele ve vaziyetler” hoş olan, sevimli ve memnun olunan davranışlardır. Hoş olan ve memnun olunan davranışlar uzaklaşmayı çağrıştıran “gittiğinden” kelimesi ile değil yakınlaşmayı ifâde eden “geldiğinden” kelimesi ile anlatılmıştır. Böylece sosyal hayatta kolayca “hoşuna gittiğinden” şeklinde kullanılabilen kelimeyi, Bedîüzzamân Hazretleri “hoşuna geldiğinden” şeklinde ifâde ederek tam olarak cümlenin mânâsına uygun kavramı kullanıyor. Hakîkaten hoş olan uzaklaşmaz, yaklaşır. Böylece Risâle-i Nûrlar’da kullanılan kelimelerin, ne kadar ma’nîdâr oldukları da aralanmış ve anlaşılmış olmaktadır. Risâle-i Nûr satırları içersinde böyle çok kelime ve kavramlar vardır.

Yine meselâ; “Onda dahi hayır görmediğim için ön tarafıma, ileriye nazarımı gönderdim” cümlesindeki “nazar göndermek” tabirini de incelemek gerekir. Nazar; bakmak, bakış mânâlarını taşıyor. Hakîkaten kelimeler çok ilginç tefekkürî mânâlar çağrıştırıyor. Nazar göndermek kavramı; kâinata mânâ-i ismî ile değil, mânâ-i harfî ile bakmak mânâlarını da içeriyor. Allah için bakmak ve marifetullah mânâsı ile bakışın “nazar göndermek” kelimeleri ile ne kadar uyumlu ve âhenkli olduğuna da “nazar göndermek” gerekir.

“İhtiyarlanmak” kelimesi üzerinde de durmaya çalışalım. “İhtiyarlanmak” ile “ihtiyarlamak” kelimeleri arasında tek bir harf farkı vardır. O da “n” harfidir. “İhtiyarlandım” dediğimizde ihtiyarlama işini bizim yapmadığımız ortaya çıkıyor ve “n” harfi ile bizi “Bir” başkasının ihtiyarlattığı hakîkati ile karşı karşıya kalıyoruz.

“İhtiyarladım” kelimesi ile ise “ihtiyarlama” işini sanki biz yapıyormuşuz gibi bir anlam ile karşı karşıya kalıyoruz ki, işte bu bakış açısı mânâ-i ismî bakış açısıdır. Bu da Risâle-i Nûr mesleği olan mânâ-i harfî ve nazar-ı fikrî olan tefekkür bakışına ve mesleğine uymuyor.

Bir de Bedîüzzamân Hazretleri Risâle-i Nûr’da “Daha yok mu?” mânâsına gelen bir anlam için “Daha var mı?” ifadesini kullanıyor. Belki de “Daha yok mu?” tabirindeki “yok” kelimesi, yokluğu ve ademi çağrıştırdığı için yine Üstad kelimelerle bizlere tefekkürî dersler vermeye devam ediyor. Yok kelimesi yerine “var” kelimesini kullanarak varlığı ve vücûdu çağrıştıran tefekkürî kelime ile cümleyi kemâle erdiriyor. Bu da, şu hatırayı hatırlatıyor sanki:

Bedîüzzamân Hazretleri yumurtayı tam olarak kırmadan bir delik açtırır oradan içini aldırırmış. “Üstadım ‘Yumurtayı pişirirken bile kabuğunu tamamen kırdırmazdı. Küçük bir delik açtırarak oradan tabağa döktürürdü.’” Çünkü yumurtanın kırılması bile insanda menfî duyguları harekete geçiriyor ve insanın rûhuna ve duygularına müşevveşiyet veriyor olmalıdır.

Evet, Risâle-i Nûr eserleri tersine dönmüş itikadî ve İslâmî prensipleri aslına rücû ettirmektedir. Bizler kelimeleri Risâle-i Nûr satırlarında geçtiği şekliyle kullanmaya gayret edelim. Hem böylelikle, farklı ortamlarda Risâle-i Nûr’dan bahis açma ve onların ismini ve farklılığını gündeme getirme fırsatı da yakalamış oluruz.

Bedîüzzamân Hazretleri Otuz İkinci Söz’de “Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mânâ-yı harfiyle sev; mânâ-yı ismiyle sevme” demekte ve “‘Ne kadar güzel yapılmış’ de. ‘Ne kadar güzeldir’ deme” diye devam etmektedir. Öyleyse bizler de onun eserlerinde kullandığı ezber bozan kelime ve kavramları onun kullandığı gibi kullanmaya devam edelim.

Dipnotlar:
1- Sözler, 2004, s. 200
2- Lem’alar, 2005, s. 513
3- Lem’alar, 2005, s. 503

Bâkî Çimiç

www.SaidNursi.de

Şefaat Ya Resulellah

Günahlardan peşimanım

Şefaat ya Resulellah

Sana feda olsun canım

Şefaat ye Resulellah

 

Seni görmektir hayalim

Sana kurban canım malım

Ne olacak benim halim

Şefaat ya Resulellah

 

Ecel kapıma gelecek

Bu ten mezara girecek

Melekler soru soracak

Şefaat ya Resulellah

 

Mahşerde herkes kalkacak

Defterleri verilecek

Hesapları görülecek

Şefaat ya Resulellah

 

Sırat köprüsü incedir

Uzunca ve derincedir

O an halimiz nicedir

Şefaat ya Resulellah

 

Gidilecek iki yol var

Biri cennet diğeri nar

Kötüler ateşte yanar

Şefaat ya Resulellah

 

 

Sen’sin Allah’ın Nebisi

Ümmetin şefaatçisi

Müminleri tek hamisi

Şefaat ya Resulellah

 

Tanyeri’yim günahkârım

Günahlardan istiğfarım

Sen olmazsan ne yaparım

Şefaat ya Resulellah

 

Ahmet Tanyeri – Diyarbakır

www.NurNet.org

 

Erzurum Bediüzzaman Sergisi

30 Nisan-6 Mayıs 2011 tarihlerinde Bediüzzaman Said Nursi ve talebelerinin hayatlarından kesitlerin yer aldığı Barla, Kastamonu ve Emirdağ sergisi Erzurum‘da da açılacak.

Erzurum Kültür ve Eğitim Vakfı ile Kültür Sanat ve Diyaloğu Geliştirme Derneği işbirliği ile Bediüzzaman Said Nursi ile yakın talebelerinin hayatını yansıtan sergi, İstanbul İlim ve Kültür Vakfı desteğiyle Erzurum’a getirilecek.

Risale-i Nur‘un ilk telif yıllarıyla başlayan ve Bediüzzaman‘ın vefatına kadar uzanan 1926-1960 yılları arasını kapsayacak ve bu döneme ait önemli belge ve hatıraları gün ışığına çıkaracak sergi, 30 Nisan-6 Mayıs tarihleri arasında Erzurum AVM‘nin yanında bulunan Büyükşehir Belediyesi Kültür Merkezi‘nde ziyaret edilebilecek.

Açılışa, Bediüzzaman Said Nursi‘nin hayattaki talebeleri de katılacak.

Kaynak: iikv.org

Çağımızın Önemli Bir Hastalığı: Gurur

Gurur, çağımız insanının en önemli hastalıklarından biridir. Kendini biraz güçlü hissetmeye başlayan, biraz gücü ve itibarı artan, biraz cebi ve cüzdanı dolup mal mülk sahibi olmaya başlayan, biraz makam mevki sahibi olup, biraz şan şöhret elde edenler hemen dünyevi değerlerin cazibesine kapılıp gurur hastalığına yakalanıveriyor ve kendini diğer insanlardan üstün görmeye başlıyor.

Zira çağımızda insanoğlunun kendine duyduğu güven zirveye ulaşmış ve beşeriyetin katettiği gelişmeler insan enesini adeta nemrutlaştırmaya başlamıştır. İnsanoğlu büyüklüğün sadece Allaha mahsus olduğunu unutur ve büyüklük davasına cüret eder olmuştur. Gurur hastalığı maneviyatı zayıf insanlara mahsus olmayıp, maalesef dindarlık iddiasındaki kişiler bile bu amansız hastalığa düçar olmaktadır.

Lügat ta kibir, aciz, kıymetsiz şeylere güvenip mağrur olmak, boş yere güvenmek ve kendini başkalarından üstün tutmak anlamlarına gelen gurur, Kuran’da ve Hadis-i şeriflerde telin edilmiş ve insanlar şiddetle sakındırılmıştır. Cenab-ı Hakk, Kuran-ı Kerim’de;

“Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden yüz çevirteceğim. Onlar bütün ayetleri görseler yine de inanmazlar; doğru yolu görseler, yol olarak benimsemezler… (el-A’râf, 7/146). “Allah bü yüklük taslayanları sevmez” (en-Nahl, 16/23).

“Kim, Allah’a kulluktan, O’na ibadetten çekinir ve büyüklenirse, bilsin ki, (Allah) kıyamette herkesi huzurunda toplayacaktır” (en-Nisâ, 4/172).

“Însanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini de alçalt. “ (Lokman, 31/18). Buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz’de; “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.” buyurmaktadır.

Bediüzzaman Hazretlerine göre; Gurur ile insan maddi manevi kemalat ve mahasinden mahrum kalır,eğer gurur saikasıyla başkasının kemalatına tenezzül etmeyip kendi kemalatını kafi ve yüksek görürse,o insan nakıstır. Zira Bediüzzamana göre, ”Zaaf gururun madenidir.” Zayıf insanlar açıklarını kapatmakla gurur ve kibire kapılırlar. Kibirli insanlara bakıldığı zaman çoğu sonradan görme oldukları ve sosyal hayatta işgal ettikleri makam ve mevkinin ehli olmadıkları anlaşılır.

“Büyük Görünme Küçülürsün! Ey enesi çifteli, kafası da kibirli! Şu mizanı bilmeli: Her adam için elbet cem’iyet-i beşerde, içtimaî binada, görmek görünmek için şu mertebe denilen bir penceresi var. Ger pencere, kamet-i kıymetinden yüksekse, tekebbürle tetâvül edecek, uzanacak. Ger pencere, kamet-i himmetinden alçaksa, tevazu’la tekavvüs edecek, eğilecek. Kâmillerde, büyüklük mikyasıdır küçüklük. Nâkıslarda, küçüklük mizanıdır büyüklük…” (Lemaat)

İnsan ruhunu çeşitli tezahürleriyle körelten zararlarına Kur’an-ı Kerîm’in genişçe bir açıdan baktığı kibir, maddî hayatta zararın ve kaybın sebebidir. Kibir örneklerinde gördüğümüz gibi büyüklenenler henüz dünyada iken, hareketlerinin cezasını çekerek helâk olmuşlardır.

“Evet, gurur ile, insan maddî ve mânevî kemâlât ve mehasinden mahrum kalır. Eğer gurur saikasıyla başkaların kemâlâtına tenezzül etmeyip kendi kemâlâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır. Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslâf-ı izâmın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar. Ve evhama mâruz kalarak bütün bütün çizgiden çıkarlar. Halbuki, eslâf-ı izâmın kırk günde yaptıkları bir keşfiyatı, bunlar kırk senede bulamazlar.” (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Bediüzzaman, Risale-i Nur’da insanı gurur hastalığına yakalanmaktan veya aşağılık kompleksine kapılmaktan kurtaracak çok sağlam bir ölçü veriyor:

“Ey insan! Kur’anın desâtirindendir ki, Cenab-ı Hakk’ın mâsivasından hiçbir şeyi ona taabbüd edecek bir derecede kendinden büyük zannetme. Hem sen kendini hiçbir şeyden tekebbür edecek derecede büyük tutma. Çünki mahlûkat, Mâbudiyetten uzaklık noktasında müsavi oldukları gibi, mahlukîyet nisbetinde de birdirler.” (Lemalar, 17. Lema)

Evet, nefsini beğenen ve nefsine itimad eden bedbahttır. Nefsinin ayıbını gören bahtiyardır. Tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-u mutlakta bulunmak şarttır. (Bediüzzaman, Hizmet Rehberi)

Rüstem Garzanlı / Diyarbakır

www.NurNet.org

İhlâs Kalbin Amelidir

İhlâs Kalbin Amelidir

İhlâs bir rûhtur ve kalbî bir ameldir. Rab ile kul arasındaki intisâbdır. Bu sırdandır ki;”Niyet bir rûhtur. O rûhun rûhu da ihlâstır.” der Bedîüzzamân Hazretleri. Niyetlerimizi de hayatlandıracak ve canlandıracak olan sır ihlâstır.

Risâle-i Nûr Külliyatında hiçbir Risâlenin girişinde “On beş günde bir okunmalıdır.” İhtârı yapılmadığı halde İhlâs Risâlesinin girişinde “Bu Lem’a lâakal her on beş günde bir defa okunmalı.” Diye çok önemli bir ihtâr ve uyarı yapılmıştır. Çünkü ihlâs bütün amelleri hem nûrlandırıyor, hem canlandırıyor, hem de hayattar yapıyor. Bir nev’î amellerdeki niyetlerin rûhunu ubûdiyetin rızâ makâmına çıkarıyor. Böylece ameller hayattar bir mânâ kazanıyor ve kul kalbî miraçlarla evc-i âlâya doğru urûc ediyor.

Üstad Bedîüzzamân On Yedinci Lem’a’da “Medar-ı necat ve halâs, yalnız ihlâstır. İhlâsı kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlâslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır. İhlâsı kazandıran, harekâtındaki sebebi sırf bir emr-i İlâhî ve neticesi rızâ-yı İlâhî olduğunu düşünmeli ve vazîfe-i İlâhiyeye karışmamalı.” (On Yedinci Lem’a) şeklinde mükemmel bir tesbît yaparak îzâh etmiştir. Böylece kurtuluşun sadece ihlâsta olduğunu, ihlâsı kazanmanın, muhâfaza etmenin ve ma’nilerini def etmenin çarelerini İhlâs Risâlesi’nde ayrıntıları ile açıkladığını görüyoruz.

Bir fiilin bidâyetinde müyûlat-ı kalbîye, tesirât-ı hâriciye ve niyet vardır. Ancak o müyûlat-ı kalbiye ve niyetin amel boyutunda Allah’ın rızâsına kavuşmasının şartı ihlâs iledir. Çünkü ihlâs şartsız Allah’ın râzı oluşuna bakar. Ya’nî ön şartsız olarak niyet edilen fiilin Allah’ın rızâsı aranarak yapılması ihlâs iledir. Yoksa o fiilin rûhu söner ve o niyette Allah rızâsı kaçar, ancak nefsî ve dünyevî bir niyet ve fiil olmuş olur.

İhlâs karşılıksız olarak Allah’ın rızâsı için yapılan davranıştır. Sadece Allah’ın râzı oluşuna yönelmek ve sadece O (cc)’ndan istemek ve rızâsı dairesinde i’tikâd ve duruş yapmaktır. Bu duruş ve tavırdan sonra neticeyi düşünmemek hatta ve hatta amelini Allah’ın vazifesine binâ’ etmeden yapmaktır.

Peygamber hayatlarında ve kıssalarında hep bu duruş ve niyetin ihlâs izdüşümlerini görürüz.

Hz. İbrahim(as) ateşe atılırken Allah(cc) Cebrail(as)’i gönderip “Kulum İbrahim’e söyle benden bir isteği var mı?” Dediğinde Hz. İbrahim(as)’in duruşu ve sözü yine ihlâs sırrının zirvesini taşımaktadır.”حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ” “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.) sırrı ile Allah’ın rızâsına göre duruş yapmak ve sadece O(cc)’ndan istemek ve sebeplerin de Allah’ın emri altında olduğunu bilmek ve öyle bir teslimiyet ve ihlâs ile kulluğun zirvesine çıkmak. Böylece eşyanın esmâ ile olan ilişkisini ve âlemlerin Rabbine olan imân ve teslimiyetin sırrını aralamak ve anlamak.

Yine Hz.İsmail(as)’ın bıçak karşısında duruşu ve teslimiyetinde de aynı sırla karşılaşırız. Ön şartsız bir teslimiyet, imân ve ihlâs sırrı ile zahirde kesen bıçak kesmez olur. O imân ve ihlâs karşısında Yüce Allah kulu İsmail’i korumuş ve kesen bıçağa bu imân ve ihlâslı duruşun karşısında kesmemesini emretmiştir. Böylece eşyanın emir ile şekil aldığı ve Allah’ın kudretine boyun eğdiği hakîkati zahir olarak ortaya çıkmış oluyordu.

Demek ki ihlâs öyle bir iksir ve rûh ki ateşin yakmamasına ve bıçağın kesmemesine giden yolun mukaddimesi olabiliyor. Çünkü bütün sır âlemlerin Rabbini râzı edici duruşlar yapabilmekte ve öyle davranabilmekte. Ön şartsız bir imân ve teslimiyet sırrı sanırım ihlâs hakîkatinde yatıyor. Ya’nî, Allah’ı râzı edici duruşlar ve fiiller yapabilmek.

İnsanın aklı, kalbi, vicdanı ve rûhu mutmain olmak için kalbin ameli olan ihlâs sırrına muhtaçtır. Çünkü yapılan ameller Allah rızâsı için sırr-ı ihlâs ile mayalanıyor ve netice veriyor. Böylece aklın marifetullah mertebeleri, kalbin muhabbetullah neticeleri ve rûhun hayattan mânevî gıdaları ihlâs sırrı ile iksirleniyor ve latîfe-i rabbaniyemiz tam gıdalarını almış oluyor.

İhlâs hakîkatini izâh ederken Üstad Bedîüzzamân Hazretlerinin çok değişik terkipler ve kavramlar kullandığını görüyoruz. Tespit edebildiklerimiz şunlardır.” Samimî bir ihlâs …(Yirminci Lem’a)”,” hakikî sırr-ı ihlâs…(Yirmibirinci Lem’a)”, ” hakîkat-i ihlâs…(Emirdağ Lâhikası)”,” ihlâs-ı tâmme (Barla Lahikası)”,” ihlâs-ı hakîkî …(Emirdağ Lâhikası )”,” tam bir ihlâs (Emirdağ Lâhikası )”,” bir parça ihlâs..( Yirmibirinci Lem’a)”,” büyük bir ihlâs ile…(İşârâtü’l-İ’câz )”,” sırr-ı ihlâs…(Emirdağ Lâhikası )” ve “samimî bir ihlâs…( Yirminci Lem’a)”

Evet, yukarıdaki değişik ihlâs terkipleri ve kavramları sanırım incelenmeyi ve derinlemesine tefekkür edilmeyi bekliyor olmalıdır. Çünkü Bedîüzzamân Hazretleri isrâf-ı kelâm etmez diye düşünüyorum. Muhakkak bu ihlâs izâhlarında kullanılan terkipler ve kavramlarında ayrı ayrı nüanslar olmalı ve bunları muhatapları incelemelidir.

Abdulbaki

www.NurNet.Org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version