Hastalık ise, Birden Gözünü Açtırır. Vücuduna ve Cesedine Der ki..

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Yedi kat gök, dünya ve onların içinde olan herkes Allah’ı takdis ve tenzih eder.

Hatta hiçbir şey yoktur ki O’na hamd ile tenzih etmesin. Ne var ki siz onların bu tenzih ve takdislerini iyi anlayamazsınız.

Bunca azametiyle beraber, kullarının gaflet ve cürümlerine karşı, O, halimdir, gafurdur (çok müsamahalıdır, affedicidir).

“İsra Suresi 44. Ayetin Meali”

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Ebu Said el- Hudri Radiyallahu Anhtan rivayetle Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vessellem şöyle buyurdular:

Bir kimsenin mescide alakasını görürseniz, onun mü’min olduğuna şehadet edin, zira Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:

“ALLAH’ın mescidlerini ancak ALLAH’a ve ahiret gününe inananlar imar eder

( Tevbe 18), (Tirmizi, Tefsir, Sure 2)

.……. 

Risale-i Nur’dan;

Ey tahammülsüz hasta!

İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen(sürekli) gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval ve firakta(kayboluş ve ayrılık) yuvarlanması şahittir..

Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor. Sermaye-i ömrünü bâd-ı heva(bedava) boş yere sarf ettiriyor.

Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: “Lâyemut(ölümsüz) değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.”

İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih(nasihatçi) ve ikaz edici bir mürşiddir.

Ondan şekvâ(şikayet) değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek gerektir.

(25. Lem’a – Hastalar Risalesinden)

…….

Cevşen’den ;

39.
Ey kendisinden korkulanların en iyisi,
Ey rağbet edilenlerin en iyisi,
Ey talep edilenlerin en iyisi,
Ey kendisinden istekte bulunulanların en iyisi,
Ey kendisinde yönelilenlerin, maksud olanların en iyisi,
Ey zikredilen, anılanların en iyisi,
Ey şükredilenlerin en iyisi,
Ey sevilenlerin en iyisi,
Ey el açılıp çağrılanların en iyisi,
Ey kendisine ünsiyet edilenlerin en iyisi!
Münezzehsin sen,

 

Senden başka İlah yok ki bize imdat etsin.
Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

www.NurNet.Org

Yarım Şekerin İsrafı

Son derece iktisatlı ve tutumlu bir hayatı vardı. Elbisesi, kullandığı eşyalar, yediği içtiği şeyler hep bu tarzdaydı. Kesinlikle bir şeyi israf etmez, aksini yapan talebelerini de hemen uyarırdı. Bir tek lastik ayakkabıyla yıllarca idare eder, bir gömleği yırtılınca yama yapar yine giymeye devam ederdi. Yemesi içmesi de böyleydi. Bir ekmeği 15 günde bitirir, bir-iki zeytini veya bir yumurtayı da ona katık ederdi. Çok sade ve iktisatlı bir çizgide hayat sürerdi.

Barla’da kaldığı günlerde hizmetini gören talebelerinden birisi de Sıddık Süleyman’dı. Bir gün uzaktan misafirleri gelmişti. Sıddık Süleyman’a, “Kardeşim misafirlerimize çay ikram edelim” dedi. Sıddık Süleyman, odun ateşinde küçük demlikle çayı demledi, getirdi. Misafirlere dağıtmaya başladı. Çayları dağıttıktan sonra, yarım tane kesme şeker artmıştı.

“Bunu ne yapayım?” diye düşünürken, o yarım şekeri boş bir bardağa atıverdi. Bunu gören Bediüzzaman’ı bir sıkıntı bastı, çok üzülmüştü.

Kardeşim,” dedi. “Yirmi kişiye daha çay verseydin de böyle yapmasaydın, o zaman ruhum bu kadar sıkılmazdı. Çünkü sen iktisat etmedin.

Ömer Faruk Paksu

Yaptıklarınla Gururlanma

Bir çok insan vardır, yaptığı ile gururlanan. Bir çok insan vardır, yaptığı ile övünen. Bir çok insan vardır, yaptıklarından dolayı insanları küçümseyen.

Bir çok insan vardır, başardıklarını nefsinden bilen. Bir çok insan vardır, Allah’ın ona nasip ettiğinden bihaberdir. Ve çok az insan vardır, yaptığı bütün güzellikleri Allah’tan bilen.

İnsanın yaptığı güzel ve mükemmel şeylerle gururlanmaya ve kendini övmeye hakkı yoktur. Çünkü başardığı iş her ne olursa olsun, o işi nasip eden ve o işin olması için sebepleri yaratan yüce Allah’tır. Meselenin daha güzel anlaşılması için bir ressam örneğini verelim.

Çok ünlü bir ressam, muazzam güzellikte bir tablo yapmış olsun. Ondan sonra bu tablosunu sergilemiş olsun. Sergiye gelen insanlarda tabloyu beğenip, tablonun çok mükemmel olduğunu söylemiş olsunlar. Bu gelişmelerden sonra, tabloyu yapanın kendini üstün görmeye ve gururlanmaya hakkı var mıdır? Hayır, hakkı yoktur.

Çünkü;

1- Tabloyu yapma yeteneğini ona Allah vermiştir.

2- Tabloyu yapmayı Allah nasip etmiştir.

3- Kağıt ve kağıdın ham maddesi olan ağacı yaratan Allah’tır.

4- Kalemi, fırçayı ve boyayı yaratan Allah’tır.

5- Ressamı yaratan Allah’tır.

6- Ressamın o tabloyu yapmak için kullandığı;

a- Gözü yaratan Allah’tır.

b- Ellerini yaratan Allah’tır.

c- Duygularını yaratan Allah’tır.

d- Aklını yaratan Allah’tır.

e- Ayaklarını yaratan Allah’tır.

f- Hislerini yaratan Allah’tır.

7- Ressamın o tabloyu yapmak için esinlediği görüntüyü yaratan Allah’tır.

8- Ressamın o tabloyu yaparken tükettiği oksijeni ve havayı yaratan Allah’tır.

9- Ressamın o an ayakta durması için destek olan iskelet sitemini yaratan Allah’tır.

10- Ressamın o an yaşıyor olmasını nasip eden Allah’tır.

11- Ressamın fırçayı hareket ettirmesini nasip eden Allah’tır.

12- Ressamın o anda vücudunda meydana gelen milyonlarca olayı (solunum, kan akışı, vitamin dengesi…) düzenleyen ve onların doğru çalışmasını sağlayan Allah’tır.

Kısacası bir zerre dahi Allah’ın izni olmadan hareket edemez ve kendi başına bir şey yapamaz. Bir zerre için bu böyle olursa koca insan için böyle olmaması hiç mümkün müdür? Hayır, asla mümkün değildir. O zaman insanın yaptığı güzele şeylerle övünmeye hakkı yoktur. Sadece ve sadece Allaha şükür etmelidir.

Ey Nefsim, Ey ressam efendi ve Ey kabiliyetli kardeşlerim dikkat edelim, şeytanın ve nefsimizin oyununa gelmeyelim. Aklımızı başımıza alalım ve her daim Allah’a şükredelim.

Yüce Rabbim hak yol olan Kur’an’dan ve hazreti Muhammed Mustafa a.s.m’ın Sünnetinden bizleri ayırmasın ve güzellikler yurdu olan ebedi Cenneti nasip etsin. Amin…

Bahattin Doğan

www.NurNet.org

Yunanistan Seferi ve Manevi Güzellikler

Dünyanın hemen her ülkesinde Müslümanların mevcudiyeti, Türkiye’den de tebliğ hizmeti maksadıyla pek çok ülkeye gidip gelmeler, globalleşen bir çağda büyük fütuhatlara sebep oluyor. İslâm inancının yayılması ivme ve hız kazanıyor…

Avrupa kıtasına ilk seyahatimiz Yunanistan’a oldu. Batı Trakya’daki mutlu şehirlere; Gümülcine ve İskeçe’ye gittik.

İpsala Türk-Yunan sınırını geçtikten sonra ilk durağımız Gümülcine.. Yunanca adı; Komotini… Değerli kardeşlerimiz, otobüsten iner inmez bize “hoş geldiniz!” diyordu. Orada akşam dersindeyiz. Eşim hanımlar dersinde. İskeçe şehrinden bizi karşılamaya gelen fedakâr ve çok gayretli kardeşler, akşam dersine iştirak edip dersten sonra bizi araba ile İskeçe’ye götürüyor.

Eşimle birlikte 10 Nisan Pazar günü akşamı, İskeçe Nûr Dershanesine yerleştik. Beş gün kadar misafir olacağız. Altında dükkânlar olan bu medrese, tek katlı müstakil bir ev gibi.. Çok temiz ve düzenli… Çarşının da merkezinde. Bir Yunanlıdan kiralanmış, inşaallah kendi mülkleri olur.

Çınar Cami’de okuduğum ilk ezan-ı Muhammedî.. Farklı heyecan ve duygularım beni kuşatıyor…Hoparlörle gümbür gümbür “Allahüekber”lerle ve kalabalık cemaatle, cemaatin sevgi ve alâkasıyla kendimi Anadolu’da hissediyorum…

Hele o ellerinde Kur’an’larla  Çınar Camiini dolduran, birkaç Hoca Hanım’ın Kur’an okuttuğu kız ve erkek çocuklar yok mu? Unutulacak gibi değil…

Üç gün sonra yeniden Gümülcine’ye gelip, camilerinde ezanlar okuyorum. Rivayet doğru ise; Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1908’de Selânik’te Hürriyet Nutku’nu irad buyurdukları zaman Gümülcine’ye de uğramış ve iki şerefeli Eski Cami’de hutbe okumuş…

Orada tanıştığımız bir Bangladeş’li Müslümanı kitap hediye etmek maksadıyla Dershane-i Nuriyeye götürdük. İsmi Nâzımeddin olan bu zat, Arapça, İngilizce ve Yunanca biliyor. Yemek yedik, Nurlu eserleri tanıttık. “Burası nedir?” diye sorunca ; “Medrese-i Nuriye’dir” dedik.  O zaman ; “Ben de memleketimde böyle bir medrese açmak isterim” diyerek hoşlandığını ifade etti… Zeki ve malumatlı bir insan. Yanımızda , Sözler ve Lemalar’ın Arapçasından bir parça okumakla; “Bu eserler sadece Müslümanlara hitab etmiyor”, “Bunun Arapçasında bile bir başkalık var” gibi güzel, takdirkâr ifadeler söyledi…Bir miktar kitap hediye ettik, adresleştik ve uğurladık.

Eşim hanımlar ve ben de erkekler dersinde Çarşamba akşamı bulunuyoruz. Dersten sonra 50 km. mesafedeki İskeçe’ye dönüyoruz.

Yine İskeçe’deyiz. Burada sabah namazı sonrasında, her gün değişik mekânlarda olmak üzere sabah dersleri yapılıyor. Koyun Köyü ve diğer dağ köyleri olan Paşevik ve Ketenik köylerinin güzel mi güzel dershanelerinde akşam dersleri… Son iki günümüzdeki bu derslere Kırklareli’nden teşrif eden Abdülhamid Oruç Hoca Efendi Ağabeyimiz de iştirak edip doyumsuz dersler yaptılar…

Doğrusu bu Yunanistan seyahatimizde hiç tahmin edemeyeceğimiz güzelliklerle karşılaşmak bizi hayretlere sevk etti. Türkiye sınırını geçtikten sonra gözüken köylerin hemen hepsinde camilerin olması, keza Gümülcine ile İskeçe arasındaki köylerde de minareler görmemiz bu ülkenin kuzey bölgesine “Müslüman” mânası kazandırıyor…

Bir zamanlar Osmanlı hakimiyetinde olan bu beldelerde Nûr hizmeti hızla devam etmekte. Elhamdülillah! Nûr Talebeleri ve muhtereme eşleri hiç ‘durmak’ nedir bilmiyorlar… Fırsat buldukça da Nur eserlerini Yunancaya tercüme ediyorlar.

Hani, şair Necip Fazıl Sakarya Türküsü’nde:

“Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;

Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?”

diyor ya, işte bu Nur mücahidleri; Mehmetler, İbrahimler, Muharremler, Nuriler, Cemiller, Hüseyinler, Cüneytler, Ramazanlar, vs.ler tüm Yunanistan’ı Risale-i Nurlar ile diriltmeye -Allah’ın izniyle- inanmışlar  ve hedefe pek iyi kilitlenmişler…

O mübarekler heyetinden, dualarla, muhabbetlerle, tekrar kavuşmak dilekleriyle kucaklaşarak ayrıldık!…

Mehmet Gürler

Hanımlar Nasıl Mutlu Olacak?

Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zînetleri. Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı Lâzımdır tâ dayansın.

Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe riya ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları! Yatmış olan hevesat, birdenbire uyanır. Taife-i nisada serbestî inkişafı, sebeb olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birdenbire inkişafı.

Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müdhiştir tesiri. {(**): Nasıl meyyite bir karıya nefsanî nazarla bakmak nefsin dehşetle alçaklığını gösterir. Öyle de, rahmete muhtaç bir bîçare meyyitenin güzel tasvirine müştehiyane bir nazarla bakmak, ruhun hissiyat-ı ulviyesini söndürür.}

Memnu’ heykel, suretler: Ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riya, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır: Celbeder o habis ervahları. ( Sözler, 727 )

Hanımların rahat edip hürmetle anıldıkları ortam, evleri ve aile hayatlarıdır. Fıtraten hassas ve nazik olarak yaratılmış hanımlar ailedeki manevî, hissî paylaşımları yönlendiren, geliştiren, ferdler arasındaki akışı sağlayan birer nazenin şefkat aynalarıdır. Bu aynalar aile hayatları dışında “ekmek kavgası”nın kıyasıya yaşandığı ortamlara girdiklerinde yapılarındaki ince hisler ve duyarlılık bozulur. Kendi ruh dünyasında çatışmalar yaşadığı gibi aile ferdlerini birbirine bağlama, problemleri çözme, çocukların terbiyesi, manevî alışverişlere zemin oluşturma gibi ailenin temelini oluşturan görevleri atıl kalır. Bunun neticesinde anne, baba, çocuklar arasında kopukluklar olur. Aynı sofrayı paylaşsalar bile fikir ve his olarak birbirlerine aks edecek sıcak bir ortam yakalanamaz. Birbirini anlama, destek olma, alakalanma gibi pek çok ruhî ve insanî ihtiyaç karşılanmamış olur.

Neden? Çünkü evin annesi sabahtan akşama kadar dışarıda bir sürü insanla uğraşmış, sinirleri yıpranmış, kendisi dolmuş ve deşarj olacak bir ortam ararken bir de ev işlerinin üstüne ailenin diğer ferdlerinin problemlerine yönelmesini beklemek insafsızlık olur.

Peki ne olacak? Evin annesi geçim derdini üstüne aldıysa, fizikî olarak anne olsa da mana olarak “babalaşmıştır”; yani artık evin 2 babası vardır.

Peki anne nerde? Anne yok; anne misyonunu yüklenecek kimse yok çünkü.

Peki annesiz aile devam eder mi? Sırf maddeyi paylaşmaya aile hayatı diyorsak, annenin muazzam terbiye misyonu olmadan da aile o kadar devam eder; yani etmez. Çocuklar ve eş ilgiye, şefkate, uyarılmaya, dertleşmeye, paylaşmaya, konuşmaya muhtaç bir şekilde maddî hayatlarına devam ederler; ama mana hayatlarında doldurulması müşkül kocaman gedikler açılmıştır. Güven, aidiyet hisleri tam tatmin olamamıştır. İhtiyacı olduğunda yanında olan bir annesi, eşi yoktur çünkü. Anne de yoğunluktan -kendi dahil- ailede kime ne olup bittiğini fark edemiyordur. Dış alemde mesul olduğu vazifesi ve onunla ilgili bir sürü sıkıntılar üstüne ailedeki karmaşık insanî sorunlar hanımı da zaman içinde çok yıpratır. Saçını süpürge etse de: “çocuğuma laf geçiremiyorum, onu anlamıyorum, o da beni anlamıyor” gibi yakınmaları duyarız. Halbuki çocuğunu veya eşini dinleyecek vakit, kendinde istek dahi bulamamıştır. Bu yüzden:

“Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede.” Demiştir.

Üstad Hz.(RA)’ın dediği gibi:

“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.” (24.Lema)

Hanımların ailedeki en esaslı görevi çocuklarına manevî ders vermesi, sağlam bir ahlak üzere yetiştirmesi, hayata istikametli bir bakış açısı kazanmalarına gayret etmesidir. Bu çok zaman ve emek, ilgi isteyen manevî terbiyeyi ailede şefkatli bir otorite olan anneden başkasının vermesi mümkün değildir. Dolayısıyla toplumun geleceğini oluşturan çocukların en ehemmiyetli muallimi olan annelerin vazifesi çok büyüktür. Hanımı dışarı çıkarıp çalıştırmak suretiyle evdeki dengelerin bozulmasına sebep olmak akıllıca bir iş değildir. Ailesinden kopuk, ahlakı kötü, manevî değerlere duyarsız bir evladın açtığı zararı annenin kazandığı binler maaşla dahi kapatmak mümkün değildir. Çünkü kaybedilen bir “insan”dır. Ergenlik yaşına gelmiş, karakteri oturmuş bir çocuk için “uzman desteği” de alsak ne kadar onun ruh dünyasında düzeltmeler yapabiliriz?

“Temizlik zînetleri. Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı.”

Hanımın takvası yani manevi temizliği zînetidir; hanımı güzel gösteren suretten ziyade sîret yani ahlakıdır. Ahlakının güzelliği haşmet verdiği gibi, günahtan muhafaza olunmuşluğu da hanımın cemalidir. Fıtratındaki şefkat kendindeki kemalat olmakla beraber, evladı ile geçirdiği vakitler eğlencesidir.

Halbuki hanımlar evlerinden dış hayata çıktığında, dahil olduğu ortamda hevesleri uyandıracak, nazarları kendiyle meşgul edecektir. Böylece pek çok olumsuzluğun ortaya çıkmasına sebep olur. Aile hayatında bunca vazifeyi atıl bırakıp, dış alemde de verimi düşürecek durumların ortaya çıkmasına sebep olacak bir karar, hiçbir ehli aklın karı değildir ve olamaz. Bu yüzden rızık için -hakikaten mecbur kalmadıkça- dışarı çıkma vazifesini İslam hanımlara yüklememiştir.

Nabi

www.NurNet.org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version