Etiket arşivi: gıybet

Gıybete Dair üç Hadis Okuması

Bir Müslüman olarak, diğer bir Müslümanı şerefine halel getirilmek istenen bir yerde yardımsız bırakırsam, Allah da beni kendisinden yardım gelmesini istediği bir yerde yardımsız bırakır. (Hadis)

Gıybeti edilen kardeşimin eli kolu bağlıdır, dili tutulmuş, itiraza mecali kalmamış, tümüyle savunmasızdır. Ölü gibidir; hürmeti en çok hak ettiği yerde, şerefi çiğnenmektedir, onuru zedelenmektedir, kişiliği rencide edilmektedir. O ortamda, hiç de hak etmediği bir şekilde anılmaktadır.

Hatası hakkında gerçek olsa bile, onu o hata ile anacak olanlar, onu sadece o hatadan ibaret bilecekler, onu o hatasını hiç terk etmeyecek diye bilecekler. Oysa, Müslümanın hatası geçicidir, tövbe ile hatasından dönebilir. Oysa, Müslümanın sadece hatası yoktur, iyilikleri de vardır; hatta hatasından dönüşü bile iyilik sayılacaktır. Şu halde, gıybeti edilen her mümin kardeşim, o ortamın ölüsü olarak beni yardımcı tayin etmiştir.

Ona en çok yardım etmem gereken yerdeyim ben. Hem sonra, Allah bir kulunun dokunulmazlığını benden de, o kulun kendisinden de daha çok önemsemektedir, öncelemektedir. Ben de Onun katında dokunulmaz olmak istiyorsam, Onun dokunulmaz kıldığına dokunmamam gerektir. Dünyada ve ukbâda güzel bir adla anılmak istiyorsam, insanları gıybet etmekten dilini muhafaza etmeliyim. Çünkü insanları gıybet etmeyen kimseyi, Allah hem dünyada hem ukbâda yardımına mazhar edip başarıya ulaştırır.

Dünyadaki yardımı şudur: Bana birisi dil uzatacak olsa melekler o kişiyi benim adıma yalanlarlar. Ahiretteki yardımına gelince: Allah Teâlâ’nın yaptığım çirkin şeyleri affedip, yaptığım iyilikleri dergâh-ı uluhiyyetinde kabul buyurur. (hadis)

Ne güzel ki, sadece dilimi tutarak, hem dünyamı hem ahiretimi ayakta tutabilirmişim.

Ne büyük hüsran ki, sırf dilimi tutmadım diye, dünyada da ahirette de şerefim ve itibarım elimden gidiyor. İnsanların en hayırlısı olarak insanlara faydası dokunan biri değil miyim yoksa? (hadis)

Gıybetini ettiğimin yüzüne söyleseydim ona faydam olacaktı. Belki hatasını görecek, bir daha yapmamaya karar verecekti. Gıybetini edeceğime sussaydım, ona o hatadan dönmesi için fırsat tanımış olacaktım.  Pişman olmaya vakti ve yüzü olacaktı.

Ama sırrı ifşa edildiği için, kötülüğü dillere düştüğü için, kötülük onunla birlikte anıldığı için, onu hatasına kilitledim, kötülükte ısrar etmesi için nefsine koz verdim. Üstelik, onu da, beni dinleyenleri de, belki ömür boyu birbirlerine karşı önyargılı eyledim. Ne gıybetini ettiğim kardeşim onlara karşı savunabilecek kendini, ne de onlar ondan savunma isteyecek. Arada hep kusur kalacak, arada hep o önyargı duvar gibi duracak.

Demek ki, bana faydası olmayan gıybetle, kardeşime de, gıybetini dinlettiğim diğer kardeşlerime de faydam olmadı. Aksine zarar içinde zarar açtım kendime, dinleyenlere ve gıybetini ettiğime. Öyleyse nasıl insanların en hayırlısı diye anılabilirim?

Senai Demirci

Gıybetin Caiz Olduğu Durumlar Var Mıdır?

Gıybet, bir kimsenin arkasından onun hoşuna gitmeyecek şekilde konuşmak demektir. Eğer onun hakkında konuştuklarınızı duyduğu zaman kalbi mahzun oluyorsa gıybet yapmışsınız demektir. Eğer anlatılanlar o kişide yoksa o zaman gıybet sınırlarını aşar ve iftira olur ki bu daha tehlikelidir.

Bir defasında Peygamber Efendimiz (a.s.m):

–    Gıybet nedir bilir misiniz, diye sormuş. Yanında bulunanlar:
–    Allah ve Resulü daha iyi bilirler, deyince Peygamber Efendimiz ( a.s.m. ):
–    Gıybet, kardeşini onun hoşlanmadığı bir sıfat ile vasıflandırmaktır, buyurmuştur.
–    Ya kardeşimde söylediğim sıfat bulunuyorsa, diye sorulduğunda:
–    Söylediğin sıfat eğer kardeşinde bulunuyorsa gıybet etmiş olursun. Eğer bulunmuyorsa o zaman iftira etmiş olursun, buyurmuşlardır.

Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı büyük günahtır. Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmayın, casusluk yapmayın; birbirinizi gıybet de etmeyin. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan tiksinirsiniz. Öyleyse Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah tevbeleri kabul edici ve çok merhamet edicidir.

Ölü kardeşinin etini yemek gibi iğrendirici bir olaydır gıybet. Etini dişleyip koparmak ve yemek gibidir. Olayın perde arkasını görebilsek, gıybet ettiğimiz anda ağzımızdan kanların damlamaya başladığını müşahede ederdik. Ne kadar tiksindirici bir iş yaptığımıza tanıklık edebilirdik.

İbni Hibban’da geçen Amr ibnü’l-As’dan (r.a.) nakledilen şu hadis-i şerifte, Resululllah (a.s.m.) ölü bir katırın yanından geçerken ashabına şöyle buyurmuştur:

Kişinin karnını doyuruncaya kadar şu leşten yemesi, elbette Müslüman bir kişinin etini yemesinden ( dedikodusunu yapmasından ) daha hayırlıdır.

Gıybetten kurtuluş yolları nelerdir?

Ciddi ve hayati bir kaza geçireni hemen acil servisine kaldırırlar. Normal prosedür burada uygulanmaz. Çünkü hemen müdahale edilmezse geç kalınmış olunabilir.

İşte gıybet de manevi hayatımızı ciddi anlamda tehdit eden ve hemen müdahale edilmesi gereken bir hastalıktır. Manevi hayatımızı yakıp yıkan, bütün manevi birikimlerimizi sıfırlayan bir illettir. Ahirette çok sevaplar beklerken elimizin boş, yüzümüzün kara çıkmasına zemin hazırlayan büyük bir beladır.

Tırmizi’de geçen, Ebu Hureyre’nin (r.a.) rivayet ettiği bir hadiste Resulullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

–    Müflis kimdir bilir misiniz, diye sordu. Sahabiler:
–    Bizce müflis, parası ve malı olmayandır Ya Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:
–   Kıyamet günü kişi; namaz, oruç zekatla huzura gelir. Fakat birisine zina isnat etmiş, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını akıtmış, falanı dövmüştür… Sonra hesaba başlanacak ve kısas olarak herkes onun sevaplarından alacaklardır. Şayet, hakkına girdiği kişilerin karşılığı tam ödeyemeden sevapları tükenirse bu defa, haklı kişinin günahları boynuna yüklenecek ve sonra da ateşe atılacaktır! İşte benim ümmetimin müflisi budur.

Allah muhafaza! Şayet böyle bir durumla karşılaşsak kim bize yardım edebilir? Neyimize güvenebiliriz? Kimin kapısına gidip de yardım isteyebiliriz? Her şeye kadir olan Allah ‘Atın bu müflisi cehenneme!’ dedikten sonra kimin bunu engellemeye gücü yeter?

Bir an olsun kendimizi bu sahnenin ortasında hayal edelim ve cehenneme sürüklendiğimizi düşünelim. Aman Allah’ım, ne dehşet verici bir durum!

Hoşlanmadığımız kişinin gıybetini yaparak ona zarar verdiğimizi sanıyoruz. Oysa bilakis o kişiye iyilik etmiş oluyoruz. Çünkü yukarıdaki hadisten anlıyoruz ki, kişinin sevabı cennete girmeye yeterli gelmediği zaman, onu gıybet eden kişilerin sevapları onun sevaplarına ekleniyor.

İmam-ı Gazali, Kimya-yı Saadet kitabında Hasan-ı Basri’nin (k.s.) bir uygulamasını şöyle nakleder:

Kendisini gıybet eden bir kişiye bir tabak taze hurma gönderir. Üzerine bir not koyar:

‘Duydum ki sen ibadetini bana hediye göndermişsin. Ben de buna bir karşılık vermek istedim. Ama tam karşılığını veremedim, kusura bakma.’

Gıybetin caiz olduğu durumlar var mıdır?

Bediüzzaman, bazı şartlarda, kişinin olmadığı ortamlarda onun hakkında konuşulabilir der ve dört durumdan bahseder. Bu özel durumlar dışında kişinin arkasından konuşmak gıybettir.

Birincisi: Haksızlığa uğrayan bir kişi, hakkını savunmak için bu konuda yetkili kişilere her şeyi açıklayabilir. Karşı tarafın yaptığı bütün haksızlıkları anlatabilir.

İkincisi: Eğer bir insan ticaret yapacağı birisi hakkında istişare ederse, istişare ettiği kişi sırf hayır için ve kötü niyet karıştırmadan o kişi hakkında bildiği kusurları söyleyebilir. Ve eğer bir işe girerlerse zarar göreceğini biliyorsa, ‘ Onunla çalışırsan zarar görürsün ’ diyerek zararın önüne geçebilir.

Üçüncüsü: Eğer birisi bir lakapla meşhur olmuş ve onu söylemeden tanınmıyor ve karıştırılıyorsa, söylemenin sakıncası yoktur. Buradaki maksat tarif etmektir, hakaret etmek değildir. Mesela ‘ O topal adam filan yere gitti ’ gibi.

Dördüncüsü: Fasık-ı mütecahirin, yani günahı insanların gözü önünde ve sıkılmadan yapan kimsenin gıybeti caizdir. Fasık-ı mütecahir, işlediği günahlarla iftihar eder, yaptığı zulümden lezzet alır, sıkılmayarak açık bir şekilde günah işler. Başkasının zarar görmesini engellemek için fasık-ı mütecahirin yaptıklarının anlatılması caizdir.

Burada dikkatli olmak gerekir. Fasık-ı mütecahir kriterlerine uyanların arkasından konuşulabilir. Her günah işleyeni bu şekilde değerlendirmek yanlış olur. İşlediği günahlardan pişmanlık duyanların arkasından konuşmak gıybet olur.

İhsan Kasım Salihi / Allah’a Kul Olmak kitabından alıntıdır…

Ruhsal Etkileşimin Tehlikeli Boyutu

Arabanızın nereye gideceğini, lastiklerin dönüş yönü değil, direksiyonu çevirdiğiniz yön belirler. Çevrenizin sizi ne taraftan ittiğine bakmayın, üzerinizdeki itme gücünü ne tarafa kullandığınıza bakın. Sizi engellemeye çalışanların üzerinizde oluşturacağı gerilimi lehinize kullanabilirsiniz. Evrenin görünen yüzeyinde rüzgârlar eser, fırtınalar kopar. Madde, yerinden hareket ettikçe, önüne geleni alıp sürükler. Peki, maddeyi sürükleyen nedir acaba? Sanıldığının aksine, hayatımızı dolduran asıl fırtınalar, maddesel değil, ruhsaldır; tüm hareketler ruhsal evrenden fizik boyuta sıçrarlar.

Hepimiz, çevremizin hareketleriyle hareketlenen kaderler yaşıyoruz. Kaderimizin şekillenmesinde, çevremizdeki insanların bize yöneltecekleri dua ve dileklerin, hakkımızdaki hislerinin ve düşüncelerinin çok büyük payı olacaktır. Komşunun ve arkadaşın geleceğimiz üzerindeki güçlü etkisini tam keşfedebilseydik, insanlarla ilişkilerimizde inanılmaz titiz olurduk. Hz. Cebrail (a.s.) komşu hakkı üzerinde öylesine ısrarlı durmuş ki, İslâm Peygamberi (a.s.m.) komşunun komşuya mirasçı kılınacağından endişe etmiş. Hz. Ali’nin (r.a.) şu sözü çok önemli: ”İnsanlarla öylesine iyi geçinin ki, düşmanlarınız bile ölümünüze ağlasın.” Çevremizdeki insanların bu denli önemsenmesinin sebepleri arasında, karşılıklı olarak birbirimizin hayatlarında oluşturabileceğimiz olumlu ya da olumsuz izlerin çok büyük olabilme potansiyeli yatar. Burada sadece insanlardan üzerimize gelebilecek dolaylı olumsuz veya yıkıcı ruhsal etkileşim araçlarının nasıl bertaraf edilebileceğini irdeleyeceğiz.

Dolaylı olumsuz enerji, kıskançlıktan, size yönelen üzüntüden, kırdığınız kalpten veya hakkınızda oluşan haklı nefretten kaynaklanabilir. Tüm bu olumsuzlukları yok edebilir, haksız şekilde üzerinize geliyorlarsa da, onları lehinize kullanabilirsiniz. İnsanlara karşı gerçek yanlışlıklarınız varsa, duygusal olarak size kırılırlar ve varlığınızı yaralayıcı enerjiyle, gece gündüz sizi tahrip ederler. Bu yanlışların neler olabileceğini görelim:

1. Borçlar: Alacaklı, alacağını her hatırladığında hakkınızda teessüf hisseder; hakkınızdaki her teessüf ruhsal enerjinize yönelen bir tahribattır. Tanıdığım bir adam, borçlarına sadık değildi ve yıllar öncesinden kalan borçlarının pek çoğunu unutmuştu. Başına gelenlerden haberdar oluyordum, girdiği işlerde tutunamadı, kazalar başından eksik olmadı. Bir genç aldığı borçlarla ticaret yapmaya kalktı; ödeme fırsatını yakaladığı anda, borcunu ödemedi ve parayı işini büyütmek için kullandı. Battı, iflâs etti; çünkü stratejisi yanlıştı. Bir diğeri kurnazlık yaparak, borç parayla borsada zengin olacağını sandı; batınca, çareyi intihar etmekte aradı. Tehlikeli olan, borcunu ödeyememek değil, borca karşı duyarsız olmaktır. Çaresizliğe düşmüşseniz alacaklıdan kaçmayın, derdinizi anlatın, tüm varlığınızı ortaya koyun, size anlayış göstermesini isteyin. Unutulmuş borç, vücudunuzun bir köşesinde bekleyen çıban gibidir; temizleninceye kadar zarar verir. Evi, arabası olduğu halde borcunu ödemeyen insanlar yaşıyor. Batmak istemiyorsak, batan işyerlerinin borç/alacak ilişkilerini inceleyerek nelere dikkat etmemiz gerektiğini görelim.

2. Dargınlıklar: Gergin olduğunuz bir anda, arkadaşınızın kalbini kırmış olabilirsiniz. Terkedilmek yüzünden bunalıma giren gençler tanıdım. Eğer birisine böyle bir ızdırap çektirmişseniz, sizi her hatırlayışında duyacağı üzüntü, üzerinize bela gibi yağacaktır. Basit gerekçelerle insanları darıltırsanız, sadece yalnızlığa terkedilmezsiniz; geleceğiniz karartılır. Ya gönül kırmayın ya da iletişim kurmayın. Gönül kırmamanın en emin yolu, dilimize hâkim olmaktır.

3. Maddî Zarar: Verdiğimiz küçük maddî zararlar birikir ve büyük zararlar halinde bize geri dönerler. Kapısının önünü kirlettiniz, arabasını çizdiniz, birisine çarpmışsanız.. özür dilemekten korkmayın. Yaptıklarınız yüzünden üzerinize haklı öfke yönlendirirlerse, mutlaka tökezlersiniz. İğnesini bile kaybetmişseniz yenisiyle değiştirin veya mutlaka hakkını helâl etmesini, kalbinin sizden hoşnut olmasını sağlayın.

4. Gıybet: Yüzlerine gülebildiğiniz insanların gıyaplarında, onları rencide edecek bir sıfat kullanır mısınız? Gıybet, ruhlar arasında dolaştıkça aleyhinizde enerji üretir. Eğer birisi hakkında söylediğiniz söz hakkınızda söylenmiş olsaydı rencide olacaksanız, söylediğiniz gıybettir. Birisi hakkında konuşurken veya birşey hissederken, hemen kendinizi onun yerine koyun. İlk sağlam ölçü kendi kalbinizdir. Gıybet köstekler; sevginin değil, nefretin çekirdeğidir ve mantar gibi hızlı kopyalanan salgın bir hastalıktır. Başkalarını alay konusu yapmak, gururlananlara çok tatlı geliyor. Eleştirenler kadar eleştirilen, aşağılayanlar kadar aşağılanan insan görmedim. Bir büroda çalışan herkes hakkında bir eleştiri duydum; ama, aynı büroda, hiç kimseyi rencide etmeyen bir uzman aleyhinde konuşan tek bir insanla karşılaşmadım. Birisi bunu denedi ve oracıkta hemen aşağılandı, dışlandı. Önemli işleri olanlar, başkalarını çekiştirmeye vakit bulamazlar.

5. Haksız Nefret: Eğer haksız iseniz, nefretiniz ve bedduanız, dönüp dolaşıp size gelecektir. Ayaklarınızın altına aldığınız şerefler sizi çiğnemeye hazırlanıyor. Birilerinde kalan hakkınız varsa size verilecektir; ama, kaderin sahibi kimseye haksız ve kalıcı zarar vermenize izin vermeyecektir. Verdiğiniz zararın karşılığını eninde sonunda ödersiniz. Suçunuz yoksa başkasının da size kalıcı zarar verebileceğini sanmayın. Yaşadığınız filmin bir de yarınları var; sonunu görmeden karar verirseniz, acele edersiniz. İslâm Peygamberi (a.s.m.), lânetin eninde sonunda sahibini bulacağını bildirmişti: ”Kul birşeye lânet ettiğinde o lânet göğe çıkar da gök kapıları kapanır; giremez, geri döner. Yerin kapıları da kapanır; giremez. Sağa sola gider gelir. Bir yer bulamayınca lânet edilen şeye gider. Eğer lânete layıksa ona gider, değilse söyleyene döner.”

Beni şaşırtan bir husus, Dr. Annie Besant’ın, bu sürecin bazı medyumlar tarafından algılanabilir ölçüde açık olduğuna dair iddiası olmuştur. Filmlerde ve sokaklarda ”Lânet olsun” sözlerini duydukça, bu çirkin sözü bilinçsizce söyleme alışkanlığını kazandık. Ayağınızın çarptığı taşa lânet ettiğiniz için lânetinize uğramak ister misiniz sahi? Gazeteler ”Ne oluyor bize, çıldırıyor muyuz?” diye manşet atıyorlar. Türkiye halkına ne olduğunu anlamak için insanların sokak ortasında nasıl küfürleştiklerine bakın. Küfürleşerek konuşmak samimiyetin bir ifadesi hâline gelmişse, bu hastalığa yakalananların geleceği karanlıktır.

Nefretin kalbinize hâkim olmasına izin vermeyin; damarlarınızdan tüm enerjiyi çekip kurutursunuz. Kötü insanlardan nefret etseniz de, bunun size faydası olmaz. Bazı insanlara yönlendirilen nefret bazen zararsız olabilir; ama hiçbir zaman faydalı olamaz. Tüm bunları yaptığınız halde hâlâ birileri sizden nefret ediyor mu? Önünüze taş koymaya, yolunuzu kesmeye ve yokluğunuzu dilemeye devam mı ediyorlar? Tarihe bakın: Bazı insanlar saldırılar altında yok oldular; küçüldüler. Çünkü onlar yanlış yapan insanlardı ve saldırılar onlara gönderilen cezalardı. Oysa bazıları saldırılarla yüceldiler; onları engellemeye çalışanlar, aslında onların evreni kuşatmalarına hizmet etmişlerdi. Sevgiye sarılana saldıran nefret, sarsılmaz duvarlara çarpıp geri döner. Nefret, nefret edenden başkasına zarar vermez.

Muhammed Bozdağ / Zafer Dergisi

Gıybet, Zayıf ve Zelillerin Silahıdır

Peygamberimiz (a.s.m.) sahabe-i Kirama “Gıybet nedir bilir misiniz?” diye sordu. Yanında bulunanlar: “Allah ve onun elçisi daha iyi bilirler” dediler. “ Gıybet, kardeşini onun hoşlanmadığı bir sıfat ile vasıflandırmaktır.” Buyurdu. “Kardeşimde söylediğim sıfat bulunuyorsa?” diye sorulduğunda: “Söylediğin sıfat eğer kardeşinde bulunuyorsa gıybet etmiş olursun, bulunmuyorsa iftira etmiş olursun.” Buyurdu. (Tirmizi)

 “Gıybet, kardeşinin hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır” (Tirmizî)

Ey inananlar, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.(el-hucurat 49/6)

Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle der: “Aziz ve Celil olan Rabbim beni Miraca çıkardığında, demirden tırnaklarla yüzlerini ve gözlerini tırmalayan bir topluluğa rastladım. Cebrail’e dedim ki: Bunlar kimlerdir? Şöyle dedi: Bunlar gıybet ederek insanların etlerini yiyen ve onların şereflerine dil uzatanlardır.” (Ebu Davut)

“Bir kısmınız diğerlerinizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz değil mi?” (el-Hucurat, 49/12)

İki Cihan Server’ı Resül-i Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurur:

“Bir kimse yanında hakarete maruz kalan bir mümine gücü yettiği halde yardım etmezse, Allah o kimseyi kıyâmet gününde insanların önünde rezil eder” (Tebarâni) 

“Her kim gıyabında kardeşinin kusurlarını söyletmezse, kıyâmet gününde Allah da onun kusurlarını örtmeyi tekeffül eder” (İbn Ebi’d-Dünya).

“Ey kalbiyle değil, sadece diliyle iman edenler topluluğu! Müslümanların gıybetini yapmayınız, ayıplarını araştırmayınız. Zira kim kardeşinin ayıp ve kusurlarını araştırırsa Allah da onun kusurlarını araştırır. Allah, kimin kusurunu araştırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil ve rüsva eder.” (Ebû Dâvud, İbn Ebî Dünya)

İslam dininde kardeşliği şu ayet ifade eder, “Müminler ancak kardeştir. İhtilaf ettikleri zaman, iki kardeşinizin arasını düzeltin ve sakının ki, merhamet olunasınız” (el-Hucurat, 49/10)

Hz. Peygamber (s.a.s)’in buyurduğu gibi, “Mümin müminin aynasıdır. Mümin iki el gibidir, birisi diğerini temizler”

Bediüzzaman 22.Mektubun Hatimesinde gıybet hakkında şöyle diyor;    وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ     “Hiçbir şey yoktur ki onu hamd ile tesbih etmesin” (İsra suresi,44)

Yirmi beşinci sözün Birinci Şulesinin Birinci Şuaının Beşinci Noktasının, makam-ı zem ve zecrin misallerinden olan bir tek ayetin, mucizâne altı tarzda gıybetten tenfir etmesi, Kur’ân’ın nazarında gıybet ne kadar şeni bir şey olduğunu tamamıyla gösterdiğinden, başka beyana ihtiyaç bırakmamış. Evet, Kur’ân’ın beyanından sonra beyan olamaz; ihtiyaç da yoktur.

Üstad Bediüzzaman, gıybet Ayetini tefsir etmiş, gıybettin ne kadar zararlı olduğunu kınama ve yasaklama hususunu izah etmiştir. İşte  مَيْتًا يهِ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِ   “Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” (hucurat suresi:12). Gıybet bir kınamadır. Bu ayet-i kerimenin altı kelimesiyle altı derece gıybeti kınamaktadır.

Âyetin başındaki hemze, sormak “âyâ” acaba manasındadır. O sormak manası, su gibi ayetin bütün kelimelerine girer. Her kelimede bir gizli, örtülü hüküm var.

Aya:  (acaba) Soruyorum demektir. Yani eyühıbbü deki -e – (Âyâ) acaba manasındadır, her kelimenin başındaki bu kelimeyi acaba ile sorarak hakikatini öğrenmeye çalışacağız.
        
İşte, birincisi: hemze ile der: Âyâ, sual ve cevap mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin bir şeyi anlamıyor?

Ayettin başında ki “eyühıbbü” deki  – e –  kelimesi ile soruyor. Yani acaba sormak ve cevap vermek mahalli olan akıl sormayı anlıyor, cevabı da anlıyor, hayatın levazımatını tedarik edebiliyor, sorulan tüm suallere anlayış derecesine göre cevap verebiliyor, iyiyi kötüyü seçebiliyor da acaba gıybet gibi kötü ve çirkin olan bir şeyi neden anlamıyor.

İkincisi: يُحِبُّ -yühıbbü- lâfzıyla der: Âyâ, sevmek ve nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever?

Yühıbbü (sevmek)  Sevmek ve nefret etmek kalbin mahalli yani yeridir, yaratılış itibariyle kalp sevgi yeri iken gıybet gibi nefret edilen, sevilmeyen ve iğrenç bir haslete tenezzül etmemek gerekir. Onun için Kur’an’ı Kerim bizi bu çirkin hasletten menediyor.

Üçüncüsü:اَحَدُكُمEhaddüküm. Ehaddüküm, (sizden biriniz)bu kelimenin de başına acaba manasını koyarak Kur’an-ı Kerim bize üçüncü soruyu soracak.

Cemaatten hayatını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder?

Gıybet bulaşıcı bir hastalık gibidir,  toplumsal ve sosyal hayat için faciaya sebep olabilmektedir. İnsanları birbirine düşürebilir. Burada ki siz kelimesi çoğulu ifade eder, biriniz kelimesi de ferdi ifade etmektedir. Birinin gıybeti yapıldığı zaman bilahare kişi yaptığından pişmanlık duyar ve gıybeti edilen kişi ile helalleşme imkânı olabilir. Bir toplumun veya bir kitlenin hatta bir milletin gıybeti yapıldığında ise herkesten helalleşmek imkânı olamaz. Günah cihetiyle her ne kadar tövbe ederse de büyük bir toplulukla helalleşme imkânı olamayacağından, kişi o günahla birlikte dünyadan ayrılmak mecburiyetinde kalır. Bu nedenle çoğunluğu teşkil eden, yani toplum veya kitle halindekilerin gıybetinden sakınmak gerekir.

Hayat-ı içtimaiyede ferd daima, tesanüt ve teavün düsturu ile hayatını cemaatten alır. İşte Gıybet öyle bir zehir ki: Yardımlaşmayı, dayanışmayı, birlik ve beraberliği de ortadan kaldırır. Bu nedenle toplum olarak bu illetten uzak durmak lazımdır.

Dördüncüsü: اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ –en y’e’küle lehme- kelâmıyla der: İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşınızı diş ile parçalamayı yapıyorsunuz?

Lehm; et, ekel ise yemek demektir. Bazı hayvanlara vahşi hayvan demesindeki hikmet ise bir başka hayvanı parçalayarak yemelerinden ileri gelir. İşte böylece insana yakışmayacak şekilde kendi cinsinden bir kardeşinin gıybetini yapmak onun vücudunda parça parça etini kesip yiyen bir canavar gibidir.

Beşincisi: اَخِيهِ -Eğihi- kelimesiyle der: Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı manevîsini insafsızca dişliyorsunuz? Ve hiç aklınız yokmu ki, kendi azanızı kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz?

Eği, kardeş demektir. Evet, ölmüş bir kardeşinin vücudunda parça parça etleri koparıp bir ateş mangalının üzerinde pişirip yemesi ne kadar çirkin ve vahşet ise kardeşini gıybet eden birisi de adeta dişleriyle onun etini parçalayarak yemesi de o kadar çirkin ve vahşettir. Kardeşlik sevgiyi beraberinde taşımaktadır. Gıybet ise canavarın pençesi gibidir. Birçok cihetle kardeşi olan dostunu, arkadaşını gıybetle onun kalbi ve gönlünü parçalamaktadır.

İnsanın kendi cinsinden olana acıması, şefkat etmesi ve sıla-ı rahim etmesi gerekir. Hele gıyaben bir kardeşinin gıybeti yapmak çok çirkindir. Hazır olmayanın gıybeti yapıldığından kişi müdafaasız kaldığı için mazlumdur. Bir mazlumu gıybet etmek büyük bir zulümdür.

Mahşer gününde bazı insanlar bakacaklar ki: Defterlerinde çokça namaz, niyaz, hac, kur’an okumalar ve birçok ibadetin yazılı olduğunu görecek ve şaşıracaklar. Diyecek ki: Ya rabbi ben bunlardan hiçbirini yapmadım ki bu nasıl olabilir?

Cenab-ı Hakk : “Falancalar senin gıybetini yaptılar bende onların ibadetini onların defterinden sildim senin defterine yazdım” der. Mahşerde bazı insanlarda amel defterlerinde yaptıkları ibadetleri göremeyince şaşıracaklar ve hayret edecekler. Ya Rabbi yaptığımız ibadetlerimiz nerede diyecekler. Allah; onlara: “Siz falancanın gıybetini yaptınız, sizin amelleriniz onun defterine geçti.” diyecek.

Şu fani ve fena ahir zamanın insanları çok kusurlarla zar zor kazandıkları ibadetlerini gıybetle ne kadar kolay ellerinden çıkarabiliyorlar. Ufak bir kibrit çöpü tonlarca kuru otu nasıl birden yakabiliyorsa gıybette öylece yapılan sevapları bir kerede silip, mahşerde kişiyi müflis bırakabilir.

Altıncısı: مَيْتًا , -meyten- kelâmıyla der: Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşinize karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir işi yapıyorsunuz?

Meyten, manası ölmüş demektir. Zem ve gıybet, aklen ve kalben ve insaniyetten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyetten mezmumdur. İşte yukarıda yazılan ayet veciz bir şekilde altı derece o günahtan insanı uzaklaştırır.

Üstad Bediüzzaman diyorki:Gıybet ehl-i adavet ve haset ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silahtır. İzet-i nefis sahibi, bu pis silaha tenezzül edip istimal etmez.” Meşhur bir zat demiş: “Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gıybet, zayıf ve zelil ve aşağıların silahıdır.”

Gıybet odur ki, gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese, hem gıybet, hem iftiradır; İki katlı çirkin bir günahtır.

Gıybet, mahsus birkaç maddede caiz olabilir. 

Birisi: Şekva suretinde, bir vazifedar adama der; tâ yardım edip o münkiri, o kabahati ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.

Yani zayıf ve muzdarip birisi, güçlü birisine kuvveti yetmez, uğradığı haksızlığı defetmek ve hakkını alabilmek için bulunduğu yerde emniyet veya mülkiye amiri gibi birisine gider maruz kaldığı belayı defetmek veya gasp edilen malını alabilmek için o kişi hakkında maruzatını ifade edebilir. Bu gıybet sayılmaz.

Birisi de. Bir adam onunla teşrik-i mesai etmek ister, seninle meşveret eder. Sen de, sırf maslahat için, garazsız olarak, meşveretin hakkını eda etmek için desen: “onun ile teşrik-i mesai etme. Çünkü zarar göreceksin.”

Biri, tanımadığı birisi ile çalışmak ister, fakat onun hakkında malumat sahibi olmadığı için onu tanıyan birisine gider onun hakkında bilgi ister. İşte o adam meşveretin hakkını eda etmek için bildiklerini garazsız bir şekilde söyleyebilir.

Birisi de: Maksadı tahkir ve teşhir değil, belki maksadı tarif ve tanıttırmak için dese: “o topal ve serseri adam filân yere gitti.” 

Birini tarif ederken karşıdaki onu hatırlayamazsa, topal Ali veya kör Hasan gibi kişiyi tanıttırmak için şiar olunan lakabları ve tarif niyetiyle söyleyebilir,  ama bunu diyen kişi onların kusurlarıyla alay niyetiyle derse, gıybet etmiş olur. Mümkün mertebede incitici ve rahatsız edici söz kullanmamak ve iyi niyetle söylemek lazımdır.

Birisi de: O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yani fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor; zulmü ile telezzüz ediyor, sıkılmayarak aşikâre bir surette işliyor.

Birisi yaptığı zina veya kâbih bir fiili ile övünerek açıkça herkese anlatması o kişinin ne kadar gaddar ne kadar kötü ve ne kadar terbiyeden uzak olduğunu karakteriyle ispat etmiş olur. Bu çirkin halini çekinmeden açıkça anlatan adam ile birisi işbirliği yapmak isterse, biri o kötü adamın şerrinden arkadaşını korumak niyetiyle garazsız o kişi şöyle şöyle biridir onunla işbirliği yapma diyebilir. Eğer niyette garaz yoksa gıybet olmaz ama adama olan garazından söyler ise doğru bile olsa gıybet olur, şayet yalan söylese hem gıybet hem iftira olur. İşte bu mahsus maddelerde garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet yapılırsa caiz olabilir. Gıybet kişinin niyetine bağlıdır. Herkes kendini yokladığında yaptığını çok iyi bilir.

Eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit,  – allahümmeğfirlenâ velimeniğtebnâhü – Allahım, bizi ve gıybetini ettiğimiz zâtı mağfiret et- demeli, sonra gıybet edilen adama ne vakit rast gelse, “Beni helâl et” demeli.

Mademki ölüm var, hesap günü ve mahkeme-i Kübra bizi bekliyor, bir an evvel tövbe etmeli, günahlarımızdan pişmanlık duyup gıybetini yaptığımız kişiden helallik istenmeli, ölmüş ise ona dua etmelidir.

Rüstem Garzanlı                                                                                            

Kamu Yöneticisi / Diyarbakır

www.NurNet.org

 

Gıybet silahını kimler kullanır?

Ben bir cemaate mensubum. Bu vesileyle birçok insanla tanıştım.

Aynı evi paylaştım. Her yıl tanıdık listeme yenileri ekleniyor. Asıl sorunum, istemediğim halde her defasında yeminler edip pişman olduğum halde gıybet ediyorum ya da yapana ortak oluyorum ama sonrasında çok pişmanlık duyuyorum, tövbe ediyorum. Fakat aynı hataya tekrar düşüyorum. Bu kadar çok tövbe ve yemin edip tekrar aynı hataya düşmekle tövbem kabul olmaz mı? Ayrıca helallik de alamam. Çok bunalıma girdim. Allah’ın beni sevmediğini, affetmeyeceğini düşünmekten yoruldum. (Rumuz: Yavuz)

Böyle bir ümitsizliğe düşmeyin. Hiçbir günah tövbesiz değildir. Tövbeler günahlar için vardır. Tövbeleri kabul edecek olan Allah’tır.

Dikkat ederseniz, gıybet günahının anlatıldığı ve çirkinliğinin tasvir edildiği âyetin sonunda Allah kendisini “Tevvâb/Tövbeleri çok kabul eden” olarak tanıtır. Bu kelimeden önce “Allah’tan korkun!” uyarısı yer alır ki, burasının dikkate alınması gerekir.

Yine sizin ümitsizlik girdabından kurtulmanıza vesile olmak için bir Kur’ân gerçeğini hatırlatmak isterim.

Kur’ân “Allah’tan korkan takva sahiplerini” anlatırken şu tasnifi yapar:

Onlar çirkin bir iş yaptıkları yahut bir günahla nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar ve günahlarının bağışlanmasını isterler. Zaten Allah’tan başka günahları bağışlayacak kim var? Onlar, işledikleri günahta bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmran, 3:135.)

Bu âyetin açıklamasında size bir kurtarıcı el daha uzanıyor. Bu el Sevgili Peygamberimiz’in elidir:

İstiğfar eden (Allah’tan bağışlanma dileyen) kimse, günahında ısrar etmiş olmaz-günde yetmiş kere günahına dönse de…

***

Yalnız bu ümit ve şefkat eli, aynı günaha devam için bir “fetva” anlamına gelmesin, günahı gözünüzde küçültmesin!

Kur’ân’da çirkinliği ve iğrençliği bu kadar açık ifadelerle anlatılan bir başka günah yoktur.

Bir bir iman kanseri, bir kardeşlik mikrobu olarak anlatılan gıybeti Kur’ân şu cümlelerle tasvir eder:

Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz” (Hucurat, 49:12)

Gıybetin tanımını Peygamberimiz şöyle yapıyor:

Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığın bir şeyle anmandır. Eğer o söylenen şey kardeşinde varsa gıybet etmiş yoksa iftira etmiş olursun.

***

Yıllar önce bu konuyu araştırırken Said Nursî’nin Mektubat‘ında âyetin kelime kelime tefsirini görünce gerçekten çok irkilmiştim.

Ayette şu anlamlar dikkate veriliyordu:

İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşınızı dişle parçalamayı yapıyorsunuz?”

Ve hiç aklınız yok mu ki, kendi âzânızı kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz?”

Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir hâlde bir kardeşinize karşı etini yemek gibi en müstekreh (çirkin) bir işi yapıyorsunuz?”

Bu cümlelerin ardından bu tespitlere de yer veriliyordu:

“Gıybet, ehl-i adâvet (düşmanlık ehlinin) ve haset ile inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sahibi bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez.

Nasıl meşhur bir zat demiş: Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gıybet, zayıf, zelil ve aşağıların silâhıdır.

Bu bahsin sonunda bir de dua öğretilir:

Eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit ‘Allah’ım bizi ve gıybet yaptığımız kişiyi bağışla‘ demeli, sonra gıybet edilen adama ne vakit rastgelse, ‘Beni helâl et’ demeli.” (22. Mektub)

Mehmed Paksu – Bugün Gazetesi