Etiket arşivi: kuran

Bak Allah’ın Rahmet Eserlerine! Ama İyi Bak!

Kur’ân’ın bize gösterdiği yerde bambaşka bir âlem vardır. Bizim dünyamızdaki karışıklıklara karşılık, orada huzur ve sükûn bulunur. Orası cıvıl cıvıl, rengârenk bir âlemdir.

Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Ölümünün ardından yeryüzünü nasıl diriltiyor. (Rum Sûresi, 30:50)

Bize imanın hazzını bütün sıcaklığıyla tattıracak bir potansiyele sahip olan bu âyeti hergün tekrar tekrar okusak yeridir:

Ama sadece dilimizle değil, tüm varlığımızla.

Bir de, oturduğumuz yerde değil, âyetin “Bak” diye gösterdiği yerlerde.

Çünkü bu âyet, etrafımıza ördüğümüz duvarların arasından bizi çekip çıkarmakta ve gerçek dünya ile yüz yüze getirmektedir.

Gerçek dünya ile, evet!

Her ne kadar bizim bulunduğumuz yerden bakıldığında bizim dünyamız gerçek gibi görünüyorsa da, bu, âlemler içinde görülmeyecek kadar küçük bir nokta, zaman içinde sözü bile edilmeyecek kadar kısa bir andır. Eğer bu an içinde olup bitenler kâinatın geri kalan kısmı ile bir uyum halinde cereyan etseydi, biz âlemi gerçek rengiyle görmekte zorlamazdık. Fakat işin aslı öyle değildir.

Bu âlem içinde bizim kurduğumuz dünyanın, inşa ettiğimiz medeniyetin donuk, haşin bir çehresi vardır. Orada insanlar birbirinin kötülüğünden korunmaya çalışır. En küçük beşerî ilişkilerden ülkeler arası ilişkilere kadar her seviyedeki ilişkilerde hükmeden, çıkar çatışmalarıdır. Orada bombalar patlar, savaşlar çıkar, insanlar ağlar. Bütün bu kargaşa içinde yaşamaya çalışan insanların günleri, o işten bu işe yetişmek yahut yaralarını sarmak için çabalamakla geçer.

Kur’ân’ın bize gösterdiği yerde ise bambaşka bir âlem vardır.

Orası cıvıl cıvıl bir hayat kaynayan, rengârenk bir âlemdir.

Bizim dünyamızdaki karışıklıklara karşılık, orada huzur ve sükûn bulunur.

Bu dünyada bunalan ruhlar, o âleme girer girmez aradaki farkı hisseder; orada bir saat kalacak olsa, dinlenmiş ve dertlerini hafiflemiş şekilde geri döner.

İşte o âlem, gerçek âlemin ta kendisidir.

O âlem, rahmetin her taraftan tebessüm ettiği âlemdir.

Gerçi o tebessüm, bizim günlük hayatımızdan da hiçbir zaman eksik olmaz. Fakat biz parazitler arasında onu fark etmeyiz. Fark edilecek olsa bile, bir serçe cıvıltısı, bir çiçek açışı, bir gündoğumu, küçük dünyamızın meşgaleleri içinde önemli bir yer işgal etmez.

Her ne kadar bu durum, birçoğumuz için inançsızlık anlamına gelmese de, bir eksiklik anlamına gelir:

İnancımızda rahmetin neş’esi eksiktir.

Herşeyi kuşatan kudretiyle bir Yaratıcımızın bulunduğuna bütün kalbimizle inansak bile, Onun rahmetinin de herşeyi kuşattığından haberdar değilizdir.

İnancımız ve yaşayışımız, birbirini böylece karşılıklı olarak etkiler. Merhamet ve muhabbet gibi kavramlar, hayatımızda olması gereken yere hiçbir zaman yerleşemez.

Fakat Kur’ân, o son derece net ve keskin üslûbuyla bizim dünyamızın karanlıklarını bir anda yırtıyor; bir şimşeğin çakışı gibi âni aydınlığı ve gür sesiyle bize bir şok veriyor.

Bak Allah’ın rahmet eserlerine!” diyor.

İşte, bak. Bak da gör, ölmüş yeryüzünün dirilişinde o rahmet nasıl gülüyor.

Papatyalarla, sarıçiçeklerle, gelinciklerle bezenmiş çayırlara bak.

Çiçeklerini takınıp çayırların üzerinde sıra sıra dizilmiş ağaçlara bak.

Çiçekler arasında, bir şerbet çeşmesinden diğerine uçuşan böceklere, arılara, kelebeklere bak.

Cıvıl cıvıl kuşlara ve yavrularına bak.

Çayırlarda koşuşan kuzulara bak.

Allah’ın rahmetini müjdeleyen rüzgâra bak.

Gökten bulutlarla, yerden derelerle taşınan rahmet hazinelerine bak.

İşte, Kur’ân’ın “Bak” dediği yerde görülenler bunlardır. Ve bunlar, hayatın ta kendisidir. Bizim hayat zannettiğimiz şeyde eksik olan da bundan başkası değildir.

Ölmüş yeryüzünün dirilişine âyetin “rahmet eseri” olarak atıfta bulunması dikkat çekicidir. Oysa bunun bir kudret eseri olarak sunulması bize daha makul gelebilirdi. Gerçi âyetin sonunda “Onun gücü herşeye yeter” cümlesiyle bu husus da vurgulanmıştır; ancak kâinat kitabı bahar sayfalarında rahmetin tebessümünü apaçık gösterdiği gibi, Kur’ân da dikkatlerimizi aynı yere yöneltmekte ve “Bak Allah’ın rahmet eserlerine” buyurmaktadır.

Burası, imanımızda ve o imanı yaşayışımızda, belki de en büyük eksiğimizin ortaya çıktığı yerdir.

Hayata bakarken onun yüzünde ilk olarak gözümüze çarpan şey rahmet olduğu, hayatı yaşarken ilk yansıttığımız şey de rahmet olduğu gün, bu eksiğimizi kapatmışız demektir.

Onun yolu ise, kendi dünyamızın duvarlarını aşarak gerçek hayatla yüz yüze gelmektir.

Yani, Kur’ân’ın gösterdiği yere bakmak, Kur’ân’ın gösterdiği yerden bakmaktır.

Onun da anlamı, rahmeti görmek, bir rahmet ve muhabbet neş’esi içinde yaşamak, o neş’eyi ve o rahmetin eserlerini kendi yaşayışımızla yansıtmak demektir.

Ümit Şimşek

Uzak Doğu Seyahati Hizmet-i Nuriye Notlarından (11 Ağustos 2000)

Bütün kardeşlerimizin, Ehl-i İman ve Kur’an’ın gelen şuhur-u selaselerini candan tebrik ederiz. Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin 90 sene önce Şam’daki Hutbesinde ifade buyurduğu:

“Hasıl-ı kelâm: Biz Kur’an şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklid için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’an hükmedecek.

Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkisafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o fecrin emareleri göründü. Yetmişbir’de fecr-i sadıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak.” diye ifade buyurduğu muazzam hakikat zemin yüzünde tezahür ve tahakkuk etmeye başlamış.

Bu muazzam hakikatın Allah’ın inayetiyle, tezahür etmesi nümunelerinden olarak hem şarkta, hem garbta İslamiyet lehinde büyük tezahüratlar zuhura başlamış. Rusya ve Amerika gibi kıt’a devletlerde ümid edilmedik İman ve İslam’ın manevi fütuhatları oluyor. Bunlardan bir demet çiçek hükmünde birer nümune arz ve takdim ediyoruz. Umuma binler selam. Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye’de daima tevfik-i İlahiye nailiyetler dileriz.

Hz. Üstad’ın hizmetinde bulunan Talebeleri

UZAK DOĞU SEYAHATİ HİZMET-İ NURİYE NOTLARINDAN..

11 Ağustos 2000 tarihinde, Malezya Milli Üniversitesi’nin tertib ettiği II. Bediüzzaman Sempozyumu’na iştirak etmek ve Endonezya ve Avustralya’da Üstad Bediüzzaman namına tertib edilen seminer ve toplantılarda bulunmak üzere başta Sungur Ağabey ve Risale-i Nur’un Arapça mütercimi İhsan Kasım Essalihi ve Prof. Faris Kaya’nın da bulunduğu bir hey’et ile Malezya’nın Başşehri Kuala Lumpur’a gidildi. Beraberimizde Aslen Filistinli, 20 senedir Amerika’da yaşayan, Hardford Üniv. Öğretim Görevlilerinden ve 1911 yılından beri yayın hayatını sürdüren The Muslim World dergisinin editörü olan Prof. İbrahim Ebu Rabi’ de vardı. İbrahim Bey, yaklaşık 3 aydır Türkiye’de… Risale-i Nur’u Türkçesinden okumak ve Türkçe öğrenmek maksadıyla lisan üzerinde çalışıyor.

Malum olduğu üzere, geçtiğimiz sene Ağustos ayında, Malezya’da Milletlerarası bir sempozyum tertib edilmişti. Bu sempozyumdan sonra, Üniversite Prof.’larından bir hey’et, üniversite civarında bir dershane açmak ihtiyacını ifade etmeleri üzerine bir dershane açmak için teşebbüs edildi. Şehrin merkezinde senelerden beri mevcud olan ve İrfan Kardeşin delaletiyle açılan dershane yine devam ediyordu. Ancak bu açılacak dershane şehrin merkezine 50 km. uzaklıkta, üniversite civarında kurulmuş Bangi Beldesinde açılacaktı. Bu esnada mastır çalışması yapmak ve lisan öğrenmek maksadıyla Isparta mezunu Serkan kardeşimiz Malezya’da bulunuyordu. Onun da gayretleriyle, Ürdün’e 6 aylığına, Arapça öğrenmeye giden Prof. Yakub’un evi cüzi bir masrafla tutuldu. Ve akabinde Kayseri mezunu kardeşlerimizden Fatih kardeş de yanına giderek güzel bir hizmet zemini teşekkül etti. Bizimle beraber Malatya mezunu Mücahid Barış kardeş de orada bir miktar kalmak üzere geldi. Şimdi hemen hemen her gün, dershaneye gelen gidenler, cemaatle namazlar ve dersler şevkle devam ediyor.

Pazar ve Cuma akşamları dershanede ders oluyor. Pazar akşam dersinde, İbnur Azli hocamız 20-25 bazen 30 talebesiyle beraber derse geliyor. İbnur Azli hocamız’ın Kur’an-ı Kerim’i Öğretme Klübü dedikleri genç bir cemaati var. Bu 30’a yakın talebesinin her biri yine 20-25 yaşları arasında.. ve her biri ayrı bir mahalde, ayrı bir semtte birer Kur’an hocasıdırlar. İşte İbnur Hoca her Pazar akşamı yatsı namazından sonra talebeleriyle beraber dersaneye geliyor, dersi evvela Arapça Nur Külliyatı’ndan okuyor, aynı zamanda da Malayca’ya tercüme ediyor. Geçen derslerde Malayca’ya tercüme edilen 3 Risale’yi (Mu’cizat-ı Kur’aniye, Ene ve Zerre, Yirminci Mektub) hep beraber okumuşlar. Şimdi Arapçasından devam ediyorlar.

Cuma dersinde de yeni tanışılan kardeşler, eskiden Nurları bilen kardeşlerle hep birlikte hem Türkçe, hem Arapça hem İngilizce dersler oluyor. Bu kardeşlerden birisi dershaneye sürekli devam eden, bilgisayar fakültesi öğrencisi Yemenli Halil kardeşimizdir. Halil kardeşimizin bir ayağı tıbbi özürlü olmasına rağmen her akşam, yorulmadan, usanmadan dershaneye gelir, kardeşlerle beraber namaz kılar, dersi dinler, çay içer ve ayrılır. Biz Türkiye’den giderken, bizden ısrarla iki Arapça külliyat isteyen bu kardeşimiz, daima Cevşeni cebinde, Nura müştak bir kardeşimizdir. Kendisine külliyatları teslim ettiğimizde sorduk. “Külliyat’ın birisini kendine alıyorsun, ikincisini ne yapacaksın?” Cevaben dedi ki: “Diğer külliyatı da Yemen’e gidecek bir arkadaşıma vereceğim. Bu külliyat bizim memlekette çok iş görecek.” Bu arada biz, “Yemen gibi memleketlerin zaten İslam diyarı olduklarını ve Risale-i Nur’un en bariz evsafının daha çok dalalet ve sefahetle doğrudan muhatab olan memleketlerde tezahür ettiğini” ifade etmek istediğimizde Halil kardeş, bir anda yerinden kalktı, kitablığa uzanarak Arapça Uhuvvet Risalesi’ni eline aldı ve bize dönerek: “Kardeşim, dediğin doğru ama benim memleketin insanı bu kitabı görmemiş. (İNNEME’L MÜMİNUNE İHVETÜN) ayetinin bu asra ait tefsirini duymamış. Bu sebebten bizim orda, hased de var, gıybet de var. Onun için bu eserler, bizim oraya da bir o kadar lazım.” dedi.

Aynı şekilde Malay halkından da derslere gelenler var. Mesela; Muhammed Süfyan isminde, Sony fabrikasında çalışan genç bir kardeşimiz derslere yeni yeni geliyor. İbnur Azli hocanın internetten alarak sayfa sayfa halinde fotokopi ile çoğaltarak dağıttığı Arapça-İngilizce Tarihçe’yi kardeşlerle beraber saatlerce mütalaa ediyordu. Ayrıca 20 senelik Nur talebesi ve bir nevi Malay hizmetlerinin gizli hadimi Hayrulenver, her gün mutlaka dersaneye uğrar, beraber namaz kılar, kardeşlerin ihtiyacını sorar, öyle evine gider. Şimdilik ferden ferda başlayan bu hizmet, ağabey ve kardeşlerin dua ve himmetleriyle inşaalah yakın bir müstakbelde güzel neticeler verecek ve nice Nura muhtaç gençlerin imdadına yetişecek ümidindeyiz.

14 Ağustos’ta, Milli Üniversite’de 1 günlük bir sempozyum tertib edildi. 5-6 oturum halinde icra edilen bu sempozyum, tebliğlerden sonra daha çok “workshop” diye tabir edilen karşılıklı müzakereler halinde tahlili konuşmalarla devam etti. Tanıdığımız simalardan, Alpaslan Açıkgenç, Bilal Kuşpınar, Adem Kılıçman hocalarımızın da iştirak ettiği ve lisanı İngilizce olan bu sempoz-yum cidden semeredar bir toplantı oldu. Bihassa Adem hocamızın “Risale-i Nur’da isbat usulleri ve mantıki mizanlar” konulu tebliği takdire şayan bir tebliğdi. Nitekim, geçen seneden Hz. Üstad’ı kısmen duyan ve eline bir iki küçük risale geçmiş olan bir çok insan bu sefer gelip külliyat istedi. İngilizce, Arapça külliyatlardan aldılar. Kardeşler koridorda teşhir ettikleri kitapların başında hem yeni bir çok insanla tanıştılar, hem de geçen seneden Hz. Üstad’ı duymuş bir çok gençle görüştüler, dershane adresini verdiler.

Malezya’yı hülasa eden bir mektubu Fatih ve Mücahid kardeşler kısaca not etmişler. Şöyle:

Esselamu aleykum ve Rahmetullahi ve Beraketuhu

Aziz ve Muhterem Ağabeyler;

Evvela: Gelecek olan şuhur-u selasenizi ve eyyam-ı mübarekelerinizi tebrik ve tes’id eder, umum Nur talebeleri ağabey ve kardeşlerimize hizmet-i imaniye ve Kur’aniyede hayırlı muvaffakiyetler dileriz.

Saniyen: 14 Agustos 2000 tarihinde Malezya Milli Universitesi’nde Üstad ve Risale-i Nur’la alakalı bir çalısma toplantısı (workshop) tertib edildi. Bu toplantıya Amerika Hardford Üniversitesinden Prof. Dr. İbrahim Abu Rabi’, “Üstadın Menfi Milliyetçiliğe Bakışı” ile ilgili bir tebliğ… Kanada Mc Gill (Mak Cil) Üniversitesinden Prof. Dr. Bilal Kuşpınar, “Üstad ve Mevlana Celaleddin-i Rumi’ye göre İnsan Anlayışı” başlıklı bir tebliğ… Malezya İslami Düşünce ve Modernleşme Enstitüsünden (ISTAC) Araştırma görevlisi Adiy Setia, “İmam Nursi ve Fahreddin-i Razi’de Bilim Felsefesi” başlıklı bir teblig… İstanbul Fatih Üniversitesi’nden Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç, “Risale-i Nur’da Bilim Anlayışı” başlıklı bir tebliğ… Malezya UPM Üniversitesi’nden Dr. Adem Kılıçman, “Risale-i Nur’da İlmi İsbat Teknikleri” başlıklı bir tebliğ… Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Faris Kaya, “İnsan ve Kainat” başlıklı bir tebliğ… İhsan Kasım Abi ise, “Faaliyeti Resail-in Nur fi takvim-us Süluk” isimli bir teblig ile iştirak ettiler. Workshop öğleden önce tek salonda başladı. Öğleden sonra ise, iki ayrı salonda devam etti. Toplantının sonunda tebliğ sunanlar birbirlerine sualler sordular. Bunlardan birisi şöyle idi: Biz Malaylar Üstad’ı yeni yeni tanıyoruz. Burada, halka Risale-i Nurları nasıl tanıtabiliriz. Egitim sistemimizde Risale-i Nur’a da yer vermeliyiz dedi. Oturum başkanı ise bunu şöyle cevabladı: “Bundan sonraki aşama Milli Egitim Bakanlığını ilgilendirir. Onlar bu meseleye mutlaka ehemmiyet vermelidirler.” dedi.

Salisen: Risale-i Nurlar bu zamana kadar burada akademik çevreler tarafından tanınıyormuş. Fakat halk tarafından yeni yeni tanınmaya başlanıyor. Üniversiteye yakın bir muhitte yeni bir dersanemiz açıldı. Burada Cuma ve Pazar akşamları dersler okunuyor. Cuma günü UKM (Milli Üniversite) İslami İlimler Fakültesi öğretim üyelerinden Enver Fahri iştirak ediyor. Kendisi Risale-i Nurlar’ı Arapça’dan okuyup Malayca’ya tercüme ediyor. Dersler umumiyetle üç lisanda okunuyor. İngilizce, Arapça ve de Malayca. Bu derse iştirak edenler ise yine akademik çevrelerden. Pazar günü ise, yine UKM İslami İlimler Fakültesi’nden İbnur Azli İbrahim iştirak ediyor. Bu zat, aynı zamanda üniversitenin Kur’an Kulübüne de başkanlık ediyor. Bu kulüpte sadece öğrenciler değil, başka insanlarda var. (Fabrika işçileri gibi.) İbnur Azli İbrahim Ürdün’de talebe iken Üstad’ın sadece ismini duyuyor. Daha sonra Malezya’ya döndüğünde internetten Üstad’ın hayatını ve eserlerini araştırıyor. Sonra Hayru’l-enver Abi vasıtasıyla derslere gelmeye başladı. Birgün Hayrulenver Abi’ye demiş: “Biz Kur’an kulübü olarak Üstad’ı ve eserlerini tanımak ve tanıtmak istiyoruz. Pazar akşamları dersaneye gelip ders yapabilir miyiz?” demiş. Biz de memnuniyetle kabul ettik. Elhamdülillah bu ders yaklaşık iki aydır devam ediyor.

Hayru’l-enver Abi ise İngiltere’de Oxford Üniv.’de öğrenci iken Risale-i Nurlar’ı tanıyor ve dershanede kalıyor. Şu an ise, UKM’de mühendislik fakültesinde öğretim görevlisi. Elhamdülillah Kendisi dersane ile müfritane irtibat içerisinde. Her gün dersaneye geliyor. Yakın zamanda O da, 23. Sözün 1. Mebhasını ve Hz. Üstad’ın tarihçesinin kısa bir özetini Malayca’ya tercüme etti. Pazar günleri buraları okuyoruz. Hayru’l-enver Abi’nin orta okula giden oğlu Ahmed Zeki ise dersanede kalıyor. Ayrıca Sony fabrikasında çalışan Süfyan kardeş de boş zamanlarında daima dersaneye geliyor. Bunlardan başka, üniversitede öğrenci olan Yemenli Halil kardeş ve doktora öğrencisi olan Libyalı Halid kardeş de derslere devam ediyorlar. Yemenli Halil kardeş bir gün bize şöyle dedi:

“Bir gün, komşularımızdan, Hindistanlı bir gayr-i müslim bana sordu. Niye siz müslümanlar günde beş defa namaz kılıyorsunuz? Bunun hikmeti nedir? Ben bu soruyu o zaman cevablayamadım. Çok mahzun oldum. Ta ki, bu 9. sözü okuyuncaya kadar… 9. sözü okuyunca hemen sokağa fırladım. Bu Hindliyi buldum. Ona dedim: Sen bana böyle bir soru sormuştun. İşte onun cevabı bu kitabta. Ve ona okudum, anlattım. Dinleyince adeta dona kaldı bu izah karşısında.”

Risale-i Nurlar’dan şu an Malayca’ya tercüme edilip basılan üç kitab var. 20. mektub, Mu’cizat-i Kur’aniye risalesi ve Ene ve Zerre risalesi. Şu an Ramazan Risalesi’nin tercümesi de bitmek üzere. Ayrıca Çinli Ömer kardeş de risaleleri Çince’ye tercüme ediyor. Bütün Abi ve kardeşlere selam eder dualarınızı bekleriz.

Dualarınıza muhtaç kardeşleriniz

Fatih ve Mücahid

Daha sonra biz, Endonezya’nın başkenti Jakarta’ya geçtik. Geçen sene Endonezya’ya uğradığımızda bazı İslami hizmetlerle alakadar bir kısım zatlarla temaslarda bulunulmuştu. Aradan bir sene geçtikten sonra, şimdi Şerif Hidayetullah isimli bir üniversite, 16 Ağustos’ta Hz. Üstad için bir tanıtma semineri düzenledi. Bu seminerin ismi, “The Thought of Said Nursi of Turkey” idi. Yani, “Türkiye’de bir Mütefekkir: Bediüzzaman Said Nursi”… Jakarta’da Risale-i Nur ve Bediüzzaman namına bu neviden tertib edilen ilk toplantı olduğu için daha çok Hz. Üstad’ın hayatı, şahsiyeti, eserleri ve Risale-i Nur’un en mühim düstur ve esasları üzerinde duruldu. İhsan Kasım Es-Salihi, Hz. Üstad’ın kısa bir tarihçesini Arapçasından takdim etti, aynı anda Malayca’ya tercüme edildi. İhsan Kasım’ın ifadesine göre, “Her ne kadar sualler diğer toplantılara göre daha ilmi idiyse de, Hz. Üstad’ı tanımadıkları ve Risale-i Nurlar’ı okumadıkları için, daha çok Risale-i Nur ve Hz. Üstad’ı onlara tanıtmamız gerekiyordu, öyle oldu.”

Jakarta’da, Seminerden sonra, garib bir hadise yaşadık. Toplantıdan sonra, bir genç bize yaklaştı ve sordu:

– “Siz bu toplantıyı tertib edenlerden misiniz?”

– “Evet”

– “Siz, Bediüzzaman’ın bu eserleri buraya getirenlerden misiniz?”

– “Evet”

– “Peki, neden bu eserleri ve bu fikirleri bir asır sonra buraya getirmişsiniz?”

Bizi te’sir altında bırakan ve bizi teemmüle sevkeden bu son suali, bu genç arkadaş, Bediüzzaman ve Nurlar atmosferi içinde saatler süren semineri dinledikten sonra bu suali sormak ihtiyacını, belki ızdırabını ruhunda hissetmiş olacak ki, muhatabını aramış, nihayet bizi bulmuş ve sualini sormuştu.

Bu seminere iki rektör iştirak etti. Biri; bulunduğumuz üniversitenin rektörü, diğeri; Malezya’nın 13 eyaletinden biri olan Açe Eyaletinde bir üniversitenin rektörü. Tamamı Müslüman olan bu Açe Eyaleti halkı, bir hatıra sebebiyle Osmanlı’ya ayrı bir muhabbeti var. Hatıra da şu:

18. Asrın başında İngilizler Uzak Doğudaki bir çok adayı müstemleke olarak istila ettikleri zaman bu Açeliler, İngilizlere karşı kahramanca direnmişler. Ancak takatleri tükenmek üzere iken, Açe hükümdarı, o günün Emirü’l-Mü’minin sıfatına sahib, Osmanlı Sultanı’ndan yardım istemeyi niyet eder. Ve bir temsilci hey’et gönderir. Bu hey’et aylar süren bir seyahatten sonra, İstanbul’a varmağa muvaffak olur. Saraya çıkar, ancak Osmanlı Sultanı’nın seferde olduğunu öğrenirler. Böylece beklemeğe başlarlar. Uzun müddet beklerler, yemek vs. ihtiyaçlarını çok zor te’min ederler ama vazgeçmezler. En nihayet Sultan seferden avdet eder. Bu hey’et huzura çıkar. O ana kadar gözleri gibi muhafaza ettikleri Hükümdarlarının Halife’ye gönderdiği hediyeleri takdim ederler. Ve maruzatlarını bildirerek yardım taleb ederler. Bunun üzerine Osmanlı Sultanı, şöyle bir ferman çıkartır: “300 kişilik bir gemi hazırlanacak. Bu geminin içindeki 300 kişinin içinde, her sanattan birer ustabaşı ve her fenden birer muallim bulundurulacak. Yani, birer doktor, birer mühendis, birer marangoz, vs… Bu 300 kişilik hey’et vardıkları diyarın insanlarını her hususta yetiştirecek. Böylece, o diyarın insanları kendi kendilerini müdafaa edebilecek seviyeye gelinceye kadar bu hey’et orda kalacak. Ondan sonra geri dönecek.” Bu ferman aynen tatbik edilir. Bundan sebeb, Açe Eyaleti, o gün bu gündür, Osmanlı’ya karşı ayrı bir muhabbet ve minnetdarlığı var. İşte bu rektör, sadece Hz. Üstad’ı tanımak ve dinlemek üzere bu toplantıda hazır bulundu. Daha sonra kendisine Arapça Nurlar’dan takdim edildi.

Daha sonra biz, tekrar Malezya’ya döndük ve 17 Ağustos’ta Kuala Lumpur’dan Avustralya kıtasının güney ucundaki Melbourne (Melbörn) vilayetine 8 saat uçak seyahatinden sonra ulaştık. Havaalanında bizi canlı bir cemaat karşıladı. Bizden on binlerce mesafe uzaklıkta böyle bir cemaatin mevcudiyeti dahi, bu günde Hz. Üstad namına, büyük bir şeref-i manevi hissi vermeye yetiyor.

1974-80 yılları arasında Türkiye’den, hususan Adana, Samsun gibi oranın iklimi ile muvafakat eden vilayetlerden Avustralya kıtasına göçmen gitmiş. Tıpkı Almanya misali… İşte o gün bu gündür, Risale-i Nur orada, ferdlerin gayret ve himmetleriyle karınca kudretince maddi manevi tesirini göstermiş. Mevcudiyetini devam ettirmiş. Seneler sonra, 90’lı yıllarda rahmetli Ali Uçar Abi’nin de oraya gitmesi ve bilhassa orada yetişen genç nesillerle alakadar olmasıyla hizmetler yeni bir şekil almış. Dershaneler canlanmış, okuma programlarına Türkiye ve Almanya’ya talebeler getirtilmiş. Orada, hem Sydney, hem Melbourne’de okuma programları tertib edilmiş. Maalesef, Türkiye’den uzaklıkları ve münasebetlerin zaifliği sebebiyle, cereyan eden bir çok hadisede yalnız kalınmış ve cemaat, cüzi de olsa, pek çok yaralar almış. Fakat buna rağmen, asla Ağabey ve kardeşler yılmamış, şevklerini yitirmemiş, sadakatlerini devam ettirmiş, aşkla hizmetlerini idame etmişler. Şimdi bugün Broadmeadows (Brodmedows) denilen ve geniş vadi manasına gelen ve ekseriyeti Türklerin yaşadığı semtte kira ile bir dershanemiz var. Ayrıca ağabeyler, semt merkezinde, genişçe bir dükkan almışlar ve onu dershaneye kalbedecekler. Şu an inşaatı devam ediyor. Her akşam mesaiden sonra umum kardeşler hep beraber inşaata geliyor ve bir an evvel bitmesi için hummalı bir surette gayret ediyorlar. Dersanede Adapazarı’ndan giden Mevlüd kardeş kalıyor. 2 seneye yakındır orada bulunan Mevlüd Kardeş, dersaneyi tam bir Anadolu medresesi halinde, rayihasından şemailine kadar çok güzel tedvin etmiş. İnsan orada otururken adeta kendisini, Anadolu’da bir medresede gibi hissediyor.

Melbourne İlim-Kültür Vakfı isimli bir vakıfları var. Cuma akşamı, umumi ders oluyor. Bu dersler, bilhassa o diyarda, ecnebi memleketinde yetişen ve oranın mekteblerinde İngilizce eğitim gören genç nesiller için birer can simidi hükmünde. Ayrıca çarşamba akşamı İngilizce ders oluyor. Bu derse, gençler, türkçe bilmeyen veya az bilen, veya diğer milletlerden olan arkadaşlarını getiriyorlar. Biz bu derslerden birine iştirak ettik. Takriben 20-25 genç vardı. Aralarında 3-4 Arap, 3-4 te diğer milletlerden gençler vardı. Şimdilerde genç ağabey ve kardeşlerden, Selimler, Fahriler, İlkerler ve Keremler şevk ve neşenin zirvesinde hizmet etmek emelindedirler. Melbourne’deki hizmetlerin ve sempozyumun kısa bir hülasasını oralı kardeşlerin lisanından dinleyelim:

Aziz ve Muhterem Ağabeyler,

Binler selam eder, müstecab dualarınızı bekleriz.

Cenab-ı Hakk’a yüz binler şükür ediyoruz ki, Nurların coşup kaynadığı, dertlilere derman olduğu ve nice bayramlara sahne olduğu beldelere, ülkelere ve kıtalara artık Avustralya da dahil olmuş ve Rahmet-i İlahiye, beklenen bu asrın reçetesini, şifa-bahş edviyelerini “down-under” tabir edilen, yani; dünyanın ortasına nisbeten ‘aşağının altı’ sayılan toprakları hasta gönüllere sunmak için zemin kılmış, Kur’ani tecellilere mazhar eylemiştir..

Elhamdulillahi Haza min fadli Rabbi…

Melbourne Üniversitesi, Avustralyanın sayılı akademik merkezlerinden biri olarak kabul gören, ve dünyanın bir çok yerlerinden öğrencisi olan dünyaca ünlü bir üniversite. 19 Ağustos 2000 tarihinde aynı üniversiteye bağlı “The Melbourne Institute of Asian Languages and Societies”, “Melbourne Asya Dilleri ve Toplumları” adındaki Enstitünün İslami Bilimler bölümü, “Fikirleri ve Hayatı ile Bediüzzamanın Said Nursi” başlığı altında bir toplantı düzenledi. İslami Bilimler bölüm başkanı olan Prof. Abdullah Said, bizzat kendi gayretiyle böyle bir toplantıyı organize etme ihtiyacını duymuş ve buradaki alakalı abilerimizin yardımıyla dünyanın her tarafında ola gelen bu sempozyum ve toplantılar arasında Melbourne de bir ilk olmuştur. Türkiye’den Mustafa Sungur Ağabeyimiz’le beraber yedi kişilik bir kafile ile cumartesi günü, aralarında Melbourne’nin ileri gelen akademisyen ve iş adamlarının da bulunduğu büyük bir salonda bu toplantı başladı.

Açılış konuşmasını yapan İslami Bilimler Bölüm Başkanı Abdullah Said; konuşmasında şu sözlere yer verdi, “Tanıtım amacıyle hazırladığımız bu toplantıda Nursi’nin düşüncesini bu kısa zamanda özetleyeceğimizi söyleyemeyiz, fakat düşüncelerinin derinlemesine akademik analizini yapmak isteyenleri, başta Risale-i Nur Külliyatını dikkatle okumağa ve dünyanın birçok yerinde hazırlanan sempozyum, seminer ve benzeri toplantılarda sunulan tebliğlere havale ediyoruz.”

Prof. Said, toplantının ilk tebliğini sunarak Hz. Üstadın hayatını kısaca anlatarak özetle şu sözlere yer verdi: “Nursi doğup büyüdüğü ve yaşadığı zamanın şartlarını, ve Alem-i İslam’ın durumunu göz önünde bulundurarak… Kur’an hakikatlerinin müdafaacısı olmuş ve bu vazife vefatı ile hitame ermemiş, geriye bıraktığı Risale-i Nur eserleriyle bu vazifesini devam ettirmiştir. Bugün dahi, Risale-i Nuru okuyan her insan buna şahittir.” Bundan sonra ikinci tebliği, Nurların Arapça mütercimi İhsan Kasım Es-Salihi sundu. Evvela kendi hayatından bir misal ile nazaraları ince bir noktaya getirerek, “Bana, tercümeye ilk başladığım zamanlar çok soran oldu: Neden kaynağı Arapçaya dayanan bir Türkçe eseri Arapçaya tercüme etme ihtiyacını duydun? Bu güne kadar bizim bildiğimiz, İslami eserler, hep Arapça’dan diğer lisanlara çevrilir? Cevabım her zaman aynı oldu: Ben ilk defa Nur Talebeleriyle tanıştığım zaman, onların hareket ve yaşantılarında İslamiyeti dipdiri gördüm” diyordu. Konuşması İngilizceye tercüme edilerek zaman darlığından üçüncü tebliğe geçildi. Victoria Üniversitesi Fen ve Mühendislik Fakültesinde öğretim görevlisi Dr Alaeddin Zayiğ devam etti. “Nursi’nin dava şuuru ve eğitimci rolü olarak sergilediği misal” konusunu ele aldı.

Yarım saat mola verilerek katılanlar salonun dışarısındaki farklı dillerde sergilenen Nur Risaleleri’ni görme imkanı buldular. Aslında yalnızca sergi için düzenlenen bu kitapların, umulmadık bir ilgi ve alaka ile satın almak isteyenlerin çokluğundan dolayı satışa sunulması ve birçoğun satılması dikkat çekiciydi. Bu arada ikindi namazını kılmak isteyenler hemen salona yakın müsait bir yerde namazlarını kılıyor, bir kısmı da, Melbourne şehrinin bütün üniversitelerinde olduğu gibi, Melbourne Üniversitesi’nin gayet geniş ve ferah mescidinde kalabalık bir cemaat ile namazlar eda ediliyordu.

Toplantının ikinci yarısında Prof. Faris Kaya, kainat kitabını konu aldı, arkasından doktora öğrencisi Cezayirli M. Rıza Amır devam etti. Hem moladan sonra hem de toplantının bitiminde kalabalığın dağılmaması ve katılanların dikkatlerinin taze kalması da hoş bir manzaraydı. Son olarak Amerika Birleşik Devletleri’nden katılan Prof. İbrahim Abu Rabi’ sözü aldı ve tebliğinden sonra kısa bir soru-cevap bölümüne geçerek toplantı sona erdi.

Her akşam dersanede kalabalık derslerle, Ağabeylerden canlı hatıralarla, Lahika mektub ve dersleriyle, bu feyizli sohbetler devam etti. Binler selam eder, dualarınızı bekleriz.

Melbourne Nur Talebeleri Namına,

Kardeşleriniz

Selim, Mevlüd, Kerem

Daha sonra biz Avustralya’nın büyük vilayetlerinden biri olan Sydney şehrine geçtik. Orada da Adapazarın’dan hicret etmiş ve rahmetli Hacı Musa Ağabey’in aile cenazesinde Nurlar’ı tanımış Erzurumlu Ahmed hoca, Adanalı Esad kardeş ve diğer ağabey ve kardeşler fevkalade bir şevk ve neşe içerisinde gayret etmekte ve hizmet-i Nuriye’de bulunmaktalar. Nur İlim Kültür Vakfı adı altında bir vakıfları var. Haftada 3 akşam dersleri oluyor. Biri hanımlar olmak üzere üç dersaneleri var. İnşaallah önümüzdeki sene orda da üniversite canibinde bir toplantı tertib edilmesi arzu ediliyor. Cenab-ı Haktan hayırlı muvaffakıyetler için dua bekliyor ve binler selam ediyorlar. Sydney’e bizimle beraber gelen Ağrılı Mehmed Kaya kardeş de, inşaallah oralarda büyük faydalara medar olur kanaatindeyiz.

Hülasa: Melbourne ve Sydney’deki o samimi ve halis kardeşlerin o ciddi ve içten alakaları unutulmuyor. Cenab-ı Hakk, onları da tevfik-i İlahisine mazhar buyursun. Amin.

Dönerken, umre vazifesini eda etmek üzere Hicaz’a uğradık. Medine’de Cuma namazını kılarken Hutbe’de imam, yeni eğitim yılının başlaması sebebiyle, İslam’ın ilme verdiği ehemmiyeti anlattıktan sonra, Nisa taifesinin de üzerine ilmin farz olduğunu, ancak Kur’ani hükümler müvacehesinde, İslami esaslar çerçevesinde bu farizanın edası mümkün olabileceğini ciddi ve narin bir üslub ile beyan etti.

Bu arada Fas’ın başşehri Rabat’ta, Nisan ayındaki Vecde Üniversitesi Sempozyumu’ndan sonra güzel bir dersane-i Nuriye açıldı ve Sakarya’daki ehl-i hizmet kardeşlerden Hafız Ahmed ve beraberindeki diğer kardeşler orada kalmaya başladılar. Mısır’dan Abdülkerim kardeş de uzun bir müddet orada kaldı. Bu aydan itib-ren yıl sonuna kadar Alem-i İslam’da, başta Riyad ve muhtelif şehir ve devletlerde tertib edilecek milletler arası kitab fuarlarına iştirak edecek.

Aynı şekilde Amerika’nın Pennsylvania Eyaletinde, gayretli kardeşler, takriben bir seneden beri hazırlığı devam eden Amerika Nur Talebeleri Derneği isimli bir hizmet zemini teşkil etmişler. Hayırlı muvaffakıyetler için Ağabey ve Kardeşlerden dua bekliyorlar.

Aynı zamanda malumunuz olduğu üzere, Bosna’da Erdoğan kardeşin gayretiyle Dersane-i Nuriye hizmetine devam ediyor. Bu günlerde Bulgaristan’ın Filipe şehrinde de güzel bir dersane-i Nuriye tutulmak üzeredir. Abdülkadir Efendi’nin gayret ve delaletiyle, Nurlar’dan on kadar risaleleri Arnavutça’ya tercüme etmeleri ve fedakar ve gayyur Muhammed Şaylan ve arkadaşlarının gayretleriyle Lillahilhamd, Trakya bir medrese-i Nuriye hüviyetini kazanmaktadır. Bu ve buna benzer samimi hizmet ve gayretlerden, Hz. Üstadımız’ın bir asır önce gazetelerde intişar eden şu hitabları ki;

“Ey evliya-i umûr! Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız. Zira maruf umum enbiyanın memalik-i İslâmiye ve Osmaniyeden zuhuru, kader-i İlahînin bir işaret ve remzidir ki; bu memleket insanlarının makine-i tekemmülatının buharı diyanettir. Ve bu Asya ve Afrika tarlasının ve Rumeli bostanının çiçekleri, ziya-yı İslâmiyet ile neşv ü nema bulacaktır.”

gibi beyanları Anadolu gibi Rumeli bostanında da sümbül vermeğe başladığının işareti olmuştur.

Bu sene yaz aylarında, Rusya’nın hizmet-i Nuriye mahallerini ziyaret eden kardeşlerimizin bir mektubunu yakında kardeşlere takdim edeceğiz. Önümüzdeki günlerde İstanbul’da yapılacak olan Beynel-milel Beşinci Bediüzzaman Sempozyumunun, inşaallah büyük hayırlara medar olmasını temenni ve niyaz ediyoruz.

ELHAMDÜLİLLAHİ HAZA MİN FADLİ RABBİ

 

Kur’an günleri

Mektep programlarımız zaman içinde dinden ve milliyetten sıyrılarak ortaya Nasrettin Hoca’nın leyleği makaslayıp “şimdi kuşa benzedin” demesi gibi bir güdüklüğe bilinçli olarak uğratılmıştır.

Okuyup yazan kesim batının bakış açısına göre hem din karşıtı olmuş, bu üç kıtada at oynatan ve cihana ilmi öğreten, millet millet olmasını bile illet ile zayi etmiş bir millet haline gelmiştir. Bu bilinçli olarak yapılmıştır, Bediüzzaman tehlikeyi görmüş, “Çocuklarınızı okutun yoksa bu din elden gider” demiş.

Askeri Rüştiyelerin 1294 tarihli devlet salnamesindeki programlarındaki dersler şöyle! Sarf, Kavaid-i Farisi, İlmihal, İmla-yı Türki, Hüsn-i Hat, Resim, İkinci sınıfta Nahiv, Hesap, Coğrafya, Farisi, İmla-yı Türki, Fransızca, Hüsn-i Hat, Resim, son sınıfta Mantık, Tatbikat-ı Kavaid-i Arabiye, Hesap, Hendese-i Hattiye, Coğrafya, İlm-i Mevalid, Kavaid-i Osmaniye, Fransızca, İmla-yı Türki, Hüsn-i Hat, Resim”

Bu derslerin arasında modern edebiyat ve modern bilimler ile birlikte İslam dininin temel dersleri de vardır. Hem dünyaya hem de ahirete açılan pencereleri vardır bu müfredatın. O günden bugüne bu derslere bir bakın ne kadar bilinçli olarak ayıklanmış ve ne ararsan bulunur derde devadan gayri türünden bir program ve hiçbir derde deva olmayan bir nesil ortaya çıkarılmıştır.

Bu dersleri okuyan Kur’an okur ve anlamını verir, vaaz da verir hutbe de, batı edebiyatını da okur, Arap ve Fars edebiyatını da. Bize yutturulan modernizm bizi hem İslam dünyasından, hem İslam’dan hem de batıdan koparmıştır, soylarını araştır bunları yapanlar ya dönmedir veya ezeli düşmanımız insanların kurt postuma bürünmüş olanlarıdır. Ne gariptir ki bunu bize modernizm diye yutturmuşlar, aslında bizim cevherimizi bozmuşlar dejenere etmişlerdir.

Harb okullarında okutulan programlar konusunda Mehmet Esat konuşur. “Ezcümle evailde mekatib-i askeriyede Nuru’l-İzah ve Dürr-i Yekta ve Halebi tedris olunduğu gibi, muahheren, daha sonra yani 1284 Ramazan-ı Şerifinde idadiyelerde Amali nam risale-i manzume tedris olunup havi olduğu adab-ı İslamiye ve fezail-i Celile-i Subhaniye ve Kur’aniyenin fevaid-i meslekiyesiyle hakikaten tathir-i vicdan ve tenvir-i dil ü can ediliyordu.

Keza Ramazan-ı Şerifde intişar-ı İslam nam eser-i celil tedris olunup Asr-ı Saadetin, Sultanü’l-Mücahidin ve Resul-i Kevneyn Efendimizin (Asm) Sahabe-i Güzin hazeratının intişar-ı din-ı mübin için kıtaat-ı malumeye ne suretle ihtiyar-ı sefer ettikleri beyan edilirdi.” (Mehmet Esat, Mirat-ı Mekteb-i Harbiye)

Şu an nereden nereye geldiğimizin resmidir bu.

Kur’an bir din kitabı olduğu kadar bir sanat kitabıdır.

Onda peygamberlerin karşılaştığı bütün olaylar her insanın hayatında karşılaşabileceği ve onları esas alarak davranacağı bir olaylar ve insanlar fihristidir.

Hz. Hızır’ın bir yıkılmakta olan duvarı yapması, daha sonra büyüyecek yetimlerin hazinesini gizlemesi, onları düşünmesidir, yine Hızır’ın gemiye gelmesi Salih insanların gemisini kurtarmak içindir.

Hz. Musa’nın milletinin umursamazlıkları karşısındaki sabrı bize binlerce derstir, Yahudilerin ve İsrail oğullarının umarsızlıkları her insanın karşılaşabileceği davranış modelleridir. Peygamberlerin sabır örnekleri her insan için gereklidir.

Kur’an’ın derinliğini Bediüzzaman anlatır.

Şu kainatın büyük kitabının ezeli tercümesi, her varlığın Allah’ın varlığı için gösterdiği konuştuğu farklı dilleri tercüme eden ebedi bir kitap,
gayb ve görünen âlemdeki her şeyi bize haber veren bir kitap,
yerde ve gökte Allah’ın yeri ve göğü inşada kullandığı isimlerini okuyan ve belleten bir kitap,
olayların arkasındaki manaları ortaya çıkaran bir kitap,
Allah’ın gayb cihetinden gelen iltifatlarının kitabı,
İslamiyet manevi âleminin güneşi, temeli, geometrisi, yüksek âlemlerin haritası,
Allah’ın zat, sıfat ve esması ile kutsi işlerinin izah kitabı,
açık izahı, kat’i delilleri, derinlikli tercümesi,
İslam âleminin terbiyecisi, büyük insanlık olan İslamiyet’in ışığı, insanların âlemdeki sırlarını gerçek çözümleyen hikmeti,
İslamın hayat suyu ve ışığı, insanlığı saadete götüren yol gösterici hidayet rehberi, şeriat kitabı, dua kitabı, hikmet kitabı, ibadet kitabı, emir davet, fikir, zikir, kitabıdır.

İnsan Kur’an okurken orda olan

Allah’ın kahramanları olan peygamberler ile konuşur, onlar ile dostluklar kurar ve onları hayatına rehber eder. Oradaki kötülerin akıbeti ile uyanır, onlardan uzak kaçar. Olayları görür ibret alır, insanları görür ibret alır. Hafızasında onu tutan insanlar ve olaylar zincirine göre kendini yönetir. Belagat, sanat, incelik, zerafet, daha neler neler öğrenir.

Bediüzzaman okullardan kovulan din yerine

Medrese modeli getirmekle her yaşa hitab eden bir üniversite açmış, onun eserleri her yaşa hitab eden eserlerdir. Medresetü’z-Zehra, nasıl bir uygulamadır buradan görelim. Yıkılan bir okul geleneği yerine milleti ve devleti kurtaracak bir proje ve uygulama. Ne kadar derin düşünülmüş. Ne kadar icraatın farkında, yapılması lazım gelenin farkında.

İkinci Şua’nın Üçüncü Meyvesi hem bir sanat kitabı, hem estetik kitabı, hem tevhid kitabı, hem psikanalitik kendini toplama ve derleme kitabı, hem aleme bir armonik bakış açısı geliştiren bir tevhid yorumudur. Bu yüzden Bediüzzaman “Bu risale benim nazarımda çok mühimdir, onu anlayarak okuyan imanını kurtarır inşallah” der. Kim anlayarak okudu ise Münker Nekir ondan soru soracak, dikkat edelim hanımlar beyler.

İşte şimdi ne oldu? Bak arkadaşım ne oldu?

Kur’an okullarda ders kitabı oldu.

Bugün bizim eşsiz bir bayramımızdır, herkes bir davulcu zurnacı bulsun bulunduğu şehrin sokaklarında çaldırıp bu günü kutlasın, ben sabahtan davulcu zurnacı aradım. Buna sebeb olanlardan bütün mülk ve melekût âleminin sakinleri memnun. Allah bu inanılmaz azametli icraatından dolayı Allah onlardan Âdem babamızın yere ayak bastığından bu güne bütün hayırlı işlerin saliseleri adedince memnun olsun.

Bugün bayram günü

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer

Müjde: Kur’an kurslarında yaş sınırlaması kalktı

28 Şubat darbesi ürünlerinden biri olan Kur’an kurslarına giden çocuklara 12 yaş sınırı getiren uygulama sona erdi. Diyanet, Kur’an Kursları Yönetmeliği’ni değiştirerek küçük çocukların Kur’an kurslarına gitmemesi için uygulanan yaş sınırına son verdi. Buna göre artık çocuklar okulların tatil olduğu zamanlarda velisinin isteğine bağlı olarak Kur’an kurslarına gidebilecek.

Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an Eğitimi ve Öğretimine Yönelik Kurslar ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliği’nin dünkü Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla Kur’an kursu yaş sınırı sona erdi.

Kur’an hocasına ders ücreti ödenecek

Yönetmelikte yapılan değişikliğe göre okulların tatil olduğu zamanlarda, 18 yaşındakiler kendi isteğine, çocuklar da velilerin iznine bağlı olarak kurslara gidebilecek. Camilerde ve müftülüklerce uygun görülecek yerlerde mülki amirin onayıyla yaz Kur’an kursları açılacak. Camilerde Kur’an öğretimi kurslarında, din hizmetleri sınıfından nitelikleri Başkanlıkça belirlenen personel, öğretici olarak görevlendirilecek. Personele, ders ücreti tahakkuk ettirilecek.

70 puan alana Hafızlık belgesi

Yönetmelikte bir diğer yenilik ise Hafızlık eğitimi oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı Hafızlık Tespit Yönetmeliği’ni yürürlükten kaldırdı. Bunun yerine Hafızlık eğitim süreçlerini takip etmek ve değerlendirmek üzere il ve ilçe müftülüklerinde hafızlık takip komisyonu kurulacak. Hafızlık tespit sınavı, Kur’an kurslarında veya kendi imkanları ile hafızlıklarını tamamlayanların tespiti amacıyla başta Diyanet’e bağlı eğitim merkezleri olmak üzere uygun görülen yerlerde ve tarihlerde Başkanlıkça sözlü olarak sınav yapılacak. Hafızlık tespit sınavlarında değerlendirme, 100 puan üzerinden yapılacak. Başarılı sayılabilmek için en az 70 puan alınması şart olacak. Sınavda başarılı olanlara Başkanlıkça Hafızlık Belgesi verilecek.

Sosyal etkinlik de düzenlenebilecek

Kur’an kurslarında gerçekleştirilecek faaliyetler, yönetmelikte şöyle düzenlendi:

– Kur’an-ı Kerim’i usulüne uygun olarak yüzünden okumayı öğretmek,

– Tecvid, tashih-i huruf ve talim gibi Kur’an-ı Kerim’i usulüne uygun ve güzel okumayı sağlayıcı bilgileri uygulamalı olarak öğretmek,

– Özellikle namaz ibadeti için gerekli sure, ayet ve duaları ezberletmek ve anlamlarını öğretmek,

– Hafız yetiytirmek ve hafızlık yaptırmak,

– Kur’an-ı Kerim’in daha iyi anlaşılmasını sağlamak,

– İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak esasları ile Hazreti Peygamberin hayatı ve örnek ahlakı hakkında kurslara katılanların tümüne bilgiler vermek,

– Açılacak kurslarda sadece Kur’an eğitimi değil, dini içerikli sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlemek.

STAR GAZETESİ

Lawrence: Kur’an, bütün ruhları tedavi edebilecek güçte

Dost İslam’a Hizmet Ödülleri törenine katılmak için İstanbul’a gelen Amerikalı profesör Bruce Lawrence, 17 yaşından bu yana İslam tarihi üzerine araştırmalar yapıyor. Duke Üniversitesi’nde ders veren Lawrence, bugüne kadar ses getiren çok sayıda esere imza atmış. Ona göre Kur’an, “her dönemde çekiciliğini koruyan büyüleyici bir kitap“.

Amerikalı Prof. Dr. Bruce Lawrence, 17 yaşında öğrenmeye başladığı Arapça vesilesiyle İslam’a ilgi duyar. Hakkında hemen hiçbir bilgi sahibi olmadığı bir dini araştıran, Yüce Kitab’ını okuyarak günlerini geçiren bu genç, şimdi 70 yaşında. İslam dini üzerine yaptığı araştırmalar, yazdığı sayısız makale ve kitaplarla dünya çapında hatırı sayılır bir isim yapan Bruce Lawrence, geçtiğimiz haftalarda düzenlenen Dost İslam’a Hizmet Ödülleri törenine katılmak için İstanbul’a geldi. 2006 yılında yayımlanan ‘Kur’an: Bir Biyografi‘ isimli kitabıyla ödüle layık görülen Lawrence, gecede bir de konuşma yaptı. Kur’an’ın insanlığa gönderilen bir mesaj olduğunu ifade etti. Kendisinin de bu mesaja gönülden inandığını söyledi. Kur’an’ın tatmin ve teskin edici yönüne dikkat çekerek, ‘Ben Kur’an’ın şiirselliğini çok seviyorum.‘ dedi.

Lawrence’in yazdığı kitap, 20’ye yakın dile çevrilmiş ve milyonlarca kişi tarafından okunmuştu. Macar bir baba ile İskoç bir annenin en büyük çocuğu olan Bruce Lawrence, 40 yıldır Duke Üniversitesi’nde İslam tarihi dersleri vermeye devam ediyor. “53 yıldır İslam’ı öğrenmeye çalışıyorum.” diyen Lawrence, kendini hâlâ genç bir öğrenci olarak görüyor. Lawrence, aralarında Fas, Mısır, Ürdün, Yemen ve Suudi Arabistan’ın da bulunduğu 12 farklı ülkede yaşayarak hem Müslümanların sosyal hayatlarını yakından tanıma fırsatı bulmuş hem de İslami ilimler üzerine ihtisas yapmış. Ayrıca Hindistan’daki farklı dinler üzerine de araştırmalar yapmış. Bruce Lawrence’e göre Kur’an’ın gücü gizeminden geliyor. Bu cümlesini, Mevlânâ’nın, “Kur’an, her dönemde çekiciliğini koruyor.” beyanıyla destekliyor. Bütün ruhların Kutsal Kitap’tan tedavi olabileceğini söylüyor. 2006 yılında yayımladığı Qur’an: A Biography (Kur’an: Bir Biyografi) adlı kitabını 3 yıllık yoğun bir çalışma sonrasında tamamlayabilmiş. Bu eser, 14. kitabıymış. Kitap çalışmaları sırasında, Kur’an’ın derinliklerine indiğini söyleyen yazar, “Bu süre zarfında büyülendim. Her öğrendiğim yenilik bana başka kapılar araladı. Kutsal Kitap’ın insanlığa yol gösteren sembollerine, gizemlerine tanık olmak heyecan vericiydi.” ifadelerini kullanıyor.

Bruce Lawrence’e göre Kur’an’ın insanlık tarafından tanınmasına katkıda bulunmak hiçbir maddi menfaatle ölçülemez. İslam’ın en son ve mücadeleci İbrahimi din olduğunu anlatan Lawrence, “Son dindir; çünkü Hz. Muhammed gibi yüce bir peygamberi vardır.” diyor. Özellikle Amerika ve Avrupa’da yıllardır süregelen İslam karşıtlığını ise şu cümlelerle değerlendiriyor: “Özellikle Batı’da başka kültürlerin dinlerinden söz edilirken insanlar özgür düşüncelerine bir limit koyabilmeli. Bu konuda hoşgörü ve diyalog en önemli unsur olmalı. Ben tüm dinlere karşı derin bir saygı duyuyorum. Ayrıca Amerika ve Avrupa’daki gazeteciler de İslam’ı anlayabilmek için daha iyi soru sormasını öğrenmeli.” diyor.

Bünyamin Köseli / Zaman Gazetesi