Etiket arşivi: risale-i nur

Risale-i Nur’un dili ve üslûbu

Risale-i Nur’un dili, tarihimizin, kültürümüzün, irfanımızın, edebiyatımızın dilidir. Bu bakımdan çok ehemmiyetlidir. Çünkü bir milleti ayakta tutan, onun dini, irfanı, tarihi, kültürü ve millî düşünceleridir.

Diline, kültürüne hâkim olmayan bir millet, git gide kendi kültür ve irfanında tasarruf edemez hale gelir ve söz hâkimiyetini yabancı menfaatlere devretmek vaziyetine düşer. Dil, bir milletin hissiyat ve heyecânînı, karakter ve seciye-i milliyesini, duyuş ve düşünüşünü tezahür ettiren bir aynadır.

Dil, bir milletin en büyük hazinesi olan kültürünün anahtarıdır. Milletimizin tefekküründeki, edebiyat ve san’atındaki zerafet ve bediî zevk, lisanımızın zenginliğinden kaynaklanmaktadır.

Biz, deryalar kadar engin, semalar kadar derin bir medeniyetin sahibiyiz. Edebiyat, estetiği, tarihi, mimarisi, san’atı ve tasavvufu ile namütenahi zenginliğe sahip bu medeniyetin terennüm ve tercümanlığı, ancak cami ve zengin bir lisanla mümkündür. Bizim lisanımız, kütüphanelerimizin şehadetiyle, engin medeniyetimize ayna olacak vüs’attedir. Onun her bir kelime ve tabiri arkasında, bir tarih yatmaktadır. Bu lisan-ı tağyir etmek, tarihe karşı mes’uliyeti hiçe saymak demektir.

Bizi bu mefahirden uzaklaştırmak ve kökümüzden koparmak isteyen bir kısım karanlık emel sahipleri, dessasane ve plânlı bir şekilde milletimizin müşterek hafızası hükmünde olan dilimizi dejenere etmek ve zaafa uğratmak için olanca güçleriyle çalışmışlar ve el’an da çalışıyorlar. Zira onlar çok iyi biliyorlar ki, dili ihmal edilen bir milletin diniyle, tarihiyle ve kültürüyle bütün bağlantı noktaları kesilir. Artık o millet, dinî ve millî gerçeklere karşı gafil ve cahil kalır. Ruhundan, cevherinden kopar, merkezinden uzaklaşır. Bütün değer hükümlerinin yabancısı, hatta düşmanı kesilir.

Ne hazindir ki, bugün bir İngiliz genci Şekspir’in yüzyıllarca evvel kaleme aldığı bir eseri rahatlıkla anlarken, bizim gencimiz İstiklâl Marşını anlamaktan aciz kalıyor. Bu ise ancak gizli ve menhus hainlerin muvaffakiyeti demektir. Maalesef, insanımız, harici düşmanların tecavüzüne karşı gösterdiği heyecan ve hassasiyeti, bu topsuz tüfeksiz yıkılışa karşı gösterememektedir. İşte hazin olan budur.

Cenâb-ı Hakk’a nihayetsiz hamd ü senalar olsun ki, Risale-i Nur, dinî ve millî lisanımızı muhafaza etmekle dilimiz üzerinde oynanan bu hain planı da akim bırakmıştır.

Evet, Risale-i Nur, lisan-ı millîmizdir. Geçmişimizle geleceğimizi birbirine bağlayan bir köprüdür. O, artık bizim irfanımızın en güzel bir aynası olmuştur. Muhteşem tarihimiz ile istikbalin arasında açılan bu aşılmaz uçurumu kapatmış ve lisanımızı düştüğü rezilane vaziyetten kurtarıp, onu asaletli ve haysiyetli mevkiine iade etmekle bu memlekete en hayatî ve şerefli bir hizmet daha ifa etmiştir.

Risale-i Nur’un üslubuna gelince; onda üslûp ile mânâ tam bir ahenk halindedir. Mânânın letafeti ile üslûbun bedaati, imtizaç etmiştir. Gülün latif kokusuyla güzel renginin, çiçeğinde kaynaşması gibi.

Risale-i Nur, aile ve çok yüksek hakikatların izahı olduğundan, Bediüzzaman mevzuun ulviyetine binaen makam iktizası olarak, eserlerinde şiddet, kuvvet ve heybeti tazammun eden “üslub-u âliye”yi ihtiyar eder. Bununla beraber, konunun hususiyetine mutabık olarak, yer yer, “üslûb-u müzeyyene” ve “üslub-u mücerred”i de ihmal etmez. Kullandığı her üslupta itidali ve muvazeneyi daima muhafaza eder. Makamın istidad ve kabiliyeti nisbetinde, teşbih ve temsile yer verir. Hisse canlılık, hayale renklilik kazandırırken hakikati merkezinden oynatmaz.

Onun üslubunun en hâkim unsuru, son derece ikna kudretine sahib olmasıdır. Pek çok edipler yeknesak bir üslubun kıskacında kıvranıp dururken, Bediüzzaman, ilim ve hikmetin, akıl ve mantığın hâkimiyetinde değişik üslublar, kullanır. Hatta mevzuya hissî bir akış, ince bir ruh, kalbî bir bakış hâkim olsa bile, yine hislerin kontrolü akıl ve mantığın elindedir.

*  *  *

Mehmed Kırkıncı

Risale-i Nur’un yazılması, yazdırılması

a- Risale-i Nur bir külliyatın ismidir. Bu külliyata bazen sadece risaleler, bazen Risale-i Nur, bazen Risale-i Nur Külliyatı, bazen Bediüzzaman’ın eserleri, bazen de Nurcu’ların eserleri gibi isimler verilmektedir. Gazetelerde ve kitle haberleşme vasıtalarının dilinde çeşitli isimlerle adlandırılmaktadır. Ancak muellifi daha çok ilk ikisini kullanmıştır. Zamanla da bu ikisinin istikrar kesbederek, yerleştiğini müşahede etmekteyiz.

b- İkinci olarak belirtilmesi gereken, Risale-i Nur’lar çok dikkatlice yazılmış eserlerdir. Yani muhtevasının imani meselelere ait olması ve belli mevzuları ihtiva etmesi yanında, ifade tarzının güzelliği de, seçilen kelimeler, yapılan benzetmeler ve verilen misallerde ortaya çıkmaktadır ve lisan hususiyetleri olan cümlelerden meydana gelmektedir. Bu sebeple Risale-i Nur’un dil özellikleri mevzuunda çok şeyler yazılabilir. Elimizdeki bu çalışma ilk defa yapılan bir denemeden ibarettir. Biz aşağıda bazı düşüncelerimizi ve tesbitlerimizi sıralayacağız.

c- Bir diğer özelliği de, Risale-i Nur’un müsvedde yapılmadan, daha doğrusu müsvedde yapılıp temize geçirilmeden asıl metin haline gelmesi, bir kerede yazılan bir metin olmasıdır. Bilindiği gibi, eserler, kitaplar ve makaleler, evvela bir müsvedde yapılır, daha sonra ifadeler düzeltilir, kelimelerin ve hatta paragrafların yerleri değiştirilir, böylelikle son şekli meydana gelir. Bazen bir kitap, bir makale veya bir ilmi çalışma 4-5 defa düzeltilmek suretiyle ve müsveddeler yapılarak son şeklini alır. Hatta bir çalışmanın basılırken de, düzeltilerek değiştirildiği de variddir.

d- Öncelikle belirtilmesi gerekli olan bir diğer nokta da şudur: Risale-i Nur’lar biri söylemiş, diğeri yazmış metinler halindedir. Yani dikte edilmiş metinlerdir. Genellikle (Ben de dahil olmak üzere) ilim adamları kitaplarını kendi el yazılarıyla veya daktilo ile müsvedde olarak yazarlar. Arkasından bunları temize çektirirler. Daha sonra üzerinde düzeltme yaparak, iki, üç ve bazen dört defa düzelttikten sonra, esas metin ortaya çıkar.

Risale-i Nur’lar ise birçok yerlerinde ifade edildiği gibi, Bediüzzaman Said Nursi tarafından söylenilmiş ve kâtip dediğimiz diğer biri tarafından veya hatta bazen birkaç kişi tarafından yazılmış metinlerdir. Bu özelliği çeşitli yerlerde müellifi bizzat kendisi belirtmektedir. Meselâ demektedir ki “çok acele yazıldı” veya “vakit olmadığı için düzeltilmeye ve temyiz edilmeye vakit bulunamadı” veya “Tarassutlar, tazyikatlar altında yazıldığı için rahat bir şekilde düzeltilemedi. İfade düşüklükleri düzeltilemedi müşevveş kaldı” gibi çok çeşitli ifadeler kullanılmıştır.

Bu özellik, kanaatimce, Risale-i Nur’un hiç bir eserde duyulmamış ve görülmemiş bir özelliğidir. Yani bir insanın süratli bir şekilde söylemesi, diğerinin yazmasıyla bir eserin meydana geldiği, benim bildiğim kadarıyla, tarihte görülmüş bir hadise değildir. Bazen devlet başkanları, hükümet adamları ve hatta bazı yazarlar, gazeteciler yanındaki kâtiplere, asistanlarına, sekreterlerine konuşmalarını yazdırmışlardır. Ama bunlar, genellikle ya çok kısa, birkaç sahifelik metinlerdir. Hatta kısa olmakla birlikte, yine de çeşitli defalar düzeltilmiş ve daha sonra temize çekilmiştir. Risale-i Nur ise binlerce sayfalardan meydana geliyor ve hepsi de bu şekilde yazılmıştır. Ve hemen hiç veya çok az düzeltilerek müellifi tarafından bir defa okunarak son şekline getirilmiştir.

e- Bir diğer özelliği de, Risale-i Nurların imani-ilmi esaslar ihtiva etmesidir. Yani bir devlet adamının veya bir siyasi partilinin v.b. nin bir kürsüde, bir merasimde yaptığı bir konuşmayla Risale-i Nur ‘un içindeki muhteva çok farklıdır. Risale-i Nur’lar, aşağı yukarı 100 yıldır okunuyor ve hiç bir tarafı ilmen sakat görülmeden, hiç bir ayet ve hadise aykırılığı tesbit edilemeden, ortaya konulmuş ilmi, müdakkik ve müdellel ifadelerdir.

Meselâ bir gazete yazarı her gün dedikodu mahiyetinde bir şeyler yazıyor. Bir fıkra yazarı bugün yazdığını yarın veya iki gün önce yazdığını yirmi gün sonra unutarak kendi ile ters düşebilmektedir. Halbuki Risale-i Nur’da ise, dediğim gibi, 100 yıldır okunuyor ve şimdiye kadar hiç kimse hata bulamıyor ve hatta tekrar okuma zevkini ve lezzetini kaybetmiyor. Bunu müellifi de söylemektedir. “Hem çok defa okunduğu halde taravetinden, zevkinden, lezzetinden hiç bir şey kaybetmemektedir.”

f- Risale-i Nur’un bir diğer özelliği de bazen edebi metin halinde, cümleler dahi hızlı konuşularak süratli bir şekilde yazılmıştır. Hatta diyebiliriz ki, Ondokuzuncu Mektup gibi bazı risaleler 300’den fazla hadis ihtiva etmesine rağmen, hiç bir kitaba müracaat edilmeden yazılmıştır. Yani Risale-i Nur’ların öyle masaya hadis veya tefsir kitapları dizilerek yazılmadığı ortadadır. Müellifi bunu defalarca kendisi de ifade etmiş bulunmaktadır.

Bu yazılan metinler, Meselâ hadis ise, binlerce hadis metni içerisinde yanlış yazılma ihtimali çoktur. Veya tefsir ile ilgili bir fikir beyan ederken, bir âyet hakkında bir şeyler yazarken, hata yapma ihtimali çoktur. Fakat Risale-i Nur’da bir kişinin söylemesi ve diğer bir kişinin yazmasıyla ortaya çıkan hatasız böyle bir özellik bu gibi hadis ve tefsir metinlerinde dahi söz konusu olmamaktadır. Yukarıdan beri giriş şeklinde Risale-i Nur’ların yazılma ve yazdırılma bakımından genel bazı özelliklerini belirttik. Şimdi de aşağıdaki dil ve edebiyat özellikleri belirtebiliriz.

*  *  *

Prof. Dr. Servet ARMAĞAN

 

Mehmet Akif ve Bediüzzaman

BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ VE MEHMED AKİF ERSOY

Bediüzzaman ve M.Akif iki güzel insan. Bu gönüldaşlar,  âlem-i İslam da gördükleri hastalıkları bedenlerinde hissetmiş ve tedavi çarelerini düşünmüş iki Lokman hekim…

Şan, şöhret ve makamdan kaçmış mütevazi ve alçak gönüllülükte hüsn-ü misal olmuş, hakikatı haykırmada hiç kimseden korkmamış iki  büyük kahraman…

Milletimize fikir ve manevi sahada öncülük etmiş değerleri hayattayken anlaşılamamış, fakat onlar doğruluğuna inandıkları her konuda taviz vermeden hayatlarını geçirmiş milletimizin en zor anlarında ümit kaynağı olmuş kıymetli simalaramızdandır.

İnsan gerek Risale-i Nur’ları gerekse Safahat’ı okurken aynı duyguları hissediyor ve aynı mesajları alıyor. En azından ben bu hissiyata sahip oluyorum. Aşağıda yazacağımız örneklerde sizlerinde aynı şekilde düşüneceğiniz kanaatindeyim. Çünkü bu iki değer, yaşadıkları devirde dine ve manevi değerlere olan lakaytlığa şahit olmuş bundan son derece endişe duyarak Kur’an’a müracaat etmişlerdir. M.Akif bunu;

Kur’an’dan alarak ilhamı

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı

beytini kaleme almasına sebep olurken, sanki bu çağrıyı duyan Bediüzzaman da külliyatındaki bütün hakikatleri Kur’an’dan alarak Kur’an’ı;

“Şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.. ve âyât-i tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi.. ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri… Ve zeminde ve gökte gizli Esmâ-i İlahiyenin mânevî Hazînelerinin keşşâfı.. ve sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakaikın miftahı.. ve şu İslâmiyet âlem-i mânevîsinin güneşi, temeli, hendesesi.. ve avalim-i uhreviyenin mukaddes haritası… ve insana hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubûdiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bütün insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine merci’ olacak çok kitabları tâzammun eden tek, câmi’ bir KİTAB-I MUKADDES.” olduğunu muazzam bir tarifle ifade etmiştir.

Bizim en ciddi meselelerimizden olan milliyetçilik konusunda Bediüzzaman müstakil bir risale kaleme almıştır. O yazdığı risalede milliyet fikrini müsbet ve menfi olmak üzere ikiye ayırarak ayet ve hadislerin kesin bir şekilde, menfi milliyeti ve fikr-i unsuriyeti kabul etmediğini, müsbet ve mukaddes İslamiyet milliyetinin, ona ihtiyaç bırakmadığını ifade etmiştir. “ Evet, acaba hangi unsur var ki, üç yüz elli milyon vardır? Ve o İslâmiyet yerine o unsuriyet fikri, fikir sahibine o kadar kardeşleri, hem ebedî kardeşleri kazandırsın? Evet, menfi milliyetin tarihçe pek çok zararları görülmüş. Ezcümle, Emevîler, bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâmı küstürdüler, hem kendileri de çok felâketler çektiler. Hem Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Almanın çok şeâmetli ebedî adâvetlerinden başka, Harb-i Umumîdeki hâdisât-ı müthişe dahi, menfi milliyetin nev-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.” diyen Bediüzzaman İslam dünyasında Emevileri ve Avrupa’da da Fransız ve Almanları tarihte örnek göstererek bu fikrin geçmişte çok ağır ve elim neticeler verdiğini müşahhas örneklerle ortaya koymuştur.

Aynı şekilde M.Akif Safahat’ta sanki  Bediüzzaman’ın nesir olarak ifade ettiklerini manzum olarak bakın nasıl terennüm etmiştir.

Hani milliyetin İslam idi… Kavmiyyet ne!

Sarılıp sımsıkı dursaydı a milliyetine.

“Arnavutluk” ne demek? Var mı şeriatte  yeri?

Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!

Arap’ın Türk’e; Laz’ın Çerkez’e, yahut Kürt’e

Acem’in Çinli’ye rüçhanı mı varmış? Nerde!

Müslümanlıkta “anâsır”mı  olurmuş? Ne gezer!

Fikr-i milliyeti tel’in ediyor Peygamber

En büyük düşmanıdır rȗh-ı Nebi tefrikanın;

Adı batsın onu İslama sokan kaltabanın!

Şu senin akıbetin bin bu kadar yıl evvel.

Sana söylenmiş iken doğru mudur şimdi cedel?

diyerek menfi milliyetin  zararlarını adeta ruhunda hissederek mezkȗr beyitleri kaleme almıştır.

Bunun yanında Bediüzzaman bizim en büyük düşmanımızın cehalet, zaruret ve üçüncü olarakta ihtilaf’ı saymıştır.

Fikirlerini hiç kimseden çekinmeden anlatan bu iki mümtaz şahsiyet  dinlenilmediği vakit veya anlaşılamadığı zamanlarda da aynı duyguları paylaşmıştır. Mesela Bediüzzaman şarktaki aşiret reisleriyle olan muhavere ve münazaralarında o yüksek fikirleri idrak edilmediği vakit ;

Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i aşrın (yani on üçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum; sureten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları camiye dâvet ediyorum.

İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Tâ ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüc-sâz edecek olan nesl-i cedid gelsin! derken

M.Akif’te benzer şekilde sözleri anlaşılmadığında;

-Siz, ey heyakil-i bȋ-ruhu devr-i mazinin

Dikilmeyin yoluna kârbân-ı âtinin

Nedir tarȋkını kesmekte böyle isti’cal?

Durun, ilerlesin Allah için şu istikbal

Yani; Ey mazi devrinin ruhsuz heykelleri

Gelecek kervanın yoluna dikilmeyin

Yolunu kesmekte acele etmek nedir?

Allah için durun şu istikbal ilerlesin demiştir.

Hülasa edecek olursak Bedizzaman Said Nursi ve Mehmet Akif Ersoy soysal hayatta gördükleri eksiklerin temel sebebini İslami esaslardan ayrılmaktan kaynaklandığını düşünürler. Zira Bediüzzaman ve Akif milletin hastalığının kaynağını za’f-ı diyanete(dini hassasiyetlerde zayıflamaya) bağlarlar. Bu duygu ve düşünceyle halka güven verip harekete geçirmek için bazı ayet ve hadisleri Bediüzzaman nesir olarak Akif’te manzum olarak asrın idrakine uygun şekilde yorumlaya çalışmışlardır. Yukarda mezkur olunan misaller bu ortak düşüncenin bir-iki örnekleri nevindendir.

Hamiyet sahibi bu iki kahraman simanın eserleri okunduğunda hep aynı dertle dertlendiklerine şahit olacaksınız…

Ahmet Gözütok

www.nurnet.org

25. Söz 2.Cüz – Abdulhamid Hoca (Video)

Sohbete geçmeden önce yakın zamanda ciddi bir ameliyata giren Abdulhamid hocayla yapılan görüşmemizi ekleyelim dedik.

A.Hamit Hoca’mız sağlık durumunun dualar sayesinde çok iyiye gittiğini ifade etti.

Çok değerli Hocamızı evinde ziyaret ettiğimizde bu kadar hızlı bir şekilde iyileştiğini görünce bizlerde çok sevinip Allah’a (c.c) şükrettik. Hocamız hızlı iyileşmesinde cemaatin duasının çok büyük yeri olduğunu söyledi. O da cemaatimize hayır dualar ediyor ve dualarının devamını beklediğini söyledi. Bizlere de cemaatin ve Risale-i Nur’ların önemi konusunda kısa nasihatlarda bulundu. Allah bizleri Nurlardan ayırmasın.

A.Hamit Hocamız kısmet olursa salı günü memur dersine katılacak. Dersleri çok özlediğini, inşallah eski hizmetlerine tekrar başlama gayreti içinde  olduğunu ifade etti. Allah’a sonsuz hamd ve şükürlerini sunarak   bütün cemaate saygı ve selamlarını gönderiyor. Allah herkesten razı olsun.

Video: 25. Söz’den yapılan sohbette Kur’an’dan bahsedilmeye devam ediyor.

Çarpıcı örnekler ve güzel üslubuyla “Rab, Mucize, Acz” gibi bazı kelimelerin derinlemesine anlatıldığı Kırklarelinde yapılan ev sohbetlerinden birisi. Zamanla diğer sohbetleri de eklenecektir.

Kur’ân Arş-ı Âzamdan, İsm-i Âzamdan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için, On İkinci Sözde beyan ve ispat edildiği gibi,

Kur’ân,

  • bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır;
  • hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır;
  • hem bütün semâvat ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır;
  • hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir;
  • hem saltanat-ı âmme-i Sübhâniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir;
  • hem rahmet-i vâsia-i muhîta nokta-i nazarında bir defter-i iltifâtât-ı Rahmâniyedir;
  • hem Ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır;
  • hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir.

Ve şu sırdandır ki, “Kelâmullah” ünvanı, kemâl-i liyakatle Kur’ân’a verilmiş ve daima da veriliyor. Kur’ân’dan sonra sair enbiyanın kütüp ve suhufları derecesi gelir. Sair nihayetsiz kelimât-ı İlâhiyenin ise, bir kısmı dahi has bir itibarla, cüz’î bir ünvanla, hususî bir tecelliyle, cüz’î bir isimle ve has bir rububiyetle ve mahsus bir saltanatla ve hususî bir rahmetle zahir olan ilhamat suretinde bir mükâlemedir. Melek ve beşer ve hayvânâtın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibarıyla çok muhteliftir.

İşte O Sohbet:

Gençlerle beraber dönem arasında kitap okuduk

Dönem arası gelmesiyle birlikte okul derslerinin bitmesi yeni bir tazelenmenin nefesi olan programa gitmek için çantalarımızı hazırlayıp neşe içerisinde Çorlu’ya doğru yol almak üzere arabamızı doldurduk.

Ulvi bir yolculuğun kilometre taşlarından biri olan kitaba muhatap olmak Risale-i Nur’un sımsıcak atmosferine biraz daha aşina olmak manalarının derinliklerine nüfuz etmek, yeni samimiyetler, kaynaşmalar, unutulmayan ebedi manzaralar nakşetmek.

İşte bu duygularla mekânımıza vardık.

Cemaatin tatlı tebessümleri ve muhabbetleriyle samimi candan bir hava âlemimizi sardı.

Hemen ardından Cuma dersinin feyz-ü bereketi, cemaatin kaynaşması ve güzel, nurlu hizmet haberleriyle, sema ehlinin gıpta ettiği ulvi bir manzara yaşandı.

Günlük programımız duanın vakti olan seherde başlıyor.

“Seherlerde eser bâd-ı tecellî

Uyan ey gözlerim vakt-i seherde.

İnâyethah zidergâh-ı İlâhi

Seherdir ehl-i zenbin tevbegâhı,

Uyan ey kalbim vakt-i fecirde,

Begün tevbe, becû gufran, zidergâh-ı İlâhî.”

Satırlarıyla neşvü nema buluyor.

Herkesin hab-ı gaflette olduğu vakitte hüşyar olmak, Rabbine iltica etmek arzularını, niyazlarını Rabbine arz etmek güzelliğini yaşarken, sabah namazda “Ezan-ı Muhammedi (a.s.m)” ile bütün âleme ilan edilirken ulvi bir tevhit sadası Çorlu’nun semalarında yayılıyordu. “Namaz uykudan hayırlıdır” diye nida ediyordu.

Rabbimizin huzuruna kabul olunmanın tadını namazın saltanatıyla miraca çıkmanın şuurunu yaşıyorduk.

Tarikat-ı Muhammediyenin (a.s.m) zikriyle tesbihatımızı Subhanallah, Elhamdulillah, Allahu Ekber, Lailaheillallahlar salat-u selam ve esma-i hüsna ile ruh dünyamızı safileştiriyorduk.

Ardından dağıtılan nurlu eserleri sırayla sabah dersinde okumak, yeni güne ter-ü taze manalarla nurani bir atmosferde girmek, bin ruh-u canla istenen ve yaşanan bir baki manzaradır.

Kahvaltımızı rabbimizin rezzakiyetinden gönderilen hesapsız nimetleri yoluna sarf etmek. Ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olan, lezzetleri şükür için yiyenlerden eyle diyerek. Zikir, Fikir, Şükürle maddi-manevi istifadelerde bulunmak.

Hemen hasretle mübarek manalara ulaştıracak manevi açlığımızı, feyiz ve bereketiyle doyuracak, bizi ulvi âlemlere götürüp dertlerimize deva, ruhlarımıza şifa, akıllarımıza nur olan hakikat-ı Kur’aniyeye teveccüh ettik.

Saatler günler nasıl geçti anlayamadık. Karşılıklı müzakerelerde istifadenin huzuru, eksiklerimizin hissedilmesi, ihtiyaçlarımızın çokluğu, aşkla beklediğimiz bu günler, kurumuş topraklara yağan rahmetin getirdiği bereketi bizim muhtaç kalplerimize de hissettirdi, bahar çiçekleri açtırdı.

Bir okuma programı âlemimizde inkılâplar yaparken, yaratılış gayemizi, insanlığımızı, kâinatın sırlarını, davamızın ulviyetini ve kudsiyetini anlatmakla beraber, bugünkü yaşanan hadiselere karşı problemlerimizin nasıl çözüleceğini göstermek noktasında tam bir rehber oldu.

Okuma programına ilk defa katılanların gönülleri yepyeni âlemlere açıldı. Ömrümüzün en güzel baharını yaşadıklarını ve bir sonraki programı şevkle beklediklerini ifade ettiler.

Burada geçen günlerimiz okumalarla taze uyanışlara vesile olması haysiyetiyle Rabbimizin ilk emri “Oku” hitabına mazhar olmak, Peygambere muhatabiyetin bir tecellisini hissetmek. Omzumuza i’layı Kelimetullahın mesuliyetini yüklenmek ve hayatı bu ulvi gayeyle yaşamak ve muhtaç olanlara ulaştırmak. “Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir” mesajlarını aldık, duyduk, hissettik. İnşallah amel de edeceğiz.

Nice nurlu okumalara Rabbimizin bizleri kavuşturmasını temenni ederiz.

Binler merkezlerde milyonlar nuranilerin, nurdaşların okumalardaki feyizlerinin artmasını dua eder iştirak-i amal-i uhreviye şirketlerine ortak olmayı Rabbimizden dileriz.

Bu yazıyı NurNet.Org Ekibi, Okuma Programının akabinde kaleme almıştır.

Dönem arası gelmesiyle birlikte okul derslerinin bitmesi yeni bir tazelenmenin nefesi olan programa gitmek için çantalarımızı hazırlayıp neşe içerisinde Çorlu’ya doğru yol almak üzere arabamızı doldurduk.
Ulvi bir yolculuğun kilometre taşlarında biri olan kitaba muhatap olmak Risale-i Nur’un sımsıcak atmosferine biraz daha aşina olmak manalarının derinliklerine nüfuz etmek, yeni samimiyetler, kaynaşmalar, unutulmayan ebedi manzaralar nakşetmek.
İşte bu duygularla mekanımıza vardık.
Cemaatin tatlı tebessümleri ve muhabbetleriyle samimi candan bir hava alemimizi sardı.
Hemen ardından Cuma dersinin feyz-ü bereketi, cemaatin kaynaşması ve güzel, nurlu hizmet haberleriyle, sema ehlinin gıpta ettiği ulvi bir manzara yaşandı.
Günlük programımız duanın vakti olan seherde başlıyor.
“Seherlerde eser bâd-ı tecellî
Uyan ey gözlerim vakt-i seherde.
İnâyethah zidergâh-ı İlâhi
Seherdir ehl-i zenbin tevbegâhı,
Uyan ey kalbim vakt-i fecirde,
Begün tevbe, becû gufran, zidergâh-ı İlâhî.”
satırlarıyla neşvü nema buluyor.
Herkesin hab-ı gaflette olduğu vakitte hüşyar olmak, Rabbine iltica etmek arzularını, niyazlarını Rabbine arz etmek güzelliğini yaşarken, sabah namazda “Ezan-ı Muhammedi (a.s.m) ile bütün aleme ilan edilirken ulvi bir tevhid sadası Çorlu’nun semalarında yayılıyordu.”
“Namaz uykudan hayırlıdır” diye nida ediyordu.
Rabbimizin huzuruna kabul olunmanın tadını namazın saltanatıyla miraca çıkmanın şuurunu yaşıyorduk.
Tarikat-ı Muhammediyenin (a.s.m) zikriyle tesbihatımızı Subhanallah, Elhamdulillah, Allahu Ekber, Lailaheillallahlar salat-u selam ve esma-i hüsna ile ruh dünyamızı safileştiriyorduk.
Ardından dağıtılan nurlu eserleri sırayla sabah dersinde okumak, yeni güne ter-ü taze mamalarla nurani bir atmosferde girmek, bin ruh-u canla istenen ve yaşanan bir baki manzaradır.
Kahvaltımızı rabbimizin rezzakiyetinden gönderilen hesapsız nimetleri yoluna sarfetmek. Ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hakim olan, lezzetleri şükür için yiyenlerden eyle diyerek. Zikir, Fikir, Şükürle maddi-manevi istifadelerde bulunmak.
Hemen hasretle mübarek manalara ulaştıracak manevi açlığımızı, feyiz ve bereketiyle doyuracak, bizi ulvi alemlere götürüp dertlerimize deva, ruhlarımıza şifa, akıllarımıza nur olan hakikat-ı Kur’aniyeye teveccüh ettik.
Saatler günler nasıl geçti anlayamadık. Karşılıklı müzakerelerde istifadenin huzuru, eksiklerimizin hissedilmesi, ihtiyaçlarımızın çokluğu, aşkla beklediğimiz bu günler, kurumuş topraklara yağan rahmetin getirdiği bereketi bizim muhtaç kalplerimize de hissettirdi, bahar çiçekleri açtırdı.
Bir okuma programı alemimizde inkılaplar yaparken, yaratılış gayemizi, insanlığımızı, kainatın sırlarını, davamızın ulviyetini ve kudsiyetini anlatmakla beraber, bugünkü yaşanan hadislere karşı problemlerimizin nasıl çözüleceğini göstermek noktasında tam bir rehber oldu.
Okuma programına ilk defa katılanların gönüllerini yepyeni alemlere açtı. Ömrümüzün en güzel baharını yaşadık ve bir sonraki programı şevkle beklediklerini ifade ettiler.
Burada geçen günlerimiz okumalarla tane uyanışlara vesile olması haysiyetiyle Rabbimizin ilk emri “Oku” hitabına mazhar olmak, Peygambere muhatabiyetin bir tecellisini hissetmek. Omuzumuza i’layı Kelimetullahın mesuliyetini yüklenmek ve hayatı bu ulvi gayeyle yaşamak ve muhtaç olanlara ulaştırmak. “Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir” mesajlarını aldık, duyduk, hissettik. İnşallah amelde edeceğiz.
Nice nurlu okumalara Rabbimizin bizleri kavuşturmasını temenni ederiz.
Binler merkezlerde milyonlar nuranilerin, nurdaşların okumalardaki feyizlerinin artmasını dua eder İstirak-i amal-i uhreviye şirketlerine ortak olmayı Rabbimizden dileriz.