Trakya 4. Mezunlar Programı Silivri’de Yapıldı

Ruba Vakfı bünyesinde gerçekleşen 4. Trakya Mezunlar programı 30 Nisan’da İstanbul Silivri Hamidiye Çiftliğin’de gerçekleşti.

Trakya bölgesinde Risale-i Nur hizmetleri ili alakadar olan bir çok kişi bir araya geldi. Yaklaşık 170 kişinin katıldığı program sabah kahvaltısıyla başlayıp, ikindi namazına müteakip sona erdi.

Abdulvahit Mutkan ve Mehmet Şaylan gibi hizmetlerde uzun yıllardır bulunan abiler de programa iştirak ettiler.

Dersler okundu, hatıralar tazelendi, sıcak sohbetlerle tekrar kaynaşma gerçekleşti. Öğrencilik yıllarında dersanelerde beraber kalan arkadaşlar, tekrar görüşmenin heyecanı içine girdiler.

Eyüp Kalkan’ın esprili sunumu ve eğlenceli hatıraları programa ayrı bir renk kattı.

Mehmet Şaylan, Risale-i Nurların ve  hizmetin önemine değindi, bu hizmetlerin sadece vakıfların olmadığını ve herkesin hizmete sahip çıkması gerektiğini vurguladı. Yeni bir heyecan, taze bir şevkle, üzerimizdeki tembellik hastalığından kurtulup, daha büyük bir gayretle hizmet yapılması gerektiği üzerine tahşidat yaptı ve daha çok insanların bu hakikatlere muhtaç olduğunu ve onlara da ulaşmak için ısdırap duyulması gerektiğini belirtti. Aynı zamanda trakya hizmetinde uzun yıllardır teşrik-i mesai yaptığı arkadaşlarına duyduğu minnetlarlığını ifade etti, onlara ayrıca teşekkürlerini ve tebriklerini dile getirdi.

Bölgede uzun zamandır vakıf olarak hizmet yapan Zekeriyya Kaplan, Ahmet Gözütok, İsmail Altunten, Ali Kalay, Ömer Faruk Ceylan da programdaydılar.

www.NurNet.org

İnanmış insanlar Azrail’i neden sevgi ile karşılarlar? (1)

Soru: Son anımızda ruhumuzu teslim alacak olan Azrail’den hemen herkes korkuyor, hayallerimizde korkulacak bir melek olarak tasavvur ediliyor. Mezardaki sorgu melekleri Münker -Nekir’den de aynı şekilde korku ile söz ediliyor. Gerçek durum da böyle mi? Ölüm anında ruhumuzu korkudan titreyeceğimiz bir Azrail’e mi teslim edeceğiz?

Mezarımızda gelen sorgu melekleri de aynı şekilde bizlere korku mu salacaklar? Bilgi verebilir misiniz, bizi korkutan bu konularda?

Cevap: Gerçekten de böyle titrenecek bir Azrail tasavvuru var çoklarımızda. Ancak maneviyat büyükleri, bu meleklerin isimlerini duyunca korku ve ürperti duyma yerine huzur ve emniyet hissettiklerini de ifade ediyorlar kitaplarında. Sadece Azrail’e karşı değil, bizlere sorgu soracak olan Münker-Nekir adındaki iki mübarek melaike ile Kiramen Kâtibin’e karşı da hep itimat ve sevgi hislerini ifade ediyorlar büyüklerimiz. Sözü daha fazla uzatmadan birlikte okuyalım Bediüzzaman Hazretleri’nin Azrail, Münker-Nekir ve Kiramen Kâtibin gibi melekler hakkındaki sevgi saygı yüklü yorumlarını:

******

– Bir gün bir duamda, “Ya Rabbi! Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insin şerlerinden muhafaza eyle!” dediğimde, herkesi titreten ve dehşet veren Azrail namını zikrettiğim vakit, gayet tatlı, tesellidar ve sevimli bir halet hissettim, elhamdülillah, dedim, Azrail’i cidden sevmeye başladım!. Ruhumu böylesine emin bir ele teslim edeceğimden dolayı huzur duydum.. Bu huzurun sebebi ne?

– Bilindiği üzere insanlar öteden beri kıymetli varlıklarını emin ellere teslim ederek korumaya almak isterler. Son anını yaşayan insanın en kıymetli varlığı ise hayatı boyunca üzerine titrediği ruhudur. Ruhunu zayi olmaktan kurtaran emin bir ele teslim etmenin derin bir sevinç verdiğini ben de kat’i hissettim. Çünkü Hazret-i Azrail’den daha koruyucu ve muhafaza edici başka emin bir el yoktur…”

Demek ki insanın en kıymetli varlığı olan ruhunu emin bir şekilde teslim edeceği en emin bir eldir Hazreti Azrail.. Onun insanları korkutan hiddet ve şiddeti inkârcılar, isyancılar, itaatsizler için söz konusudur. İman ve amel sahibi müminlere karşı tavrı, bir annenin yavrusuna karşı duyduğu şefkatli tavırdan başkası değildir..

Bediüzzaman Hazretleri, kabrine sorgu sual için gelecek olan Münker ve Nekir meleklerine de aynı sevgi ve emniyeti hissettiğini ifade ederken şöyle der:

-“Herkes gibi ben de gelecekte muhakkak gireceğim mezarıma hayalen girdim, korku ve endişe içinde yalnız halde beklemeye başladığım sırada birden Münker ve Nekir taifesinden iki mübarek arkadaş çıkıp geldiler, benimle sohbete başladılar.. Kalbim ve kabrim genişledi, nurlandı, ruhlar âlemine kabrimden pencereler açıldı.. Ben de, şimdi hayalen gördüğüm, istikbalde ise hakikaten göreceğim o güzel vaziyete bütün ruh-u canımla sevindim ve şükrettim..”

Ayrıca, insanın amelini yazan Kiramen Kâtibin meleklerine de aynı itimat ve sevgi ile bakarız. Çünkü melekler olmasa bizim yaptığımız bunca ibadet ve iyiliklerimiz kayda geçirilmez. Meleklerin yazmasıdır ki, yaptığımız tüm iyilik ve ibadetlerimizin zerresi zayi olmadan mahşerde önümüze konuluyor, imdadımıza yetişiyor. Bu inanç bizim, iyilik yapma ve kötülüklerden de uzak durma duygumuzu da kuvvetlendiriyor, hep iyilikler yazdırma arzusu telkin ediyor bizlere..

Risale-i Nur külliyatı bu türlü ümit ve şevk veren bilgilerle çağımızın insanını streslerden koruyor, moral gücü sağlıyor, ölüm anında bile geleceğine ümitle bakmayı temin ediyor. Yeter ki, insan bu iman ve amelle hayatını İslamî ölçülere uygun şekilde yaşasın ve böyle bir bilgi ve şuurla karşılasın en sonunda Azrail, Münker-Nekir ve Kiramen Kâtibin meleklerini..

Bu önemli konuyu tatmin edici genişlikte eksiksiz okumak isteyenler 11. Şua’daki ‘Meleklere imanın faydaları’ kısmına bakmalılar..

Ahmed Şahin / Zaman

Tekrarlandıkça tekrarlanır; fakat ne usanç verir, ne de ona doyulur!

Risalelerin manevî ders halkasına giren bir kişi, kısa bir süre sonra kâinattaki bir esere baktığı zaman, onun arkasındaki İlâhî fiillerden, kainattaki tüm ilahi fiilleri teşhis edebiliyordu..

Risale-i Nur’ları ellerine geçiren insanlar, kısa bir süre sonra, hattâ bazan risalelerin ilk satırlarından itibaren, kâinatı bir kitap gibi okumaya başladıklarını hissediyorlardı. Bu, bir insan için yeniden doğuş demekti.

Çünkü, daha önce görülmeyen, görülse de önem verilmeyen varlıklar vardı şimdi âlemde. Kışıyla, baharıyla, yeriyle, göğüyle, canlısıyla, cansızıyla, gecesi ve gündüzüyle herşey ve her olay, Yer ve Gökler Rabbinden bir mektuptu ve doğrudan doğruya insanı muhatap alıyordu.

Telif edilen her risale, sanki bu mektupların şifrelerinden bir ikisini daha çözüyor ve insana onu açıkça okutuyordu. Böylece, bir yandan derslerin tekrarlanmasıyla, diğer yandan da yeni telif edilen risalelerin elden ele ulaşmasıyla, insanların önlerindeki kâinat kitabı okuma becerisi de artıyor ve bu beceri artışı, daha fazla okuma iştiyakını doğuruyordu.

Böylece, Nur Risalelerinin manevî ders halkasına giren bir kişiye, kısa bir süre sonra, kâinattaki tek bir esere baktığı zaman, onun arkasındaki İlâhî fiillerden bir tanesini teşhis etmesi yetiyordu; o tek fiil, kâinattaki bütün İlâhî fiillerle omuz omuza verip, onu bütün İlâhî isimlerin Müsemmâsına götürebiliyordu.

Fakat bu bakış açısı ve bu beceri, iradeli bir bakışa ve sürekli temrinlerle bu bakış açısını diri tutmaya ihtiyaç gösteriyordu. Aksi takdirde, dünya hayatının uğraşları, özellikle geçim endişesi ve zamanımızın diğer meşgaleleri, insanın dikkatini hemen dağıtıverme istidadını taşıyordu.

Bediüzzaman’ın talebeleriyle yazışmalarında, onları bu tür oyalanmalara karşı zaman zaman uyardığı görülmektedir. Daha önce de temas edildiği gibi, yeni telif edilen bir risalenin ulaşmasından sonra, bu risale ile ilgili hissiyatı satırlara dökerek Üstada göndermek, onun yakın talebeleri arasında bir geleneğe dönüşmüştü. Öyle anlaşılıyor ki, bu mektuplar, aynı zamanda, Bediüzzaman’a, talebelerinin kavrayışlarını ölçme ve gelişmelerini izleme imkânı da veriyordu.

Nitekim iki risaleye en yakın talebesi Hulûsi Beyden cevap gelmediğinde, Bediüzzaman, bu gecikmenin birtakım dünyevî meşgalelerden ileri geldiği sonucuna varmakta gecikmemiştir.

Öyle anlaşılıyor ki, Hulûsi Bey, o sıralarda bir harita işiyle meşgul olmaktadır; ancak bu maddî işin ayrıntıları, onun “pek keskin zekâsı” önünde geçici bir perde teşkil ederek, manevî âlemlerdeki incelikleri yakalayıp manevî zevkleri tatmasına engel olmuştur:

Gurbet mektubuyla kamer ve zemin ve seyyarata [ay, dünya ve gezegenlere] dair mektubuma cevap verilmemesinin sebebi şu olmak gerektir ki: Gurbet Mektubu, bütün dünyayı unutmak hissiyle yazılmıştır. Sen dünyayı unutmak değil, belki vazife itibarıyla en sathî maddiyatla zihnin meşbû olduğu bir zamanda, herhalde o gurbetteki zevki bulamadın. Ve o Mektubun tam derecesini, muvakkaten perde çekilmiş olan parlak zekâvetin kavrayamadı ki, cevap yazamadı.

Öteki Mektup, çok yüksek ve çok geniş hakaike [hakikatlere] işaret ettiği ve hadsiz âlem-i ulviyenin ve nihayetsiz âlem-i mâneviyenin bir nevi haritasına işaret ettiği için, sâfî, meşgalesiz, arzî ve arzlılardan sıyrılıp yukarıya çıkan bir akıl lâzımdı. Halbuki, benim gayretli kardeşim, o vakit zeminin haritasını alacak bir vazifeyle meşgul olduğundandır ki, o ulvî ve pek keskin zekâvetin, o Mektuba karşı sükûtu iltizam etmeye mecbur olmuş.”

Zaman zaman, insanların dikkatini manevî konulardan çekecek ve son derece değerli ömür dakikalarını, saatlerini ve günlerini gelip geçici meselelerle ziyan etmesine yol açacak bahanelerin güç kazandığı olur. Üç Aylar gibi mübarek mevsimlerin geride kaldığı, yahut bir yandan engin bir tefekkür zemini teşkil ederken diğer yandan da insanın nazarını gaflete yöneltme istidadı taşıyan bahar ve yaz mevsimlerinin yaklaştığı dönemlerde, Bediüzzaman aşağıdakine benzer mektuplarla talebelerini uyarmaktan geri kalmamıştır.

Bilirsiniz ki, yaz mevsiminde dünya gafleti ziyade hükmeder. Ders arkadaşlarımızın çoğu fütûra düşüp tâtil-i eşgale mecbur oluyor. Ciddî hakaikle tam meşgul olamıyor.

Aziz kardeşlerim, bahar ve yazın meşgaleleri, hem gecelerin kısalması, hem Şuhûr-u Selâsenin [Üç Ayların] gitmesi ve ekser kardeşlerimin bir derece hisse alması ve daha sair bazı esbabın bulunması, elbette bir derece neş’eli kış dersine fütur verir. Fakat onlardan gelen fütur size fütur vermesin. Çünkü o dersler, ulûm-u imaniyeden [iman ilimlerinden] olduğu için, bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bâhusus, siz daima bir-iki hakikî kardeşi de bulursunuz.”

Neş’eli kış dersleri, mütevazi evlerde sobaların etrafında halkalanmış mütevazı insanlar arasındaki sohbetlerin uzadıkça uzadığı ve tazelenen çaylarla iyice tatlandığı derslerdir. Bir iman bahsi açılır risalelerin birinden. Büyüleyici cümleler, risaleyi okuyan talebenin dilinden birbiri ardınca dökülür. Hayaller cennet gibi âlemlere kilitlenir. Bir muhabbet pınarı kaynamaya başlar. Duygular keskinleşir. Sohbet ısınır, insanlar ısınır, âlemler ısınır. Kalabalık, görünenin kaç misline çıkar sohbet boyunca, kimse bilmez. Ancak herkes bilir yahut hisseder ki, kendilerinden başka birileri de oradadır, yanı başlarında aynı ders ve aynı tefekkürdedir. Bir tek kanat seslerinin işitilmediği kalır, o kadar.

Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakkın zîşuur çok mahlûkatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimâından [iman hakikatlerini dinlemekten] çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemileriniz [dinleyicileriniz] çoktur.

Allah’ın kitabını okumak ve öğrenmek için Allah’ın evlerinden birinde veya başka bir evde bir araya gelen hiçbir topluluk yoktur ki, melekler onları ziyaret ederek etrafında dönmesin. O topluluğa kalp huzuru iner, onları rahmet kaplar. Ve Allah, yüce katında bulunan meleklere onları hayırla anar.”

Hem mütefekkirâne o çeşit sohbet-i imaniye, zemin yüzünün bir manevî ziyneti ve medar-ı şerefi olduğuna işareten biri demiş: Semâvât zemine gıpta eder ki, zeminde hâlisen lillâh sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar, kendi Sâni-i Zülcelâlinin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü âsâr-ı san’atını birbirine göstererek Sânilerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.

Görünen âlemlerle görünmeyen âlemlerin gündemleri birbirinden çok farklıdır. Birinde manşetlere çıkan haber, diğerinde hiç işitilmeyebilir. İman ilimlerinin açtığı kapıdan âlemlerin her ikisine birden bakanlar ise, kâinatın asıl gündemini yakalamakta gecikmezler.

Baharın yaklaştığı günlerden birinde karları tebessümüyle eriten bir kardelen, kozasından çıkmış bir kelebek, bu âlemdeki pek çok insanın dönüp de bakmayacağı, baksa da görmeyeceği, görse de o akşamki bir televizyon programının tek bir sahnesi kadar bir değer vermeyeceği işlerdendir.

Fakat nakış nakış İlâhî isimlerin dokunduğu hiçbir hadise, gözden kaçırılacak kadar önemsiz olamaz bu kâinatta. Ve bir Risale-i Nur talebesi bunu bilir. Onun keskinleşmiş duyuları, manevî âlemlerde haber teşkil edeni, manşetlere çıkanı, izleyici toplayanı kaçırmaz. Bir ibretli bakış, bir tefekkür, bir zikir, dünyanın kalabalığı arasında kaybolup gidecek bir küçük hadise değildir; bunu bilir Risale-i Nur talebesi. Her an, nice “sıradan” insanların zikir ve fikirleri rengârenk çiçekler halinde açar ve bu gezegenin manevî simasını bir bahar sahnesine çevirir. Açan çiçeklere onların müştakları doluşur. Görünen âlemlerin yasaları, bir başka biçimde, görünmeyen âlemlerde işler. Biri kelebekleri çağırır çiçeklerin, diğeri melekleri. İman ilimlerinin talebesi, dünya ve içindekilerden daha hayırlısını bulmuş, onlardan daha kalabalık bir dost topluluğu edinmiştir.

Rabbimiz Allah deyip dosdoğru bir yol izleyenlerin üzerine melekler inerler. “Korkmayın,” derler onlara. “Mahzun da olmayın. Dünya hayatında da, âhirette de biz sizin dostunuzuz.”

Dostlar, olup biteni kaçırmazlar. Her söz, her görüntü, her düşünce, her hayal tek tek kayda geçer. Ve bütün bunlar, Yer ve Gökler Rabbine sunulur. Nasıl bir ihtişam içinde, orası ancak o âlemlerden görülür. Ama söz Ona yükselir; bu görülmüş gibi bilinir. Çünkü öyle buyurmuştur Kur’ân’ı gönderen.

Görünen âlemin önemli haberleri, görünmeyen âlemlerde nasıl sıraya giremezse, o âlemlerin haberleri de bizim dünyamızda pek rağbet görmez. Ancak kâinatın hakikatinden haberdar olan, duyuları keskinleşmiş olanlar, dünya kalabalıklarının değil, Allah’ın katında değer taşıyan şeyin peşindedirler.

Dünya hayatının meşgaleleri bu duyuları ve düşünceleri köreltmek üzere her taraftan saldırı halinde olduğu için de, sürekli derslerini tekrarlayarak his ve heyecanlarını diri tutmaya, doymak bilmeyen meraklarını ve kendilerine manevî Cennet hazlarını yaşatan şevklerini arttırmaya çalışırlar.

Onların iman derslerine olan ihtiyaçları, işte bu yüzden içilen su veya alınan nefes gibidir:

Tekrarlandıkça tekrarlanır; fakat ne usanç verir, ne de ona doyulur.

Ümit ŞİMŞEK

Aman, ne yapın edin şevkinizi kaybetmeyin!

Şevk, insanlara hayatta itici motor gücü veriyor. Özellikle çeşit çeşit günahların içinde Allah’ın (cc) kurallarıyla hayatını sürdürmeye çalışan Müslümanlar için çok büyük önem arzediyor.

Ahirzamanda “sünneti seniyyeye uymanın elde kor tutmak kadar zor olduğunu” söyleyen Rasusullah (asm) efendimiz, bu nedenle sünnete uygun yaşamakla yüz şehit sevabı kazanabileceğimizi bizlere müjdeliyor.

İşte şevk bunun için çok önemlidir. Şevki olan insan her amelini uçar gibi yapar. Şevksiz insan ise üzerinde tonlarca ağırlık varmış gibi yerinden bile kalkmak istemez.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerin ilk talebelerinden; Merhum emekli albay Hulusi Yahyagil ağabey anlatıyor.

Şevkin ne olduğunu anladım. Hayrünnas olan kimsede şevk olur. Şevki olan ancak başkalarına birşeyler anlatmak ister. Şevk bize bir ikramı ilahidir.” diyor.

Ayrıca her canlıda da bir büyüme gelişme ve çoğalma şevkin neticesidir.. Şevk bilinç ameliyesi ve tezahürüdür. Yapılan kavli ve fiili dua ile neticeyi hayra, menfaate ve müsbete döndürmektir.

D. Mehmet Doğan Türkçe sözlüğünde şevkin karşılığı olarak şunları yazmış:

Şiddetli arzu, aşırı heves, neşe ve keyif.”

Büyük Lügat ise şu karşılıkları vermiş “Bir şeyi bir şeye sağlamca bağlama, memnun, Şaduman” daha geniş bilgi için de himmet maddesine bakınız diyor.

Şevk; daima yenilenen, kuvvetlenen ve inkişaf eden bir iman ve idrakin tezahürüdür. Şevk bir yerde şükrün tatlı meyvesidir. İnsanı ibadette daim kılan bir unsurdur.

En büyük misali Peygamber Efendimiz (asm), Sahabeler, Bediüzzaman Hazretleri, Nur Talebeleri ve diğer takva sahipleri teşkil eder. Memletin manevi kış mevsimlerine girdiği demlerde tüm ehl-i imanın bataryası, moral gücü Nur Taleberi olmuştur.

Memleket üzerinde kara bulutlar dolaşırken insanımıza ümit kaynağı; Risale-i Nurlardan nebean eden iman hakikatleri ve bu hakikatleri herşeye rağmen bir arı gayretiyle ve karıca sa’i (çalışması) ile topluma bir yağmur bereketiyle veren şevki doruk noktasına ulaşmış Nur Taleberidir.

Hiç bir peygamber yoktur ki şevkle çoşmuş olmasın.

İşte bu şevk unsuru idi Peygaberimizle (asm) bir saat görüşüp iman ettikten sonra Çin’e, Hind’e arakasına dönüp bakmayı erlik saymadan giden güzide sahabe Efendilerimizdi.

Şevkin kaynağı kemale ermiş bir imandır. Huzur-u daimi, tevekkül, musalaha, kendisi ile ve başkaları ile barışık olma halidir..

Diğer canlılarda ise tevekkülvari bir çalışmadır. Bu sebeble , kışın su demiri betonu çatlatır, bitkiler ve ağaçlar yazın ve baharda taşı , betonu delip çıkar veya toprağın derinliklerine kök salarak iner.

İşte böylesine önemli bir şeydir şevk.

Aman, ne yapın edin şevkinizi kaybetmeyin…

Erdoğan AKDEMİR

Kaynak: Nurdergi.com

Fas’ta Düzenlenen “3. İslam Kongresi” ve Değerlendirmeler

Fas’ta düzenlenen “3. İslam kongresi’’ne katıldı. Kongreye yaklaşık 1200 kişi katılıyor ve katılanların yüzde 90’ı İspanyol Müslümanlardan oluşan III. CongresoIslamico Fas’ın-Saidiyye şehrinde yapıldı. Kongrede Risale-i Nur konulu yapılan sunum izleyenlerin beğenisini topladı.

Kongrenin ikinci gününde Türkiye’den giden Nur talebeleri Arapça bir tebliğ sundu. Sunumda Risale-i Nur’un tebliğ metodu anlatıldı. Özellikle Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatı boyunca takip ettiği “Medresetüzzehra”nın şimdi Türkiye’de nur medreseleri suretinde tecelli ettiği, böylece ulum-u diniye ve ulum-u İslamiye’nin aynı zamanda öğrenildiği anlatıldı.

Sunumda yer alan, “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler” sözleri ilgiyle dinlendi.

İspanya ve Latin Amerika genelinde uydu ile yayın yapan Kurtuba TV, Risale-i Nur standına gelerek “Risale-i Nur nedir? Bediüzzaman kimdir?” sorularını yöneltti. Stand görevlileri Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nuru anlatırken 33 Pencere eserini vererek “her gün bir pencereyi anlatan kısa bir program düzenleyebilecekleri” teklif edildi.

Konferans dinleyenleri fevkalade etkiledi. Konferanstan sonra birçok kişi Risale-i Nur ve Bediüzzaman hakkında bilgi istedi. Bediüzzaman’ı yeni tanıyanlar ya da önceden tanıyanlar kendi arkadaşlarını da getirerek kendi dillerinde Üstadı anlattılar ve kitap aldılar, aldırdılar.

Bu arada iki kişi Risale-i Nurların tercümelerini yapacaklarını söylediler. Tercüme yapacaklardan birisi aynı zamanda Valencia İslam Kültür Merkezi başkanı.

Doktorasını Risale-i Nur üzerine yapmış, Fas nur talebelerinden Dr. Yusuf Hamdaui de “İstikbal İslam’ındır” konulu bir tebliğ sundu. Tebliğinde Hutbe-i Şamiye Risalesinden istikbalde hakiki hâkim olacak yegâne dinin İslamiyet olduğuna dair Üstadımızın beyan ettiği delilleri aktardı.

Konferansın sonunda Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nur’ ları tanıtan Arapça bir sinevizyon gösterimi yapıldı.

 İsmail Can / Risale Haber

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version