Bediüzzaman Mevlidi Sohbeti

1 Nisan 2012 tarihinde Kırklareli’nde ilk defa Bediüzzaman Mevlidi yapıldı. Bu mevlidde Kırklareli eski vaizi, radyo programcısı, kitap yazarı saygıdeğer hocamız Abdülhamid Oruç’un yapmış olduğu sohbeti sizlerle paylaşmak istedik.

Cenab-ı Hak kainatı neden yarattı?

İnsanların kendisini yani Cenab-ı Hakkı nasıl tanıyacaklarını, nasıl amel edeceklerini, ne için yaratıldıklarını anlamalarını sağlamak için peygamberler göndermiştir.

En son peygamber bizim peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) idi, peki peygamberlik kesildikten sonra insanlık yoldan çıktığı zaman insanları toparlamak için kimler gelecekti.

İşte bu sorular ve cevapları bu videoda.

Mü’minin Değeri

Kolay okunan, zihinden hızla akıveren ve kolayca hafızaya yerleşen cümleler beni korkutur.

Böylesi cümlelerin okunduğu ve hatırlandığı anda insanda bir duygu yoğunluğuna yol açmakla birlikte zihinden hızla akıverdikleri için üzerinde yeterince durulmama, hakkında yeterince düşünülmeme gibi bir talihsizlikleri vardır.

Risale-i Nur müellifinin böyle nice güzel sözü, hikmetli cümlesi vardır ki, sırf bu sebepten dolayı, hafızalara yerleşmiş olmakla birlikte üzerinde yeterince düşünülmemiş haldedir.

Uhuvvet Risalesi’nde yer alan :

Mü’minin şe’ni kerîm olmaktır. Zâhiren leîm bile olsa, iman cihetinde kerîmdir” sözü, benim açımdan işte böylesi sözler arasındadır.

Öyledir; çünkü bu sözle neredeyse otuz yıldır Risale-i Nur’la hemhal olagelen biri olarak, bu hemhal oluşun daha ilk yıllarında hafızama yer etmiştir; ama bu sözün gerçek içeriğiyle tanışmam ancak bu yılın içerisinde olabilmiştir.

Gerçekten, ne demektir bu?

Mü’minin şe’ni kerîm olmaktır. Zahiren leîm bile olsa, iman cihetinde kerîmdir,” ne demeye gelir?

İMANIN ÖZELLİĞİ

Yıllar yılı bir şiir mısraı gibi okuyup tekrar edegeldiğim bu söz, gerçekte, gündelik hayatın tam ortasında bin türlü yılgınlık ve kırgınlık yaşayan bizlere, Kur’ân’ın ‘ancak kardeştirler’ buyurduğu mü’minler arasındaki her türlü kalbî kırıklık ve kopukluğu nihaî planda izale edecek bir özelliği farkettirmektedir. ‘İman’dır bu özelliğin adı. Ve bu söz, imanın gücünü, yüksekliğini, değerini bize bildirmektedir gerçekte.

Hepimiz, hayatın içinde, bir yığın münasebet yaşarız. Bir kısmını isteyerek, bir kısmını ister istemez. Bu münasebetler içerisinde bin türlü insanla karşılaşır; kimiyle uzlaşır, kimiyle ayrışır ve hatta çatışırız. Bütün bunlardan geriye, ‘hayat-ı içtimaiye’ diye birşey kalır; ve o şeyle birlikte gelen dostluklar, yardımlaşmalar, dayanışmalar, ama bir o kadar da kırgınlıklar, yılgınlıklar, üzüntüler… Bu hayat-ı içtimaiye içinde bize yanlış hareketinden dolayı bir mü’minle aramıza mesafe koyduğumuz olur; kimileri de, onlara göre yanlış bir hareketimiz dolayısıyla, bize bir mesafe koyarlar, hatta içlerinden üstümüzü çizenler bile çıkar.

Baktığımızda, ehl-i imanın hayat-ı içtimaiye karnesinde, bu şekilde ortaya çıkan nice kırık notlar görürüz her birimiz. Çokça yakındığımız üzere, ehl-i imanın birbirine karşı duruşu, Fetih sûresinde özelde sahabileri övgüyle tarif eden ‘mü’minlere karşı şiddetli, aralarında merhametli’ olmanın; bir başka sûrede beyan buyurulduğu üzere, ‘kâfirlere karşı izzetli, mü’minlere karşı mütevazi’ durmanın hayli uzağındadır. İş mü’minin mü’minle temasına gelince, gıybet peynir-ekmek yeme kolaylığında bir fiil olduğu gibi, iftira dahi yeri geldiğinde kolaylıkla istimal olunan bir fiil niteliğindedir. Mü’minler ‘ancak kardeş’ oldukları halde, kardeşin kardeşi kırdığı nice zamanlar vardır. Nitekim, kırmışızdır ve kırılmışızdır. Ve içimizden bazıları, özellikle bir şekilde maddî veya manevî iktidar peşinde koşanlar veya böylesi iktidar odaklarından maddî veya manevî rant elde etmeye çalışanlar, kırıcılık konusunda neredeyse uzmanlaşmış haldedir. (Sözün burasında, Guénon merhumdan ilhamla ‘iktidar’ ve ‘otorite’ arasındaki nüansa da işaret edelim ki, ‘iktidar’ düşkünlerini eleştirirken ‘iktidar’ âletine dönüştürmedikleri manevî otoriteleri ve yetkinlikleri ile nice mü’mine rehberlik etmiş müstakim mürşidleri incitmeyelim.) Genel olarak, tablo budur.

Bilgisine ve hikmetine ve bu ikisine eşlik eden tevazusuna imrendiğim aziz dostum, kardeşim Ahmet Yıldız’ın İktidar Herşey Değildir adlı kitabında belirttiği gibi,

“Tarih boyunca Müslümanların temel problemleri hep kendileriyle olmuştur. ‘Kâfirlere karşı şiddetli, mü’minlere karşı merhametli olma’ ölçüsü, genelde ne yazık ki mü’minlere karşı zemm, gıybet, dedikodu ve şefkatsizlik şeklinde yansımıştır” demektedir bu kitabında. “Taraflar ‘biz’den olduğunda, her türlü gayriahlâkîlik ‘Hak’ adına revaç bulmakta zorlanmıyor. ‘Allah için’ işlenen manevî cinayetlerin haddi hesabı yok. İnsan gerçekten inanamıyor.”

Sevgili Ahmet’in yüzdeyüz katıldığım tesbitiyle,

“Müslümanların fikrî problemleri, ahlâkî problemleri kadar öncelik arzetmiyor.” Oysa, “Tam ihlası yansıtan bir ahlâkî bütünlük ortaya koymadıkça, ne mütehayyirlere, ne de muannidlere emniyet vermemiz mümkün değil. Emniyet duygusu olmadan da diyalog, dolayısıyla da tebliğ zemininin oluşması mümkün değil.”

İşte bu hâl-i pürmelâlin bir şahidi olarak Bediüzzaman’ın bir Kur’ânî deva ümidiyle yazdığı Uhuvvet Risalesi’ndeki o kolayca ezbere yerleşen ama zihinde yeterince tartılmayan güzelim sözü, meselenin hayatî noktasını işaretliyor: Mü’minin şe’ni kerîm olmaktır. Zahiren leîm bile olsa, iman cihetinde kerîmdir.”

Yani, bir mü’minin ‘zahirinde’ kınanmaya, ayıplanmaya, kötülenmeye lâyık bir keyfiyet görebiliriz. Öyle ki, duruşuyla, haliyle, düşünceleriyle bizi sinir ediyor olabilir, onunla aynı ortamda bulunmaya bile katlanamıyor olabiliriz, bizi ‘gıcık ediyor’ dahi olabilir. Sözüyle veya tavrıyla eleştiriyi yüzde yüz hak ediyor olabilir. Ama bütün bunlar, o mü’minin sözünü veya tavrını eleştirme hakkıyla birlikte, onun şahsını da zemmetme hakkını asla bize vermez. Şahsına karşı hele gıybet ve iftira, Bediüzzaman’ın belirttiği üzere, “ehl-i adavet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silahtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silaha tenezzül edip istimal etmez.”

YÜCE BİR HASİYET : İMAN

Çünkü herşeye rağmen, bütün kabalığına, fiilindeki veya fikrindeki yanlışına rağmen, o insan, ezelî doğruya şehadet etmiş biridir. Allah’ın varlığına, Kur’ân’ın Kelâmullah oluşuna, Hz. Peygamberin risaletine, cennet ve cehennemin hak oluşuna iman etmesi öylesi yüce bir hâsiyettir ki, bu büyük doğrunun yanında başka bütün yanlışlar küçülüp gitmektedir. Mü’min, bütün kusuruyla, eksiğiyle, zaafıyla, fikrî veya fiilî eksiği veya yanlışıyla ‘leîm’ bir hal sergiliyor ve bu özelliklere mahsus kalma kaydıyla eleştiriyi hak ediyor olsa bile; imanı cihetiyle ‘kerîm’dir ve imanı cihetiyle kazandığı değer bizi onun şahsını bir bütün olarak zemmetme gibi bir keyfiyetten alıkoymalıdır.
Alıkoymuyorsa, bu, imanın değerini ve büyüklüğünü anlayamadığımızın göstergesidir.

Oysa, iman öyle bir hâsiyettir ki, Hz. Peygamber, “Kim Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed’in de O’nun resulü olduğuna şehadet ederse, Allah ona ateşi haram kılar” demektedir.

Pazar günü, hadisler ekseninde bir müzakereyle, bu bahsi hitama erdirelim.

Metin Karabaşoğlu

Kimsenin yaptığı yanına kalmaz!..

Yaşadığımız yeni olaylar da gösteriyor ki, Allah’ın adaleti er ya da geç mutlaka tahakkuk eder, kimsenin yaptığı yanına kalmaz!

Öyle ise kimse gücüne, kuvvetine güvenerek zulme kalkışmasın. Unutmasın ki, Allah ‘imhal’ eder, yani mühlet verir, zalimin tövbe etmesini bekler, ama ihmal etmez. Bir de bakarsınız ki, zulüm ve haksızlık yapanlar güçlerini yitirmişler, geçmişte yaptıkları zulümleri yanlarına kalmamış, karşılığını görmeye başlamışlar.

Bu tespitimizi, hatırlayacağınızı sandığım tarihî bir misalle dikkatinize arz edeyim izin verirseniz.

Abbasi halifesi Harun Reşid, sarayının bahçesindeki gül ağacını pek beğenir. Yaprağı, kokusu, görünüşüyle dikkatini çeken gülü özel bakıma alması için bahçıvana emir verir:

– Bahçeye her geldiğimde bu güle bakarak dinleniyorum. Bunu özel korumaya al, bakımına itina göster, yapraklarını dökmesin, mevsim boyu üzerinde hep muhafaza etsin.

Bahçıvan, özel bir itina ile bakmaya başladığı gülün suyunu vaktinde verir, toprağını zamanında çapalar.. derken bir sabah bahçeye gelince bakar ki, gülün dalına konan bir bülbül, ne kadar yaprak varsa hepsini de gagalayarak yere sermiş, tek yaprak bırakmamış gülün başında. Korku ve telaşla koşar halifeye:

– Sultanım der, üzerine titrediğimiz gülün yapraklarını bir bülbül gagalayarak yere dökmüş, tek yaprak bırakmamış gülün başında!..

Hayatı boyunca çok şeyler yaşamış halife, sakin bir sesle cevap verir:

– Üzülme efendi üzülme der, bülbülün yaptığı yanına kalmaz!

Rahat bir nefes alan bahçıvan, işine döner. Bir gün bakar ki, bir yılan, yaprakları gagalayarak yere seren bülbülü yakalayıp ağzına almış, yutmak üzere otların arasında kayıp gidiyor. Heyecanla yine halifeye gelir:

– Sultanım der, gülün yapraklarını gagalayarak yere düşüren bülbülü bir yılan yakalamış, otların arasında yutmaya çalışırken gördüm. Sultan yine telaşsız:

– Merak etme efendi der, yılanın yaptığı da yanına kalmaz.

Bahçıvan yine işine döner. Bir ara bahçede çalışırken otların arasında yılanı görür. Hemen elindeki küreğiyle darbe üstüne darbe indirerek yılanı orada öldürür. Sevinçle geldiği halifeye de durumu anlatır:

– Sultanım der, bülbülü yutan yılanı ben de bahçede otlar arasında yakalayıp küreğimle öldürdüm.

Harun Reşid, yine sakin cevap verir:

– Bekle efendi bekle der, senin yaptığın da yanına kalmaz!..

Nitekim çok geçmez, bahçıvan da hatalar yapar. Yakalayıp halifenin huzuruna çıkararak cezalandırılmasını isterler. Halife emrini verir:

– Atın bu zalim adamı zindana!

Yaka paça zindana doğru götürülürken geriye dönen bahçıvan şunları söyler:

– Sultanım der, bülbülün yaptığı yanına kalmaz dediniz, onu yılan yuttu. Yılanın yaptığı yanına kalmaz, dediniz, onu da ben öldürdüm. Şimdi benim yaptığım da yanıma kalmıyor, beni de sen zindana attırıyorsun. Herkesin yaptığı yanına kalmıyor da senin yaptığın mı yanına kalacak? Demek sana da bir yapan çıkacak. Öyle ise gel sen bana yapma ki bir başkası da sana yapmasın! Ben yaptığımdan tövbe ediyorum çünkü…

Bu değerlendirmeyi başını sallayarak dinleyen Harun Reşid, ‘Doğru söyledin bahçıvan.’ diyerek emrini verir:

– Bırakın bahçıvanı, çiçekleri sulamaya devam etsin. Derler ki:

– Bahçıvanın yaptığı yanına kalır.

– Hayır, hayır der, kimsenin yaptığı yanına kalmaz. Daha ağır şekliyle ahirette ödemeye tehir edilir. Ama gafil insanlar bunun farkına varamaz da, yaptığı yanına kaldı sanırlar…

– Ne dersiniz, yaşananlar da bunu mu gösteriyor? Kimsenin yaptığı yanına kalmıyor da, keşke yapmasaydık mı diyorlar? Ama bu son pişmanlığın faydası yoktur ki! Şimdi ayeti okuyarak düşünme zamanı.

– “Fa’tebiru ya ülil ebsar!” İbret alın ey basiret sahipleri! Şimdi basiretle bakma zamanı…

Ahmed Şahin / Zaman

Ukrayna’dan İyi Haberler

Ukrayna’nın Başkenti Kiev’de 5-7 Nisan’da düzenlenen 7. Uluslararası Kitap Fuarı’nda bir önceki fuarda olduğu gibi “Bediüzzaman” standında Risale-i Nurlar bir kez daha yerini aldı.

Fuarda Rusça Sözler, Mektubat, İman ve Küfür Muvazeneleri ve bazı küçük risalelerin yanı sıra Cevşen-i Kebir de büyük ilgi gördü.

Ukrayna Kiev Kitap Fuarı’nın katılımcılarının genel itibariyle akademisyenler, özellikle tarihçilerden oluştuğu gözlemlendi.

Akademisyenlerin yoğun ilgisi ile karşılaşan “Bediüzzaman” standındaki görevliler, akademisyenlerden kendi üniversitelerinde Risale-i Nurları okutmak için müşterek hareket etme talebi aldıklarını söylediler.

Ayrıca standa gelenler ile “Yaratılışın gayesi”, “Kimsin? Nereden geliyor ve nereye gidiyorsun?” soruları derinlemesine müzakere edildi.

Üç gün süren fuarda ayrıca konferans ve sunumlar gerçekleştirildi. “İnsanın kıymeti ve insan için imanın manası” “İmanlı insanlar mutlu bir toplumu netice verir” mevzularının konuşulduğu ve birer saat süren konferanslar yoğun ilgi gördü.

Nisan ayının sonunda Ukrayna’nın Harkov şehrinde düzenlenecek olan büyük çaplı ikinci bir kitap fuarı için de hazırlıklar tamamlandı… Bu fuarda da yine Risale-i Nur’lar standlarda yerini alacak….

Kaynak: İyi Haberler

Endonezya’dan İyi Haberler!

Endonezya’da, geçtiğimiz haftalarda 11. İslami Kitap Fuarı yapıldı. 9-18 Mart tarihleri arasında tertib edilen fuar Endonezya’daki en büyük kitap fuarı olma özelliğini taşıyor. Yaklaşık 200 civarında yayınevinin katıldığı bu fuara 500 bin kişi ziyaret ettiği tahmin ediliyor.

Fuarda bu yıl Risale-i Nur’lar da bir standda tanıtıldı. “Dünya Risale-i Nur okuyor. Risaleler 40 dile çevrilmiştir” yazılı bir afişin asıldığı standda Arapça, İngilizce ve Endonezya Lisanı’nda risalelerin yanı sıra Hintçe, Rusça, İspanyolca risaleler de teşhir edildi.

Fuar hakkında Endonezya’dan Hasbi Şen şu bilgileri verdi:

“Kitap fuarından önce bastırdığımız 4000 adet risale tanıtım broşürü dağıtıldı, bu broşürler vesilesiyle birçok insan standımızı ziyaret etti.

Risale-i Nurlar’ı ilk defa duyduğunu ifade edenler olduğu gibi daha önce duymuş fakat hiç okumadığını söyleyenler vardı ziyaretçiler arasında. Bunlara standımızı ziyaretleri esnasında Üstad’dan ve Risale’lelerden bahsettik. Kitap satın alaanlara kartvizitimizi takdim edip onların da irtibat numaralarını aldık. Böylece epeyce kişiyle tanışma imkanımız oldu.

Müşahhas misal vermek gerekirse bunlardan biri Andi isminde üniversite öğrencisi. Kendisi üniversitesinin öğrenci değişimi programıyla bir sene Türkiye’de kalmış ve Türkçe öğrenmiş. Risaleleri kısmen okuduğunu ve çok hoşuna gittiğini ifade etti. Tanışdıktan bir kaç sonra dersanemizdeki derse iştirak etti.

Biraz yaşlıca bir amca geldi. Risaleleri internetten duyduğunu söyledi ve sitemizden Endonezya Lisanında risale okuduğunu ifade etti. Bilgisayardan okumanın kitabın yerini tutmayacağını söyleyerek birkaç tercüme risale satın aldı.

Bu fuar Endonezya’daki en büyük fuar olduğu için çevre ülkelerden de ziyarete gelenler oldu. Malezya’dan gelen bir çok kitabevi veya yayınevi sahibi standımızı ziyaret ederek risale satın aldılar. Müşahade ettiğimiz husus Malezya’dan gelenlerin çoğunun risalelerden haberdar olduğu idi.

Kitap fuarında Endonezya’da çok meşhur olan Habiburrahman el-Şirazi isminde bir roman yazarı ile tanıştık. Kendisi Ezher mezunu. Son romanı 100.000 adet basıldı. Son kitabının tanıtım toplantısında görüştük. Daha sonrada standımızı ziyaret etti. Kendisine Tarihçe hediye ettik. Ben de Risale-i Nurların Arapçası var, Said Nursi hayran olduğum alimlerden birisidir dedi.

Endonezya’da Nahdatul Vatan isminde İslami bir cemiyet var. Bu cemiyetin yetkililerinden bir kaç kişi standımızı ziyaret etti ve tercüme risalelerden satın aldılar. Bizde irtibat telefonlarını aldık, daha sonra kendilerini ziyaret edeceğiz. Yine İslami bir cemiyet olan İslam Ümmeti Birliği’nden bir yetkili standımızı ziyaret etti, bir arkadaşı vesilesiyle risalelerden haberdar olduğunu ifade etti. Cemiyetlerinin temel maksadının alem-i İslam’ın ittihadinin teessüsü olduğunu bizlere iletti. Standımızdaki risalelere bir göz attıktan sonra tercüme İhlas ve Uhuvvet Risalesi’ni satın aldı ve biz de kendisine Arapça Hutbe-i Şamiye hediye ettik. Kendisi Üstad’ın İttihad-ı İslamla alakalı fikirlerini anlatmamız için cemiyetlerine davet ettiler. İnşaallah yakın bir vakitte ziyaretlerine gideceğiz.

Belki anlatılacak daha çok şey var ama uzun süreceği için burada hatime veriyoruz. Cenab-i Hakk hizmeti imaniye ve Kur’aniyede sebat etmeyi nasip eylesin.

Kaynak: İyi Haberler

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version