Kadınlar için güzel kalmanın sırrı

Her gün gazetelerde, televizyonlarda kadınlara çeşit çeşit güzellik reçeteleri sunuluyor. Kimi bitkisel karışımlar tavsiye ediyor;  kimi gelişen tıpla birlikte ortaya çıkan estetik ameliyatlar ve botoks gibi güzellik operasyonları tavsiye ediyor.

Ben de bugün kadın okurlarıma, bunların hepsinden daha etkili olacak, güzelleşmenin ve güzel kalmanın sırrını söyleyeceğim, reçetesini vereceğim.

Güzelliğin ana reçetesini KAVGADAN KAÇINMAKTIR. Çünkü:

Kavga, kadını çirkinleştirir: Asık yüzlü bir kadın, güzel görünebilir mi?

Kavga, kadını erken yaşlandırır: Her üzüntü, yüze bir minik bir çizik olarak yerleşiyor; çok kavga ettiğinizde yüzünüz çabuk kırışır.

Kavga, kadını yorar: Kavga sırasında yüksek bir enerji gelir; fakat kavga sonrası kadın birden tükenir, yaşam enerjisi azalır.

Kavga, kadını hasta eder: Gerginlik baş ağrısı yapıyor; bel ya da boyun fıtığının en büyük sebebi de stres.

Kavga, kadının saçlarını döker: Erkekle mücadele, kadında, erkeklik hormonuna artırıyor, bu da kadında saç dökülmesine sebep oluyor.

Kavga, kadını aptallaştırır: Kadın konuşurken sonuçlarını doğru hesap edemez; en çok kendi üzülür, en çok kendi zarar görür.

Kavga, kadını yalnızlaştırır: Kavga, kadını sevdiğinin gözünden düşürür; kadın bazen kocasıyla aynı evde, aynı yatakta yalnızdır; bazen kocaman bir evde tamamen yalnız kalır.

Akıllı bir kadın, önce kendi için, beden ve ruh sağlığı ile mutluluğunu düşünerek kavgadan kaçınır.

“Kavga kafamda hiç bitmiyor.” demişti bir hanım, eşiyle tartıştıktan sonra ki ruh halini anlatmak için. Kendi halini anlatırken aynı zamanda, kadınların kavga sonrası halini de pek güzel özetlemişti farkında olmadan.

Kadın erkek farklılıkları hayatın her alanında kendini gösterir. Farklılığın ortaya çıkmasında en önemli etken, beynimizi kullanma tarzımızdır. Kadınlar daha çok beynin duygusal merkezi olan sağ tarafı kullanırken, erkekler mantık tarafı olan sol tarafı kullanırlar.

Bu farklılık; kavga öncesinde de sonrasında da çok fazla kendini belli eder. Tartışma esnasında kadın detayları konuşur, erkek sonuca bakar. Çok ciddi bir tartışma değilse iki tarafta sustuğunda erkek için olay bitmiştir. Fakat kadınlar basit bir tartışmayı bile kolay kolay kafasında bitiremez. Konuşulan konular, kadının kafasında döner de döner. Kafada kelimeler doğurur da doğurur. Geçmişte yaşadıkları tatsızlıklar gelir aklına, aynı şeyler için bir kez daha üzülür. Gelecek kaygıları bastırır, evliliği ile ilgili ümidi tükenir.

Kavga; erkek için acı bir yemekse, kadın için zehirdir.

O halde kadın, hem kavga çıkarmaktan kaçınmalı hem de çıkacak olan kavgaya engel olmak için elinden gelen gayreti göstermeli. Kadına yaratılıştan bu yetenek de verilmiş.

Fakat günümüzde kadınlar kavga etmekten kaçınmadıkları gibi, kavga çıkarmaya da gayet meyilli davranıyorlar.

Kadınlar eşitlik davası ile kışkırtılarak, “Eziliyorsun, kavga ede ede hakkını alacaksın.” diye yönlendiriliyorlar. Öyle ki kavga, günümüz kadının, yaşam dili, olmuş nerdeyse.

Kadın sevilmek istiyor; kavga ediyor.

Kadın ilgi istiyor; kavga ediyor.

Kadın anlayış istiyor; kavga ediyor.

Bir kaç gün önce Haber 7 de bu sayfalarda çıkan bir haber vardı: Evliliği dır dır bitiriyor

“Ne aldatma, ne şiddetli geçimsizlik ne de aşkın bitmesi. ABD’de yapılan araştırma boşanmaların büyük çoğunluğunun ‘dırdır’dan kaynaklandığını ortaya koydu.

New yorkta bir merkezde Davranış Bilimleri ve Psikoloji Bölümü Başkan Yardımcısı olan Scott Wetzler, bu açıklamayla birlikte “kadınlar neden ‘dır dır’ eder? sorusuna da şu yanıtı veriyor: “Karşısındaki kişilerden istedikleri şeyi alamayacağını düşünen kadınlar, bu kez düzenli bir şekilde ısrar ederek bunu gerçekleştireceklerine inanıyorlar. Aslında bu bir kısır döngü. Çünkü ‘dır dır’ her şeyi başa döndürüyor.

Batı, baktı aile kurumu çöküyor, kadınlara verilen gazları çekmeye başladı. Kadınları erkeklerle eşit yapmaya uğraşırken, ne kadar kavgacı yaptıklarını daha yeni fark ettiler, geçmiş ola. Şimdi batı; başarılı, kariyer sahibi, yalnız ve mutsuz kadınları aile yuvasına sahip çıkmaya çağırıyor. “Susun” diyor kadınlara “biraz susun” “gitmez bu evlilik hayatı erkeklerle böyle kavga ederek” diyor.

Fakat kadınların çoğu, kavganın bunca zararına rağmen “susun” diyeni sevmiyorlar. Nerde kavgayı kışkırtan varsa, onu dost zannediyorlar. Ağaçtan düşmüş yaralı bir kuş gibiler, dostu düşmanı ayırt edemiyorlar, yardım etmek isteyeni gagalıyorlar.

Hayat kullanım kılavuzumuz, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerîm de bize “Evin reisi erkektir; iyi kadınlar eşlerine gönülden saygı gösterenlerdir.” (Nisa 34. âyet ) buyururken mutluluğun reçetesini de vermiş zaten Yaradan. Batı hidayete erecek galiba yavaş yavaş, Kur’an-ı Kerîm’e geliyor; daha doğrusu ilim batıya Kur’an-ı gösteriyor. İnşaallah bu batı sevdamızla onlar İslam’a gelirken biz gitmeyiz.

Batı, bu vesile ile şunu da kabul etmiş oluyor: Aşkın en büyük düşmanı evlilik değilmiş; aşkın en büyük düşmanı, kavga gürültüymüş.

Yazının başına dönersek, kadının güzellik ve mutluluk reçetesi “Kavgadan Kaçınmaktır.

Bunun için “Kavgadan kaçınma diyeti” yapmak gerekiyor:

Diyetimizin ana şartları “asık yüz yok, eleştiri yok, suçlama yok, savunma yok, şikayet yok” Bunlardan uzak durun.

Tatlı dil, güler yüz, takdir ve teşekkür serbest.” Bolca kullanabilirsiniz.

Erkek tarafından çıkarılacak kavgaları önlemek için de “kibarca susma hapı” kullanın. Hapın kısa vadede biraz yan etkisi vardır; nefse ağır gelebilir, gurur, kibir ayaklanabilir; fakat bu tepkileri bastırırsanız, hapın faydasını çok göreceksiniz. Bu hap, sizi uzun vadede zarardan koruyacaktır. “Kibarca susma hapı” nın başka hiçbir yan etkisi yoktur, tamamen doğaldır ve çoğunlukla işe yarar.

Biliyorum yine “kavga sever kadınlar” itiraz edecekler: “Erkeklerin hiç mi suçu yok? Kavgayı hep kadınlar mı çıkarıyor? Saygı duyacak erkek yok, kötü kocayla da mı kavga etmeyeceğiz?…” diyecekler. Bu soruların cevabını ben vermeyeyim, siz kendiniz bulun. Şu yukarıda verdiğim diyeti bir uygulayın, hanımlar. Merak etmeyin ölmezsiniz. Garanti veriyorum, zarar görmeyeceksiniz.

Fakat belki “çok sevilen, çok güzel bir kadın olacaksınız.” Denemeye değmez mi?

Sema Maraşlı – Haber 7

İnsanlık “Dinsiz” Kalamaz!

Dindar Cumhuriyet kitabının yazarı İbrahim Ethem Deveci, Bediüzzaman’nın İslamiyet’i siyasal bir ideoloji gibi algılamadığını belirterek “Said Nursi, İslamiyet’in yüzde doksan dokuzu ahlak, ibadet, ahret ve fazilet; yüzde biri ise siyasete bakar. Onu da bu işle uğraşanlar düşünsün, diyor.” dedi.

İbrahim Ethem Deveci, Birand Yapım’ın hazırladığı “Bediüzzaman’ın Entelektüel Hayatı” konulu belgesele Said Nursi’nin Cumhuriyet ve laikliğe bakışı hakkında özel açıklamalarda bulundu. Deveci, “Bediüzzaman, dini bir araç olarak kullanmadı. Bediüzzaman dini araçsallaştırıp, onunla siyasi, ekonomik bir sonuç elde etmeyi kendisine yakıştırmaz. O sadece Kur’an’ın bu asra bakan mesajlarını, iman hakikatlerini insanlara ders verir. Aynı zamanda kendisi de ders aldığını ifade eder.” diyerek Moralhaber.Net’e Said Nursi’nin Cumhuriyet hakkındaki düşüncelerini şöyle anlattı:

Dine ideolojik bakmak onun sınırlarını daraltmak ve yorumlardaki çoğulculuğu engellemek anlamına da gelebilir. Doğrunun birçok boyutu olabilir ve hepsi de İslamiyet’in içinde kendine yer bulabilir. İdeolojik bakış bu zenginliğe engeldir ve özünde dayatmacı bir mahiyet taşır. Bediüzzaman’ın iktidarı ele geçirmek gibi bir niyeti, gizli veya açık bir programı yoktur. İnsanları imana, ahlaka, fazilete, ibadete davet etmektedir. Onlara hürriyetin insan olmanın vazgeçilmez bir özelliği olduğu, dünyevi mutluluk ve gelişmenin özgürlükçü, demokratik yönetimlerle mümkün olduğunu anlatmaktadır. Kendisini de dindar bir cumhuriyetçi olarak tanımlamaktadır.

Bediüzzaman her kavramı vahiy ekseninde algılar ve tanımlar

Deveci, Bediüzzaman’ın cumhuriyet anlayışını özgürlüğün kurumsallaşmış hali olarak tanımlayarak şunları kaydetti: “Üstat her kavramı vahiy ekseninde algılar ve tanımlar. ‘Hürriyet-i şeriyye yani insaniyete layık olan en yüksek kamalata olan meyil ve arzu ile cihazlanmış olmak.’ Özgürlük insanın kalitesi ile doğru orantılıdır. Mükemmel insan olmak aynı zamanda özgür bir insan olmaktır. Bediüzzaman’a göre insanın varlığının derinliklerinden gelen hürriyet arzusu insani ve İslami bir duygudur.

DİNDAR CUMHURİYETİN TEMEL KARAKTERİ

Bugüne kadar hürriyetin tanımlarında iki unsur dikkate sunuluyordu. Birisi kanunlarla korunan hürriyetler ve kanunların izin verdiği ölçüde hürriyet. Diğeri kişinin diğer insanlara zarar vermeksizin istediğini yapabilmesi. Bediüzzaman bunlarla beraber nefsin boyunduruğu, esareti altına girmemeyi ve böylece kendi mükemmel varlığına zarar vermemeyi de hürriyet olarak tanımlıyor.” diyen Deveci, Bediüzzaman’a göre dindar cumhuriyetin temel karakterini 10 maddede anlattı:

  1. Keyfi değil kanuni, hukuki yönetim.
  2. Herkesin kanun önünde eşit olması; imtiyazsızlık
  3. Parlamentolu sistem, kararların meşveretle alınması.
  4. Anayasal rejim, kurumların siyasi ve hukuki statüsü ve sosyolojik derinlik uyumu
  5. İktidarın millet tarafından seçimle oluşturulması
  6. Meclis hürriyeti, özgür bir istişare ortamı
  7. Şahsi menfaatlerden önce kamu menfaati (hukukullah hükmünde)
  8. İnsan fıtratına uygun marifet, muhabbet, doğruluk hâkim olmalı. Bu sosyopsikolojik zemin.
  9. Kamuoyunun iktidarları denetleyebilmesi, hesap sorabilmesi
  10. Hakkın hâkimiyeti. Kuvvet haktadır. Hukukun üstünlüğü asıldır, üstünlerin hukuku değil.

Deveci, sözlerine şöyle devam etti: “Bediüzzaman farklı yorumlanabilecek meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi, anayasal düzen gibi kavramların nüanslarından ziyade temel karakterlerini vurgular.” diyerek “Hepsini birbirinin yerine kullanır. ‘Cumhuriyet ve demokratlık manasındaki meşrutiyet ve kanun-u esasi denilen adalet ve meşveret ve kanunda cem-i kuvvet. ‘Cumhuriyet ki: (O zaman meşrutiyet. Şimdi o kelime yerine cumhuriyet konulmuş) adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. Bir nokta daha var ki çok önemlidir: Müslümanların içinden çıkmış bir hükümete hükümet-i İslami diyen Bediüzzaman İslami kavramını değişik ve alışık olunmayan bir şekilde kullanıyor. Buradan anladığımız kadarıyla en geniş anlamıyla Müslümanların yönetimi temel dini hükümlere aykırı olmamak kaydıyla İslami’dir.

BEDİÜZZAMAN’IN LAİKLİĞE BAKIŞI

Bediüzzzaman’ın laikliğe bakışı açısı pek çok kişi tarafından bilinmemektedir.” diye konuşan Deveci, Said Nursi’nin laiklik konusundaki düşüncelerini şöyle özetledi:

“Bediüzzaman, Kur’an’daki ‘Dinde zorlama ikrah yoktur’ ayetinin bu zamana baktığını ve önemli vurgular içerdiğini ifade eder. Bu ayet İslam âleminde asırlarca farklı dinlerin ve milletlerin medeni haklarının garantisi olmuş ve bu farklı unsurlar bir arada rahatça yaşamışlardır. Bediüzzaman bu ayetin cifir hesabıyla 1930’lu yıllara baktığını izah eder ve der ki; ‘bu ayet mana-yı işarisiyle der; o tarihte dini dünyadan tefrik (ayırma) ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silahlı cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükümetlerde bir kanun-i esasi, bir düstur-u siyasi oluyor ve hükümet laik cumhuriyete döner.’ (Asay-ı musa meyve risalesi 11.mesele) Din ve vicdan hürriyeti dünyada genel kabul görür ve bir üst hukuk normu olarak kabul edilir. Hükümetler laik bir nitelik kazanır. Böylece din için silahlı savaş anlayışı sona erer. “

BEŞER DİNSİZ KALAMAZ

Deveci, sözlerine şöyle devam etti: “Dünya İslamiyet’in asırlardır uyguladığı din ve vicdan hürriyeti anlayışına yaklaşır. Çünkü Ortaçağ’da kilise tahakkümü altındaki Avrupa’da fikir hürriyeti yoktu. Fikir ve vicdan hürriyeti din adına engelleniyordu. Tahrif edilmiş Hristiyanlığın yorumları mutlak gerçek olarak insanlara dayatılıyor ve kilise engizisyon mahkemeleri ve aforoz mekanizmasıyla insanları adeta boğuyordu. Avrupa’da din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması ve kilise tahakkümünün yıkılması ve ladinilik akımlarının meydana gelmesi bu sebepledir. Sonuçta pozitivist ve Materyalist akımların da etkisiyle, Avrupa insanının dinden kopuk, seküler bir hayat tarzını benimsemesi, hakikati daha rahat görerek, tevhit dinine yaklaşmalarını da sağlamıştır. “Beşer dinsiz kalamaz” hükmü gereği, kilisenin baskısından kurtulan Avrupalının hak dini kabulünün önündeki engeller azalmıştır.

Özgürlüğün ve gerçeği araştırma meylinin yaygınlaşması ölçüsünde, papazların ve ruhanî reislerin tahakkümlerinin sona ermesi veya azalması Bediüzzaman’a göre İslamiyet’in kabulü açısından uygun bir ortam sağlamaktadır. Bediüzzaman bu zikredilen ayetin işaretinden hareket ederek, artık – harici düşmanın saldırısı olmadığı sürece – din için silahlı cihat devrinin kapandığı yorumunu yapar. “Düşmanlarınızın seyyiâtı (kötülüğü)—tecavüz olmamak şartıyla—adavetinizi (düşmanlığınızı) celbetmesin” ifadesi de bu anlama gelmektedir.

Bediüzzaman ecnebilerdeki düşmanlık ve taassubun ortadan kalkmakta olduğunu, medeni insanların ikna metoduyla gönlünün kazanılacağını, zorlamadan, İslamiyet’in ulviliğini ve kutsiyetini dikkatlere sunarak, ona ait güzel ahlakı yaşantımızla göstermemiz gerektiğini ifade eder.

LAİKLİĞİN TÜRKİYE’DEKİ UYGULAMASI PROBLEMLİDİR

Bu ifadelerden fikir ve vicdan hürriyeti çerçevesinde tatbik edilecek bir laiklik anlayışının ipucunu veren Bediüzzaman bundan böyle ‘iman-ı tahkiki kılıcıyla manevi bir cihad-ı dini’ döneminin başladığı yorumunu yapar. Ona göre Kur’an’ın elmas kılıçları ilim ve fennin hükmettiği bu modern çağlarda fikri ve dini hâkimiyetini gerçekleştirecektir.

Laikliğin Türkiye’de uygulanması problemlidir. Batı’da din ve vicdan hürriyetinin temini mücadelesi sonucunda ortaya çıkmış bir kavram olan laiklik ülkemizde dine karşı, dine yer vermeyen bir hayat tarzını dayatma aracı olarak kullanılmıştır. Buna karşı Bediüzzaman Said Nursî de: “Lâik cumhuriyet, dinî dünyadan ayırmaktır. Yoksa dinî reddetmek ve bütün bütün dinsizlik olmadığını biliyoruz. Laiklik dine karşı tarafsız kalmaktır. Eğer lâik cumhuriyeti soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik manası bîtaraf (tarafsız) kalmak, yani hürriyet-i vicdân düstûruyla dinsizlere ve sefahatçilere ilişilmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişilmez bir hükümet telâkki ederim” demektedir.

BATI’DA HAKİM FELSEFE İKEN DOĞU’YU AYAĞA DİN KALDIRACAKTIR

Öncelikli olarak bu tarafsızlığın sağlanmasını ister. Tarafsızlık laikliğin asgari şartıdır. Bediüzzaman bu tarafsızlığın yanında ve ötesinde İslamiyet’e taraftarlığın da ülkemiz için sosyokültürel bir zorunluluk olduğunu dile getirir. Çünkü ona göre Asya ve Doğu, Batı’ya benzemez. Batı’da hâkim felsefe iken doğuyu ayağa kaldıracak dindir. Dolayısı ile İslam âleminin gelişmesi din dışlanarak sağlanamaz. Bilakis dinin aktif hale getirilmesi ile sağlanır.

Devlet, hangi dinden ve etnik kökenden olursa olsun vatandaşlarının dinle ilgili taleplerini dikkate almalıdır. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olarak ifade edilen Türkiye’de, Müslüman milletin kendi inançlarıyla ilgili talepleri mutlaka dikkate alınmalı, devlete düşen ilgili hizmetler yerine getirilmelidir. Devlet millet içindir, milletin ihtiyaçlarını karşılamak için vardır. Milletimiz kendisini Müslüman olarak tanımlamaktadır. Toplumun bu ön önemli aidiyet duygusunu görmezden gelerek kendini konumlandırması mantık dışıdır. Bu açıdan; devlet en azından dinin gerek fert, gerekse toplumsal anlamda yaşanmasına engel olacak düzenlemelere asla girmemelidir.

Dursun Kabaktepe / www.moralhaber.net

Hindistan’da Bediüzzaman Rüzgarı Esti 1. Bölüm

Hindistan’ın Kerala eyaletinde 29 – 30 Ocak 2012 tarihlerinde iki ayrı Bediüzzaman sempozyumu düzenlendi. Konferanslarda Türkiye, ABD, İngiltere, Dubai, Kanada ve Hindistan’dan da bir çok yerli akademisyen tebliğ sundu.

İlki 29 Ocak Pazar günü Karela eyaletinin önemli üniversitelerinden olan Darul Huda Islam Universitesi ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı işbirliği ile gerçekleştirildi. Konusu “Risale-i Nur ve Türkiye’de İslam” olan ve iki bölümden oluşan konferansın ilk bölümü sempozyuma kayıt yaptıran binin üzerinde yüksek lisans, doktora öğrencisi ve akademisyenlerin katılımı ile gerçekleştirildi.

Kur’an tilaveti ve dua ile açılan konferansın açılış konuşması Darul Hüda Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Bahaüddin Nadwi tarafından yapılarak konferans hakkında genel bilgi verdi. Açılış konuşmalarının ardından, Türkiye’den Abdullah Yeğin Ağabey, İhsan Kasım Salihi, Ali Katıöz, Rıza Akçalı, Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç, Prof. Dr. Faris Kaya, ABD’den Prof. Dr. Thomas Michel, Prof. Dr. Irfan Omar, İngiltere’den Prof. Dr. Colin Turner, Kanada’dan Prof. Dr. Bilal Kuşpınar, Dubaiden Prof. Dr. Abdulhakim El-Enis, Hindistan’dan Dr. Onampilli Muhammad Faizy, Dr. Faisal Hudawi, Dr. Bahauddin Hudawi, Dr. Said Hudawi Nadapuram, Prof. Dr. Sayed Abdul Muneem Pasha İngilizce veya Arapça olarak birer tebliğ sundurlar. Konferansın ardından, kayıt yaptıran bütün katılımcılara birer sertifika verilirken, Kerala’nın önde gelen kanaat önderi ve seyyidlerinden Sayed Munawar Ali Shibab Al Husaini tarafından Darul Huda İslam Üniversitesi adına konuşmacılara sertifika ve plaket takdim edildi.

Daha sonra üniversite kampüsünde, halka açık olarak gerçekleştirilen konferansın ikinci bölümüne geçildi. Bu konferansa ise üniversite öğrencilerinin yanı sıra bölge halkı da katıldı. Bu konferansta akademisyenler üçbinin üzerinde katılımcıya hitap ederek Risale-i Nur ve Bediüzzaman hakkında birer konuşma yaptılar. Kerala Eyaleti eğitim bakanının da katıldığı bu açık hava konferansın son konuşmacısı olan Abdullah Yeğin ağabey İhlas Risalesinden bazı pasajlar okudu ve kapanışta Üniversiteye İİKV adına birer takım İngilizce ve Arapça Külliyat takdim etti.

30 Ocak Pazartesi günü, konferanslar zincirinin ikinci ayağı, yine Kerala Eyaletinin en büyük üniversitelerinden biri olan “Jamia Markazu Ssaquafathi Ssunniyya” ‘da düzenlendi. İki bölümden oluşan konferansın birinci bölümünde yaklaşık olarak onbin kişiye hitap edildi. Sri Lanka milli eğitim bakanının da bulunduğu bu konferansta Eski Bakan Rıza Akçalı ve Prof. Dr. Abdulhakim el-Enis tarafından Türkiye’den getirilen selamlar iletilerek Risale-i Nur ve Üstad Bediüzzaman SAİD NURSİ hakkında bilgi verildi.

Konusu “Çok Kültürlü Bir Dünyada İmanlı, Anlamlı ve Barış İçinde Yaşama Pratiği; Risale-i Nur Yaklaşımı” konulu sempozyumun bu bölümünde beşbin öğrenci arasından seçilen en başarılı üçyüz yüksek lisans ve doktora öğrencisinin yanı sıra çok sayıda akademisyen hazır bulundu. Konferansta Hindistan’ın yerli akademisyenleri Risale-i Nurları geç tanımanın üzüntüsünü dile getirerek böyle bir toplantı için dünyanın dört bir tarafından gelen konuklara teşekkürlerini sundular. Açılış konuşmalarının ardından, Türkiye’den Abdullah Yeğin Ağabey, İhsan Kasım Salihi, Ali Katıöz, Rıza Akçalı, Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç, Prof. Dr. Faris Kaya, ABD’den Prof. Dr. Thomas Michel, Prof. Dr. Irfan Omar, İngiltere’den Prof. Dr. Colin Turner, Kanada’dan Prof. Dr. Bilal Kuşpınar, Dubaiden Prof. Dr. Abdulhakim El-Enis, Hindistan’dan Prof. Dr. Abdul Razaq, Shaik Aboobacker Ahmed, Dr. Husain Muhammed Saqafi, Dr. Muhammed Abdul Hakkim Al Azhari, Ismail Wafa, Dr. Aboobacker Pathamkulam ve Umarul Farooq Saqafi Siddqui de İngilizce veya Arapça olarak birer tebliğ sundurlar.

Daha sonra Mevlid-i Nebevi münasebetiyle üniversite tarafından Kerala eyaletinin geneline hitap eden büyük bir program gerçekleştirildi. Peygamber Efendimizi (SAV) anma ve anlama adına sabah saat 09:00 da başlayan program gece 24:00 a kadar devam etti. Kerela eyaleti genelinden 500 bin kişinin peygamberimizin sakal-ı şerifini ziyaret etmek ve efendimizle ilgili sunumları dinlemek üzere toplantıya katıldılar. Yüzbinlerce insanın on stadyum büyüklüğündeki dev bir alanda salatü selamlar ve tekbirlerle olağanüstü bir güzellik oluşturdukları bu atmosferde Türkiye’den gelen misafirlere de söz imkanı verildi. Türkiye’den Abdullah Yeğin Ağabey, İhsan Kasım Salihi, Ali Katıöz ve Dubaiden Prof. Dr. Abdulhakim el Enis Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin peygamber efendimizle ile ilgili bahisleri Arapça ve Malayalam dilinde yüzbinlere takdim edildi. Konuşmaların ardından üniversitenin ve yüzbinlerin manevi lideri Shaikh Abubakir Ahmad’e birer takım İngilizce ve Arapça Risale-i Nur Külliyatı hediye edildi.

Risale-i Nur dünyanın en büyük ikinci ülkesi olan Hindistan’da yüzbinlerce insanın ilgi ve dikkatle dinlediği Risale-i Nur külliyatındaki kâinatın efendisi ile alakalı bölümler katılımcıların Allahuekber nidalarıyla çınladı. (Hindistan’da alkış yapılmamaktadır; beğenilen cümleler ve kelimeler Allahuekber nidalarıyla ifade edilmektedir). Bu olay Risale-i Nur hizmeti tarihinde yüzbinlere Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin tanıtımına şahitlik eden bir nitelik arz etmektedir.

Hindistandaki konferanslar zinciri 1-2 Şubat 2012 tarihlerinde Yeni Delhi’de devam edecektir.

Kaynak: iikv

Allah’a Karşı Edep Nasıl Olabilir?

Şunu ifade edelim ki, hayâ ve edep, öncelikle insanı yoktan var eden, onu hadsiz nimetlerle besleyen, her yerde hazır ve nazır olan, bütün kâinatı ve yarattığı her mahlûku murakabe eden Cenab-ı Hakk’a karşı olmalıdır. Kişi, önce Cenab-ı Hak’tan, sonra da insanlardan utanmalıdır. Zaten Allah’tan hayâ etmeyen insanlardan da utanmaz; insandan utanmayan kimse de Allah’tan utanmaz. Nitekim bir hadis-i şerifte “Hayâ imandan bir şubedir.” buyrulmuştur.

Peygamber Efendimiz (sav.) bir gün; “Allah’tan gereği gibi hayâ edin.” buyurdular. Bunun üzerine yanında bulunan sahabeler: “Ya Resulallah! Elhamdülillah biz Allah’tan hayâ ediyoruz.” deyince, Hz. Peygamber (sav.) şöyle buyurdular: “Allah’tan hakiki olarak hayâ etmek; gözünü, kulağını, haram olan şeylerden korumak, haram yemekten ve zinadan sakınmak, ölümü ve dünyanın fani olduğunu düşünmektir. Ahiret mutluluğunu isteyen kimse, dünya ziynetlerine önem vermez. İşte böyle yapan kimse, Allah’tan hakkıyla utanmış olur.”[Tirmizi]

Bediüzzaman Hazretleri; “Her şeyi bilen ve gören ve hiçbir şey ondan gizlenemeyen Allâm-ül Guyub’a karşı edeb nasıl olur? Sebeb-i hacalet olan haletler, ondan gizlenemez. Edebin bir nev’i tesettürdür, mûcib-i istikrah hâlâtı setretmektir. Allâm-ül Guyub’a karşı tesettür olamaz?” sualine şu harika cevabı verir:

“Evvelâ: Sâni’-i Zülcelal nasıl ki kemal-i ehemmiyetle san’atını güzel göstermek istiyor ve müstekreh şeyleri perdeler altına alıyor ve nimetlerine, o nimetleri süslendirmek cihetiyle nazar-ı dikkati celbediyor. Öyle de: Mahlûkatını ve ibadını sair zîşuurlara güzel göstermek istiyor. Çirkin vaziyetlerde görünmeleri, Cemil ve Müzeyyin ve Latif ve Hakîm gibi isimlerine karşı bir nevi isyan ve hilaf-ı edeb oluyor. İşte Sünnet-i Seniyedeki edeb, o Sâni’-i Zülcelal’in esmalarının hududları içinde bir mahz-ı edeb vaziyetini takınmaktır.

……..

Meselâ: “Gaffar” ismi, günahların vücudunu ve “Settar” ismi, kusuratın bulunmasını iktiza ettikleri gibi; “Cemil” ismi de, çirkinliği görmek istemez. “Latif, Kerim, Hakîm, Rahîm” gibi esma-i cemaliye ve kemaliye, mevcudatın güzel bir surette ve mümkün vaziyetlerin en iyisinde bulunmalarını iktiza ederler. Ve o esma-i cemaliye ve kemaliye ise, melaike ve ruhanî ve cinn ve insin nazarında güzelliklerini, mevcudatın güzel vaziyetleriyle ve hüsn-ü edepleriyle göstermek isterler.”[10]

Evet, Cenab-ı Hakk’a iman edip, emir ve yasaklarına riayet ederek nefsini ıslah edenler, onu hakiki sevenler, edep, hayâ ve iffet dairesinde hareket edip rızasına uygun yaşayanlar, Hz. Peygamber’i dinleyip itaat edenler, ebedî bir hayatta nihayetsiz nimetlere ve saadetlere mazhar olacaklardır. Bediüzzaman Hazretleri 11. Söz’de çok harika bir temsil ile şöyle anlatmaktadır:

Bunlar (birinci güruh) güzelce ( Peygamber Efendimiz’i) dinlediler, iyice kabul edip tam istifade ettiler. Padişahın marziyatı dairesinde amel ettiler. Onların şu edepli muamele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden onları has ve yüksek ve tavsif edilmez diğer bir saraya davet etti, ihsan etti. Hem öyle bir Cevvad-ı Melik’e lâyık ve öyle muti ahaliye şayeste ve öyle edepli misafirlere münasip ve öyle yüksek bir kasra şâyan bir surette ikram etti, daimî onları saadetlendirdi.

Yaratılış gayesini unutan, Cenab-ı Hakk’ı tanımayan, Hz. Peygamber’i dinlemeyen diğer güruhun vaziyetlerini ise şöyle ifade eder:

Akılları bozulmuş, kalpleri sönmüş olduklarından, saraya girdikleri vakit, nefislerine mağlup olup lezzetli taamlardan başka hiç bir şeye iltifat etmediler; bütün o mehasinden gözlerini kapadılar ve o üstadın irşadatından ve şakirtlerinin ikazatından kulaklarını tıkadılar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldılar. İçilmeyen, fakat bazı şeyler için ihzar edilen iksirlerden içtiler. Sarhoş olup öyle bağırdılar, karıştırdılar; seyirci misafirleri çok rahatsız ettiler. Sâni’-i Zîşan’ın düsturlarına karşı edepsizlikte bulundular. Saray sahibinin askerleri de onları tutup, öyle edepsizlere lâyık bir hapse attılar.

Mehmed Kırkıncı

www.mehmedkirkinci.com

Bediüzzaman’ın Talebeleri Filipinler’i ziyaret etti. (Filipinler Mektubu)

Üstadımızın Talebelerinin Filipinler Ziyaretleri

Necib ve Muazzez Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin mutlak vekili, hem varisi, hem evladı manevisi, hem Üstadımızın en yakınında bulunup hem şahsi, hem umumi hizmetlerini deruhte eden Hüsnü Bayram Abi ile Üstadımızın Neşirde Varisi ve İstanbul’da en çetin şartlar altında 70 senedir neşir hizmetinde yılmadan, yorulmadan, azami ihlas ve kanaat ve azami sadakat ile hizmetleri deruhte eden Ahmed Aytimur Abimiz Filipinlere geldiler. 

Evvela Malezya, sonra Endonezya ve akabinde Filipinlere gelen Ağabeyler her gittikleri yerde olduğu gibi burada da ehli hizmete şevk verdiler, nurlu hizmetlere vesile oldular.

Beş saatlik bir uçak seyahatından sonra Jakarta’dan Manilaya gelen Ağabeyler buradan Filipinlerin en güneyindeki Zamboanga şehrine geldiler. Akşam Zamboangada bir otelin konferans salonunda Nura Müştak Filipinli gençlerin iştirakiyle ders oldu. Ertesi sabah 25 Ocak tarihinde Sabah namazını müteakip Basilan Adasına geçildi. Bu adanın Valisi ElRaşid Sakkalahul tarafından karşılanan Abilerimiz Vilayette misafir edildiler, Hüsnü Abi burada İhlas Risalesini Valinin odasında okudu.

Bu Adada daha sonra Kuran Hıfz merkezindeki 120 yetim talebe ziyaret edildi. Burada 8. Meselenin Hülasası okundu. Daha sonra bu Adada Jubaira Said Tarafından hizmete verilen iki katlı büyük Medresetüzzehra Dersanesi ve okulu ziyaret edildi. Burada bizleri Adanın Müftüsü Hacı Osman Efendi hoşamedi etti.

Buralarda her gidilen yerde Üstadımızdan hatıralar dinliyor ve toplanan cemaatlerin sualleri cevaplandırılıyordu.

Basilan Adasından sonra Kuruan Karyesine geçildi. Burada Hacı Ape ve çocukları İdris ve Nurkisa Akosta tarafından vakfedilen bahçe üzerindeki 2 katlı ahşap Barla Dersanesi olarak tesmiye edilen hizmet mekanı Hüsnü ve Ahmet Abiler tarafından hizmete açıldı. (Bu dersane Çare Derneği tarafından inşa ve tefriş edilmiştir.)

Akabinde 10 saatlik bir seyahattan sonra İligan Dersanesine varıldı. Burada da gayretli ve yeni mühtedi genç üniversitelilerin iştirak ettiği bir ders oldu. Ertesi gün Marawide Risalei Nur Enstitü binası ziyaret edildi. Burada bulunan 3 dersane ziyaret edildi ve akşam umumi ders oldu. Ağabeylerimize 71 Üniversite ve 85,000 talebeye okutulacak olan Risalei Nur Müfredat programı takdim edildi, Ağabeyler dualar edip takdir ve tebrik ettiler. Marawi şehrinde hem Şerif Hanedanı hem Prof.Dr. Alonto ziyaret edildi. Burada Prof. Alonto “kanaatimce ittihadı islamın arefesindeyiz. Risale-i Nur ittihadı islamın hem vesilesi hem lideridir. Dolayısıyla Bediüzzaman hem bu asrın müceddidi ve hem de Halifesidir” diye buyurdu.

Cagayan’da ise en son gece umumi ders günü idi. 40 kadar talebe, 2 papaz ile Üniversite hocalarının iştirak ettiği ders hem çok şevkli hem nurlu idi. Papazların sualleri ve Kardeşlerin sualleri Agabeylerin açılmasına ve çok güzel neşeli bir havaya medar oldu.

Hülasa hem bizlerin ömrümüz boyunca unutamayacağımız, hem Filipin hizmetleri için çok müşevvik bir hafta geçirdik. Üstadımızında meslek ve meşrebine dair çok nurlu ve bize istikamet veren hatıratı dinledik.

Rabbimiz bu Ağabeylerden ve Onları yetiştiren Necib Üstadımızdan ebediyyen razı olsun.

Filipin Nur Talebeleri

www.NurNet.Org

 

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version