Etiket arşivi: Allah

İlahî Bir Proje: Namaz!

Kâinatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra da namazdır.” demiş Üstad-ı Muhterem. Bu sözü çok duyarız ve çok söyleriz. Söyleriz de hiç üzerinde durmayız; söyler geçeriz. Bu gün bunun üzerinde biraz duralım, düşünelim ve soralım:

Neden kâinatta en yüksek hakikat imandır ve imandan sonra namazdır?

Çünkü iman, inanmak demektir. Neye? Tabii ki her şeyden önce Allah’a. Çünkü her şeyin evveli O. O olmasaydı, yüzde yüz inandığımız ve gördüğümüz şeylerin hiç biri olmayacaktı. Onun için kâinatta en yüksek hakikat Ona inanmak olmuştur. Bu iman, bizi O’nu sevmeye ve saymaya mecbur eder. Çünkü gördüğümüz ve sevdiğimiz her şeyi bize veren O’dur. Bizim O’nu sevmemizin işareti de namazdır. Namazımız yoksa O’na sevgimiz yok demektir. O’na sevgimiz yoksa, imanımız zayıf veya yok demektir.

Cahiliye devrinin şairi Lebid’in âlimâne söylenmiş bir sözü var :

Küllü şeyin mahalallahu batıl / La muhalete likülli naîmin zail!

Yani, Allah’tan başka her şey batıldır; hiç şüphesiz her nimet, bir gün elden çıkıp gidecektir.” Yüce Rabbimizin: “Allah’ın zatından başka her şey helak olacaktır. Hüküm ve hâkimiyet, karar ve yetki ona aittir ve siz ancak Ona döndürüleceksiniz.” (Kasas, 28 / 88) âyeti de bu hakikati haykırıp durmaktadır. Bu âyetten ilhamını alan Abdulbaki Gölpınarlı da:

Bezmimizde ecel sâkî / Oluruz Hakk’a mülakî

Değil baki, Abdulbaki / Hüve’l-baki Hüve’l-baki” mısralarıyla bu gerçeği kulaklarımıza fısıldamaktadır.

En yüksek hakikatin ikincisi olarak namazın seçilmesi, kulun Allah’a takdim edeceği görevler içinde en yüksek görevin namaz olması sebebiyledir. Tek ve yüksek hakikat Allah olduğu için, fena âleminde en yüksek hakikat da ona inanmak, sonra da ona inanmanın, onu sevmenin ve saymanın gereği, ifadesi ve isbatı olan namazı kılmaktır.

Namaz, ilahî bir projedir. Sonsuz ve sınırsız bir sevgiye layık olan Allah’a sevgimizi ve saygımızı, şükür ve teşekkürümüzü arz etmemiz lazım, ama acaba bu şükran ve sevgi nasıl olmalı ve nasıl takdim edilmeli? Diye düşünseydik, akil adamlar bir araya gelse, hep beraber çalışsalardı namazdan daha güzel bir “şükran projesi” ortaya koyamazlardı. Bu buluş ve proje karşısında aciz kalıyorum, hayran oluyorum. Namaz, Allah’a layık bir tazim ve şükran sembolü olarak ne muhteşem bir ibadet ve ne muazzam ve mükemmel bir projedir. Bu projenin mimarı Allah’tır. Allah emsalsiz olduğu gibi, eserleri, projeleri, gönderdiği son kitabı ve görevlendirdiği son elçisi de emsalsizdir.

Allah’a tazim ve şükran projesi, insana bırakılsaydı böylesine muhteşem, mükemmel ve muazzam bir sevgi, saygı ve şükran projesi bulmak asla mümkün olmayacaktı. Bu projeyi Cebrail’e Allah öğretmiş, Cebrail de, Allah’dan aldığı talimat gereği Hz. Peygamber’e projenin nasıl uygulanacağını yani namazın nasıl kılınacağını göstermiştir.

Namaz insan vücudunun bütün mafsallarıyla, eğilme ve bükülmeleriyle yapılan ve bütün eğilmelere ve bükülmelere uyan, uygulanan bir ibadettir. İnsanın kalbi ve bütün kalıbıyla kılınan bir ibadettir.

Namaz insana, insan namaza yakışmış. Varlıklar içerisinde boyu, şekli ve şemaili namaza uyan ve yakışan insandan başka bir varlık yok. Onun içindir ki namaz insanın işidir. Onun içindir ki namaz hayvanlara farz kılınmamıştır. Sadece insana farz kılınmıştır. Çünkü gerek aklı, gerek ruhu ve gerekse bedeniyle namaza en uygun, en çok yakışan odur.

İnsan, ilahî projeyi uyguluyor, namaz kılıyor. Namaz da insanı insan kılıyor. İnsanın bedenindeki mafsallar, eğilmeye, bükülmeye müsait durumlar insana rahat bir manevra imkânı veriyor ve bu rahatlık, tarif edilmez büyük bir nimettir. Her nimet bir iyiliktir, her iyilik bir teşekkür, bir şükür ister.

Ayakta durmak, bir nimettir. Namazdaki kıyam, onun teşekkürü ve şükrüdür. Belden eğilme ve bükülme bir nimettir, rükû onun teşekkürü ve şükrüdür. Yere başı koyabilmek bir nimettir. Secde onun şükrü ve teşekkürüdür. Oturma bir nimettir. Ka’de, onun şükrü ve teşekkürüdür. Ellerdeki, kollardaki, ayaklardaki mafsallar, rahat manevralar bir nimettir. Elleri tekbir için kaldırmak, el bağlamak, boğumlarıyla tesbih çekmek onların şükrü ve teşekkürüdür. Dilin konuşması, gözün görmesi, kulağın işitmesi bir nimettir, kıraat yani Kur’an’ı okumak, elhamdülillah diyebilmek, Allah’ın ayetlerini görmek ve dinlemek bir şükür ve teşekkürdür. Aklın inanma ve anlama aleti olması bir nimettir. Bu nimetin şükrü ise, inanmak ve anlamak, bu iman ve anlayışla namaz projesini uygulamak, varlıkların elleriyle gelen nimetlerin hakiki sahibinin ve sanatkârının Allah olduğunu idrak etmek, bu nimetlerin sahibine şükür ve teşekkürün farz olduğunu kabul ve ilan etmektir.

Bize kalsaydı, Allah’ın şanına layık bu mucize projeyi bulmamız ve Allah’a sunmamız mümkün olmayacaktı.

Namaza girerken iki elimizi kaldırıyor, iftitah tekbirini alıyoruz. İki elimizle iki dünyayı arkaya atıyoruz. Allahuekber demekle senin azamet ve rızan yanında dünyaların sözü mü olur Allahım, diyoruz. Namazımızın hedefine dünyaları değil, Allah’ı ve Allah’ın rızasını koyuyoruz. Ellerimizi önümüze bağlamakla kalbimiz ve kalıbımızla Ona bağlandığımızı gösteriyoruz. Sübhanekedeki “vebihamdik” ifadesiyle “benim hamdim seni övmeye, senin hakkın olan şükrü sana takdim etmeye yetmez. Ben seni senin hamdinle anıyorum, seni noksan sıfatlardan tenzih ediyorum.” diyorum.

Elhamdülillahi Rabbilâlemin” sözünle âlemlerle birlikte namaza duruyorum. Sen benim hamdime değil ya Rabbi, âlemlerin hamdine, övgüsüne layıksın, diyorum. Bütün varlıkların hamdini sana takdim ediyorum. Sen Rahmansın, sen Rahimsin. Bütün âlemleri şefkat ve merhametle terbiye etmektesin. Dünyanın ve ahretin sahibi, kıyamet ve hesap gününün yegâne hâkimisin. Kimseye haksızlık yapmazsın. Bütün varlıklarla sana ibadet eder, bütün varlıklar için senden yardım istiyoruz. Dosdoğru yola kavuşmak, dosdoğru yolda, dosdoğru yürümek için senden yardım dileniyoruz. Bizi razı olduğun yola, Kur’an yoluna, Habib’in yoluna, nimetlerinle sevindirdiklerinin yoluna kavuştur. Azıp sapmışların, azabına ve gazabına çarpılmışların yoluna değil. Âmîn: Dualarımızı kabul eyle Allahım, diyoruz

Bu ifadelerle günde kırk defa namazda okuduğumuz Fatiha’dan bir demet dua sundum. Hele benim sunduklarım Fatiha okyanusundan bir damla. Teşekkürün şekli, metni ve kompozisyonu bize Rabbimiz tarafından verilmeseydi, biz Ona layık hangi kelimeyi bulup ta hangi pozisyon, hangi metin ve kompozisyonla Ona hamdimizi, hürmet ve muhabbetimizi takdim edecektik?

Sonra Allahuekber diyerek rukûa gidiyorum. Bel büküyor, hürmet, hayret ve muhabbetle önünde eğiliyorum. Üç kere sübhane rabbiyelazim, diyorum. Ey azameti sonsuz Rabbim! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim! Diyerek önünde yalvarıyorum. Sonra semiallahulimen hamideh, diyerek doğruluyorum. Hamdlerimi işiten, niyazlarımı dinleyen ve halimi gören sensin, diyorum. Huzurun heybet ve mehabetine dayanamıyorum, Allahuekber diyerek düşüyorum, hürmet, hayret, muhabbet ve mehabetle secdeye kapanıyorum. En az üç kere Sübhane Rabbiyel’a’la, diyorum.

Ey yüceliği sonsuz Rabbim! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, diyerek tevazu ve mahviyetin aynı zamanda terakkinin doruk noktasına çıkıyor, hürmet, hayret, muhabbetle ezelî ve ebedî Sevgili’ye en yakın olduğum hali yaşıyor, Onunla beraber olmanın keyfini, sefasını sürüyorum. Allahu ekber diyerek kalkıyorum, Segili ile beraber olmaktan doymadığımın işareti olarak ikinci defa yine secdeye gidiyor, Sevgilinin sunduğu muhabbet badesini yudumluyorum. Allahuekber diyerek ikinci secdeden kalkıyorum.

Tahıyyatımla, herkesten herkese giden tahiyyeleri, tazimleri, selam ve hürmetleri, marifet ve hünerleri Allah’a takdim ediyorum. Bunların hepsinin sahibi sensin, diyorum. Allah’ın, Peygamberlerin ve velilerin tahiyyelerini ve dualarını Allah’a sunuyorum. Selamıma karşılık Allah’tan selam alıyorum. O an Allah’ın salıh kullarını düşünüyorum, bana gelen selamet ve saadete onlarında ortak olmasını Rabbimden diliyorum. Kelime-i şehadetle son nefesimizde Rabbimden hüsn-ü hatimeler istiyorum. Salli-bariklerle Peygamberimize salat ve selamlar, Rabbenâ âtînâ ve Rabbenağfirlî dualarıyla dünya ve ahirette kendime , ana-babama ve bütün mü’minlere iyilikler, güzellikler, af ve mağfiretler istiyorum. Sağ tarafımda peygamberler, sol tarafımda evliyalar kafilesini düşünerek sağa-sola selam veriyor ve namazı tamamlamış oluyorum.

Benim bu izahlarım, Allah’ın önümüze koyduğu namaz projesini anlatma iddiasından uzaktır. Bizim yaptığımız bu veciz, mu’ciz ve muhteşem projeye dikkat çekmektir. Allah’ın bu namaz projesi, aynı zamanda Adam olma projesidir. Kıyamda (ayakta) dururken Adem’in Arapçadaki elifini, rükua gittiğimizde, Âdem’in dal harfini, secdeye vardığımızda da, Âdem’in mim harfini yazmış oluyoruz. Böylece namaz, kıyamı, rükûu ve secdesiyle namaz kılanları adamlaştırmış oluyor. Allah Teala, projesini anlamaya, anlatmaya ve yaşamaya hepimizi muvaffak eylesin.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

Ben, Namazı Senin gibi Çulsuzlara Bıraktım…

ADAM, bineceği otobüsün kalkmasına bir saatten fazla süre olduğu için, terminalin yarı aydınlık koridorlarını arşınlıyordu. Ellerini yıkamak üzere biraz ilerideki mescide yanaştığında, iş tulumları giymiş bir genç ona doğru gelerek:

— Herhalde namaz kılacaksınız, dedi. Abdest alma yerimiz de mevcuttur.

Adam, elindeki sigaranın külünü delikanlının ayakları dibine silkelerken:

— Sen herhalde görevlisin, diye diklendi. Ne iş yaparsın burda?

Delikanlı, köşedeki süpürgeye işaret ederek:

— Temizlikçiyim efendim, diye kekeledi. Lavabo ve tuvaleti temizliyorum.

Adam, onu alaycı gözlerle süzerken:

Ben, namazı senin gibi çulsuzlara bıraktım, diye sırıttı. Bu iş size öyle yakışıyor ki…

Temizlikçi genç, adamın hakaretine aldırmayacak kadar olgundu. Fakat namaza karşı yapılan saygısızlık, canını çok sıkmıştı. Vereceği cevabı bir süre düşündükten sonra, susmayı tercih ederek işine döndü.

Adam, mağrur adımlarla oradan uzaklaşırken, başının döndüğünü hissetti. Sırtından çıkartarak koluna aldığı kaşe paltonun ağırlığını da ilk defa farkediyordu. Biraz önce yediği iki porsiyon kebap, herhalde tansiyonunu yükseltmiş ve kendisini hâlsiz bırakmıştı. Birkaç adım daha attığında âniden fenalaşarak dizleri üzerine çöktü. Allah’tan ki kolundaki palto ondan önce yere serilmiş ve yeni aldığı takım elbisenin kirlenmesini engellemişti. Adam, çömelmiş vaziyette olmasına rağmen fırıldak gibi dönen başını yere dayayarak bir müddet dinlendi ve tekrar doğrulduğunda, aynı rahatsızlığı duyarak hareketini tekrarladı. Fakat, başkaları tarafından görülmüş olmaktan endişe ediyordu. Bunun için başını yerden kaldırıp sağa sola bakındığında, terminalin çaycısı olduğu anlaşılan bir gençle burun buruna geldi. Delikanlı, adamı saygılı bir ifadeyle selâmlarken:

Allah kabul etsin bey amca, dedi. Ama kıble biraz daha sağa doğruydu.

Cüneyd Suavi

Allah Yakını Olmanın Yolu ve Ödülü

Kur’an, Allah’ın sözü, insanlığa gönderdiği son mesajı, son uyarısı, son çağrısıdır. Bu çağrıya kulak verenler, cennete gitmek üzere kalkmaya hazırlanan uçağa ve gemiye binmiş olacaklar. Kulak vermeyen ve uyarıları dikkate almayanlar ise, treni veya uçağı kaçırmış olacaklar, uzun mahşer yolculuğunda aç, susuz, sefil, sahipsiz ve araçsız kalacaklardır.

Namaz kılabilecek kadar Kur’an öğrenmek ve ezberlemek farz-ı ayindir. Kur’an’ın tamamını ezberlemek farz-ı kifayedir. Bir kısım insanlar Kur’an’ın tamamını ezberlerse Müslümanların tamamını sorumluluktan kurtarmış olurlar. Kur’an’ın tamamını hiç kimse ezberlemezse, bütün Müslümanlar günaha girmiş olur. Öyleyse:

1-Ya Kur’an’ın tamamını ezberleyeceksiniz, yani hafız olacaksınız;

2-Ya çocuğunuzu hafız yapacaksınız,

3-Ya da hafızlık yapanları, hafızlık yaptıran kurumları destekleyeceksiniz, yani Kur’an kursları açacaksınız, mevcut kursları geliştireceksiniz, güzelleştireceksiniz, modernleştireceksiniz ve yaşatacaksınız. Onların bekçisi, neferi ve hizmetkârı olacaksınız.

Bu yol insanı, Ehlullah yani Allah’ın ailesinden olmaya götürür. Ehlullah olmaya giden yolun:

Birinci basamağı, Kariu’l- Kur’an olmak. Yani Kur’an’ı usulüne göre yanlışsız okumak.

İkinci basamağı, hafizu’l-Kuran olmak. Yani Kur’an’ı usûlüne göre ezberlemek.

Üçüncü basamağı, hadimü’l-Kur’an olmak. Yani Kur’an’ın hizmetkârı olmak, Kur’an’ın okunduğu, okutulduğu kurumların inşasında, ihyasında rol almak, hizmetkâr gibi çalışmak.

Dördüncü basamağı, hamiyü’l-Kur’an olmak. Yani Kur’an okuyanları, okutanları, Kur’an kurslarını korumak, Kur’an kursları açanlara, onlara hizmet edenlere yardım etmek, onların işlerini, hizmetlerini kolaylaştırmak, geliştirmek.

Beşinci basamağı, ehlü’l-Kur’an olmak. Yani Kur’an’la konuşmak, konuşmasını Kur’an’la yapmak, Kur’an uzmanı olmak, Kur’an ahlakıyla ahlaklanmak, Onunla düşünmek, Onunla yaşamak, Onu yaşama biçimi olarak tercih etmek

Altıncı basamağı, ehlullah yani Allah ailesinden, Allah dost ve yakınlarından olmaktır. İlk beş basamak insanı işte bu noktaya çıkarır. Yani insanı Allah Teala’nın yakınları arasına sokar. Ki onlar Allah´tan başkasından ne korkarlar, ne bir şey beklerler. Herkes şahlardan, padişahlardan çekinirken padişahlar da onlardan çekinir ve onlara saygı duyarlar. Onların sohbetine devam ederler, ahirete ciddi çalışır, günahların tuzağına düşmekten kurtulurlar.

Mevlana’nın huzuruna bir hafız girince Mevlana hemen ayağa kalkmış, onu en üst köşeye oturtmuş, sonra da: “Kur’an’ı nasıl rahle ve kürsünün üzerine koyup hürmet gösteriyoruz Kur’an’ın lafzını ezberleyen hafızlar ve manasını ezberleyen alimler de öyle hürmet görmeli ve en üst noktaya oturtulmalıdırlar,” demiştir. Ve yine demiştir ki: “Kur’an ayetlerinin yazılı olduğu bir kâğıt, nasıl yerden kaldırılıyor ve ateşe layık görülmüyorsa, Kur’an ayetlerini ezberleyenler ve Kur’an ahlakıyla ahlaklananlar da böyle hürmete layık görülecek ve cehennemde yanmayacaklardır.

Hattâ Peygamberimizden gelen hadislere göre böyle hafızlara yakınlarından on tane cehennemliği cehennemden kurtarma hakkı verilecektir.

Kur’an ayetlerini ezberleyip te onlarla amel etmeyen, yani Kur’an’ın emir ve yasaklarına riayet etmeyen hafızlar için de: “Demek cevizleri iyi sayıyor ve koruyorlar ama kabuğun içindekilerden haberleri yok, yazık.” buyurmuştur.

Vehbi Karakaş / Demokrat Gebze

Dırdırcı Kadın ile Kazanılan Makam

Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği bir örnek vardır; Bir gemide dokuz cani, bir masum bulunsa, o gemi batırılamaz. Aynen öyle de bir insanda dokuz kötü huya karşılık bir iyi huy bulunsa, o kişiye kötü diyemeyiz. Onun iyi huyunu nazara alıp, halimize razı olacağız.

Mübarek alimlerden Zenbilli Ali Efendi hanımından hiç memnun değilmiş. Bir gün yolculuğa çıkmış. Yolda giderken, iki kişiye rastlamış. Beraberce yollarına devam etmişler. Bir müddet gittikten sonra acıkmışlar; adamlardan biri, ‘Allah’ım bize yemek gönder’ diye dua etmiş. Bakmışlar ki karşıdan bir adam elinde bir tabak yemekle geliyor. Karınlarını doyurmuşlar. Tekrar yola çıkmışlar; yine karınları acıkmış. Bu Sefer diğer adam dua etmiş, “Allah’ım bize yemek gönder.” Yine karşıdan bir adam elinde yiyeceklerle gelip, bunlara ikram etmiş. Bir müddet daha gitmişler ve yine mola vermişler. Sıra Zenbilli Ali Efendiye gelmiş. Biraz düşünmüş ve sonra şöyle dua etmiş; “Ya Rabbi bu kardeşler kimin hatırı için senden yiyecek istedilerse ben de onun hürmetine senden yemek istiyorum. Bakmışlar ki, karşıdan iki adam ellerinde çeşit çeşit yemeklerle, şerbetler geliyor. Adamlar çok şaşırmış ve , “nasıl dua ettin” diye sormuşlar. Zenbilli Ali Efendi demiş ki, “Önce söyleyin siz nasıl dua ettiniz?” Adamlar, “Biz duamızda “Allah’ım, bize karısının zulmüne sabredip erenler arasına karışan Zenbilli Ali Efendi hürmetine yiyecek gönder” diye dua ettik” demişler. İşte o zaman Zenbilli Ali Efendi, işin farkına varmış. Arkadaşlarına, “Benim yolculuğum burada bitiyor. Evime dönmem gerekiyor” demiş. O mertebeyi karısının eziyetlerine katlanarak elde ettiğini anlamış.

Hekimoğlu İsmail

Yağmuru Kim Yağdırıyor?

Hudeybiye Yılıydı. Peygamber Aleyhisselam ve ashabı, Medine’den sefere çıkmışlardı. Gece olduğunda yağmur yağdı. Sabah hep birlikte namaz kıldılar. Peygamber Aleyhisselam namazdan sonra ashabına şöyle dedi: “Bilir misiniz Rabbiniz ne buyurdu?” Ashab: “Allah ve Resulü en iyi bilendir!” dediler. Peygamber Aleyhisselam sözlerine şöyle devam etti: “Allah şöyle buyurdu: Kullarımdan kimi bana iman etti, kimi de kâfir oldu. Her kim, Allah’ın rahmeti, Allah’ın rızkı ve Allah’ın lütfu ile üzerimize yağmur yağdı dediyse; işte o, Bana iman etmiş oldu. Her kim, de filan yıldızın tesiriyle üzerimize yağmur yağdı (veyahut, tabiat yağdırdı, bulut yağdırdı, bu iş sadece bir gök olayıdır.. vs.) dediyse işte o da yıldıza iman etmiş, Bana iman etmemiştir”

Selim Gündüzalp