Etiket arşivi: Hidayet

Müslüman arkadaşından etkilenerek müslüman oldu!

NORVEÇ’te yaşarken Müslüman arkadaşı Emma Büyükgenç’ten etkilenerek İngilizce Kuran-ı Kerim okuyan ve İslam dinini araştıran 21 yaşındaki Henrie Myrseth, Müslüman olup Ayşe Henrie Myrseth adını aldı.

Norveç’te yaşarken İslam dini üzerinde araştırma yapıp İngilizce Kuran-ı Kerim okuyan Henrie Myrseth, Müslüman olmaya karar verdi.

Alanya’ya nişanlısı Ercan Şimşek ile birlikte gelen Henrie Myrseth, İlçe Müftülüğü’ne giderek Müslüman olmak istediğini belirtti. Müftülükte tercüman aracılığıyla İslam dinine ilişkin bilgiler verilen Henrie Myrseth, ‘Kelime-i Şehadet‘ getirerek Müslüman oldu.

Alanya Müftüsü Ahmet Hamdi Başpınar tarafından imzalanan ‘ihtida’ belgesiyle hediye edilen İngilizce Kuran-ı Kerim’i alan Henrie Myrseth, adını da Ayşe Helin Myrseth olarak değiştirdi.

İslam dinini tanıdıktan sonra bir süre araştırdığını, Kuran-ı Kerim ve İslamiyet üzerine çeşitli kitaplar okuduğunu belirten Myrseth, “Yaptığım araştırmanın ardından benim için en uygun dinin İslamiyet olduğuna karar verdim” dedi. Myrseth, 1 yıldır nişanlı olduğu Ercan Şimşek ile Eylül ayında evleneceklerini söyledi.

Alanya Müftüsü Ahmet Hamdi Başpınar, son 27 yılda ilçede 260 yabancının Müslüman olduğunu söyledi.

DHA

Amerikalı Öğretmen Barbara Ann Neden Müslüman Oldu?

Barbara Ann Lawrence, Çukurova Müftülüğü’nde düzenlenen törende İlçe Müftüsü Abdullah Demir nezaretinde Kelime-i Şehadet getirerek, Müslüman oldu. Demir, ‘Şahika‘ ismini alan Lawrence’a İngilizce Kur’an-ı Kerim, dini kitaplar hediye edip, ihtida belgesi verdi.

İlçe Vaizleri Zeki Uyanık ve Fadime Taş’ın da şahit olarak hazır bulunduğu merasimde konuşan Çukurova Müftüsü Abdullah Demir, Müslüman olmuş birinin geçmiş günahlarının affolunarak annesinden yeni doğmuş bir bebek gibi tertemiz olacağını söyledi.

Bir kolejde öğretmenlik yapan Barbara Ann Lawrence ise kendi rızası ile İslam dinini seçtiğini ve bu kararından dolayı son derece mutlu olduğunu kaydetti. Lawrence, ‘İslam’ı araştırırken, insana verilen değeri, sevgiyi, ahlakı ve yardımlaşmanın önemini gördüm. Bu güzelliklerden çok etkilendim. İçim huzurla doldu. Allah’a çok şükürler olsun ki bana imanı mübarek üç ayların başlangıcında nasip etti. Temennim başka insanların da bu dinle müşerref olmasıdır.‘ dedi.

Cihan

Cennet-asâ Günlere Doğru.. (Üstad’a Mektup)

Üstadım, sen nuru çile ile ektin ve istikbale ışık tuttun. Senin, çile ile ektiğin tohumlar filizlendi bugün. Yaktığın meşale dünyayı kuşattı. Verdiğin müjdeler bir bir gerçekleşiyor bu günlerde..

Allah’ın selâmı üzerine olsun Muhterem Üstadım!

Elli iki yıldan beri aramızda cismin yok; fakat ismin gönlümüzde, nurun ruhumuzda, aydınlığın kalbimizde.

İsmin deniz aşırı ülkelerde bir aydınlık tufanı gibi insanları inkârdan çıkarıp kurtarıyor, kalpleri vesveselerden kurtarıp temizliyor, gönülleri evhamlardan söküp arındırıyor, insanlığa büyük insanlık hakikatini gösteriyor, çağımıza âhir zaman Peygamberinin (asm) çizdiği o saadet ufkunu sislerden arındırıp yeniden sunuyor bu gün.

Dünyamız her ne kadar fitne ve çekişmelerden, ateş ve oyunlardan, fesat ve istibdatlardan yakasını kurtaramıyorsa da; Kur’ân’ın nuru dünyayı nur rengine boyamak üzere Üstadım.

Sen, o çile dolu günlerinde; “Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkıtâne Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler, vesâireler!.. Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, ‘Sadakte’ deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun! Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Târih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım; acele ettim, kışta geldim. Sizler Cennet-asâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mâzi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız. O bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kal’anın başına takınız. Kapıcıya tembih edeceğiz. Bizi çağırınız. Mezarımızdan, ‘Henîen leküm’ (Sizlere tebrikler!) sadâsını işiteceksiniz”1 demiştin ya…

Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ İslâmiyetin sadâsı olacaktır” 2 demiştin ya…

Bedbaht Rus polisine; “Asya’da, Âlem-i İslâm’da üç nur, birbiri arkası sıra inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidâne yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım” 3 demiştin ya…

Eğer biz, doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklar” 4 demiştin ya…

İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak. Ve hâkim, hakâik-i Kur’âniye ve îmâniye olacak.” 5 demiştin ya…

Eğer biz, ahlâk-ı İslâmiye’nin ve hakâik-i îmâniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki Küre-i Arz’ın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehâlet edecekler.” 6 demiştin ya…

Akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı akliye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân hükmedecek.” 7 demiştin ya…

Avrupa ve Amerika İslâmiyet’le hamiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki, Osmanlılar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doğurdu.” 8 demiştin ya…

Üstadım, müjdelerinin ortaya çıkışına şahit oluyor, ufukta aydınlığını görüyoruz bugün.

Üstadım, sen nuru çile ile ektin ve istikbale ışık tuttun.

Senin, çile ile ektiğin tohumlar filizlendi bugün.

Yaktığın meşale dünyayı kuşattı.

Verdiğin müjdelerin bir bir gerçekleştiği bu günlerde, Cennet-asâ günlere doğru hızla adım atışımızın yakıcı heyecanını yaşamaktayız.

Her ne kadar günahımız çok ve isyanımız hâlâ yeryüzünün taşıyamadığı bir yük ise de, yine de mukaddes değerlerimize bağlılığımızı gün geçtikçe daha güçlüce hissedebilmekteyiz. Müjdelediğin biçimde, medenî dünyada İslâmiyet çığ gibi büyümekte, Kur’ân güneş gibi yayılmakta, İman ve Tevhid hakikatleri dalga dalga genişlemekte.

Üstadım; günahkâr asrımızın böylesine doyulmaz hidayet fırtınasına sahne oluşunda senin gösterdiğin yüksek hamiyet, hiç şüphesiz, Hazret-i Muhammed’in (asm) çağlar ötesi tasarrufundan ve Cenâb-ı Hakk’ın yüksek rahmetinden başka bir şey değildir.

Aramızdan ayrılışının 52. yılında ey Üstadım, zat-ı âlinize sayısız selâm, rahmet ve mağfiret; Allah’ın Sevgili Resûlüne (asm) sonsuz salât-ü selâm ve dünyayı iman nuruna boğan Allah’a hadsiz hamd ü sena olsun. Âmin.

Süleyman KÖSMENE

Dipnotlar:

1- Münâzarât, s. 39, 40.

2- Sünûhât, s. 47.

3- a.g.e. s. 63.

4- Münâzarât, s. 37.

5- Hutbe-i Şâmiye, s. 18.

6- Hutbe-i Şâmiye, s. 20.

7- a.g.e. s. 23.

8- a.g.e., s. 27; Tarihçe-i Hayat, s. 46, 82.

Risale-i Nur’larda keşfedeceğim çok şey var!

Gölgeler Koridoru adlı ikinci kitabı yayınlanan ABD′li ilim adamı Muhyiddin Şekûr, Faruk Çakır′ın sorularını cevaplandırdı. Şekûr hayatını İslâmı anlamaya adamış.

TAKDİM

Muhyiddin Şekûr’un ilk kitabı “Su Üstüne Yazı Yazmak” yayınlandığı yıllarda Türkiye’de de büyük ilgi görmüştü. Şimdi ikinci kitabı “Gölgeler Koridoru” yayınlandı. Şekûr ile Timaş Yayınları’nın Cağaloğlu’ndaki merkezinde görüştük. Görüşmeyi, “yakını” olarak tanıdığımız Zeynep Dadal tercüme etti.

İkinci kitabınız, “Gölgeler Koridoru” yayınlandı. Önce bu çalışmanızdan dolayı sizi tebrik ediyoruz. Uygun görürseniz, önce kitabı bize anlatmanızı isteyeceğiz. Türkiye’de yayınlanan ilk kitabınız “Su Üstüne Yazı Yazmak”ı severek ve istifade ederek okumuştuk. İkinci kitap ile birinci kitap arasında nasıl bir bağ var?

Su Üstüne Yazı Yazmak” faslı bitti, şimdi “Gölgeler Koridoru” devam ediyor. Bununla süreci devam ettirmiş oluyoruz. İki kitap benim hayatımın 10’ar yıllık bölümünü, devresini anlatıyor. “Su Üstüne Yazı Yazmak” da, “Gölgeler Koridoru” da hayatımın 10’ar yıllık süresini kapsıyor. İkisinde de ‘hocam, şeyhim’ aynı. Yani iki kitaba bakıldığında hayatımın 20 yılındaki serüven görülebilir.

Bu proje, yeni kitaplarla devam edecek mi?

İnşallah 10’ar yıllık devreler olarak yazmayı kafamda kurmuş, öyle planlamış durumdayım. Ama keskin bir yıl ayrımı olarak da düşünmemek lâzım. İkinci kitap, ilk kitaba göre biraz zaman aldı. İnşallah üçüncü kitabı bu kadar uzun süre beklemeyeceğiz. Üçüncü kitabı daha kısa sürede yayına hazırlamayı düşünüyorum. Dördüncü kitap da inşallah daha sonra olabilir…

Su Üstünde Yazı Yazmak” adlı ilk kitabınızı okurken, yazarıyla, yani sizinle tanışmak arzu etmiştim. Çünkü anlatılan ve yaşanan hadiseler samimiyeti gösteriyordu. İhlâslı bir anlatım vardı. Benim asıl dikkatimi çeken, bu kitaptaki anlatım, insana yaklaşım ile Risâle-i Nur eserlerindeki anlatımla arasındaki uyumdu. Burada bir bağ hissettim. Kâinattan bahsedilen bölümler, tefekkür… Kitaptaki bazı ifadeler bana çok tanıdık gelmişti.

Bu cümleden olarak, Risâle-i Nur eserlerini ve müellifi Bediüzzaman’ı ne ölçüde tanıyorsunuz? 

Said Nursî’nin çok etkin birisi olduğunu biliyorum. Benim sürecimde bir takım eserleriyle denk geldim. Bir aşinalık kazandım, ama benim hâlâ onunla ilgili keşfedeceğim çok şey var. Ve ona bir hayranlığım olduğunu söyleyebilirim. Ve onunla kalbî bir bağım var.

Şu anda Fatih Üniversitesinde ‘misafir öğretim üyesi’ olarak bulunuyorsunuz. Türkiye’deki eğitim sistemini nasıl buluyorsunuz?

Türkiye’ye geleli daha 3 ay oldu. Bu hususu çok bildiğimi ve aşina olduğumu söyleyemem. Değerlendirme yapabilmek için henüz erken olduğunu düşünüyorum.

Üniversite gençliğine muhatapsınız… Bu noktada Bediüzzaman’ın bir tesbitini de aktarmak istiyorum. Said Nursî diyor ki: Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ İslâmın sadâsı olacaktır.” Biz bunu bir müjde olarak değerlendiriyoruz. Muhatap olduğunuz gençliğin durumu bu müjdenin habercisi olabilir mi?

Benim bakış açım da hep ümitten yanadır. Belki de Said Nursî ile kalbî bir bağımın olması bu yüzdendir. Benim düşüncem de her zaman ümitvar olmak yönündedir. Hayatta ilgili, hayatın getirdiği ihtimallerle ilgili olarak ben de her zaman ümitten yana olmuşumdur.

O yüzden gençlik için de ümitliyimdir, her zaman. Bu ülkenin çok sıradışı bir tarihi var. Ve bunun farkında olmayan çocuklar dahi atalarının sırtında geziniyorlar. Onların kahramanlıklarından istifade ediyorlar. Onların sırtında yürüyorlar. Bugün sabahleyin evden çıkarken, eşimle birlikte asansöre bindim. 9 yaş civarında bir çocuk da asansöre bindi. Sırtında okul çantası vardı. Ben ‘İyi günler’ dedim. O bizim yüzümüze bakmadı, kapıya doğru dönmüştü. Sırtındaki çantada, meydan okuyan bir figür vardı. O dikkatimi çekti. Çocuğa baktığımda çok ümitlendim, çünkü o geleceği ifade ediyor. Çok ümit veren bir fotoğraftı o gördüğüm.

Gördüğüm bu çocuk, sizin sorunuzun cisimleşmiş cevabıydı bence. Çünkü bu çocuğun inanılmaz ecdadı var, bütün dünyaya asırlarca hükmetmiş. Bu ecdadın enerjisi halen şehrin içinde, ülkenin içinde hissediliyor. Bu çocuk okula gidip geldikçe o havayı teneffüs ediyor. Onların enerjisini soluyor.

Sizin sorunuzla, bugün karşılaştığım bu çocuğun durumu enteresan bir tevafuk oldu. Çünkü bu çocuk da ‘modern dünya’ içinde yaşıyor. Ancak halen o, geçmişi taşıyor. Önemli olan soru şu: Bu çocuk hidayete kavuşabilecek mi? Veya kendisini doğru yola yönlendirecek, rehberlik edecek kişilerle karşılaşacak mı? Asıl soru bu… ‘Modern hayat’ın tuzağına düşmeyecek ve iyi bir hidayet rehberine kavuşacak mı?

Bu gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Öncelikle insanın kendi kalbine karşı dürüst olması gerekir. Dürüst olmak ve dikkatli olmak… Olabileceğimiz en iyi şekilde olmaya niyetlenmek, onun için gayret göstermek. Bir sıçrama yapmadan önce, bir adım atmadan önce dikkatli bir değerlendirme yapmak lâzım. Gençlere bunu tavsiye ederim. Çünkü insanın kendi kalbini dinlemesi, onun sesini dinlemesi çok esaslı bir şeydir. Vicdanın sesini, o hidayet sesini dinlemek çok gereklidir. İnsanın kalbi her şeyi söyleyebilir, ama hidayet sesini dinlemek lâzım. Ne olursa olsun insan derinden derine, neyin yanlış, neyin doğru olduğunu kalben bilir. Sigara içip içmememiz gerektiğini illâ bir Kur’ân âyeti şeklinde duymamıza gerek yok. İnsan bunun yanlış olduğunu kalben bilir. Hidayet ibresini Allah (cc) kalbimize yerleştirmiş. Bir çok şeyde doğruyu ve yanlışı biz aslında biliyoruz, kalbimiz bize bunu fısıldıyor. Bir gence, bir hatasını hatırlattığınız zaman o, “Ben bunun yanlış olduğunu zaten biliyorum, ama…” der. Yaptığı işin yanlış olduğunu derinden derine bilir, ama nefsine uyarak yapabilir. Tek çare içten gelen sesi, vicdanın sesini dinlemek.

Bu noktada erişkinlere, büyüklere çok büyük sorumluluk düşüyor. Ama bunu yaparken önce kendi imanlarını geliştirmeleri gerekir. Kendi imanî hayatlarıyla örnek olarak bunu yapabilirler. Sonra da Allah’a duâ edecekler. Sonra da izleyecekler. Gençlere örnek olmanın yolu bu, yaşayacağız ve duâ edeceğiz.

Kitabınız, tasavvufî kurguları olan bir roman gibi. Buna bir seyr-i sülûk romanı diyebilir miyiz? Bu üslûbu tercihinizin özel bir sebebi var mı?

Ben oldum olası yazmaya meyilliydim. Çocukluğumdan itibaren sürekli notlar tutardım. Şeyhimle tanıştığımda o bir İslâm merkezinin imamıydı, dolayısıyla sohbetleri olurdu o dönemde. Ben de oraya katılırdım ve sohbetlerden notlar tutardım. Nitekim o sohbetler “Su Üstüne Yazı Yazmak”ın birinci bölümünü oluşturdu. Ama ben bu notları tutarken kitap niyetiyle yapmıyordum, farkında değildim. Bir gün şeyhim bana bakarak, “Ne yazıyorsun?” diye sordu. Ben de biraz utandım, “Sadece not tutuyorum” dedim. O bana, “Biliyorum ne yazdığını. Seni bir şekilde bir kitap yazmaya yönlendiriyorum” dedi. Hatta bunu bana söylediğinde şaşırmıştım. Nitekim, o söylediği, birinci kitabın ilk bölümü oldu.

Samimî bir Müslüman ve bir tasavvuf ehli olarak şunu söyleyebilirim: Tek yapmaya çalıştığım şey, yaşadığım şeyleri en iyi şekilde aktarmaya çalışmak. Ve yaşadığım deneyimleri en dürüst ve samimî şekilde yazayım diye düşündüm ve ortaya çıkan da bu oldu. Yani özel olarak seçtiğim bir üslûp yok. Samimî olarak yaşadıklarımı insanlara aktarmak istedim. Mümkün olduğu kadar en içten ve dürüst olarak aktarmayı düşündüm.

Aslında bu ifadeler de (yani yaşananları başkaları da istifade etsin düşüncesiyle anlatmak) Risâle-i Nur’daki bazı anlatımla örtüşür… Her halde tesir etemesi de bundan…

Bu yüzden çok şükrediyorum. Ben bunları yazarken insanların müsbet tepkiler vereceğini hiç tahmin etmemiştim. Bunları bana şeyhim söylediğinde, benim kulaklarım tıkalıydı sanki. O bana söylemişti, ama ben farkında değildim. Şimdi şükrediyorum…

Kitabınızda ‘cihad’la ilgili bir bölüm de var. Cihadı, çok farklı yorumlayanlar da var. Size göre bu çağda cihad nasıl olabilir?

Cihadın gerekliliği zamansızdır, yani zamanla sınırlı değil, her zaman geçerlidir. Peygamber Efendimizin de (asm) belirttiği gibi büyük cihad, insanın nefsiyle yaptığı cihaddır. Bu cihad her zaman devam eder. Bu zamanda da olsak başka zamanda da olsak, her zaman nefsimizle cihad halinde olacağız. En büyük cihad da zaten nefisle olan cihaddır. Dünyanın nereye gittiği, hangi çağda yaşadığımız da önemli değil. Şu anda nükleer bir felâket olsa ve kendimizi taş devrinde bile bulsak yine aynı şey, yani nefisle cihad geçerli olacak. O hep devam edecek.

İslâmı şiddetle özdeşlendirenler var. Bediüzzaman da ilimle cihadı öne çıkarıyor. Hatta, “Medenilere galebe etmek ikna iledir” diyor…

İslâmı şiddetle özdeşleştirme, öyle anlamak cihadı son derece yanlış anlamak ve yorumlamak olur. Yanlış anlamalara mani olmak lâzım.

Kitabınızda, “Tarikat, hakikati müdafaa aden insanlardan oluşur” demişsiniz. Hakikati müdafaa”dan ne anlayacağız?

Çok geniş izah isteyen bir soru. Yapılacak ilk şey insanın kendisine karşı dürüst olması. Bundan sonra doğru olan şey için dik durmak, sebat etmek… Doğru olanı savunmak lâzım. Bu savunmadan kastım, onun içinde bir çok şey karışabilir. Orada da ciddî imtihanlar vardır. Dengeyi kurmak çok önemli. Algınızın berraklığı çok önemlidir. Çünkü kendi nefsinizin arzularının içine karışma tehlikesi var.

“Gölgeler Koridoru”ndaki “gölge” neyi temsil ediyor?

Gölgeden kasdettiğim şey şu: Işığın önüne geçen her şey… İşe, yaratılmışlar açısıyla bakarsak, ‘ışık’ın önünde duran her şeyi kastediyorum. ‘Işık’ın önünü kesen, gölgeleyen her şeyi kastediyorum. Temelde, ‘nur’ ve ‘karanlık’ arasındaki hareketi ilgilendiren her türlü dersi kastediyorum. Karanlık ve ışık arasındaki gidiş-gelişler diyelim. Aslında Kur’ân-ı Kerim’deki bir âyetten esinlendim. Kendi deneyimlerimden de esinlendim.

Çok teşekkür ediyoruz, bu istifadeli sohbet için…

Ben de teşekkür ediyorum.

Faruk Çakır

cakir@yeniasya.com.tr

*************************

Muhyiddin Şekur kimdir?

AMERİKA Ohio, Cleveland’da doğan Muhyiddin Şekûr 1973’te ABD Kent Eyalet Üniversitesi’nde Psikolojik Danışmanlık bilim dalından doktora derecesi aldı. Ülkemizde ilk baskısı 1994 yılında yapılan ve kendisinin İslâmı tanıma sürecinden itibaren geçen ilk 10 senesini anlattığı “Su Üstüne Yazı Yazmak” adlı kitabıyla tanındı.

ABD’de ve başka ülkelerde öğretmen ve uygulayıcı olarak bireysel terapi ve aile terapisi alanlarında ders verdi, akıl sağlığı sorunları üzerine makaleler yazdı. Hayatın sadece afakî boyutuna değil, enfüsî anlamına da odaklanan Şekûr, yıllar önce tasavvufla tanıştı. Doğu’da uzun seyahatlere çıktı, kutsal toprakları birkaç kez ziyaret etti. Şu anda İstanbul’da Fatih Üniversitesi Eğitim Fakültesinde misafir öğretim üyesi olarak görev yapan Şekûr, Hüseynî Hayatî Rufaî tarikatına mensup ve ömrünü İslâmı anlamaya adayan bir isim.

Şekûr’un ikinci kitabı “Gölgeler Koridoru” da Sufi Kitap’tan yayınlandı.

Kızıl Meydan’dan Kıbleye Hidayet Hikayesi

Bu Hikaye, hayal ürünü değildir. Bütün çıplaklığı ile Rusya‘da yaşanmış iki ünlü kişinin gerçek hidayet hikâyesi. Biri uzun yıllar boyunca Batı Rusya’da adından çok söz ettiren Mafya lideri, diğeri Rus dilini en güzel seslendirmesiyle ün kazanmış bir bayan spiker.

Meslekleri ve konumları arasındaki uçuruma inat, kendileri de dahil hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği gelişmeler zinciri, onları bir noktada birleştiriyor. Ve ortaya heyecan dolu bir hidayet hikâyesi çıkıyor. “Rus da dinsiz kalamaz, geri dönüp Hıristiyan da olamaz” gerçeğinin en çarpıcı delili olacak türden bir hidayet hikâyesi…

Hidayet hikayemiz baya uzun olacağı için parçalar halinde zamana yaymak istedik. İstifade etmeniz temennisiyle.

1. Bölüm: Aykırı Mezar

2. Bölüm: Nikolay ve İncil

3. Bölüm: Ashab-ı Kehf Gibi

4. Bölüm: Dördüncü Gün

5. Bölüm: Cuma Namazı

6. Bölüm: Buluşma

7. Bölüm: Ders Başlıyor

8. Bölüm: Kitap İlanı

9. Bölüm: Azerbaycan’dan Gelen Acı Haber

10. Bölüm: Cenaze Namazımı Sen Kıldır

11. Bölüm: Büyük Buluşma

12. Bölüm: Rusya’dan Hizmet Mektupları (son bölüm)