Etiket arşivi: hizmet

Sri Lanka’da “Bilim ve İslam; Risale-i Nur Perspektifi” Konferansı Yapıldı

Âdem Aleyhisselam’ın dünyada ilk ayak bastığı yer olarak bilinen Sri Lanka’dan nurlu haberler geliyor. Hindistan’ın güneyinde ve Hint Okyanusu’nda bulunan yirmi bir milyonluk ada ülkesi olan Sri Lanka’da güzel faaliyetler var.

Türkiye’den ve çeşitli civar ülkelerinden de katılımın olduğu toplantılarda, Filipinler Risale-i Nur Enstitüsü Başkanı ve Risale Haber yazarlarından Muhammed Rıza Dalkılıç konu hakkında Risale Haber’e bilgi verdi. Üniversiteler, İslam dernekleri ve mescidlerde derslerin devam ettiğini belirten Dalkılıç; başkent Colombo’da büyük bir dershane-i nuriye’nin olduğunu ve Türkiye’deki nur talebelerini buraya davet ettiklerini söyledi.

Dalkılıç şöyle devam etti:

Bir haftadan beri bulunduğumuz Sri Lanka’da cihan baha hizmetleri müşahede ediyoruz. Başta Türkiye’den Arif Elbistanlı ağabeylerin gayret ve himmetleri ve Sri Lanka’da Asim Alawi ağabeyin sahabet, hamiyyet ve cevvalane hizmetleri hakikaten görülmeye değer.

Sri Lanka uleması ve bahusus Jamiatul İslamiye ve Ezher Üniversitesi’nin kardeşi Zahira Üniversitesi talebeleriyle Başkent Colombo’da bulunan yedi ayrı Üniversite’de nurları okuyan talebeler gayretleriyle bizleri de şevke getirdiler.

Sri Lanka senelerce İngiliz müstemlekesi olmuş, 1965’te hürriyetini kazandıktan sonra da senelerce devam eden iç karışıklık ve kargaşanın merkezi olmuş. Budistlerle Hindular arasında on beş sene devam eden iç savaş ise dünyada eşine rastlanmayan bir şiddetle bastırılabilmiş. Ülkenin sulh durumuna gelmesiyle, Nur dersanesinin açılması aynı senede yani 2009 senesinde olmuştur.

Sri Lanka’da evvela Jamiatul İslamiye’de bir gün süren bir toplantı yaptık.

Akabinde Kandi şehrine geçtik ve burada altı vakıf tarafından düzenlenen bir konferans verdik. Avustralya’dan gelen Fahri Balcı ağabey; devlet üniversite’sinde “Bilim ve İslam; Risale-i Nur Perspektifi” konulu konferansı veriyor. Aynı saatlerde biz ise “Young Asia” televizyonunda “Interview- Mulakat” konulu tv programına misafir olduk. Bu program televizyon tarafından dört kez yayınlanacak.

Üniversiteler, İslam dernekleri ve mescidlerde dersler devam ediyor. Sri Lanka; Adem babamızın vatan-i aslisinden sonraki ilk ayak bastığı topraklar. Ve şimdi bu güzel ada “Nur Adası” oluyor.

Sri Lanka’nın başkenti Colombo’da büyük bir dershane-i nuriyemiz var, bu vesile ile Türkiye’den herkesi davet ediyoruz.

Ömer Çelebi / Risale Haber

 

Risale-i Nur için idamla yargılandık ve beraat ettik!

Yıllarını Risale-i Nur hizmetine adayan ve ölüm pahasına da olsa hizmet etmekten geri adım atmayan Selahattin Uğur ağabeyin herkesçe sevilen ve nurani bir siması var. Yaşının ilerlemesine rağmen çalışmaktan, hizmet etmekten geri kalmıyor. Uzun yıllar kendini Alibeyköy’de Kur’an ve İman hizmetleri için de vakfetmiş Selahattin Uğur ağabey… “Baskı ve zulümlerden korkmuyor muydunuz?” şeklinde sorduğumuz zaman; “Hayır, asla. Bayram Yüksel ağabey bize korkmamamız için öyle teselliler verirdi ki, hala onu hissediyorum ve ölüm pahasına da olsa davamızdan vazgeçemezdik” diyor.

Selahattin UğurSungur ağabey için de gözyaşlarını dökerek: “Boşluğu doldurulmayacak değerli bir ağabeyimizdi. Ailece birbirimizle sıkı bağlarımız vardı. Merhumun kızı ile benim kızım aynı medresede eğitim aldılar. Allah Cennet-ül Firdevs’e idhal etsin” diyor.

Selahattin Uğur ağabeyin 1942 senesinde Edirne’nin Keşan ilçesinde başlayan ve tam altmış yıldır da İstanbul’da devam eden bir hayat hikâyesi var. Sohbetimize bundan tam 45 sene evvel yani 1968’de Risale-i Nurları hangi vesilelerle tanıdığını sorarak başladık. Manevi boşluktayken bir çay sohbeti ile hayatı değişiyor. İstanbul’da yaşanan sıkıntılara da değinirken, gençlere de önemli tavsiyelerde bulunuyor.

“RİSALE-İ NUR’U İLK KEZ ÜÇ ŞEHİTLER CAMİSİ MÜEZZİN’İN EVİNDE DİNLEDİM”

Risale-i Nurlarla nasıl müşerref oldunuz, kimler size vesile oldu?

Biz gençlik yıllarımızda manevi boşlukta hissediyorduk kendimizi. Sonra bir yere intisap edelim arzu ettik. 1968 senesinde bazı tarikatlara müracaat ettik. Fakat bir türlü o manevi havayı bir yerlerde bulamıyorduk. Bir nebze siyasi atmosfere idhal olup faydalanırız niyetiyle girelim dedik. Fakat oradan da tam istediğimizi alamayınca iyice bunaldık. En son bizim Bigalı Nurettin Koyuncu diye bir meslektaşımız vardı. Onunla beraber çalışıyorduk, o namaz kılarken uzun tesbihatı yapıyordu, ben bilmediğim için garip garip seyrederdim. Bir gün bana “gel seni bir yere çay içmeye götüreyim” dedi. Tabi ben de çok meraklıydım ve heyecanlıydım. Yıllardır aradığım ve beklediğim yeri ziyarete gidecektim. Daha sonra Eyüp Sultan’da Üç Şehitler Camisi müezzini Lütfi Karaca diye bir ağabeyin evine gittik. İlk Risale-i Nur dersini orada dinledim. İkinci dersi de Mustafa Kavurmacı ağabeylerin Fatih’teki yerine gittik. O tarihten beri Risale-i Nur’un dairesi içinde meşgulüz.

“BİRÇOK AĞABEYLE SIKI İRTİBATIMIZ OLDU”

Daha sonra hangi ağabeyleri tanıdınız?

O dönemde İstanbul’da şimdiki gibi her köşede dershaneler yoktu. Belli yerlerde vardı. O yüzden İstanbul’a gelen ağabeyleri kolayca görme imkanımız oluyordu. Bayram ağabeyden tutun bütün o dönemde yaşayan ağabeylerle aynı mekanlarda bulunduk.

Ayrıca ticaret yapmak için sürekli İzmir’e giderdik. Yolda önce Akhisar’a gider önce Şahin hocayı ziyaret ederdik. Sonra dönüşümüzde eğer Ankara’dan gelirsek illaki Bayram ağabeyi ziyaret ederdik. Bizi misafir eder akşam derse götürürdü. Daha sonra bu ağabeylerle sıkı irtibatımız oldu.

İstanbul Gedikpaşa’da ayakkabı imalatı ile uğraşıyorduk. Sağolsun Sungur, Bayram, Ali Uçar, Muzaffer Arslan, Mahmut Allahverdi, Abdulvahit ağabeyler sürekli iş yerimize uğrarlardı. Hepsi ile sıkı diyaloğumuz oldu.

“ALİ UÇAR AĞABEY’İ ALTINCI KARDEŞİMİZ BİLİRDİK”

Ali Uçar ağabeyle nasıl hatıranız var?

Ali Uçar ağabey de benim biraderlere vesile oldu. Nurlara öyle bir sahiplendiler ki Ali uçar ağabeyin fedaisi hükminde yurtdışı gezilerine, her yerde ona zemin hazırlıyordu. Ali Uçar abi bizi çok sever bize “Uğurlar” derdi. O yüzden biz Ali Uçar ağabeye altıncı kardeşimiz bilirdik. Her gidiş-gelişinde validemin elini öpmeye gelirdi.

Peki hizmetle iştigaliniz hep dışarıdan gelip dershaneleri ziyaret etmek şeklinde miydi? Yoksa bire bir dahil oldunuz mu?

Ailem vefat edince boşta kalmamak için kendimi dershaneye vakfettim. Tam on iki yıl boyunca Alibeyköy’de Celal Tetiker ağabeyle kaldık. Hizmet ettik. Rabbime hamd-u senalar olsun.

“ÖYLE İNANMIŞTIK Kİ ÖLÜM PAHASINA DA OLSA DAVAMIZDAN VAZGEÇEMEZDİK”

Malumunuz hizmet ettiğiniz dönemlerde anarşi ve terör had safhadaydı. Nur talebeleri bunlardan çok etkilendi. Siz ne sıkıntılar yaşadınız?

Nur talebeleri ağabeyler gibi biz de baskı ve zulmü gördük ve yaşadık. 1980 döneminde ticaretle uğraşırken Manisa Alaşehir’e gitmiştik. Akşam orada dershanede kalmaya niyetlendik. Akşam çay içerken dershaneye bir baskın oldu. Bizi karakola götürdüler ve on iki gün boyunca her gün karakolda nezarette kaldık. Daha sonra Manisa ağır cezaya sevk edilerek idamla yargılandık.  Sekiz boyunca Manisa ağır ceza mahkemesinde yargılandık. Hakim bize “Siz niye bu örümcekleşmiş kitapları okuyorsunuz, başka kitaplar yok mu?” diye soruyordu. Tabi verdiğimiz tatmin edici cevaplarla da olsa gerek idamla yargılandığımız davada beraat ettik.

Korkmuyor muydunuz?

Hayır efendim. Öyle inanmıştık ki ölüm pahasına da olsa davamızdan vazgeçemezdik. Bayram ağabey bize öyle teselliler verirdi ki, hala onu hissediyorum. “Kardeşler korkmayın, size bir şey yapamazlar. Risale-i Nurlar yasaklanamaz. O dünyanın kanun-i esasisi olacak” derdi rahmetli.

“İSTANBUL’DA ÇOK AZ SAYIDA DERSHANELER VARDI”

O dönemde İstanbul’un durumu nasıldı, dershaneler çok muydu?

O dönem sıkıntılı bir dönemdi, şimdiki gibi her tarafta dershane yoktu. Belli yerlerde az sayıda vardı. İstanbul’da evvelden Hilal ve Fakülte dershanesi vardı. Daha sonra Suffa kuruldu. Göztepe’de Demirci Hoca’mın kaldığı dershane vardı, oraya gidiyorduk. Yani böyle her mahallede dershane yoktu.

Hangi ağabeyler vardı?

Bahçelievler’de Şahin Hocam, Abdulvahit ve Ali Uçar ağabeyler vardı. Fatih’te bugün hala devam eden Nurtaşı vardı. Orda da Mehmet Fırıncı, Mehmet Birinci ağabeyler, Mehmet Kağan, Mehmet Karasan kardeşler vardı. Dediğim gibi çok az sayıda yerimiz vardı. Mustafa Kavurmacı ağabeylerin evi bildim bileli dershane olarak kullanılırdı.

“GAZİOSMANPAŞA’DA MÜLK DERSHANEMİZ OLDU”

Dershanelerin açılamamasının sebebi neydi, maddi sıkıntılar mı?

Hayır, Nurcu olduğumuzu öğrenince bize ev vermiyorlardı. Olan yerlerde de korka korka ve tek tek giderdik. Birimiz kapıda bekler, sırayla içeri girmesi için beklerdi. Ama nasip oldu Elhamdulillah, Gaziosmanpaşa’da mülk dershanemiz oldu. Açılışında Bayram ve Sungur Ağabeyler de vardı. Çok hizmetler inkişaf etti orada. Orada yetişen talebelerimiz şimdi önemli mevkilere gelmişler hizmet ediyorlar Elhamdulillah.

“RİSALE-İ NUR’U GÜN GELECEK DÜNYA OKUYACAK”

Peki o döneme kıyasla zor şartlarda yaptığınız hizmetlere binaen şimdi dünyanın çeşitli ülkelerinde dershaneler açılmış, ne hissediyorsunuz?

Biz onu düşünmekten ziyade Üstadımızın yaşantısına baktığımız zaman talebeleri yazarken üç-beş kişi varmış etrafında. Talebelerine “siz merak etmeyiniz gün gelecek bunu bütün dünya okuyacak” diyormuş. Bayram ağabeyin aklından geçmiş “biz beş kişiyiz burada, altıncı kişi yok nasıl dünya okuyacak?” Üstad şakadan ensesine vurmuş, “Keçeli kıyamete kadar gelecek nur talebelerini sayabilirim ve bir gün gelecek bütün kainat okuyacak” demiş. Biz bunları Bayram ağabeyden dinleyince zaten zerre kadar kalbimize şüphe gelmedi. Nitekim de Elhamdulillah bugün her tarafa gitti.

“KUR’AN SEVDASI BAYRAK YARIŞI GİBİDİR, BAYRAK KİMDE İSE ONU BIRAKMADAN İLERİYE KOŞACAK”

Şimdiki gençlerden beklentiniz nedir? O kadar zor günler geçirerek hizmeti bu noktaya getirdiniz, onlara ne tavsiye ediyorsunuz ve ne bekliyorsunuz?

Genç kardeşlerimiz önceden çekilen sıkıntıları görmedikleri için, hizmetin buraya kadar nasıl geldiğini çoğu bilmiyor ama inşallah öğrenecekler. Çok zor şartlarda ölmekler pahasına buraya geldi. Risale-i Nurlar insan için temel gıda gibidir. Risale-i Nurları okuyan insanlar bunu yaşıyorlar ve ifade ediyorlar. Yani maddi manevi hayatlarındaki terakkiye medar oluyor. Bunun için bu eserlere sahip çıkıp, hayatlarını onların ekseninde birleştirip büyük başarılara ulaşacaklarına inanıyorum. Kur’an sevdası bir bayrak yarışı gibidir, bayrak kimin elinde ise onu bırakmadan ileriye koşacak. Gençlerden de gelecekte bu hizmete talip olmalarını ruh-u canımızla bekliyoruz.

Röportaj: Ömer Çelebi-RisaleHaber

Romanya’da yaşanan bir ihtida hikayesi!

İlan edilmiş ancak yaşanmamış bir sevdanın hikayesidir Victor’un hayatı.

UNESCO Romanya Temsilcisi Victor Nitelea Romanya’da Kültür merkezi açan Türklerle irtibata geçer. Bunda Osmanlı’ya doğru bir yerden bakmasının ve Türklere karşı sempati duymasının etkisi de vardır. Bir zaman sonra Türk kültürüyle tanışan Nitelea, vakfın faaliyetlerine aktif destek verir. Vakfın Kurban faaliyetlerinde ve iftar proğramlarında hep vakıf üyelerinin yanında bulunur. Victor Nitelea vakıf temsilcilerinin samimiyetinden ve dostluklarından etkilenmiştir.

Romanya’daki Türklerle gönül bağı kuran Victor Nitelea bir zaman sonra kanser olur. İyi ilişkiler kurduğu Türkiyeli Mustafa o ara vefat edince Victor buna çok üzülür. Hastalığı günbegün ilerler. Ziyaretine gelen Türk dostlarına ‘’Mustafa beni çağırıyor bunu hissediyorum” der. Victor geri dönüşü olmayan bir sürece girer. Ayağa kalkamaz. Vücut fonksiyonları devre dışı kalır. Konuşmada dahi sıkıntı yaşar. Sürekli ziyaretine giden Türk kültür vakfının temsilcisi Victor’un geri dönülmez bir sürece girdiğini görünce ona açıkça tebliğde bulunur. Aralarında şöyle bir diyalog geçer:

‘’Victor, gel İslam ol!”

‘’Ben zaten bir olan Allah’a inanıyorum!”

‘’ Öyle değil! Seni çağırdığını söylediğin Mustafa ile ve bizlerle diğer alemde de birlikte olmak istemez misin?”

‘’Tabi ki sizlerle birlikte olmak isterim!”

‘’Bizimle birlikte olman için, kelime-i şehadet getirerek, İslam dinine girmen gerek, bu şart” der, vakfın temsilcisi.

‘’Peki ne yapmam gerekiyor”

Victor, hiç tereddüt etmeden söylenen kelime-i şehadeti tekrarlar.

‘’Hepsi bu kadar mı?” der Victor.

‘’Hayır, İslam’ın beş şartı vardır. Bunlardan birisini şimdi yerine getirdin. İkincisi oruç tutmaktır. Senin durumun bu şartı yerine getirmeye müsait değil. Dolayısıyla bu şarttan muafsın. Üçüncüsü zekat vermektir. Sen şimdi muhtaç durumdasın. Bu şarttan da muafsın. Dördüncüsü hacca gitmektir. Bu vaziyette bu şartı da yerine getirmen mümkün değil, bundan da muafsın. Beşinci şart namazdır ki bu konuda yapacak bir şey yoktur. Ancak şu anda yatalak vaziyetteyken bunu tam olarak yerine getiremezsin. Fakat namazını gözünle dahi kılabilirsin. Bu durumda sureleri ezberlemen de mümkün gözükmüyor. Şimdi sen şu kağıda yazdıklarımı, namaz vakitlerinde tekrar et inşallah namaz da yerine gelmiş olur. Allah’ın rahmeti boldur.”

Victor’un eline uzatılan kağıtta; ‘’Sübhanallah, elhamdülillah, Allahu Ekber” yazmaktadır.

Türk vakfının temsilcisi orada namazın nasıl, hangi vakitlerde kılınacağını anlatır.

Vakıf başkanı ve arkadaşları Victor ölmeden önce yine ziyaretine gelir. Artık kımıldayamaz ve konuşamaz vaziyettedir Victor. Başucunda dua okuyup kalkarlar. Tam kapıdan çıkarlarken, elindeki kağıdı kaldırır ve ‘’Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber!” der Victor.

Victor birkaç gün sonra Hakk’a yürür. Romanya geleneklerine göre ölen biri bazı değer verdiği eşyalarıyla gömülür. Mezarlıkta vakıf temsilcilerini gören hanımı, Victor’un cebinden kağıdı çıkarır gösterir ve tekrar cebine koyar. Victor öylece gömülür.

Büyük çoğunluğu komünizm döneminde geçen Victor’un hayatı; yeşili yorulmuş yabani otların arasından boy veren kırmızı bir gül olur, ilan edilmiş ancak yaşanmamış bir sevda olur.

Arif Akpınar

Arifakpinar1@twitter.com

arifhanakpinar@hotmail.com

İspanya – Endulus Risale-i Nur Hizmetleri

Esselamu aleykum ve Rahmatullahu,

Nurlar yine İspanya’da ve Allah’ın izni sizlerin dualarıyla yakında İspanya’da dersanemizi açıyoruz.Yine yüklenebildiğimiz kadar Risale-i Nur getirdik. İlk önce ilginç sayılabilecek bir tevafuk ile başlayayım. Her seferinde olduğu gibi Allah’ın yardımıyla bu seferde Müslüman bir kardeşimizin Madrid’teki boş olan evini açması bir nimet oldu. Verdiği adrese geldim ve sitenin kapısında “Residencia Mezquita” yazıyordu. Yani “ Malikane Cami” Bu sitede kalanlar Müslüman mı acaba dedim ama alakası yoktu.

1- Elhamdulillah, her gelişimde yeni ve önemli gelişmeler oluyor. Yazın tanıştığımız ve Said Nursi derneğini kurmuş, Risale-i Nur aşığı İspanyol bir Avukat ve Mısırlı bir İmam ve seneler önce Üniversite de görevli ve 7. Şua’yı İspanyolca olarak burada basan Faslı bir öğretim görevlisinin işaret ettiği üzere “Risale-i Nur’lar bir an evvel tercüme edilmeli ve buraya gelmeli” diyen bu kişilerle irtibatı kuvvetlendirmek, Risale-i Nurların burada neşri için ortak çalışmalar üzerine kendileriyle görüşmede bulunmak belli başlı ziyaret sebeplerimiz. Yapılabilecek bir panel, konferans üzerinde planlar üzerine konuşuldu. İspanya’daki neredeyse tüm guruplarla ilişkileri olduğundan özellikle avukat olan zat önem teşkil ediyor. Said Nursi derneğini kuran zatta kendisi.

2- 15 kusur senedir kurulan irtibatlar meyvelerini yavaş yavaş ve güzel ve bereketli bir şekilde vermeye başladı. Her zaman yanlarına uğramaya çalışıp kitaplardan birkaç tane bırakıp, hal ve hatırlarını sorduğum Suriyeli hakimiyetinde bulunan külliye yetkililerine geçtiğimiz haziran 2012 de tekrar uğrayıp bu sefer ızdırari bir şekilde Risale-i Nur derslerinin başlatılmasını istediğimde sanki bekliyorlarmış gibi

“tamam, Cuma günleri toplamda 99 kişi olan, ve her seferinde 30 – 40 kişi gelen 4 sene önce Müslüman olmuş bir gurubumuz var. Gel onlara Risale oku”

deyince rüyada zannettim kendimi. Ve hemen o Cuma derslere başladık ve burada olduğum zamanlar her Cuma ders yapılıyor. Ve gurubun müderrisi Doktor Aiman her zaman tekrarla: “ne zaman istersen burada ders okuyabilirsin, her zaman başımızın üstünde yerin var.” diyor. Ve o derslerin o insanların hoşuna gittiğini, istifade ettiklerini hem kendilerinden hem de başka kanallardan duymak bence bir hizmetin olduğu kanaatini uyandırıyor.

Geçen hafta Perşembe İspanya’ya geldim ve ertesi gün Cuma dersini yaptık ve Doktor Aiman hastanede görevli olduğu için gelmemişti. Kendisini selamlamak için Cumartesi ders yaptığı kütüphaneye gittim ve Cumartesi günleri gelen gurup içinde ders okumamı istedi. Ve yeni guruba hemen bir ders okudum. Pazar günleri gelen ayrı bir gurup olduğunu ve istersem o guruba da ders okuyabileceğimizi söyledi. Aynı bir gül dalında yan yana tomurcukların pat, pat diye açması gibi elhamdülillah. Ve o arada bir ders okumuştuk, sonradan bir kişi geldi ve benim giderayak olduğumu görünce “Gidiyormusunuz, biz sizi gördiük ve ders dinlemeye geldik” demesi aslında manidar. Evet, Madrid’te Suriyelilerin külliyesinde ders günü Cuma akşamı, Cumartesi ve Pazar gündüz olmak üzere 3 güne çıktı.

3- Bu gelişimde planımı mümkün olduğum nispette diğer şehir gezmelerine, yeni kişilere, guruplara, camilere ulaşmaya ve eski irtibatları tazelendirmeye ayırdım. Geçtiğimiz Pazar Madrit’ten yola çıktım. Geçen gelişimde ( Eylül 2012 ) bir davetle katıldığım İspanya İmamları’nın toplantısında tanıdığım belli başlı gurupların İmamları ve başkanlarını ziyaret etmek öncelikli hedefimdi.

İlk ziyaretim Madrit’e 3 saat mesafedeki BURGOS şehrine vardım ve haberleştiğimiz ilk kişilerden Burgos cemaatinin eski başkanı Muhammed Chograni ile buluştuk. Evine götürdü, sohbet ettik, Burgos ve İspanya’daki İslami gelişmeler ve sıkıntılardan bahsetti. Tanışmamızı istediği Enes isminde aslında mühendis olan ama Tercümanlık yapan bir zatı da davet etmiş, O geldi. Önce aparetif, hemen arkasından hanımının hazırladığı meşhur Fas yemeği maklube tarzı Kuskus yedik. Vakit geldi ve camiye gittik. Amacımız orada bir ders okumaktı ama biz vardığımızda cemaat dağılıyordu. Tekrar eve döndük, çaylarımızı içtik. O günlerde bir mevzu olmasından dolayı yazıcıdan çıktısını aldığım 12. Mektubu ders olarak Enes’e okuttuk. Hayran kaldılar. Diğerleri işe gideceğinden Cami İmamı Moritanya’lı Talha bana eşlik etti ve bir otel bulduk.

Ve ertesi sabah 2,5 saat mesafedeki SORİA şehrine gittim. Yine cemaatin eski başkanı olan ama onunla mutlaka tanışmamı isteyen birinin tavsiyesi üzerine Senagal’li Zakaria ile buluştuk. Sağ olsunlar nereye gittimse otogardan gelip aldılar. Zakaria beni ilk önce Camiye götürüp yeni başkan Ahmad ile tanıştırdı. Üstad’tan bahsettik, kitaplarımızdan İspanyolca ve biraz da Arapça verdim. Çok hoşnut oldular. Zakariya beni evine götürdü. Kendi evin gibi rahat ol dedi ve kardeşiyle tanıştık, sohbet ettik. Tabii ki sohbetlerimiz her zaman benim İspanya’da bulunuşum ve bu gezimin sebebi üzerine oluyordu. Konu içinde yine 12. Mektup meselesi geçince Zakaria’nın da ilgisini çekti ve kendisine mail atmamı istedi. Hemen orada gönderdim ve okuyunca: “Ben bunu Cuma hutbesinin konusu yapacağım, inşaalah” dedi. Heyecanla diğer kitapları incelemeye başladı. Eve ilk vardığımızda önce kıyma kavurmalı bir kahvaltı yaptık. Öğlen namazına camiye gittik.

İspanya’daki Araplar namazlarını camide kılmaya özen gösteriyorlar. Ve namaz bitince Zakariya ayağa kalkıp cemaate beni tanıtıp, ne amaçla orada olduğumu söyledi. Herkes gelip tokalaştı, hoşgeldin dedi. Tekrar eve döndük. Ve öğlen Senegal usulu maklube yapmışlar, ailesiyle birlikte yedik. Otobüsümün saati gelmişti ve meyve yiyemeyeceğimi söyleyince hanımı “al çantana koy sonra yersin” diye ısrar etti. Ve kendisi işe gideceğinden dolayı öğlen namazında imamlık yapan kardeşi otogara bıraktı.

Bu sefer yolculuk 1.5 saatlik mesafedeki LOGRONYO idi. Yukarıda bahsi geçen birkaç ay önceki İmamlar toplantısında tanıştığımız ve El Ezher’de okumuş Doktorasını yapmış, üstadı, Risale Nur’ları tanıyan ve çok hoşuna giden Dr. Alaa Said ile buluştuk. Henüz kitapları çıkarmamıştım ve sohbet ediyorduk. Mısır’daki evinde Külliyata sahip olduğunu ama İspanya’da Madrid’te hediye ettiğim küçük kitaplardan başka büyük kitaba sahip olmadığını söyleyince kendisine İşaretül İcaz hediye ettiğimde çok sevindi, teşekkür etti.

Kendilerine dünyanın bir çok yerlerinde uygulanan Türkiye modelinden bahsettim. Arapların neredeyse hafız gibi ayetleri bildiğini fakat ilmi yönüyle ilgili araştırma, okuma yapılmadığı ve bu nedenle İslamiyet’in olması gerektiği gibi yaşanmadığı ve gayri Müslimlere örnek olunamadığı konularını konuştuk. Türkiye’de gelen yeni nesilin Risale-i Nur metoduyla, aklın, kalbin , ruhun ve çeşitli letaiflerin birlikte hareket etmesiyle İslamiyet’in güzel bir şekilde anlaşıldığını, yaşandığını ve geliştiğini anlatmaya çalıştım.

İbni Sina gibi bir şahsın Haşir meselesinin akıl yoluyla çözülemeyeceğini söylemesine karşılık Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bunu Ahiretin sokaklarında gezdirircesine izah ettiğini dikkatle dinleyerek, cemaatlerinde Risale-i Nur’ları devreye sokacaklarını söylediler. Ve, oradan 1 saat uzaklıktaki enteresan kişiliğe sahip İspanyol vatandaşı ve İslamiyet’i 10 sene araştırdıktan sonra kabul eden 8 senedir Müslüman Dermatolog Dr. Luis Salas ile meşhur caddelerde boğaların insanlar arkasında koşuşturduğu şehir PAMPLONA’ya vardım.

Luis bir kaza geçirmiş ve değnekleriyle otogara karşılamaya geldi. Ben nereye gideceksek, otogardan ayrılmadan önce dönüş biletimi alayım yarın için dedim. “ne yarını, olur mu? En az birkaç gün kal sonra ne zaman istersen gidersin.” deyince bilet işini bıraktım ve önce ailesinin yaşadığı dairesine götürdü. 5 tane simsiyah 1,5 yaşından 13 yaşına kadar çocukları var. Eşi Senegal’li. Çocuklar biri hariç yatmıştı. Yemek yedik ve yakında ki bir dağ evine götürdü. Tripleks ve büyük olan dağ evinde önce kuzine tarzı sobayı ve aynı zamanda kat kaloriferini yaktı. Sonra oturduk, sohbete daldık. İspanyollar çok konuşur. Çok bilirler.

Ve bizim Luis’te Kur’an’dan aldığı bazı ayetleri alarak anladığı kadarıyla kitap haline getirmiş ve şu sıralarda da basımdaymış. “Sen hadis ilmi aldın mı?” diye sorduğumda, “ hayır” yanıtını verdi. “ee. Nasıl Kur’an ayetlerini anlayacaksın ki, kaldı ki daha bir çok ilim var bunu yapmak için?” deyince, “doğru söylüyorsun, birisi daha aynı şeyi söyledi” dedi. Ama o yinede yaptığı ile öğünecek, nede olsa İspanyol. Konuştukça arada sırada 23. Sözden ve Meyve Risalesinden dersler okuduk. Kendisine Madrid’te bıraktığım Risaleleri okuyup okumadığını sordum. İşlerinin çokluğundan dolayı kendisinin okuyamadığını ama eşinin hepsini okuduğunu ve çok beğendiğini söyledi. O gece 2,5 ‘a kadar saatin farkında olmayarak gerek ders okuduk gerek sohbet ettik.

Ertesi günü, eve gittik, kahvaltı yaptık, camiye gittik, imamla tanıştık ve kitaplarımızdan verdim. Hoşuna gitti. Tekrar ziyaretine gideceğimi söyleyerek ayrıldık eve gittik ve yine 2 kişilik yemek masası hazırdı. Eşini de ısrarla çağırdı ama eşi çocuklarla yiyeceğini söyledi. Eşi çok sempatik ve 5 çocukla evi çekip çeviren çalışkan ve çok şükreden birisiydi. Daha sonra bir ara dağ evine gittik. Sohbet ettik, Risale okuduk. Akşam eve gelip yemek yedik ve tekrar yatmaya dağ evine gittik.

Luis yapmak istediklerini yapamamaktan dertliydi. Dini öğrenmek için kendini tam veremiyordu ve bu onun için önemliydi. Ama işinin yoğunluğu, yazmaya ve basmaya çalıştığı kitap ve 5 çocuk. Ama esas dertlendiği diğer meselede çocuklardan birisi konuşma özürlüydü. Ona göre çok yaramaz, kırıyor, döküyor, eline geçirdiği her şeyi bozuyordu. Kaderin nasıl adalet ettiğini keşfedemiyordu. Hastalar Risalesini aldık ve ben 9. Deva’ya geldiğimde kendisine verdim, o devam etti birazda. “Evet, benim bu kitaplara zaman ayırmam lazım, belki de emekliliğimi istememin zamanı geldi” dedi. Her nereyi okuduksa “Evet çok doğru, aynen öyle” demekten kendini alamıyordu. Ve, 2 gün orada kaldıktan sonra Luis’in “Birkaç gün daha kal, sohbete ihtiyacım var” demesine rağmen yolum uzundu ve müsadesini isteyip ihtiyacım yok dediğim halde zorla hediye ettiği çok güzel bir kabanla yola devam ettim!

İstikamet ZARAGOZA oldu. 2,5 saat sonra Zaragoza’da Cezayir’li Nouh kardeşimle buluştuk. Otogardan Camiye götürdü. Güzel bir tevafuk yaşadık. Zaragoza’da 11 cami var ve bu gittiğimiz caminin adı RİSALE. Yine Cezayirli olan İmam Abdüsselam ile tanıştık. Risalelere çok sevindi. Üstadı duymuş ama okumamış. En kısa zamanda okuyacağını söyledi. Daha sonra Faslı bir kardeşinde katılmasıyla bir restorana yemeğe götürdüler. Risaleleri ilgiyle dinlediler. Çok hoş sohbet geçirdik. Ve 4,5 saat sonra BARCELONA. Allah razı olsun, 94 senesinden Türkiye’de tanıştığımız ve polis olan Guillem isimli dostum ben gidene kadar otel ayarlamasını yaptı.

Valizlerle otel araştırmak zor oluyor. Akşam yemeği yedik, İslamiyet’e yakınlığını, hazır olunca mutlaka Müslüman olacağını, diğer dinlerde karanlıklar olduğunu hep dile getirir. İnşaalah özellikle eşinin etkisinden kurtulurda Müslüman olur. Ertesi günü her zaman bizlere destek olan, Risaleleri insanlara ulaştırmada yardımcı olan Barcelona İslam Konseyi Organizatörü Camal’e uğradım.

Barcelona hatta İspanya’da en büyük gurupların başında olan Şeyh Hasan geldi biz sohbet ederken. Tarık Bin Ziyat camisinin imamı. 93 senesinde tanıdıydım kendisini ve sanırım 95-96 senelerinde Arapça Risale vermek istediğimde ve Kur’an Tefsiri deyince şöyle yanıt vermişti: “ La ilahe illallah”ın nesini tefsir edeceğiz ki? Kur’an’ın tefsire ihtiyacı yok” diye kestirip attıydı. Çok ta soğuk bir yapısı var. Ve bu sefer Camal’lin de olmasını fırsat bilip: “ Şıh Hasan, sana Risaleleri 16 – 17 sene önce bahsettiğimde böyle böyle demiştin. Fakat bugün dünyada ellinin üstünde dilde çoğu ülkede okunuyor, alimler öneminden bahsediyor. Şimdiki fikrin nedir, bıraksam okur musun?” diye sorunca ilk önce bir şaşırdı ve ne diyeceğini toparlayamadı.

Camal’da diğer taraftan ona bastırıcasına, “Mehmet açık açık söyledi. Sen de açık açık konuş” dedi. Çünkü Camal Üstadın müceddidliğini biliyor ve Şıh Hasan’ın bu durumunu benimsemiyordu. Bu sefer şıh Hasan: “Okuruz, ama benim İspanyolca bilgim o kadar iyi değil” diye tabiri caizse gevelemeye başladı. Çantadan Arapça İhlas ve büyük kitaplardan Muvazenet’i çıkardım kendisine İhlas ve Uhuvvet’i uzattım ve “Bir incele bakalım” dedim. Zaten o sırada İspanyolcalara göz gezdiriyordu. Sonrada İhlas’ı okumaya başladı. Bir ara Camal dışarı çıkınca 17 sene önceki sözünü tekrarladı. Ben yine de okumasını söyleyince, “dursun, okuruz” dedi. Camal’e 30 – 40 kadar ofisine gelen gidenlere vermek üzere kitap bıraktım ve 30 kilometre uzaklıktaki MATARÓ kasabasına gittim.

Seneler önce Üstadı duyunca heyecanlanan bir imam vardı, onu görürüm, biraz kitap bırakırım dedim. Bu ziyaretlerimin neticesinde aslında aşinalığı oluşturup zamanla çeşitli noktalarda ders başlatma zemini oluşturmak. Ve trenin azizliği nedeniyle ikindi vaktini kaçırdım. Bu da o bölgede açılmış siyahilerin camisi olduğunu duymama ve oraya gitmeme vesile olmuş oldu. Cemaatin sekreteri Al Emin ile tanıştık. Kitaplardan bahsettim. Temkinli olduklarını, her kitabı cemaatine, çucuklara iletmediklerini söyledi. Daha önce dolaştığım Dr. Alaa Said gibi kişilerin isimlerini verince biraz rahatladı, okuyacaklarını uygun görürlerse istifade etmek istediklerini söyledi. Arapça web sayfasından diğer kitapları da okuyabileceğini söyleyip sadece bir takım kitap bıraktım ve Faslı kardeşlerin camisine akşam namazında buluşmaya gittim.

Namazdan sonra Kur’an’ı Ticani tarikatı tarzında okuyarak zikir yaptılar. İçlerinde bir İspanyol vardı ve belli ki Ticani aşısını o yapmış oraya. Çünkü Granada Ticanilerinden olduğunu öğrendim. Ama Granada’dakiler de her zaman bize Risaleler konusunda destek olmuşlardır. Bir keresinde ( ilk tanıştığımda ) Risaleleri ve Üstadı haftalık Konferans programında anlatmam için baya ısrar etmişlerdi ve ben Faris Kaya ağabeyin de tavsiyesiyle nazlanmıştım, tercümelerin daha olmadığını falan söyledimdi ve Mümin isimli İtalyan bir kardeşle oturup 3 günde şimdiki kısa Tarihçe-i Hayatı orada tercüme yapmıştık.

Sene 2003. 2007 de de Caminin yıl dönümü programında yine Üstadı ve Risale-i Nurları anlatmayı programlarına almışlardı.Ben rastgele gittiğim halde beni de programa dahil etmişlerdi. Evet, namazdan sonra kim olduğumu, nereden gelip nereye gittiğimi sordular. Açıklayınca o İspanyol kardeş kendisinde Risalelerden olduğunu seneler önce Granada’daki İslam Kültür Merkezi’nin müdürü Abdülhasib’in kendisine verdiğini söyledi. Bu şekilde dolaşarak kitaplardan takdim ettiğimi söyleyince espirili bir şekilde “e bize de ver o zaman” deyip ellerini açtı. Ve çantadan 20 kusur kadarda onlara kitaplarımızdan verdim. İmama ise her yerde yaptığım gibi büyük kitaplardan verdim.

Sponsorluğu kime kaldı bilmiyorum ama İstanbul’dan 10 kusur kadar büyük boyda Arapça kitap aldımdı. Orada da güzel bir sohbet oldu ve geç olmadan trene binip Barcelona’ya geri döndüm. O gün otel garsonu Hintli Tevfik’le tanıştık, risalelerden bahsettim ve kitaplarımızdan takdim ettim. Sohbeti bırakıp kitapları incelemeye başladı ve bir türlü bırakamadı ve iletişim adreslerimizi aldık. Ertesi sabah erkenden VALENCİA yoluna koyuldum. 4.5 saat sonra vardım ve Valencia İslam Kültür Merkezine gittim. İmam ve Müezzinle tanıştım. Mısırlı imam Muhammed Ali Muhammed ile baya bir sohbet yaptık. Ona’da bir İşaretül İcaz verdim. Çok samimi bir kişiliği vardı. Risaleleri ve Üstadı duymuş. Onunda evinde varmış. Kitaplardan bir 20 kadar bıraktım ve Cuma namazı için hazırlığa geçtik.

Cuma’dan sonra daha büyük bir caminin varlığından bahsettiler ve oraya gittim. Oradaki cemaatle tanıştık. İmam Abdul Raheem ile sohbet ettik. Türkiye’deki gelişmeleri takip ettiklerini, memnun olduklarını belittiler.İmam oradakilere Mustafa Kemalin Üstadı meclise davetini ve Üstadın meclis konuşmasını anlattı. Dinleyenlerin çok acaiplerine gitti. Kitaplara sevindiler. Bir daha ki gelişimde daha çok getireceğimi söyledim. Ve o gece 8.5 saatlik bir yolculukla ALMERİA şehrine vardım.

Almeria’ya geliş sebebim bir kişi içindi. Yusuf Ali Al Endülüsi. Enteresan bir insan. Her nekadar telefonunu bana Arjantin’deki kardeşler verdiyse de ben kendisini 7 – 8 sene önce Granada’nın meşhur ORGİVA köyünden iyi tanıyorum. Bir ara beraber kalmıştık. Biraz deli doludur ama 30’unda samimi bir genç. Türkçe’yi 2 – 3 aydır öğrenmeye çalışıyormuş ve bayağıda sökmüş. Gelenin ben olduğunu öğrenince çok sevindi. Otogardan gelip aldı ve ilk önce bir Fas kafeteryasına gittik bir Harira ( çorba ) içtik. Sonra çalıştığı Dönerci dükkanına gittik. Türk patronlarıyla tanıştık. Aşağı kata indik ve Yusuf Ali ile biraz sohbet ettik, Türkçesini geliştirmek için bol bol Türkçe Risale okumasını tavsiye ettim. Yanımda olan 4 tane küçük Türkçe kitabı kendisine bıraktım. Ve hemen orada kendisini Türkçe Risale okurken dinlememi istedi. Entonasyolar hariç güzel okudu. Ama Azarbaycan ve Rusya’da ki kardeşlerimizden örnekler vererek yaza kadar durmadan Türkçe Risale okumasını tekrar tekrar tavsiye ettim. Yazın Türkiye’ye gelmesini ve dersanede kalmasını önerdim. Tamam dedi. Türkçeyi iyice öğrenince ve Risaleleri birkaç kere okuyunca hemen Türkçe’den İspanyolca’ya direk tercümeye başlamamız gerektiğini söyledim. Sevinerek “OK” dedi. Hayalinde bir Türk ile evlenmek var.. ”2 – 3 sene evlilik yok, önce tercüme, sonra evlilik” deyince güldü ve “tamam, tamam” dedi. 7 – 8 sene önce tanıdığım İspanyol asıllı ve kendini o zaman Yusuf İslam diye adlandıran bu kardeşimiz ile şimdiki Yusuf Ali arasında zamanla İslami baya bir gelişme olmuş. İnşaallah İstanbul’a, yaz programlarına falan katılırsa Risaleleri okursa, tercüme noktasında büyük faydası olabilir.

Ve 2 saat sonra GRANADA. Granada’da aslında 1 gün kalmam gerekirdi ama Pazara denk gelmesi nedeniyle kişileri bulmak zor olacağından, 5 saat kalıp, birkaç arkadaşı görüp, ve camiyi namaz vesilesiyle de ziyaret edip yolda esnaflarla sohbet ettik. O arada Faslı bir esnafın dükkanında 4 İspanyol genç müşteri de varken Risalelerden bahsettik ve gençlerin ilgisini çekti ve birisine 23.Söz hediye ettim. Çok memnun oldu. Esnaf kardeş meşgul olduğu için daha sonra uğrayacağımı söyleyip ayrıldım ve birkaç adım sonra dur bir de Tabiat Risalesi vereyim, bu İspanyol’larda ateislik gittikçe yaygınlaşıyor dedim ve döndüm “size bir de bu kitabı vereyim” dedim ve mahiyetinde biraz bahsettim. Bu sefer diğerleri “ ama biz de isteriz” dediler ve birer tanede onlara verdim. Hiç belli olmaz. Bir keresinde SELÇUK Meryem Ana’da birisine İngilizce Tabiat Risalesi vermiştim. Aradan bir sene geçtiğinde o kişiden bir mail gelmişti ve diyordu ki: “Ben ateist biriydim ve Tanrı inancım hiç yoktu. Ama o verdiğin kitaptan sonra düşünmeye başladım. Sanırım Tanrı var”… İnşaalah bunlara da etki eder… Amin.

4- Ve 5 saatlik bir yolculukla tekrar MADRİD. Kuzeyde karlı, doğuda mutedil, güneyde yağışlı günleri geride bırakıp Madrid’e vardım ve İspanya’ya 10 gün önce ilk geldiğim günlerde Madrit’in Torres de Alameda beldesini ziyaret etmiş, doktora çalışması için İspanya’da olan İslamic Relif isimli Cemaatin başkanı olan S. Muhammed Ahmed Taleb ile görüşmeye gitmiştim. Onu’da İmamlar toplantısında tanımıştım. Çok efendi, nazik birisi. Moritanya’lı bu İmam ile Risale-i Nurlar ile ilgili baya bir sohbet yaptık. Risale derslerinin öneminden bahsettim. İranlı Rektör Şirazi’nin İran’daki sempozyumda bahsettiği gibi Said Nursi’nin mezhep ve milletler üstü bir anlayışta olduğunu, Türkiye’nin içinde bulunduğu zor dönemde halkı, özellikle gençleri Kur’an-ı Kerim ile buluşturduğunu, barıştırdığını ve Hutbe-i Şamiye’de belirtilen 6 hastalık ve çarelerini bahsettim. İlgi ile dinledi ve istersem, hafta içinde gelip cemaatle sohbet edebileceğimi bahsetti. Ve gezi dönüşü dün kendisine mail atıp döndüğümü ve ders için gelmek istediğimi söyledim. Ne zaman istersem gelebileceğimi cevapladı. Çok sevindim. Bende bugün Salı 22 Ocak’ta yanıma kitaplar alıp Torre de Alameda’ya yola çıktım. Madrid merkezden 50 dakika ev de şehir içi ulaşım 45 dakika! Akşam namazı ile yatsı arası cemaatin camide hazır olacağını söylemişti. Akşam namazından 15 dakika kadar önce camiye vardım ve Muhammed Ahmed Taleb karşıladı. Cemaat yavaş yavaş gelmeye başladı ve Akşam namazını kıldık ve bir derslik gibi yerde derse geçtik. İlk önce Türkiye’nin kısaca 1920’li yıllarını sonra 23 ve 25’ten sonrasından bahsederek Üstadın hayatından bölümler alarak sohbete giriş yaptık. 15 – 20 kişi kadardılar ve imam hariç hepsi Faslı idi. Genelde anlıyorlardı ama Moritanyalı imam M.A.Taleb yinede arada bir Arapça tercüme yapıyordu. Mirza efendinin ineklerinin ağzını bağlama hikayesinden, Gladston’dan Nikoleviç’e kadar meseleleri hayranlıkla dinlediler. Yüzlerindeki ifadeler çok ilginçti. Sonrada 2 çeşit tefsir olduğunu ve bu asırın bir Kur’an dersi olan Risalelerin öneminden bahsederek teberrüken 23. Söz,3. Nokta’yı okuduk. Çok memnun oldular. Kendilerine birer kitap verdim, arkadaşlarına ve İspanyol komşularına vermek üzere daha da istediler. Ve Türkiye’ye gidip geldikten sonra haftalık mutat olarak derselere devam edeceğimizi söyledim ve son otobüsü kaçırmamak üzere mutlu bir şekilde ayrıldım.

5- İnşaallah dersanemiz de olduğu zaman yine Madrid içinde irtibatlı olduğumuz örneğin Raul isminde bir kardeşimizle 3 ay önce tanışmıştık ve gelmeden öncede onunla irtibat kurup arkadaş gurubuyla tanıştık. Onlarla bir ders günü koymamız büyük olası. Ve daha Hamid gibiler Risalelere tüm enerjileriyle sarılacak büyük yetenekler. Yine Madrid’te Pablo ( Halid ) Doktor Aiman’ın “bu gence sahip çıkın, 100 kişiye bedeldir” dediği gibi yapılacak çok iş var ve aciliyet var. Mecburi bir dönüş sebebiyle Türkiye’ye 26 Ocak’ta dönüp inşallah Mart İstanbul okuma programının hemen arkasından uzun süreliğine tekrar dönüş yapacağım. Madrid’te 4 ders gününü inşallah birkaç yere daha koyup 7 güne çıkaracağız.

Dualarınızla, esselamualeykum, aciz kardeşiniz

Mehmet YÜCELİ

Başkalarını kurtaralım derken, kendimizi unutuyoruz..

İnsan evvela kendini kurtaracak ki sonra başkalarını kurtarabilsin. Yüzme bilmeyen bir insan boğulmakta olan birini kurtarmaya çalışırsa ikisi de birbirine sarılarak boğulur.

Bu sebepten, insan evvela kendini kurtarmalı. Bu kurtarmada maneviyat ve maddiyat vardır. Bir şahıs, manevi şüphelerden kendini kurtarabilmek için okuyacak, araştıracak, şüpheden şüphesizliğe geçecek. Sonra öyle bir hayat yaşayacak ki onu tanıyanlar onun hayatına gıpta edecek.

Mesela makam sahibi olan dindar bir fabrika müdürü namaz kılmayı serbest bırakabilir, talebe yetiştirebilir.

Bir öğretmen öyle cümleler kullanır ki öğrencileri kurtulur.

Bir tüccar zekâtını isabetli yerlere vererek pek çok kimsenin kurtulmasına vesile olabilir.

Baktım ki romanla kendi davalarına hizmet eden insanlar var, ben de Minyeli Abdullah’ı yazdım. Kalemi elime aldığımda şöyle düşünürüm: Acaba okuyuculara nasıl faydalı olabilirim? Her şey zıddıyla bilinir. Ehli dalalet batıl davalarına hizmet etmek için çok büyük gayretler sarf ediyorlar. Servetlerini, makamlarını o yöne yönlendiriyorlar. Müslüman da aynı şeyi yapabilmelidir.

Bir arkadaş Zübeyir Gündüzalp Ağabey’e geliyor diyor ki: “Üstadımız altıncı sözde, ‘Organlarını Allah’a sat, O’nun adına çalıştır. Karşılığında Allah sana cennet gibi bir ücret verecektir.’ buyuruyor. Ben de böyle yapacağım.” Zübeyir ağabey de bunun üzerine o arkadaşa demiş ki: “Neyin var ki, neyini feda edeceksin? Evvela bir şeylere sahip ol, ondan sonra onları feda et.” O arkadaş evvela tahsilini tamamladı, doktor oldu. Muayeneye gelen hastalarına iman hakikatlerini anlattı.

Bir insanın ya mesleği, ya serveti ya da ilmi olacak… Onları Allah için, İslamiyet için kullanacak.

Kendini kurtarmayan başkalarını da kurtaramaz ve ümitsizliğe düşer. Fakat Allah rızası için çalışanlar asla ümitsizliğe düşmez, vazifesini yapar.

Şunu kati olarak bilmeliyiz ki, İslamiyet’i öğrenmek yaşamak ve anlatmak bizim vazifemiz; fakat ana-babamız, çocuğumuz, eşimiz de olsa başkalarının İslam’ı öğrenip yaşamaları Allah’ın takdir edeceği bir şeydir. Vazifemiz tebliğdir, irşad Allah’a aittir.

Bazı kimseler yakınlarını mutlaka İslam esasına uydurmaya çalışırlar. Bu kimseler İslamiyet’i anlayamamış. Zira birçok peygamber, yakınlarını irşad edememiştir.

Geçtiğimiz günlerde bir hanım geldi, dedi ki: “Sorumlu olduğum kişilere sözüm tesir etmiyor. Beni dinlemiyorlar. Vazifemi hakkıyla yapamıyor muyum?” Ona dedim ki: “Bu din, sahipsiz değildir. İslamiyet’e hizmet etmek vazifesini size kim verdi? Siz kendinizi kurtarmaya çalışın. Bir Müslüman’ın kendini yetiştirmesi, milletinin kurtulması derecesinde mühimdir. Siz susabildiğiniz kadar susun, İslamiyet’i yaşayabildiğiniz kadar yaşayın.

Kendi hayatımdan bir misal vereceğim. İslamî çalışmalara başladığımda milleti kurtarmak için işe başlamıştık. Anlattıklarımızı tamamen doğru ve kabule değer şeyler görüyorduk. Bizleri dinleyenlerin bunları kabul etmemesine kızıp, üzülüp ümitsizliğe düşüyorduk. Hatta hasta olduğumuz devirler bile oldu. Bir doktor, “Sen bu beyninden ne istiyorsun?!” diye kızmıştı bana. Bütün meselemiz milletin kurtulmasıydı.

İslamiyet’i zamanla öğrendikçe bizim vazifemizin sadece ve sadece İslamiyet’i öğrenmek, anlamak ve yaşamaktan ibaret olduğunu anladık, çok rahatladık.

Nefis şöhret ister. O zaman adam istiyor ki etrafında insanlar toplansın, sözü dinlensin. Halbuki hubbu cahtan, hubbu riyasetten şiddetle kaçınmak lazım. Yani reis olmak, baş olmak sevdası…

Ben şöyle yüksek yerlere geleyim, şöyle yüksek makamlar edineyim diyerek hizmet etmek… Bu kişide ihlas yoktur. Bana göre yaptığı bütün ammeler havaya gidiyor.

İslamî hizmetlerde başkan olma, sözüm dinlensin sevdası olmayacak.

Hekimoğlu İsmail