Etiket arşivi: hizmet

Abdurreşid İbrahim Kimdir? (1857-1944)

abdurresid-ibrahimAbdürreşid İbrahim, bir asra yakın ömrünü İslam’ın ihyasına, İslam dünyasının kurtuluş ve uyanmasına, Müslümanların dert ve meselelerine harcamış bir isim. Avrupa, Asya ve Afrika’yı gezen Abdürreşid İbrahim özellikle Japonya’da İslam’ın tanınması ve yayılması konusunda önemli hizmetler yapmıştır.

Bir asra yakın ömrünü İslam’ın ihyasına, İslam dünyasının kurtuluş ve uyanmasına, Müslümanların dert ve meselelerine harcayan Abdürreşid İbrahim, Sibirya bölgesinde yaşayan Rusya Türklerindendir. 1857 yılında Tobolsk vilayetinin Tara kazasında dünyaya geldi. Babası Ömer Efendi, Tara’nın eski Özbek ailelerinden İbrahim Ahond’un oğludur. Abdürreşid İbrahim soy isim olarak dedesinin ismini almıştır.

Abdürreşid İbrahim, o devirde takip edilen eğitim usullerine göre düzenli bir dinî ve ilmi eğitim gördü. O zamanın meşhur medreselerinden sayılan Kışkar’da okudu. 20 yaşına varıncaya kadar memleketindeki medreselerde temel eğitimini tamamladı. Bir müddet Kırgız bölgesinde dolaşarak dinî dersler verdi, halkı aydınlatıcı irşat hizmetinde bulundu.

Bilgi ve görgüsünü arttırmak ve tahsilini ilerletmek maksadıyla İslam memleketlerindeki ilim ve irfan merkezlerine gitmek üzere yola çıktı. İlk defa 1877’de İstanbul’a geldi. Burada bir müddet kaldıktan sonra Mekke ve Medine’ye geçti. Dinî tahsilinde esas teşkil edecek ilmi bu mübarek topraklarda elde etti.

Abdürreşid İbrahim zihin ve hafızasına yerleştirdiği ilim ve irfan; duygularını doldurduğu yiğitlik ve cesaretle mukaddes beldelerden ayrıldı. 1881’de tekrar İstanbul’a geldi. Sadece bilgi ve görgünün kâfi gelmeyeceğinin farkındaydı. Memleketinde daha faydalı olabilmek, Rus tahakkümü altında mazlum bir vaziyette bulunan milletine hizmet edebilmek ve bütün Müslüman Türkler arasında daha verimli çalışabilmek için tecrübeye de ihtiyacı vardı.

O zamanlar İstanbul’da çeşitli Türk oymaklarından gelmiş, Müslüman Türkler arasında dil ve kültür birliğini kurmayı hedef edinmiş seçkin bir heyet de bulunuyordu. Bu heyetle birlikte bir çalışma ve ziyaret programı tertip ederek İstanbul’da mevcut eğitim kuruluşlarında incelemeler yaptı; ilim, fikir, edebiyat, eğitim ve kültür sahasında isim yapmış şahsiyetlerle görüştü. Namık Kemal, Ahmed Vefik Paşa, Muallim Naci, Cemaleddin Efganî, Ahmed Mithat Efendi gibi kişilerin çeşitli konulardaki tecrübe ve çalışmalarından istifade etti, bilgi aldı. Bilhassa eğitim ve öğretim programlarının tanzim, tertip ve ıslahı; müspet ilimlerle dinî ilimlerin birlikte okutulup öğretilmesi hususunda yaptığı incelemeler sonunda tatbike yönelik kararlar aldılar. Varılan bu kararları bütün Türk bölgelerinde, daha çok Sibirya Türkleri arasında tatbik yollarını araştırdılar.

Bu inceleme ve araştırmalardan sonra düşüncelerini ve alınan kararları kendi memleketinde ve esir Türkler arasında tatbik etmek gayesiyle memleketine döndü. Genç neslin yetişmesi, halkın irşadı ve uyanması, ortak düşmana karşı Müslümanların güç birliği içinde bulunmaları için mühim teşebbüslere geçti. Okullar açtı, tasarlamış olduğu eğitim programını tatbik etme imkânı buldu. Camilerde vaaz vererek, çeşitli toplantılar tertip ederek Müslümanların uyanmasına çalıştı.

“Reşid Kadı”

Dinî ilimlerde derin bir bilgiye sahip olan Abdürreşid İbrahim, Rusya Müslüman Türkleri arasında “Reşid Kadı” olarak da tanınırdı. Resmen de kadılık vazifesi yapmıştı. 1787 tarihinde II. Katerina, Müslümanlara şirin görünmek maksadıyla Orenburg’da şer’î bir mahkeme kurdurmuştu. Bir art niyete âlet gayesiyle kurulan mahkeme Müslümanlara büyük hizmet etti. Milyonlarca Müslüman’ın mercii oldu. Fakat daha sonra Rusya hükümeti, Müslümanları buradan soğutmak için mahkemenin başına cahil ve ehliyetsiz kimseleri getirdi.

1890’lı yıllarda bu mahkemeye aza olarak seçilen Abdürreşid İbrahim, reisin bulunmaması üzerine sekiz ay kadar da mahkemenin reisliğini yaptı. Hükümetin nasıl bir tuzak kurarak mahkemeyi kendi emellerine âlet ettiğini anlayınca daha fazla dayanamadı. Zaten elinden gelen bir şey yoktu. İstifasını vererek 1895’te İstanbul’a geldi.

İstanbul’da bulunduğu sırada Rusya Müslümanlarının geleceğini, Orenburg Şer’î Mahkemesi’nin durumunu, idarî şeklini, mahkemenin ıslahı için yapılması gereken hususları anlatan Çolpan Yıldızı adında bir kitap yazdı. Kitabı gizliden bastırarak Odessa’ya ulaştırdı ve Rusya Müslümanları arasında yayılmasını sağladı.

İstanbul’da daha fazla kalmayan Abdürreşid İbrahim 1897 Nisan’ında başlayıp 1900 yılı Ocak ayının 4’ünde sona eren, Avrupa, Kuzey Afrika ve Asya’yı içine alan üç senelik uzun bir seyahate çıktı. İstanbul’dan Mısır’a, oradan sırasıyla Tihame (Sina çölünden Kızıl Deniz boyu uzanan bölge), Filistin ve Hicaz bölgelerini dolaştı. Buradan Avrupa’ya geçti. Fransa’dan başlayan bu seyahat, daha sonra İtalya, Avusturya, Sırbistan (Yugoslavya), Bulgaristan ve Batı Rusya’dan Kafkasya tarafına, oradan Hazar Denizinin üst bölgelerinden Buhara, Batı ve Doğu Türkistan, Yedisu ve Sibirya yoluyla asıl vatanı olan Tara’da son buldu. Fakat bu seyahati esnasında tutmuş olduğu notları daha sonraki yıllarda yayınlamaya fırsat ve imkân bulamadı.

1900’de yeniden İstanbul’a geldi. Fakat 1905 yılında Rusya’da meşrutiyetin kabulünden sonra Müslümanları uyandırmak ve birleştirmek hususunda daha serbest çalışma imkânı doğdu. Bunun üzerine Sibirya’ya döndü. Birkaç yoldan faaliyete geçti.

Bu sahadaki hizmetlerini teşkilat kurarak, kongreler tesis ederek, hatta partilerde vazife üstlenerek yaptığı gibi, basın ve yayın yoluyla da ayrı bir cepheden İslamî potansiyeli muhafazaya, aktif hale getirmeye, Müslümanların gasp edilen hak ve hukuklarını elde etmeye, Rusya idaresine karşı varlıklarını kabul ettirmeye gayret etti.

Fakat 1907 yılı ortalarında Rus idaresi başlatmış olduğu hürriyet havasını kıstı, bilhassa Müslümanlar tarafından yapılan bütün faaliyet ve çalışmalara yasaklama getirdi. Matbaaları kapattı, gazetelerin yayınına son verdi, kurulan teşkilatları lağvetti, dağıttı. Bu arada Abdürreşid İbrahim’in Ülfet Matbaası ve aynı adla çıkarmış olduğu gazetesi de kapatıldı. Artık yıllar önce düşünmüş olduğu seyahate çıkmaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı. Bunun için 1907 sonlarında Batı Türkistan bölgesini, Buhara, Semerkand, Yedisu ve civarını içine alan bir seneyi bulan bir seyahate çıktı. Evinin bulunduğu Tara’ya geldikten sonra ailesini ve çocuklarını Kazan’a yerleştirdi. 1908 Eylül’ünde Sibirya, Moğolistan, Mançurya, Japonya, Kore, Çin, Hindistan ve Orta Doğu’yu içine alan ve 1910’da İstanbul’da nihayet bulan bu uzun ve yorucu seyahate başladı.

Büyük seyahat

Abdürreşid İbrahim, gayesini ve seyahate çıkış maksadını kendisi şöyle ifade eder: “Ben tiynet ve yaratılış icabı olarak millî hayatım demek olan şu İslamî hayata hizmet yolunu tuttum. Bu uğurda türlü zahmetlere göğüs gerdim. Çoluk çocuğumu feda ederek İslam düşmanlarına karşı ne gibi teşebbüsler münasip görüldüyse, sebeplerine yapışmakta kusur etmedim.”

Bu seyahati esnasında Asya kıtasına serpilmiş vaziyette bulunan, Rusya ve Çin gibi mütehakkim devletler tarafından hak ve hukukları gasp edilmiş, ikinci sınıf vatandaş muamelesine tâbi tutulmuş azınlık halde yaşayan, çoğu Türk olan Müslümanların yurtlarına uğradı. Hayat tarzlarını yerinde gördü, maddî ve manevî meselelerini dinledi, hal çareleri araştırdı. Dinî hayatlarını, İslam’ı nasıl tanıdıklarını, yaşadıklarını, millî ve İslamî hüviyetlerini muhafaza edip edemediklerini müşahede etti. Netice şuydu: Rusya ve Çin idaresi altında yaşayan Müslümanların hem dünya hayatları, hem de dinî hayatları içler acısıydı, eksikti. Birçok hurafe ve batıl âdetlerin, inançların tesiri altında kalmışlardı. Sevindirici tarafı da vardı: Bu kadar baskılara rağmen bütünlüklerini korumuşlar, dinlerini bırakmamışlardı. Az bir gayret ve yardımla uyanabilir, düzelebilirlerdi.

Malezya ve Hindistan gibi birer İngiliz sömürgesi olan ülkelerdeki Müslümanların durumunu da gören Abdürreşid İbrahim, aynı problem ve sıkıntılarla onların da karşı karşıya olduklarını gördü. Buradaki Müslümanların daha çok cehaletlerine kurban gittikleri açıkça belliydi.

Üzerinde durduğu ve ihmal etmediği bir husus da, uğradığı her devlet, her şehir ve hatta en küçük bir yerleşim merkezinde dahi orada bulunan okul ve medreselere uğrayıp hocalarıyla görüşmesi, talebelerini imtihan etmesi, program ve müfredatını tetkik etmesiydi. Bilhassa İslam beldelerinde bu meselenin üzerinde çok durdu. Müslümanların terakkisinin eğitimden geçtiğinin farkındaydı. Hatta bu ihtiyacı hissettiği için, Türkistan’da bir kasabada bir müddet kalıp ders bile verdi. 6-7 ay kadar Japonya’da kaldığı müddetçe en çok meşgul olduğu, alaka duyduğu ve incelediği meselelerden birisi de Japon eğitim usulüydü. Okulların tertip ettiği merasimlere katılıyor, konuşmalar yapıyor, her sahada kurulan okulları geziyor, incelemelerde bulunuyor, teftiş ediyordu.

Japonya’da İslam

Japonya’da bulunduğu sırada bir işçiden, bir köylüden milletvekiline, bakana ve hatta prense varıncaya kadar her kesimden ve seviyeden insanlarla görüştü, fikir alışverişinde bulundu, Japonya’nın tarihi, kültürü, geleceği ve millî hususiyetleri hususunda bilgiler aldı. Yeri geldikçe, münasip bir zemin buldukça da, kendisi İslamiyet hakkında bilgi veriyor, İslam’ın hususiyetlerini anlatıyor, İslamiyet’i onlara tanıtmak ve hoş göstermek için çok ihtiyatlı hareket ediyordu. Nitekim bu çalışmasının neticesini de gördü. Görüştüğü bu kimselerden bir kısmı Müslüman olmuş, büyük bir kısmı İslamiyet hakkında sağlam ve sıhhatli bilgilere sahip olmuştu.

Bu seyahatte dikkate değer başka bir husus da, Abdürreşid İbrahim’in Japonya’yı Japonya yapan millî âdet, ahlâk ve değerleri incelemesi, Japonya’nın terakki sırrını araştırması, yerinde görerek tespit etmiş olmasıydı.

Japonya’da bulunduğu zaman teşebbüs edip tahakkukuna çalıştığı hedeflerden birisi de Japonya’da İslamiyet’in yayılmasına hizmet edecek bir cemiyetin kurulmasıydı. Kurulan cemiyete Asya Gı Kay adını verdi. Bu, Asya Savunması Gücü manasında Asya Kuvve-i Müdafaası demekti. Bu ismi verirken ihtiyatlı ve tedbirli olmayı düşünmüştü. Şayet ilk anda “İslam’ı Yayma Cemiyeti” diyecek olsaydı, pekçok hücumlara maruz kalabilirdi. Cemiyetin başına meşhur Japon diplomatlarından ve Müslüman olarak Ebu Bekir ismini alan Ohara getirilmişti.

Abdürreşid İbrahim seyahati esnasında yapmış olduğu tetkikleri, gezip gördüğü yerleri kaleme alıyor, yazdıklarını Kazan’da yayınlanan ve oğlu Ahmed Münir’in idare etmiş olduğu Beyanülhak gazetesine gönderiyor, orada yayınlatıyordu. Meşrutiyet’in ilanından sonra da seyahat intibalarını İstanbul basınına, bilhassa Eşref Edib’in çıkardığı, başta Mehmed Akif gibi devrin mühim yazar ve şairlerinin yazılar yazdığı Sırat-ı Müstakim mecmuasına gönderdi. Bu yazılar Sırat-ı Müstakim’de yayınlandı.

1910 başlarında İstanbul’a döndü. Fazla bir ara vermeden notlarını bir araya getirdi. Aynı yıl yine Sırat-ı Müstakim aracılığıyla abone kaydı usulüyle Âlem-i İslam isimli kitabını neşretti. Kitap bölüm bölüm fasikül halinde basıldı, daha sonra bir cilt haline getirilerek, son sayfasında çıkan reklamların da yardımıyla satışa sunuldu. İkinci cilt de 1911-1913 yılları arasında yayınlanarak seyahatname tamamlandı. Daha sonra her iki cilt bir araya getirilerek tek cilt halini aldı.

Abdürreşid İbrahim Türkiye’de Meşrutiyet’ten sonra, yani seyahat notlarının mecmualarda neşrinden sonra tanındı ve şöhreti yayıldı. Seyahat dönüşü İstanbul’a geldiğinde başta eğitim olmak üzere çeşitli mevzularda konferanslar verdi, camilerde vaaz etti. “Seyyah-ı şehîr / meşhur seyyah” olarak büyük şöhret kazandı.

Abdürreşid İbrahim’in seyahati bu tarihte de noktalanmış değildi. 1911-12 yıllarında İtalyanlar Trablusgarb’ı işgal edince Afrika’daki cihat hizmetinde bulunmak üzere Trablusgarb’a gitti, bir müddet cephede çalıştı. Cihat fetvasını dağıttı, halkı işgalcilere karşı harekete geçirdi. 1915’te Rusların Sarıkamış’ı işgal etmeleri üzerine Sarıkamış muharebesinde bulundu.

Yine bu yıllarda Teşkilat-ı Mahsusa tarafından görevli olarak Almanya’ya gitti. İtilaf devletleri ordularından alınan Müslüman esirlerin durumunu yakından gördü. Orada bulunan yüz bine yakın esire nasihatte bulundu.

Rusya’da baş gösteren Bolşevik İhtilali üzerine Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Çin sınırını aşarak Doğu Türkistan’a geçti, orada yaşayan Müslümanların kızıl tehlikeye karşı uyanık durmalarını temine çalıştı, faaliyetlerde bulundu. Sonradan burada meydana gelen hareketlerde bu faaliyetin izleri göründü.

Yeniden Japonya

Dönüşünde İstanbul’a geldi. 1930-1931 yıllarında tekrar Mekke’ye gitti. Orada Hindistan İslam cemiyet temsilcileri ve Japonya’dan gelen Müslümanlarla temasa geçti. Yıllar önce Asya milletlerinin birleşmesi hususunda attığı temelleri sağlamlaştırmak maksadıyla Japonya’ya yerleşmeye karar verdi. Nihayet 1933’te İstanbul’dan yola çıktı. 1934 başlarında Japonya’ya vardı. Buraya yerleştikten sonra o zamana kadar belli bir mesafeye gelmiş olan İslamî hizmetleri yaygınlaştırmaya, civar ülke ve adalara uzanmasına çalıştı. Daha önce kurmuş olduğu Asya Kuvve-i Müdafaası Cemiyetinin faaliyetini hızlandırdı. Hindistan, Malezya ve Endonezya gibi mühim İslam muhitlerine kadar tesir sahasını arttırdı. İkinci Dünya Savaşı’nda bu milletlerin bağımsızlıklarına kavuşmaları için Japonlarla işbirliği yapmak hususundaki ortak hareketleri bunun canlı bir deliliydi. Bir zamanlar hayal gibi görünen şeylerin sonunda hakikat sahasına girmekte olduğunu sağlığında görmesi o uzun ve yorucu çalışmasının mükâfatıydı.

Japonya’ya İslam’ın kökleşmesine, yerleşmesine yönelik hizmetleri önemli bir gelişme gösterdi. 1937’de Tokyo Camii’nin açılmasını, 1939’da İslamiyet’in Japonya’da resmen tanınması izledi. Bu camide vazife yaptığı ve Japonya’da bulunduğu sıralarda pek çok talebe yetiştirdi. Nihayet 17 Ağustos 1944’te Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Kızı Feyziye Hanım’la yapılan bir mülakatta ifade edildiği gibi, vefatı Japon radyoları vasıtasıyla her tarafa ilan edildi. Cenaze namazına iştirak etmek isteyenlerin her taraftan gelmeleri için cenaze dört gün bekletildi. Muhteşem bir cenaze merasiminden sonra toprağa verildi.

Mehmed Paksu / Moral Dünyası Dergisi

Bu Videolar Birçok Dilde “İman ve İslam Nurunu” Yaymaya Devam Ediyor!

Feyyaz Bilişim ve Yayıncılık Hizmetleri“nden yapılan açıklamada, Dünyanın birçok dilinde, İman ve Kur’an Hakikatlerini görsel olarak anlatan videoların hazırlandığı ve bu çalışmaların devam ettiği belirtildi.

Yayınlanan mesajda;

Videolarımız; İngilizce, Çince, Arapça, Uygurca, Fransızca, Danimarkaca ve Hollandaca lisanlarında dünyaya İslam nurunu ve iman hakikatlerini ulaştırmaya devam ediyor.

Diğer lisanlara ait alt yazı çalışmalarını videolarımızın izleme ekranlarındaki alt yazı sekmesinde bulabilirsiniz. Sizler de isterseniz bildiğiniz lisanlarda alt yazı hazırlayarak bu hakikatlerin tüm dünyaya ulaşmasında bizlere yardımcı olabilirsiniz..

Dualarınızla bu hakikatleri dünyanın en ücra köşelerine kadar götürmeyi Rabbimiz bizlere nasip etsin..” denildi.

Yapılan çalışmaları görmek ve istifade etmek için www.Feyyaz.Org sitesini ziyaret ederek yorumlarınızı iletebilirsiniz.

NurNet.Org Ekibi

Londra’da “Risale-i Nur’a Giriş” Eğitim Programı Düzenlendi

İngiltere’nin başkenti Londra’da, University of London’a ait Birkbeck College seminer salonunda, “An Introduction to Said Nursi’s Risale-i Nur” konulu bir günlük eğitim programı düzenlendi.

Oragnizatörlüğünü http://islamiccourses.org/ websitesinin yaptığı ve Londra Risale-i Nur Research Center, Mevlana Rumi Center ve İİKV’nin de desteklediği programa ilgi büyüktü. 12 Ocak Cumartesi günü sabah 09:00 da başlayan programda Dr. Colin Turner, Dr. Hasan Horkuc ve Kerim Balcı çeşitli konularda katılımcılara seminerler verdiler. Dr. Hasan Horkuc’un vermiş olduğu Said Nursi’nin hayatı ile ilgili bilgilerin ardından Kerim Balcı da Said Nursi nin hayatından bazı kesitler anlattı. Daha sonra Durham Üniversitesi’nden Dr. Colin Turner “Major Themes in The Risale-i Nur” “Risale-i Nur’un Ana Temaları” başlıklı konuşması büyük ilgi topladı. Katılım ücretinin 20 Paund (50tl) olduğu bir günlük eğitim programına katılanların büyük çoğunluğu gençlerden oluşmakta.

Organizatörlerden Sayın Mizan Raja, Nursi’den bütün dünyanın öğreneceği çok şeyin olduğunu, bu saate kadar öğrendiklerimizi artık hayata geçirmemizi ve dünyaya duyurmaya çalışmamız gerektiğini ve herkesin üzerine büyük görevler düştüğünden bahsederek, bu gibi programların İngiltere’de daha da gelişerek devam etmesi konusunda çaba göstereceklerini belirtti.

Kaynak: İİKV

Hollanda’lı Kahraman Gençler!

Büyük dünya ailesinin 2 milyarı okuyor. İrili ufaklı 200 devletin içinde 17 milyonluk Hollanda’nın da üçte biri okumaktadır. Bütün Avrupa’da olduğu gibi Hollanda da bir mânâda kundakta iken çocuklara çeşitli yöntemlerle el konulmaktadır. Tartışılan tarafı var, tartışılmayan tarafı var. Aile hayatı ve ebeveynler ayrı birer konu ve problemlerle dolu. Rehber ve önder mükemmel olmaz ise sonuç hicrandır. Hz. Bediüzzaman “Gayr-ı meşrû tarîk zıdd-ı maksuduna inkılab eder” buyuruyor.1

Çalkantılı giden manevî boşluğu çok olan bu gençlik ordusunda, Müslüman gençlerin geleceği için ehemmiyetli murakabe ve çalışmalar ve himmetler vardır ve cârîdir. Küçük aile hayatından tâ Rotterdam İslâm Üniversitesi’ne kadar. Tedbirler zincirinin halkalarıdır. Hollanda diğer bir mânâda göçebeler ülkesi haline gelmiştir. Resmî 450 caminin 160’ı Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait. Diğer camiler ise 57 İslâm ülkesinden gelen Müslümanların inşaa ettiği veya kileselerden camiye intikal. Müslümanlar Hollanda resmî okullarının dışında bu camilerde kendi meslek, meşrep ve inançlarını bir programlar silsilesi içinde anlatmakta ve eğitimi vermektedirler.

Hollanda Eğitim Bakanlığı istatistik kurumuna göre; Hollanda’da toplam nüfus 17 milyon, genç nüfus takriben 5 milyon (nüfusun yüzde 31’i). Öğrenci sayısı 3,5 milyon (nüfusun yüzde 21,9’u) (İlkokuldan üniversite seviyesi dahil toplam öğrenci sayısıdır). Kurban bayramından önce gittiğim Hollanda’da bizim gençleri gördükten sonra ümidim ve şevkim biraz daha arttı. Orada doğmuşlar, oranın vatandaşı olmuşlar, fakat Türkçe’yi arz ettiğim programlar içinde öğrenmişler ve öğrenmektedirler.

Bu gençlerden İlhan Doğan ve Ömer Faruk beylerin organizesi ile üniversite düzeyinde “SEVA” vakfı külliyesinde benden bir seminer istediler ve seminerin akabinde sıra ile sualler sordular. Seminerde “İnsanın mahiyeti ve Batı dünyasında İslâmî inkişafta gençlerin yeri” başlıklı tesbitlerde bulunduk. Katılan bu cengâverlerin, Karamanlı Abdurrahman, Yozgatlı Levent, Karamanlı İsmail, Konyalı Hamza, Iğdırlı Bora, Şahin, İsa, Mustafa, Bekir, Fırat, Muzaffer, Tarık ve isimlerini sayamadığım nice kardeşlerimizin bütün sevdası bu laleler diyarında “İslâmı, Kur’ân’ı ve imanı“ yaymak. Risale-i Nur’un ölçüleri içerisinde…

Bu üniversiteli gençlerin en büyük hedeflerinden bir tanesi zaman seyli içinde Hollanda’nın bütün birimlerinde görev almak. Gidebildikleri yerlere kadar gidecekler ve “Artık burası bizim vatanımız, biz buralarda doğduk ve buralarda başta Müslüman kardeşlerimiz olmak üzere bütün milletlerin gençlerine ve ailelerine İslâm hakikatlerini tebliğ ve takdim edeceğiz” demektedirler. Onları hayranlıkla izledim. Çılgınlık yok, alayiş nümayiş yok. Akl-ı selim içinde hüşyar kalplerle yürümektedirler. Duygulandım, gözlerim yaşardı.

Yine bu gençlerden ve Hollanda doğumlu ve İslâm Diyalog Cemaati’nin sözcüsü Nur Muhammed Başoğlu bize gönderdiği son haberde, bu gençlerin ve Müslüman kardeşlerimizin aktif çalışmalarının yüzlerce semerelerinden bir tanesini aktarmaktadır. “Hollanda’da Amsterdam şehrinde Müslümanların yaşamını kolaylaştırma yolunda atılan adımlara yenisi eklendi. Çoğu üniversite, hastane ve resmî dairelerde açılan ibadethanelere ilâveten Hollanda’nın en büyük lunaparkı kabul edilen Walibi World Parkında mescit açma kararı aldıklarını duyurdular. Walibi World’un yıllık bir milyondan fazla ziyaretçisi bulunuyor. Müstakil bir mescit açılması Hollanda’daki eğlence mekânları için bir ilk. Walibi World resmi sözcüsü sözcüsü Lindy açıklamada bulundu: ‘Dindar ziyaretçilerimizin ibadethane ihtiyacı olduğunu gözlemledik. Yetkililere bir ibadet yeri gösterilmesi için dilekçeler verildi. Müslümanlar için yep yeni bir mescit açtık.’”

Yep yeni bir nesl-i cedid ile karşı karşıyayız, alkışlar onlara…

Dipnot: 1- B.S. Nursî, Lemaat.

04.01.2013

Halil USLU

haliluslu1951@mynet.com

Kaynak: YENİ ASYA

‘Sadakat, Sebat ve Metanetle’ Hizmet…

“Risale-i Nur, kendi sadık ve sebatkâr şakirtlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil fiyat olarak, o şakirtlerden tam ve halis bir sadakat ve daimî ve sarsılmaz bir sebat ister.” (Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 88.)

Şunu da unutmamalı: Allah’ın rızası “sayı çokluğunda ve fazla muvaffakıyette” değil, ihlâs iledir. En büyük kuvvet, iktidar, para-zenginlik, makam-mevkide, çok adam kazanmada veya başarıda değil; ihlâstadır. Sık sık okuduğumuz (okumamız gereken) İhlâs Risalesinde şu hakikat terennüm edilir:

“Cenâb-ı Hakk’ın rızası ihlâs ile kazanılır; kesret-i etbâ’ ile ve fazla muvaffakiyetle değildir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 156.)

İnsanların çoğu dünyanın geçici ve cazibedar yüzüne aldanmış bir şekilde eğlence merkezlerine koşuyor! Bu, bizi “Kalabalıklar orada, biz de oraya gidelim!” anlayışına sürüklememeli.

İlim meclislerine gidenler pek azdır! Ama bizim yerimiz ilim meclisleridir, medrese-i Nuriyelerdir, sohbethanelerdir, zikirhanelerdir! Allah’ın rızası, buralardadır!

Bizim vazifemiz, Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu hakikatleri anlamak, özümsemek ve meslek ile meşrebini uygulamaktır. Yeni bir yol, bir hizmet tarzı geliştiremeyiz. Aklımızı karıştıramayız. Üstad karıştırmamış ki, biz niye karıştıralım?

Öğrenci öğretmene akıl veremez, metot öğretemez, öğretmen öğrencisine öğretir. Hasta doktora tavsiyelerde bulunamaz, doktor hastaya bulunur. Talebe, üstadına hizmet stratejisi çizemez.

Öğretmen kitaptaki bilgilere sadık kalarak anlatır. Öğrenciler derse çalışmıyor, zayıf alıyor, diye bundan vazgeçemez. Doktor tıp kurallarına sadık kalarak muayene ile tedavi eder, reçete yazar. Hastalar onu dinlemiyor, diye o ölçülerinden vazgeçemez.

Nur Talebeleri, “sadakat, sebat ve metanetle” Risale-i Nur’un ortaya koyduğu zamanımızdaki Kur’ânî ve Nebevî içtimaî-siyasî ölçü ve prensipleri anlatırlar. İnsanlar dinlemiyorlar, diye bundan vazgeçemezler.

Ali Ferşadoğlu

Nur Postası