Etiket arşivi: baba

Zübeyir Ağabeyin Aile Efradına Yazmış Olduğu Bir Mektup

image

Zübeyir Gündüzalp’in Ermenek’teki aile efradına 1950’li yıllarda yazmış olduğu bir mektup.. Ehemmiyetine binaen, biz de bunu sizlerle vefatının sene-i devriyesinde memnuniyet içinde paylaşmak istedik. Buyurun, birlikte okuyalım…

Müşfik ve muhterem pederim, validem, sevgili kardeşlerim ve eniştelerim, Evvela: Haydar’ın Üstadımız Bediüzzaman’a telgrafla yazdığı Ramazan–ı Şerif tebrikini Üstadımıza okudum. Buyurdular ki, Haydar’ın peder ve validesi madem Zübeyir’i Risâle–i Nur’a vakfetmişler, her sabah onlara duâ ediyorum.

Saniyen: Haydar kardaşım, geçenlerde Hazret–i Üstadımız ânî olarak seni sordu. “Haydar’dan mektup alıyor musun?” dedi. Alıyorum dedim. Ama o “Risâle–i Nur’a hizmet edemiyorum. Üstadımın şoförü olamadım. Fani dünya işlerine daldım” diye müteessirdir dedim.

Buyurdular ki: “Evlendirmemişler mi?” Dedim “Evlenmeye niyeti yoktu. Zaman eski zaman gibi olmadığı için… Fakat mecbur olmuş. Peder ve validesi için evlendi.” Şefkatle buyurdu ki: “Allah mübarek etsin” ve “Haydar olmasa idi, seni peder validenin yanına gönderecektim. Senin hizmetine Haydar hissedardır” dedi.

Çok sevindim. Siz de çok memnun olacaksınız. Çok mesrûr kalacaksınız. Büyük Üstadımızın böyle demesi, dünyalara bedeldir. Şefkatli ve kıymetli babam, Cenâb–ı Hak senden ebediyen razı olsun. Cenâb–ı Hak sana imân–ı kâmil versin. Ebedî saadet ve selâmet ihsan eylesin. Benim gibi pekçok Müslümanın “Bediüzzaman eşi olmayan büyük bir zattır. Onun duâsına çok muhtacız. Onun Risâle–i Nur kitapları olmasa idi, belki de İslâmiyet batacak, bizleri gàvurlar mahvedecekti” dediği o büyük zatın hizmetinde bulunmak şerefi ve büyük nimeti, senin sayende olup Allah’ın size ve bana büyük bir lütfudur.

Çünkü, bir evlâdın hayırlı olması, bir cihette babası, atası sayesindedir. Sen beni şefkatle büyüttün. Terbiye ettin. Helâl lokma yedirdin. Anam da senin helâl kazancın sayesinde helâl süt emdirdi. Herkes ihtikârla, haram kazançlarla zengin olurken, sen haram ticarete tenezzül etmedin.

İşte ben ancak böyle bir ata sayesinde Bediüzzaman Hazretleri gibi bütün cihanın alâkadar olduğu büyük bir zatın hizmetine kabul edildim. Senin gibi öyle bir atanın sayesinde, Risâle–i Nur kitapları gibi milyonlarca Müslümanın, kadınların–erkeklerin sarıldığı, aşkla, merakla, sevgiyle okuduğu, dinlediği ve imanını kurtardığı kitapları tanıyıp okumak nasib oldu. Cenâb–ı Hakk’a hadsiz şükürler olsun.

İşte sizin evlâdınız, dünya yüzündeki pekçok Müslümanın “Aman Üstadım bize duâ et. Bizi talebeliğe kabul et” diye yalvardığı bir zata hizmet ediyor. Sizin besleyip büyüttüğünüz evlâdınız, üç–beş kuruşluk fâni menfaat peşinde vakit geçirmiyor. Sizin ebedî âhiret hayatınıza nurlar kazandıran büyük bir hizmette çalışıyor. Siz gibi mübarek bir peder–validenin evlâdı, paşaların, valilerin, meb’usların elini–ayağını öpmeye çalıştığı, hizmetkârı olmaya can attığı fakat, onun kabul etmediği büyük ve eşi olmayan Bediüzzaman gibi bir zâtın hizmetine kabul edilmiş.

Evet, Mustafa Kemal Paşa gibi birisi Hazret–i Üstadı Meclis’e dâvet ederek büyük mevkiler, büyük makamlar teklif etmiş; fakat, o kabul etmeyerek reddetmiştir. “Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur” diye Büyük Millet Meclisi’nde söylemiş; bütün askerî kumandanlar, bütün mebuslar onu alkışlarla karşılayarak ayağa kalkmışlardır.

Şimdi bütün dünya Hazret–i Üstaddan medet bekliyor. Bediüzzaman’ın dünyada benzeri yoktur. Müslümanların imânlarını kurtaran, dünyayı felâketlerden kitapları ile muhafaza eden o zattır. Hint’de, Çin’de, Mısır’da, Arabistan’da, her tarafta Risâle–i Nur okunmaya başlanmıştır. Elbette böyle bir zatın hizmetinde olmak, en büyük bir nimettir. En büyük bir şereftir. En büyük bir lütf–u İlâhidir.

Şimdi bana deseler ki, “Sen bu hizmetten bir parça (muvakkaten) ayrıl, on bin lira sarı altın kazanacaksın” deseler, beş para kadar ehemmiyet vermeyerek Üstadımızın hizmetinden bir saat bile ayrılmayacağım. Aç kalacaksın, hapse atılacaksın, sen Risâle–i Nur’dan, Üstad’dan biraz uzak dur deseler, yine “Allah bana kâfidir. Dinsizlerden korkmuyorum” deyip bir kat daha Risâle–i Nur’a ve Üstadımıza sarılacağım.

Sizlere büyük müjdeler veriyorum. Artık dinsizler mağlûp oldu. Bütün mahkemeler beraat kararı verdi. Şimdi (1956–57) Risâle–i Nur Ankara’da matbaada basılıyor. Şimdi Adnan Menderes gibi, hükümetin dine taraftar büyük adamları “Biz Üstadın duâsına dayanıyoruz” diyorlar. Risâle–i Nur’un yayılmasına hizmet ediyorlar. Üstadın ziyaretine çokları gelmek istiyor.

Fakat, Üstad “Risâle–i Nur’u okuyan, benimle görüşmüş olur, Risâle–i Nur’u okusunlar” diyor, kabul etmiyor… Artık korku filân kalmadı; merak etmeyiniz. Bütün millet Risâle–i Nur’a koşuşuyor. Risâle–i Nur bütün ellerde, kadını–erkeği okuyor, dinliyor. İman ve İslâmiyet dersi alarak imanlarını kurtarmaya çalışıyor.

Şimdi milyonlarca Nur Talebesi bayram yapıyor. Daha çok bayram günleri gelecektir. Bütün Müslümanların parlak bir istikbâle kavuşmaları yaklaşmaktadır. Cenâb–ı Hakk’a hadsiz şükürler olsun. Cümlenize binler selâm ederim.
Zübeyir.

Annenizin sevmediği kadını sevebilir misiniz?

Annenizin sevmediği kadını sevebilir misiniz?” sorusuna pek çok erkek “evet sevebilirimi hatta sevdim” cevabı vermiştir, büyük ihtimalle.

Doğrudur; severken kimseye sormayız, başkalarının onayını pek önemsemeyiz.

Yüreğimizin götürdüğü yere gideriz de gittiğimiz yerde kalabilir miyiz? O zaman soruyu şöyle değiştirelim, belki daha doğru cevaplar gelir. Erkekler:”Annenizin sevmediği kadını sevmeye devam edebilir misiniz?” Hanımlar: “Annenizin sevmediği adamı sevmeye devam edebilir misiniz?

Sözlerde büyü etkisi vardır.” buyuruyor Allah resulü. Sözler etkiler bizi, yönlendirir, yönetir. Annelerimizin sözleri bunlar içinde en etkili olanlardır. İlk gençlik yıllarında dinlemediğimiz pek de ciddiye almadığımız annelerimizin cümleleri bizler de anne baba olma yoluna girdiğimizde yani “ele karışmaya başladığımızda” birden bire pek bir kıymetli olmaya başlar.

Sevmek için hayatımıza aldığımız o “yabancıdan” gelebilecek tehlikelere karşı sığınılacak liman olmaya başlar anne kucağı. Erkek de kadın da severken, aşıkken, nişanlıyken kulaklarını kapatırlar dışarıya. Fakat evlenince kulaklarını açmaya başlarlar. Sevdiğini, beğendiğini, eşini herkes beğensin ister. Etraftan doğru tercih yaptığı ile ilgili onaylayıcı güzel sözler duymak ister.

En çok da doğuran, büyüten kadının takdir ve onayı beklenir. Erkek için de kadın için de böyledir bu. “Eşin çok iyi” desin diye beklenir. Gelinin ya da damadın hatalarına takılmayan, iyi yönlerini görüp takdir eden kayınvalideler yapar bunu. Fakat maalesef ki bu sözleri duyamayan da çoktur.

Erkek evlendiğinde en büyük arzusu annesinin ve karısının iyi anlaşmasıdır. Bilir ki iki kadın anlaşamazsa işi çok zor olacaktır. Karısının annesine iyi davranmasını bekler, annesinin de karısını takdir etmesini. Fakat çoğunlukla ikisi de erkeğin beklediği gibi davranmaz. Eşi annesine soğuk davranır, annesi ise gelinini eleştirmekten geri durmaz. Erkek için büyük hayal kırıklığıdır bu durum.

Sevdiği kadının annesini ile iyi geçineceğinin onun hatırı için annesini idare edeceğini ummuştur. Annesinin de oğlunun mutluluğu için gelinle iyi anlaşacağını. Oysa iki kadında kıskançlık ve bencilliklerinin kurbanı olurlar çoğu zaman. Erkek şaşkınlıkla bakar duruma. Onun mutluluğu iki kadın için de hiç önemli görünmemektedir.

Oğlunun göbek bağını kesip büyümesine izin vermez bazı anneler. Memleketimin kadınları fazlası ile sahiplenici kadınlardır. Kocayı sahiplenirler, evlatlarını sahiplenirler, başkaları ile paylaşmak zorlarına gider. Bu yüzden bu kadar çok gelin-kayınvalide çekişmesi yaşıyoruz. Kadınlar kıskandıkları zaman gözleri hiçbir şey görmez. Erkeğin annesi gelini sevmediğinde arkasından konuşmaktan hiç çekinmez. Oğlunun ne kadar incineceğini düşünmez. O sevmediğinde oğlu da sevmesin ister. Boşansın istemez çoğu anne ;fakat karısını çok sevmesini de istemez.

Erkeğin annesi gelininin arkasından sürekli olumsuz konuşuyorsa, erkeğin seven kalbi bir süre sonra eşine karşı soğumaya başlar. Annesinin dikkat çektiği, eşinin hataları, erkeğe batmaya başlar. Eşinde normalde çok önemsemeyeceği kusurlar, erkeğin gözünde dağ gibi büyümeye başlar. “Karın bizi saymıyor, karın çok geziyor, karın dağınık…” Bazen açıktır cümleler bazen gizli: Küçücük bir şey de anne: “Ne yapacaksın oğlum evlendin bir kere, idare edeceksin.” der. Cümlesinin açılımı: “Berbat bir karın var; fakat yapacak bir şey yok.” demektir.

Kadınlarda da durum pek farklı değildir. Damadını sevmeyen kayınvalide bir süre sonra kızını da kocasından soğutmayı başarır. Ve çoğunun niyeti kötü değildir bu arada. Yaptıkları davranışın sonucunu düşünmez ve hesap etmezler. Kızının yuvasının yıkılmasını pek çok anne istemez.

Fakat damadın adı geçtiğinde ekşittiği yüzüyle, küçücük gibi görünen etkisi büyük laf çakmaları ve iğnelemeleri ile, “ezdirme kızım kendini, erkek milleti yüz bulursa ezer” gibi kızına şefkat gösterir gibi görünen aslında kızının mutluluğunu çalan cümlelerle yıkar kız anneleri de. “Evlendin artık çekeceksin.” cümlesi de kızı tarafından “Sen iyisin; fakat kocan kötü çekmekten başka çaren yok.” diye okunur. “Neden çekecekmişim?” diye itiraz eder kızı. Madem ki kötü neden çeksin ki? Yeter ki sevmeye görsün kayınvalide damadını, kızının da sevgisi çok yaşatmaz.

Maalesef ki pek çok yuva aileler tarafından bozuluyor. Ve genellikle anneler tarafından. Nadir de olsa babalar da karışıyor evliliklere. Karışan anne de olsa baba da olsa onlara saygısızlık etmemeye çalışaraktan onların olumsuz etkilerinden korunmak gerek. Anne babalar genellikle iyi niyetle, kendi evlatlarını korumak için, oğluna eşinin hatalarını gösterme çabası içine giriyorlar. Oysa onu sevgisiz bir evliliğe mahkum ediyorlar ya da yuvasını dağıtmaya sebep oluyorlar. Allah Resulü “Karı koca arasını bozacak söz söyleyen cehennemdedir.” buyuruyor. Özellikle anne babalar için çok büyük bir ihtar değil midir bu?

Ayrıca anne-baba sözüne bakarak karısına zulmeden erkek de çok. Erkek evde idarecidir ve idarede adalet ilk şarttır. Yoksa azabı ağırdır. Anne babalar evlatlarının karısına zulmetmesine sebep olarak onların hem dünya hem ahiret hayatına zarar verdiklerinin farkına varmalılar. Hele sırf kendileri gelini sevmediği için gelinini boşanması isteyen anne-babalar bunun hesabını nasıl verecekler acaba? Ve anne-baba sözü ile yuvasını dağıtan erkek, boynu bükük bıraktığı karısının ve çocuklarının göz yaşlarının hesabını nasıl verecek?

Dinimizde anne-baba hakkı büyük diye onların sözüne bakarak karısına zulmeden erkek hiç düşünmez mi acaba eş hakkı hesabının da büyük olduğunu. Erkek anne-babasına saygısızlık etmeden de eşini koruyabilir. Anne- babasının onu eşinden soğutacak sözlerinin farkında olup ciddiye almaması ve kendi ailesini kendi yönetmesi ve bu konuda kararlı bir tutum sergilemesi çoğu zaman yeterlidir.

Sema Maraşlı / Haber 7

Bence Siz Bizi Şeriat’la Yönetiyorsunuz

İnsanlık işte. Bir iş edersin,  sonra beğenmeyebilirsin. Bir hatadır etmişsindir, dilin sürçmüştür, öfkene yenilmişsindir, yakıp yıkmışsındır bir kere. Sonra pişman olursun, gizli gizli yanıp tutuşursun. Ama evin babasısındır, büyüğüsündür. Öyle çocukça özür dilemelere yetkin yoktur. “Pardon!”larla yırtamazsın.

“Ben ettim sen etme!”lerin serinliğine başını sokamazsın. “Yüksekçe” bir mevkidesindir. Raconun bozulabilir. Raconu bozma korkusu sana racon olarak kesilir. Zaaf gösterdiğin yerde, tükürdüğünü yaladığın demde karizman çizilir, otoriten dağılabilir. İyisi mi içinde kalsın. Lafını etme. Kendi kendine söylen dur. İçinden mırıldanıver pişmanlığını.

Yüce yargıçlarımızı keşke gerekçe yazmaya zorlamasaydık. “Oldu bir kere!” demelerine izin verseydik keşke. Vicdanın dalga dalga yükselen kıpırtıları, bıraksaydık da kendi kıyılarına vurup vurup geri dönseydi. Ulu orta bağırtmaya zorlamakla ayıp ettik. Herkesin duyacağı meydanlara çağırıp da ettikleriyle yüz göz olmaya mecbur tutmakla hata ettik.

Benden nasihat: Birini seviyorsanız, bırakın da kendi hatasıyla kendisi yüzleşsin. Ulu orta yüzüne vurup da hatasını savunmak zorunda bırakırsanız, hatadan dönüşünü zorlaştırırsınız. Pişman olmasına izin vermezseniz, hatadan dönme yollarını kapatırsınız. Kendi egosunu, gururunu kocaman bir kaya olarak doğruya giden yola koyarsınız. Kendisini kendisine kilit yaparsınız. Kendi haline bırakırsanız, sessiz sedasız dönebilir belki, eve dönmeye yüzü olabilir.

Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” der Elçi (asm). Yani yönetilme şeklinizle istekleriniz arasında sürekli bir geçişkenlik vardır. Sen genleşebilirsin, yönetimin de genleşebilir. Sen daralabilirsin, yönetimin de düğmelerini ilikler, kemerini sıkar, incelir. Yasalarla insanlar arasında sürekli geliş gidişler olmalıdır. Yasalar elbise gibidir üzerimize. Şişmanlarsak onlar da genişler. Zayıflarsak onların da bedeni küçülür. “Al sana ayakkabı, ayağını sıkacak ama yürü!” demekle yürümez işler. Ayak önceliklidir, ayakkabı adı üzerinde kabı olduğu ayaklara göre değişir. Kanunlar, yönetmelikler, anayasalar insanlar içindir. İnsana göre kesilir biçilir yasalar. İnsana göre daralır genişler devlet. Devlete göre insanın ayar edilmesi tuhaftır. Yasalara göre halkın esnetilmesi günahtır.

Korktuğunuz gibi değil beyler! Korkuttuğunuz gibi de değil. Gerçek korkularınızı maskelemek için ürettiğiniz korkularla yüreğimizi hoplatacak safdillik yok artık bizde… “Şeriat gelecek!” korkusuyla yönetmeye kalkmadınız mı bizi? “Şeriat”ı manivela yaparak, hepimizi bir yerlere savurmadınız mı? “Laiklik elden gidiyor!” diye tir tir titrediğinizi hiç sanmıyorum. Siz, aslında “gelir ha!” diye öcüleştireceğiniz “o şeriat“ın elden gitmesinden korkuyorsunuz!

Siz başörtülü kızlarımızın da başörtüsüz kızlarımız kadar vatanını sevdiğini pekâlâ biliyorsunuz. Bu ülkede “açık/kapalı” diye bir ayırımı sizden başka kimselerin ciddiye almadığından adınız gibi eminsiniz. Bu topraklarda değil sadece, bu toprakların şimdiki sınırlarının çok çok ötelerinde gayr-i müslimi ve Müslüman’ıyla, Alevi’si ve Sünni’siyle, Türkleriyle Kürtleriyle insanların yüzyıllar boyu korkuttuğunuz “şerait” sayesinde sorunsuz, gerilimsiz yaşayabildiğini ve hâlâ da dekolte giyineniyle çarşaflısıyla bütün kadınların aynı yaşayış kodlarını paylaştıklarını pekâlâ itiraf ediyorsunuz. Adım gibi biliyorum ki, başı örtülü kadınla, başı açık bir kadının sokakta kol kola gezmesi, köşe başlarında kucaklaşması ödünüzü kopartıyor. Eminim ki, kapalı ve açık öğrencilerinizin baş başa verip ders çalışabilmesi sizi hayli üzüyor. Dayanaklarınızın hepsini bir anda yıkıveriyor çünkü bu manzaralar. Artık korkulacak bir şeyin kalmaması rahatsız ediyor sizi. Korkuttuğunuz şeyin hiç de korkulacak bir şey olmadığının anlaşılması sizi çıplak ve savunmasız bırakıyor.

Öyle “nasıl olursanız olun, böyle yönetileceksiniz!” demesini arzu ettiğiniz “o şeriat“ın gerçekte var olmadığı anlaşıldığı için kaygılısınız. İnsanların üzerine sakallı cübbeli adamların zoruyla, çatık kaşlı tahammülsüz zorba kadınların telkiniyle tepeden indirilmesini hayal ettiğiniz “o şeriat“ın sizin uydurmanız olduğu açığa çıktığı için fena halde tırsıyorsunuz.

N’apacaksınız şimdi? Elinizde malzeme kalmadı. Diyorsunuz ki, “Nasıl olursanız olun, işte böyle yönetilirsiniz!” “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz!” diyen o harbi delikanlı sözünü söyleyenlerin yanında olamadığınız için üzgünsünüz.

Elde malzeme kalmayınca, çaresiz siz kendi “şeriat”ınızı üretecektiniz. Bunu beklemeliydik sizden. Sizi biz çaresiz bıraktık. Köşeye sıkıştırdık. Umduğunuzu bulamayınca bizden, başımıza baskıyla “baskı yapabileceğimizi” yazdınız. Nasıl olursak olalım, işte böyle bilineceğiz bundan böyle. İsteyen öğrencilerin başlarını örtebilmesinin başını örtmeyenler üzerinde baskı yapabileceğinden korkuyormuşsunuz. Aşk olsun! Korktuğunuz başınıza geldi zaten… “Baskı” mı demiştiniz? Başınızda sayın bayım başınızda! Saçınızın tek bir telini bile göstermeyecek kadar sarmış her yanınızı. Baskı!

Senai Demirci

Anne Babaya Öf Bile Demeyin!

Cenab-ı Allah(c.c.), Kuran-i Kerim’in birçok ayetlerinde, anaya babaya itaat edilmesini emreder. Çünkü anne ve baba, evladı için bütün zorluklara katlanarak, soğuk sıcak demden çalışır, alın teri akıtır, göz nuru döker. İcabında gece uykularından vazgeçerek yemeyi içmeyi bile terk eder. Yavrusuna bir sineğin konmasına bile tahammül edemeyen anne- babaya nasıl itaat ve hürmet edilmez.

Allah-ü Azimüşşan, imanlı gönüllere rahmet bahşeden Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de ana-baba hakkında şöyle buyurur: “Rabbin, kendinden başkasına kulluk etmeyin, ana ve babaya iyi muamele edin, diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererlerse, onlara “öff” (bile) deme. Onları azarlama. Onlara güzel (ve tatlı) söz söyle. Onlara acıyarak tevazu kanadını (yerlere kadar) indir ve: Ya Rab, onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse, Sen de kendilerini (öylece) esirge, de.”

Başka bir Ayet-i Kerimede ise: “Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. Hem Bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız Banadır.” (Lokman Suresi, 14)

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) de ana-baba haklarına çok önem verdiğini, Allah rızasının ve ebedi cennetlerin ana-baba rızasında bulunduğunu belirterek şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün! Deyince, kimin Ya Resulellah! Denildi. Cevaplarında: Ana ve babasından birinin veya her ikisinin ihtiyarlık halini idrak eder de, onlara iyi muamele etmeyip, bu yüzden Cennete giremeyen kimsenin” buyurdular. (Müslim, Tirmizi, Taç C.5 S.4)

Başka bir hadisi Şerifte de:

Baba cennetin orta kapısıdır. Dilersen onu terk et dilersen muhafaza et.” Buyurmuşlardır.

İslam’ın esaslarını kavramış, İslam’ın imani duygularını kalbine nakşetmiş olan mü’minler, Allah(c.c.)’nün ve Peygamber (S.A.V.)’in emirleri gereği ana-babalarına asi olmayıp, tam tersine olgunluk göstererek onlara hürmet etmek zorundadırlar. Çünkü İslam Dini Allah(c.c.)’a kulluktan ve Resulullah(S.A.V.)’e muhabbetten sonra en büyük saygı ve hürmeti ana ve babaya tanımıştır.

Allah(c.c.)’ı ve Peygamber(S.A.V.)’i seven, İslam’ın ilahi imanından nasibini alan, Tevhidin ilahi nurundan feyiz bulan, akli ve ruhi muvazenesi yerinde bulunan hiçbir mü’min, ana ve babasına itaat etmekten ve hürmet göstermekten uzak kalamaz. Hatta buna cesaret bile edemez. Fakat bu cüreti gösteren kişi, hiç unutmamalıdır ki, yarın o da yaşlanacak ve yaptığı bu saygısızlığa karşı onun evlatları da aynı saygısızlığı kendisine gösterecekler ve yukarıdaki Hadis-i Şerifte belirtildiği gibi burnu yerde sürünecektir. Hâşâ Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bu sözü boşuna söylememiştir herhalde.

Atasözlerimizde de vardır: “Ne ekersen onu biçersin.” Yani, ihtiyar ana-babasına saygı gösterip iyi muamele eden kişi, Allah(c.c.) ve Resulünün(s.a.v.) hoşnutluğunu kazanacak ve büyük sevap işleyecek, fakat onlara iyi muamelede bulunmayan kişi ise, maazallah cennete giremeyen kimselerden olacaktır.

Ebu Hüreyre (r.a.) Hazretlerinin naklettiği bir hadisi Şerife göre:

Bir adam Hz. Resulüllah (s.a.v.)’e gelerek:

-Ya Resulellah, halk içinde iyi muamele yapmama en fazla layık olan kimdir? Diye sordu. Resulü Ekrem (s.a.v.):

-Anandır. Buyurdu. O kimse sonra kimdir? Dedi. Resulü Ekrem (s.a.v.):

-Anandır. Buyurdu. O kimse yine: Sonra kimdir? Dedi. Resulü Ekrem (s.a.v.):

-Anandır. Buyurdu. Yine o kimse: Sonra kimdir? Dedi. Resulü Ekrem (s.a.v.) de:

-Sonra babandır. Buyurdu.”

Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği başka bir Hadisi Şerife göre ise:

Resulü Ekrem (s.a.v.), bir gün yanında bulunanlara:

-En büyük günahlardan size haber vereyim mi? Buyurdu ve bu cümleyi üç defa tekrar etti.

-Evet Ya Resulellah (s.a.v.), dedik. Resulü Ekrem (s.a.v.):

-Allah (c.c.)’a şerik koşmak, ana ve babaya asi olmak, buyurdu.” (R.Salihin C.1 Had. No:335)

Ama ne acı bir gerçektir ki, maalesef günümüzde bir kısım evlatlar, ana-babasına yeteri kadar değer vermemektedir. Bunun sebebi de onların kalplerindeki iman zayıflığındandır. Tabi ki burada ana-babanın da kusuru vardır. Çünkü ana-baba, zamanında çocuğuna yeteri kadar dinlerini, imanlarını öğretmiş olsalardı, kalplerine Allah (c.c.) ve Peygamber (s.a.v.) sevgisini aşılamış olsalardı, bu gün onlar da ana-babalarına “moruk, örümcek kafalı, cadı, kocakarı” gibi laflar kullanmayacak, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) “Cennet anaların ayağı altındadır.” Buyurduğu mübarek anaların başörtüsüne, tespihine ve seccadesine dil uzatmayacaklardı.

Bu mevzuda size tarihi bir hadise zikretmek isterim:

Biliyorsunuz insanların en efdali, Peygamberlerden sonra Ashabı Kiramdır. Ashab-ı Kiramın da en efdali aşere-i mübeşşere, bunların da en efdali Hulefa-i Raşidin’dir (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (Radiyallahü anhüm). Hem Aşere-i Mübeşşere’den, hem de ilk halifelerden olan ve kendilerinden daha efdal kimse bulunmayan bu eşsiz insanlardan Halife Hz. Ömer’le Hz. Ali’nin kendilerinden daha efdal görüp, şefaat ümit ettikleri birini haber vereyim mi? Ki bu iki Halifenin imrendikleri o adam, ne halifedir, ismi cismi bilinip duyulan meşhur biridir. Sadece bir köylü hepsi o kadar.

Bir gün Hz. Ömer’le Hz. Ali birlikte Kâbe’yi tavaf ediyorlardı. Bir ara sırtına yüklendiği bir ihtiyarla tavafa devam eden bir adam gördüler. Bu adam Resul-ü Ekrem Efendimizin anneye, babaya itaat ve hürmetin ne demek olduğunu iyi öğrenmiş fakir bir köylüydü. Bunun için bir iskelet, hatta aynadaki bir suret halinde kalan yaşlı annesini sırtına sarmış, Kâbe’yi tavaf ettiriyor, bir çocuk gibi taşıdığı annesinin rızasını, duasını almak için azami dikkat gösteriyordu. Bir başka köylü yaklaşarak bu adama:

“ –Nedir o sırtındaki? Sen eşek misin ki sırtında yük taşıyorsun!” diye mırıldandı.

Bu zat hiç tereddüt etmeden cevap verdi:

“-Evet, ben annemin eşeğiyim. Hem de öyle eşeğim ki, ürksem dahi onu sırtımdan düşürmem. Başka eşekler gibi taşımaktan usanmam. Çünkü annemin beni karnında taşıdığı ve büyütünceye kadar yaptığı hizmeti, benim şu küçük hizmetimden çok daha fazladır!

Bu cevabı biraz öteden dinlemiş olan Halife Hz. Ömer’le Hz. Ali, birbirlerine bakıştılar. İmam-ı Ali: “-Ya Ömer! Tavafı anasının eşeği olduğunu söyleyen şu zat ile yapalım. Belki onun hürmetine bizimki de kabul olur, ona inen rahmet-i ilahiyeden biz de istifade ederiz.” Dedi ve Ashabı Suffa’nın dahi büyüklerinden olan bu iki halife bu köylünün arkasına düşerek tavafa başladılar.

Acaba insanlar içinde kendilerinden daha büyük ve efdal kimse bulunmayan bu eşsiz zevatın bir köylüyü kendilerinden daha makbul saymalarına, onun hürmetine, dualarının kabul olacağını ummalarına ne sebep oluyordu? Bir düşünelim.

Anne- babaya hürmet konusunda Üstad Bediüzzaman da şöyle buyurmaktadır:

Ey hanesinde ihtiyar bir valide veya pederi veya akrabasından veya iman kardeşlerinden bir amel-mânde veya aciz, alil bir şahıs bulunan gafil! Şu ayet-i kerimeye dikkat et bak: Nasıl ki bir ayette, beş tabaka ayrı ayrı surette ihtiyar valideyne şefkati celbediyor. Evet, dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlatlarına karşı şefkatleridir. Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünki onlar, hayatlarını kemal-i lezzetle evlâdlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılap etmemiş her bir veled; o muhterem, sadık, fedakâr dostlara halisane hürmet ve samimane hizmet ve rızalarını tahsil ve kalplerini hoşnut etmektir. Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir.” (21.mektup)

Ana-babasına asi olan ve onlara saygı göstermeyen evlatlara sesleniyorum:

“-Ey Kardeşler! Sizi, Allah (c.c.) ve Resulünden(s.a.v.) korkmaya, ana-babanıza saygı ve hürmet göstermeye davet ediyorum. Yol yakın iken tövbe edip onların gönüllerini alalım, kalplerini kırmayalım. Fırsat eldeyken önce Allah(c.c.)’tan sonra onlardan af dilemenizi tavsiye ediyorum. Hemen şimdi, ilk fırsatta yanlarına gidip ellerini öpün, onlara sarılın, onlardan özür dileyin. Eğer vefat etmişlerse, onlara dua edin, hayır sadaka verin, hiçbir şekilde sakın onları unutmayın.

Zira Peygamberimiz (s.a.v.): “Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası ve anne-babanın duası.” Buyurmuştur. (İbni Mace, dua 11) Bunu yaptığınız zaman Allah (c.c.)’ı, Resulünü (s.a.v.) ve ana-babanızı sevindirecek, şeytanları da çatlatacaksınız. Yoksa bu dünya etme-bulma dünyasıdır. Kişi işlediğinin cezasını er geç görecektir. Benden söylemesi…”

Cenabı Allah (c.c.) bütün mü’min kardeşlerimizi, hatasını fark edip tövbe eden, anasına ve babasına saygı gösterip itaat eden ve onların duasını alan kullarından eylesin.

Not: Kuranı Kerim’de: 99 yerde baba, 35 yerde ana ve 22 yerde de ana-baba müşterek olarak zikredilmektedir. Bunlar –hâşâ – boşuna zikredilmemiştir.

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Hanımlar Nasıl Mutlu Olacak?

Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zînetleri. Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı Lâzımdır tâ dayansın.

Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe riya ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları! Yatmış olan hevesat, birdenbire uyanır. Taife-i nisada serbestî inkişafı, sebeb olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birdenbire inkişafı.

Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müdhiştir tesiri. {(**): Nasıl meyyite bir karıya nefsanî nazarla bakmak nefsin dehşetle alçaklığını gösterir. Öyle de, rahmete muhtaç bir bîçare meyyitenin güzel tasvirine müştehiyane bir nazarla bakmak, ruhun hissiyat-ı ulviyesini söndürür.}

Memnu’ heykel, suretler: Ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riya, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır: Celbeder o habis ervahları. ( Sözler, 727 )

Hanımların rahat edip hürmetle anıldıkları ortam, evleri ve aile hayatlarıdır. Fıtraten hassas ve nazik olarak yaratılmış hanımlar ailedeki manevî, hissî paylaşımları yönlendiren, geliştiren, ferdler arasındaki akışı sağlayan birer nazenin şefkat aynalarıdır. Bu aynalar aile hayatları dışında “ekmek kavgası”nın kıyasıya yaşandığı ortamlara girdiklerinde yapılarındaki ince hisler ve duyarlılık bozulur. Kendi ruh dünyasında çatışmalar yaşadığı gibi aile ferdlerini birbirine bağlama, problemleri çözme, çocukların terbiyesi, manevî alışverişlere zemin oluşturma gibi ailenin temelini oluşturan görevleri atıl kalır. Bunun neticesinde anne, baba, çocuklar arasında kopukluklar olur. Aynı sofrayı paylaşsalar bile fikir ve his olarak birbirlerine aks edecek sıcak bir ortam yakalanamaz. Birbirini anlama, destek olma, alakalanma gibi pek çok ruhî ve insanî ihtiyaç karşılanmamış olur.

Neden? Çünkü evin annesi sabahtan akşama kadar dışarıda bir sürü insanla uğraşmış, sinirleri yıpranmış, kendisi dolmuş ve deşarj olacak bir ortam ararken bir de ev işlerinin üstüne ailenin diğer ferdlerinin problemlerine yönelmesini beklemek insafsızlık olur.

Peki ne olacak? Evin annesi geçim derdini üstüne aldıysa, fizikî olarak anne olsa da mana olarak “babalaşmıştır”; yani artık evin 2 babası vardır.

Peki anne nerde? Anne yok; anne misyonunu yüklenecek kimse yok çünkü.

Peki annesiz aile devam eder mi? Sırf maddeyi paylaşmaya aile hayatı diyorsak, annenin muazzam terbiye misyonu olmadan da aile o kadar devam eder; yani etmez. Çocuklar ve eş ilgiye, şefkate, uyarılmaya, dertleşmeye, paylaşmaya, konuşmaya muhtaç bir şekilde maddî hayatlarına devam ederler; ama mana hayatlarında doldurulması müşkül kocaman gedikler açılmıştır. Güven, aidiyet hisleri tam tatmin olamamıştır. İhtiyacı olduğunda yanında olan bir annesi, eşi yoktur çünkü. Anne de yoğunluktan -kendi dahil- ailede kime ne olup bittiğini fark edemiyordur. Dış alemde mesul olduğu vazifesi ve onunla ilgili bir sürü sıkıntılar üstüne ailedeki karmaşık insanî sorunlar hanımı da zaman içinde çok yıpratır. Saçını süpürge etse de: “çocuğuma laf geçiremiyorum, onu anlamıyorum, o da beni anlamıyor” gibi yakınmaları duyarız. Halbuki çocuğunu veya eşini dinleyecek vakit, kendinde istek dahi bulamamıştır. Bu yüzden:

“Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede.” Demiştir.

Üstad Hz.(RA)’ın dediği gibi:

“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.” (24.Lema)

Hanımların ailedeki en esaslı görevi çocuklarına manevî ders vermesi, sağlam bir ahlak üzere yetiştirmesi, hayata istikametli bir bakış açısı kazanmalarına gayret etmesidir. Bu çok zaman ve emek, ilgi isteyen manevî terbiyeyi ailede şefkatli bir otorite olan anneden başkasının vermesi mümkün değildir. Dolayısıyla toplumun geleceğini oluşturan çocukların en ehemmiyetli muallimi olan annelerin vazifesi çok büyüktür. Hanımı dışarı çıkarıp çalıştırmak suretiyle evdeki dengelerin bozulmasına sebep olmak akıllıca bir iş değildir. Ailesinden kopuk, ahlakı kötü, manevî değerlere duyarsız bir evladın açtığı zararı annenin kazandığı binler maaşla dahi kapatmak mümkün değildir. Çünkü kaybedilen bir “insan”dır. Ergenlik yaşına gelmiş, karakteri oturmuş bir çocuk için “uzman desteği” de alsak ne kadar onun ruh dünyasında düzeltmeler yapabiliriz?

“Temizlik zînetleri. Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı.”

Hanımın takvası yani manevi temizliği zînetidir; hanımı güzel gösteren suretten ziyade sîret yani ahlakıdır. Ahlakının güzelliği haşmet verdiği gibi, günahtan muhafaza olunmuşluğu da hanımın cemalidir. Fıtratındaki şefkat kendindeki kemalat olmakla beraber, evladı ile geçirdiği vakitler eğlencesidir.

Halbuki hanımlar evlerinden dış hayata çıktığında, dahil olduğu ortamda hevesleri uyandıracak, nazarları kendiyle meşgul edecektir. Böylece pek çok olumsuzluğun ortaya çıkmasına sebep olur. Aile hayatında bunca vazifeyi atıl bırakıp, dış alemde de verimi düşürecek durumların ortaya çıkmasına sebep olacak bir karar, hiçbir ehli aklın karı değildir ve olamaz. Bu yüzden rızık için -hakikaten mecbur kalmadıkça- dışarı çıkma vazifesini İslam hanımlara yüklememiştir.

Nabi

www.NurNet.org