Kategori arşivi: Yazılar

Kürt Meselesinin Çözümünde Bediüzzaman’dan Projeler

Bediüzzaman’ın Nur Külliyatı, özellikle “Mektubat” adlı eserindeki “Uhuvvet Risalesi”, “Onaltıncı, yirmiikinci ve yirmialtıncı mektupları” hakiki bir milli barış ve kardeşlik projeleridir. Bediüzzaman, siyaset adamı değildir ama, Türkiye ve dünya siyasetine yön veren adamdır. Kaleme aldığı iman hakikatleri, barış ve kardeşlik projeleriyle Türkiye’ye, dolayısıyla da dünya siyasetine denge ve istikrar kazandırmıştır. Başlattığı iman hareketi ve kaleme aldığı iman hakikatleriyle Bediüzzaman, Türkiye ve dünyada denge ve istikrar siyasetinin mimarı olmuştur.

O okundukça ve okuyucuları arttıkça bu denge ve istikrar gün geçtikçe kuvvet kazanacak, dünya, beklenen, özlenen ve gözlenen gerçek baharına, altın çağına, saadet asrına kavuşacaktır, inşallah. Çünkü o, Allah dedi, Peygamber dedi, başka bir şey demedi. Bir insan Allah’ın rızasını ve gücünü yanına alır, Peygamberin cehd ve gayretini kafasına koyarsa ona ne dayanır? İşte Bediüzzaman bunu yaptı. Bunu yaparken güzel bir yol ve güzel bir yöntem kullandı. İşte o yol ve yöntemin anatomisi:

1-Müsbet hareketi esas aldı. Hikmetle, güzel öğütle davetini yaptı. “Biz, muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur” dedi. Muhabbete muhabbet besledi ve düşmanlığa düşman oldu. Okuyucularına da bunu öğretti. Sevgiden yoksun kalmış bir dünyada bu önemli bir olaydır.

2-Davasını anlatırken, tebliğini icra ederken icbar, zor ve zorbalık yolunu değil, ikna yolunu seçti. Tatlı ve yumuşak üslûbu esas aldı.

3-Adaletin ve özgürlüğün savunucusu oldu, diktaya ve cuntaya boyun eğmedi.

4-Zindanlarda kendisine yer hazırlayanlara, zulüm ve işkence yapanlara beddua etmedi. Ta ki onların masum çocukları babalarına gelen zarardan acı çekmesin.

5-O beş esası sinelere yerleştirmeye çalıştı. Onlar da: Hürmet, merhamet, emniyet, haramdan kaçınma, itaat ve ibadet etmekti.

6-Ona göre din ve dindarlık, iman hakikatlerinin tahsili, doğal ve zorunlu bir ihtiyaçtı. Onun için bütün mesaisini buna tahsis etti.

7-Dünyayı oyun ve eğlence yeri değil, ahiretin bir tarlası ve Allah’ın isimlerinin bir aynası gördü.

8-Kendisi ve talebeleri barış ve asayişin gönüllü muhafızı oldu. Bu hususta yönetimden kendisine destek istedi.

9-Yönetimdekilere, başarılı olabilmeleri için, Allah’ın kanunlarına uygun hareket etmeleri gerektiğini söyledi.

10-Kâfire “hey kâfir!” demeyi eziyet saydı. Köre “hey kör!” demek eziyet olduğu gibi.

11-Şiddet kültürünü besleyen hastalıkları teşhis etti. Reçeteler yazdı, yönetime önemli projeler sundu. Ve şu tavsiyelerde bulundu:

a-Doğu ve Güney doğu vatandaşlarınıza dindarca yaklaşın.

b-Müsbet milliyeti (bütün milliyetleri bağrına basan İslâm milliyetini) esas alın.

c-İslâmiyet’i, Hıristiyanlık ve diğer dinlerle mukayese etmeyin. Çünkü İslâmiyet’in esası, tevhiddir. İslamiyet, vasıta ve sebeplere hakiki tesir vermiyor, icad ve makam cihetiyle kıymet vermiyor. Hıristiyanlık ise “velediyet” fikrini kabul ettiği için, vasıta ve sebeplere bir kıymet verir, benliği kırmaz. Âdeta Allah’ın Rububiyetinin bir cilvesini azizlerine, büyüklerine verir. “Yahudiler hahamlarını, Hıristiyanlar rahiplerini ve Meryem’in oğlu Mesihi Allah’tan başka Rab edindiler.” (1) meâlindeki ayetin dairesine girdiler. Onun içindir ki, Hıristiyanların dünyaca en yüksek mertebede olanları, gurur ve enaniyetlerini muhafaza etmekle beraber sâbık Amerika Reisi Wilson gibi, mutaassıp bir dindar olur. Tevhid dini olan İslâmiyet içinde, dünyaca yüksek mertebede olanlar, ya enaniyeti ve gururu bırakacak veya dindarlığı bir derece bırakacak. Onun için bir kısmı lâkayd kalıyorlar, belki dinsiz oluyorlar. (2)

ç-Şark vilayetleri merkezinde din ilimleriyle fen ilimlerinin beraber okutulduğu büyük bir üniversite açın. Böylece İslâm birliğinin en büyük düşmanı olan menfi milliyeti yani ırkçılık belasını da bertaraf etmiş olacaksınız.

Üstad Bediüzzaman Bitlis, Van ve Diyarbakır havalisinde kurulmasını istediği örnek ve model üniversite için sekiz şart ileri sürmüştür. Ben, bu sekiz maddeyi özetleyerek sıralamak istiyorum:

Birincisi: Üniversitenin ismi Medresetü’z-Zehra olmalı. (Zehra, zühreden gelmekte, çiçek demektir. Müzekkeri ezher, müennesi zehra’dır. Mısır’ın Camiü’l-Ezheri gibi Türkiye’nin Medresetü’z-Zehrâsı olmalı. Camiü’l-Ezher’den farkı, dişi olması hasebiyle doğurgan olmasıdır.)

İkincisi: Müsbet ilimler, bu medresede din ilimleriyle harmanlanarak verilmelidir. Böyle olursa izdivaç gerçekleşmiş olur. Çünkü, “Vicdanın ışığı, din ilimleridir. Aklın nuru, medeniyet fenleridir. İkisinin imtizacı (yani birbirine karıştırılması ve evlendirilmesiyle) hakikat tecellî eder. O iki kanatla talebenin gayreti şahlanır. Ayrıldıkları vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile ve şüphe meydana gelir.” (3)

Üçüncüsü: Arapça vacip, Türkçe lazım, Kürt’çe caiz olmalı. Yani Arapça din dili olduğu için vacip olmalı, Türkçe Türk nüfusunun ve nüfuzunun çokluğundan dolayı resmi dil olarak seçilmeli, Kürtçe de fıtratın hakkı ve gereği olarak serbest bırakılmalıdır. İsteyen istediği gibi kullansın.

Dördüncüsü: Kürt âlimler ve Kürtçe bilen öğretim elemanları ve öğretmenler o bölgeye tayin ve tahsis edilmeli. (4)

Dördüncüsü: Kürtlerin ileri gelenleri ve kanaat önderleriyle istişare edilmeli. Herkese aynı ilaç değil, her hastalığa uygun ilaç verilmeli.

Beşincisi: İş bölümü kuralına uygun olarak ihtisaslaşmaya ve branşlaşmaya gidilmeli, her branşın birbiriyle yardımlaşması sağlanmalı.

Altıncısı: Bu üniversiteden mezun olanlara diploma verilmeli, bu üniversite devletin bütün resmi okullarına eşit tutulmalı, mezunlarına iş verilmeli, istihdam alanlarında onlardan yararlanılmalı, yanı sonuçsuz bırakılmamalı.

Yedincisi: Öğretmen okulları da Üniversite bünyesine alınmalı. Bütün okullarımızda intizam, fazilet ve din eğitimi olmalı.

Sekizincisi: Kürtlerin çoğunlukla yaşadığı bölgelerde devam eden bireysel öğretim, genel öğretime, informal öğretim, formal öğretime dönüştürülmeli.

d-Cehalet, zaruret ve ihtilâf düşmanının karşısına marifet, sanat ve ittifak silâhiyle çıkın.”

e-Risale-i Nur’u okuyanların “asayişin manevî bekçileri oldukları”nı, asayişi korumanın tek yolunun da, insanların kalplerine iman ve marifet nurunu yerleştirmekten geçtiğini, bu işi de çağımızda en güzel şekilde Risale-i Nur’un yaptığını bilin.

f-Özgürlüğü, kuralsız ve ahlaksız yaşamak şeklinde görmeyin. “İnsanlar hür oldular, amma yine abdullahtırlar.”(5) Yani yine Allah’ın kuludurlar. “Hürriyet, nefsine de, başkasına da zarar vermemektir.” (6)

g-Kanun-u adalet ve te’dibden başka hiç kimse kimseye tahakküm etmemeli. Herkesin hukûku korunmalı, herkes meşru hareketlerinde şahane serbest olmalı.

ğ-Birlik ve beraberlik korunmalı, bunu bozmak isteyenlerin oyununa gelinmemeli. Üç tane bir ayrı ayrı dururlarsa üç kıymeti var. Eğer bir araya gelseler, omuz omuza verseler yüz on bir kıymet ve kuvvetini kazanırlar.

h-Biz Kalû Belâ’dan Muhammedî Cemiyet’e (Aleyhissalâtü Vesselâm) dâhiliz. Bizi bir araya getiren, bir ve beraber yapan tevhiddir. Andımız ve yeminimiz îmandır. Mademki Allah’ın birliğine inanıyoruz, öyleyse biz biriz. Herbir mü’min i’lâ-yı Kelimetullah’la görevlidir. Bu zamanda, bu görevin en büyük sebebi, maddeten terakki etmektir. Zira yabancılar teknik ve sanayi silâhıyla bizi manevî istibdatları (baskıları) altında eziyorlar. Biz de, fen ve san’at silâhiyle i’lâ-yı Kelimetullahın en müdhiş düşmanı olan cehalet, fakirlik ve ayrışmaya karşı cihad edeceğiz. Amma dışa karşı cihadı, nurlu şeriatın kesin delillerinden ibaret olan elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zira medenîlere üstün gelmek ikna iledir, söz anlamayan vahşilere yapıldığı gibi zorla değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz, (sevgi kahramanlarıyız) husumete vaktimiz yoktur. İttifak Hüdâdadır, heva ve heveste değil. İnsanlar hür oldular amma yine Allah’ın kullarıdırlar. Ümitsizlik her gelişmenin engelidir. “Neme lâzım, başkası düşünsün” istibdadın (baskı rejimlerinin) yadigârıdır. (7)

(Devam edecek)

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Tevbe, 9 / 31

2-Nursi, aynı yer.

3-Orijinali için bkz. Nursî, Münâzarat

4-Bir Üstad Bediüzzaman’ın yıllar önce ortaya koyduğu bu projeye bakıyorum, bir de Zaman Gazetesinin 8 Şubat 2010 tarihli nüshasındaki habere bakıyorum. Bediüzzaman’ın ne kadar isabet kaydettiğini, o gün o proje dikkate alınsaydı, bu kadar ziyan olmayacaktı, kanaatine varıyorum. Şimdi o habere bir göz atalım: Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu, Diyarbakır’da kanaat önderlerini tek tek dinledi. Halkın ve kanaat önderlerinin isteği şu: 1- Bölgemiz, din hizmetlerinin zayıflatılması sebebiyle bu hale geldi. 2-Kırsalda halk derdini cami imamlarına anlatır. Ancak camilerde görevli imamlar Kürtçe bilmiyor. Bu yüzden halkın itibar ettiği Kürtçe bilen müderrislerin önü açılmalı. 3- Geçmişte ezan bile okutulmuyordu. Şimdi çok daha rahatız. Ancak ülkeyi karıştırmak isteyen şer odaklarına fırsat verilmemeli.

5-Nursi, Münazarat, Yeni Asya Neş. İst. 1991, s. 58

6-Bkz. Nursî, Münazarat, s. 55

7-Nursi, Divan-ı Harbi Örfi, s.9-14

Devamlı Deva

YİRMİ DÖRT devayı geride bırakan, onu özetleyen ve özümseyen bir ifade ile başlar Yirmi Beşinci Deva: “ Gayet nafi ve her derde deva ve hakiki lezzetli kudsi bir tiryak isterseniz “imanınızı inkişaf ettiriniz”.

İmanı inkişaf ettirmek, kemalat mertebelerinde ilerlemek, marifetullahta yükselmek, lezzet-i ruhaniyi kazanmak bütün meseleleri önünde ve üstündedir çünkü keder kementlerine maruz, musibete giriftar, acz ve fakrla sarılı insan için hakiki teselli, gerçek deva, kuşatıcı şifa ondadır ve onunladır. 

İhlâs safi imanın neticesidir ve yine imanı safiyete götürür. Onu kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir sebebi “rabıta-i mevt ve tefekkür-ü imani” olduğundan bahseder Bediüzzaman ikinci ihlâs risalesinde. 

Hayatın ölümsüz hakikati ölümü hatırlamak deni dünyanın sufli zevklerinden uzaklaştırdığı gibi ulvi hislere karşı heyecan oluşturur, gayb kapılarını aralar.

Kâinat kitabını esma talimiyle okumak, hayatı o esma şifreleriyle çözümlemek ve özümsemek; yaşamı renklendirdiği gibi, her şeyde ve her bir şeyde güzellikleri görmeye sevk eder. Huzur-u daimiyi kazandırır, o huzurdan da uzaklaştırmak istemez.

Musibete maruz kalanlar derecelerine göre bu iki iksirden bolca istifade ederler, dertten devaya, hastalıktan şifaya giden yolu bulurlar. 

Yirmi beşinci devaya dönersek, “imanınızı inkişaf ettiriniz” derken bunun pratiğini, hayata dönük uygulamasını da sunar asrın şefkatli Tabibi; “ Tevbe ve istiğfar ile namaz ve ubudiyetle, o tiryak-ı kudsi olan imanı ve imandan gelen ilacı istimal ediniz.” 

Tevbe ve istiğfar ile O’na sığınmak, namaz ve ubudiyetle sığınmayı daha canlı kılmak, dışa dönük ifadelendirmek; bedeni canlandırdığı gibi ruhu hafifletir, kalbi hüşyar kılar, latifeleri adiyattan elini çektirir, aklın yönünü uhraya döndürür. Küçük dünyanın küçük işleri, gelip geçici olayları onu kederlendirmez, üzmez. Üzülecek bir şey varsa Kudreti nihayetsiz, Rahmeti sonsuz dünya ve ahiretin Malik-i Hakiki’sinin rızasına uygun davranışlarda yeterince bulunamamak, hayatının bütününde olduğu gibi her karesinde de O’nu hatırda ve sadırda sürekli taşıyamamak, yeteri şekilde şükürde bulunamamak, ibadetin ve zikrin azlığı… 

“İman ilacı ise; feraizi mümkün oldukça yerine getirmekle tesirini gösteriyor” dedikten sonra gaflet ve sefahatin o ilacın tesirini izale ettiğini söylüyor Said Nursi ve devam ediyor; “Hastalık, madem gafleti kaldırıyor; iştihayı kesiyor; gayrı meşru keyflere gitmeye mani oluyor; ondan istifade ediniz. Hakiki imanın kudsi ilaçlarından ve nurlarından Tevbe ve istiğfar ile dua ve niyaz ile istimal ediniz.”

Böylesi müjde ile son buluyor Yirmi Beşinci Deva. Üslup tatlılığı, ifade rahatlığı, anlam kolaylığı ile hikmeti arının petekleri şifalı balla doldurması gibi kalb peteklerini iman balı ile dolduruyor. Öyle bir bal ki her derde deva olduğu gibi kabrin arkasında, uzun ahiret yolculuğunda, mahşerin şiddetinde, dehşetli dönüşümlerde, sıratın üstünde tesirini devam ettiriyor bu ilaç, sahibini de cennete kadar götürüyor. Yeryüzü bahçesine bu imanı devşirmek için gelmişiz; musibetler ise en fazla ürün alma zamanı.

Öyle bir imana sahip olun ki devanız devamlı, şifanız daimi, şükrünüz sürekli olsun.

 Hüseyin Eren

 Karakalem.net

Barla’da Diriliş (Şiir)

Barla’da gerçek imanın temeli atılıyor
Ankara’da da başka bir devrim gerçekleşiyor

Bin dokuz yüz yirmi dörtte Hilafet son buluyor
Okunan dini tedrisat tamamıyla bitiyor

Bin dokuz yüz yirmi beşte bir kanun çıkartılır
Tekke ile zaviyeler tamamen kapatılır

Ardından çıkan kanunla şapka devrimi olur
Halk da batılılar gibi giyinmeye zorlanır

Birbiri ardına çıkan kanunlar gerçekleşir
Kök salmış İslami doku yavaş yavaş değişir

Çağdaş batılı bir insan tipini istiyorlar
İnsanlarsa bu devrime tepki gösteriyorlar

Bin dokuz yüz yirmi sekiz harf devrimi çıkıyor
Artık Arap harfleriyle yazmak yasaklanıyor

Bu nedenle Barla’daki yazılan o yazılar
Köy ve kasabadakiler elleriyle yazarlar

Gizli yazıp insanlara hemen iletiliyor
Her kes faydalansın diye çaba sarf ediliyor

Nurun Risalelerini engel görenler vardı
Bu nedenle de Üstadı sürgün ediyorlardı

Yapılan onca sürgünler O’nu durduramadı
Verdikleri sıkıntılar O’nu yıldıramadı

Bir de imha yollarını denemek istediler
Isparta’nın merkezine Üstadı getirdiler

Bin dokuz yüz otuz dörtte bu olay gerçekleşir
Burada da hizmetine aralıksız çalışır

Sürgüne göndermek ile bir şey yapamadılar
O’nu tutuklamak için bahane aradılar

Yüz yirmi asker ve yirmi polis ile beraber
Hükümet yetkilileri Isparta’ya gelirler

Bir de Üstad’ın evinde sıkı arama olur
Kitapları toplatılıp hepsine el konulur

Emniyete götürülüp sorgulama yapılır
Suç unsuruna rastlanmaz ve serbest bırakılır

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Teröre Bediüzzaman Seferberliği

Zulümle emniyet sağlanmaz, güç kazanılmaz, iktidar olunmaz. Huzur, refah, ekonomi ve adalet gelmez.

Zalimlikle hak elde edilmez. İnsanlık tarihinde zalimlerin zalimlikler yaparak elde ettikleri bir hak görülmemiştir.

İster insanlık tarihine, ister İslam tarihine bakılsın, her iki halde de mazlumlar kazanmış, zalimler kaybetmiştir.

Bugün terörle adı hiç gündemden düşmeyen Doğu ve Güneydoğu’muzda da insanlık ve İslam tarihi boyunca zalimler gelmiş gitmiş ama hep mazlumlar kazanmıştır.

Peygamberlerin, Sahabelerin, Tabiinlerin, Evliyaların, Âlimlerin, Bilginlerin pek çoğu, bu bölgemizde kısa ya da uzun süreli bulunmuş veya vefat etmiştir.

Onlar da yaşadıkları dönemlerde zalimlerin zulmüne uğramışlar ama her şeye rağmen içinde yaşadıkları topluma huzur aşılarken, gelecek nesillere de mesajlarını bırakmışlardır.

¥

Bediüzzaman gibi asrın imamı da bu bölgenin insanıdır ve Kürt’tür. Yalnız ömrünün bir saniyesinde dahi ırkçılık yapmamıştır.

Bütün ömrünü insanlığın selameti için harcamış, bunu yaparken de zalimlerin zulmünden bir nefeslik de olsa kurtulamamıştır.

Hayatının her safhasında kendisinden ve talebelerinden eksilmeyen takibatlara, işkencelere, tehditlere, baskılara rağmen, o hep iyiden ve iyilikten yana olmuştur.

Hakkını helal “etmemesi” gereken kişilere bile hakkını helal eden Bediüzzaman, bugün milyonların kalbinde ve dilinde yaşıyor. Ona zulmü reva görenlerin ise arkasından bir tek Fatiha okuyanları olmadığı gibi adlarını sanlarını bilen de yok.

¥

Bunları niçin hatırlattım. Doğu ve Güneydoğu halkı, risaleleri okusalar da okumasalar da her halükârda Bediüzzaman’a karşı bir hürmet hissi beslerler.

Hükümet başta olmak üzere, terörü bitirmek isteyen çevreler, Doğu ve Güneydoğu’da bir Bediüzzaman seferberliği başlatmalıdırlar.

Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatı başta olmak üzere, memleketin ve milletin selameti için neler söylediği, yaptığı, gönüllü alaylarla Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği yararlılıklar; sokak sokak, cadde cadde, köy köy, belde belde, ilçe ilçe, il il, anlatılmalıdır.

Bakın Bediüzzaman memleketin terör belasından kurtuluşu için neler söylüyor:

Bu milletin ve bu vatanın hayatı içtimaiyesini anarşilikten kurtarmak ve büyük tehlikelerden halas etmek için, beş esas lazımdır ve zaruridir.
Birincisi; “Merhamet.”
İkincisi; “Hürmet.”
Üçüncüsü; “Emniyet.”
Dördüncüsü; “Haramı helali bilip haramdan çekinmek.”
Beşincisi; “Serseriliği bırakıp itaat etmektir.

Yine Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin sık sık sesini ve sözünü duyurabildiği herkese ısrarla söylediği şu ikazı da çok önemlidir:

Sakın sakın birbirinizin kusuruna bakmayın. Hiddet yerine hürmet ediniz. İtiraz yerine yardım ediniz.

Evet, cahil cühela takımı ne demek istediğimi anlamayacaktır ama bu memleketi ve milleti seven; huzur, güven ve emniyet isteyen “namuslu” her vatandaşımız, Doğu ve Güneydoğu’da Bediüzzaman’ın düşünceleriyle halkın irşad edilmesini benimseyecektir.

İslam’da can ve mal emniyeti esastır. Müslümanlar böyle inanır ve iman ederler.

Hüseyin Öztürk / Yeni Akit

İbadetlerimize Uygun Yaşamak

Sözlük anlamıyla ibadet, yüce Allah’a karşı gösterilecek saygı, tazim ve hürmet demektir. Buna kısaca kulluk da diyebiliriz. İbadet, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yasakladığı bütün haramlardan uzaklaşmak manasındadır.

Kulluk görevini Allahın istediği gibi yerine getiriyor muyuz? İnsan Allahın verdiği nimetlerin karşılığını verebiliyor mu? Küçük dünyevi bir menfaat için bir çok yanlışı yapan insan, ona en büyük zenginlikleri veren zata hakkıyla kul ola bilmiş midir?

Düşünün bir insana siz  trilyonları verip bir gözünü satın almaya çalışsanız bir gözünü satın alamazsınız. Bir kolunu hatta bir parmağını bile vermez. Çünkü bunlar bir insan için maddiyatla ölçülmeyen zenginlikleridir. Bunları insan hiçbir ücret ödemeden sahiplenmiştir. Allah bunların karşılığında insandan kendisine lisanı kal ve lisanı hal  ile kulluk istemektedir. Yani kendisine İbadet etmelerini ve bu ibadetlerin gerektirdiği davranışları istemektedir. İbadeti yapmak kolay oluyor. Fakat yaptığı ibadetlere uygun yaşamakta önemlidir. İbadetleri maddi manada davranışa dönüştürmekte önemlidir.

Evet bazen ibadetle birlikte yapılacak basit bir olumlu davranış ibadetlerin sevabını kat kat artırır. Küçük bir çekirdeğin koca bir çam ağacına dönüşmesi gibi büyük bir mükafat kazandırır. Mesela vereceğimiz küçük bir sadaka, Anne ve  babaya karşı     -aslında görevimiz olan – göstereceğimiz saygı ve sevgi ve hürmet bize büyük mükafatlar kazandırır.

İbadetlerin davranışla birlikte yaşanmasının önemini küçük fakat çok büyük dersler içeren bir hikayecikle anlatmaya çalışalım.

İki kardeş vardı. Bir de yaşlı anneleri bulunuyordu. Her gece sırayla kardeşlerden biri, ibadetle birlikte  annesinin hizmetiyle uğraşır, diğeri Allah’a ibadet ederdi. Bir akşam Allah’a ibadet eden kardeş, yaptığı ibadetten öyle bir tat aldı ki, kardeşine:
– Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibadete devam edeyim, dedi
Kardeşi bu teklifi kabul etti.
Ne var ki, ibadet eden kardeş ibadet sırasında secdede uyuyakaldı.
Ve o anda bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona:
– Kardeşini bağışladık, seni de onun hatırı için affettik, diyordu.
İbadetle meşgul olan genç:
– Ben Allah Teala’ya ibadet ediyorum, kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı iş sebebi ile bağışlıyorsunuz. Bu nasıl olur? diye sordu.
Ses ona şu cevabı verdi:
– Evet öyledir
Çünkü senin yaptığın ibadetlere Allah’ın bir ihtiyacı yok. Ama kardeşinin yaptığı hizmetlere, annenin çok ihtiyacı var…

Hikayede de görüldüğü gibi ibadet etmek önemli; fakat ibadetle birlikte  lisanı hal ile ibadet etmek daha önemlidir. Yani örnek yaşantımızla yaptığımız ibadetleri anlatmamız daha önemlidir.

Hamit Derman

www.NurNet.org