Kategori arşivi: Yazılar

Ramazan, iktisat, şükür…

Modern zamanların belki en manidar gerçeği, ‘iradenin ölümü’dür. Sözümona özgürlüğe davet eden, kendi kararını vermeye çağıran, kendi hayatını yaşa diyen o kadar reklam spotunun gizlediği, gerçekte budur: İradenin ölümü.

Özgürlüğü reklamların, filmlerin anlattığı yaşama biçiminde arayan kişi, ne kadar özgürdür sahi? Reklamların, dizilerin açıkça veya gizlice dayattığı şekilde yiyen, içen, giyinen kişi kendi kararını kendi veren, kendi hayatını yaşayan kişi midir ki?

Gelin görün ki, her türlü modeliyle komünizmin, sosyalizmin, faşizmin aşikâr biçimde uyguladığı dayatmalara itiraz geliştiren insanlık, kapitalizmin bu örtülü dayatmalarının bir türlü farkına varamıyor? Dünyanın neresinde olursa olsun, aynı cola’yı içen, aynı blucini ve tişörtü giyen gençler, birbirlerine ne denli benzediklerini ve neden benzediklerini sormaktan aciz. Dünyanın her yerini istila eden sağlıksız fast-food kültürü, sözümona ‘kendi iradeleriyle’ sarıyor her yaştan insanları…

En başta Amerika ve genel olarak Batı ölçeğinde gördüğümüz bir gerçek var: Kapitalizmin taşıyıcıları için, kişilerin dini, dinsizliği önemli değildir. Kapitalizm için önemli olan, reklamlar-filmler-diziler vb. yoluyla kendilerine ziyadesiyle ‘değer’ yüklenen marka ürünleri tüketmeleri ve buna uygun bir yaşama biçimi edinmeleridir. Bunu yapıyorsa, bir insanın Müslüman, Hıristiyan, Budist olması; yahut ateist veya animist olması, kapitalizm için önemsizdir. Aslolan, insanların gerçekten ‘ihtiyaç’ olan ile arzuların tahriki ve düşüncelerin ustaca yönlendirilmesi ile ‘ihtiyaca dönüştürülmüş’ olan arasındaki farkı ayıramaması; hatta, ikincisi için birincisinden vazgeçebilir derecede bir irade felcine tutulmasıdır. Ne de olsa, gerçekten ihtiyaç olanlar, hâlâ ucuzdur. Bir kilo patatesin fiyatı ile elli gramlık cipsin fiyatı arasındaki fark; ekmeğin veya meyvenin fiyatı ile fabrikadan geçmiş, üzerine marka vurulmuş ‘gıda’ların fiyatı arasındaki fark; vücudu koruyan markasız bir elbise ile üzerinde marka taşıyan bir elbise arasındaki fark, bunun apaçık nişanesidir.

Kapitalizm ve tüketim

Kapitalizmin tüketim odaklı, herşeyi bir ‘kullan-at’ girdabına iten bu anlayışının, dikkate değer iki tarafı daha vardır: Birincisi, önüne sürekli yeni hedefler koyarak, ne kadar kazanırsa, ne kadar satın alır ve tüketirse, ne kadar harcama yaparsa yapsın, insanı bir türlü tatmin olamaz hale getirmesi; ikincisi, dinî değerleri de bu uğurda kullanması…

Birincisinin insanlara yaşattıkları aşikârdır. Önü alınmaz bir israf içerisinde, ‘canının her çektiğini,’ daha doğrusu reklamlar, imaj yapımları, değer yüklemeler vs. yoluyla ‘canına her çektirileni’ elde ederek ‘mutluluğa ulaşacağı’nı sanan; iktisatsız ve şükürsüz yığınlar. Akıl almaz bir harcama çılgınlığının içinde israfa düştüğü için iktisatsız ve doyuma gözünün önüne konulanla elde edince ulaşacağını düşünen ve sürekli gözünün önüne yeni şeyler konulan, dolayısıyla bir türlü zaten elinde olanı, Yaratıcının ona gerçekten ihtiyaç olduğu için ve zaten vermiş olduğuna bakamadığı için şükürsüz yığınlar…

İkincisini ise, en güçlü haliyle, Amerikan toplumunda görür insan. Amerikan toplumu, ağırlıklı olarak, Hıristiyan bir toplumdur; ama artık Amerika’da Hıristiyanlık, Hz. İsa’dan ziyade, Noel odaklıdır. Nice nice Amerikalı için Noel (yani Christmas) kendilerinin itikadî bir yanlışla farklı bir noktada konumlandırdığı, bizim için ise bir sevgili peygamber olan İsa aleyhisselamın doğum gününün ve dolayısıyla onun temsil ettiği semavî değerlerin ve hakikatlerin hatırlandığı gün değildir. Bilakis, haftalar öncesinden başlayan harcama, gezi, yemek vs. planlarıyla tüketimin tavan yaptığı zamandır.

‘Dini imanı’ para ve kâr olan kapitalizm, böylece, dinî bir günü bir tüketim girdabına dönüştürmüştür. Dile dahi yansıdığı üzere, ibadet odaklı olması gereken bir ‘holy day,’ yani ‘mübarek,’ ‘kutsal’ bir gün ‘holiday’dir, yani bir ‘tatil’ günüdür artık! Daha fazla tüketilen, daha fazla harcama yapılan bir tatil günü…

Ramazan-İktisat-Şükür

Nicedir, kapitalizmin bu dönüştürücü etkisinin, Müslüman topraklarına sirayetini görüyoruz. En başta da, insanlar günün epeyce bir vakti hiçbir şey yemediği ve içmediği için daha az harcama yapmaları beklenen Ramazan’da. Garip ki, onbir ay bu ülkede yaşayan insanların dinini hatırlamayan küresel firmalar, Ramazan’da ‘iftar sofraları’ odaklı reklamlara başlıyorlar. Garip ki, onbir ay bu ülkede nice nice insanın tesettürlü olduğunu, beş vakit namaz kıldığını, Kur’ân okuduğunu gözardı ederek senaryolar yazıp film üretenler Ramazan’da din soslu bir tüketimin işlendiği diziler yapıyorlar.

Ve garip ki, bu ülkenin dindar insanları dahi, Ramazan’da daha fazla harcama yapıyor; mutfak harcamalarında, onbir aylık ortalamanın ciddi derecede üstüne çıkıyorlar.

Sözün kısası, kapitalizmin herşeyi kendi lehine dönüştüren dalgaları bizim sahilimize vurduğunda, dinî olanın içi boşaltılıyor, şekil ruhu boğuyor, özün buharlaşması riski beliriyor.

Durum bu olunca da, Bediüzzaman’ın seksen yıl önce yazdığı Ramazan Risalesi’ni; orucun hikmetine ve Kur’ân-oruç ilişkisine dair o güzelim tespitlerini daha bir önemli, daha bir vurgulanası görüyor insan.

Dahası, bu Risale’nin komşusu olan bir diğer risale ‘Şükür Risalesi’ ile ilişkisini; keza, iki İhlas Risalesi (Yirminci ve Yirmibirinci Lem’alar) ile İktisat Risalesi (Ondokuzuncu Lem’a) ile de ilişkisini görüyor.

Biliyoruz ki, Bediüzzaman Said Nursî, Ramazan Risalesi’nin bir küçük risale olarak ayrıca neşri sırasında, yanına iki risaleyi de eklemiş: İktisat ve Şükür. Sonuçta, bu üç risale, birbiri ardınca çıkıyor karşımıza: Ramazan, İktisat, Şükür Risaleleri.

Bu sıralama, başlıbaşına önemli. İsraf eden şükredemez. İktisattır nimetin farkındalığın nişanesi ve ancak iktisat edenin başarabildiği bir haldir şükür. O halde farz olan orucuyla Ramazan, kalbin nefse galibiyetinin, iradenin her türlü çeldirici hazza karşı hâkimiyetinin adresi olarak, onbir ay sürecek bir iktisat-şükür taliminin adresi olarak yaşanmalı bizim için.

Ve Ramazan, İktisat, Şükür Risaleleri, böylesi bir zamanda, bu nazarla bir daha, bir kez daha okunmalı…

 İsmail Örgen

Moral Dünyası Dergisi

Said Nursi’yi Tebessüm Ettiren Ramazan Hatırası

said-nursiyi-tebessum-ettiren-ramazan-hatirasiMustafa Ulusoy, Zaman Gazetesi’ndeki köşesinde Mary Weld’in “Bediüzzaman Said Nursi Entelektüel Biyografisi” kitabında anlattığı hikayeyi okuyucularıyla paylaşmış. Said Nursi Hazretleri’nin Eskişehir Hapishanesinde yaşadığı insanı tebessüm ettiren hikaye “Ramazan’a aittir” başlığıyla verilmiş.

Mustafa Ulusoy’un yazısı şöyle:

Geçenlerde Mary Weld’in “Bediüzzaman Said Nursi Entelektüel Biyografisi” kitabının Isparta hayatı bölümünü okurken, insanda hem tebessüm hem de hayret uyandıran bir olayı yeniden hatırladım.

Temmuz 1935’te Said Nursi ve bazı talebeleri tutuklanıp Eskişehir cezaevine yollanır. Evlere baskın sırasında üzerinde “Ramazan’a aittir” diye yazan bir kitap bulunur. Güvenlik güçleri, Kur’an yazısını okuyamadıkları için “Bu Ramazan kimdir?” diye günlerce arayıp tararlar. Nihayet Isparta köylerinden “Ramazan” isimli habersiz bir masumun kitabı zannederek, kelepçeli halde Eskişehir cezaevine yollarlar.

Aradan iki ay geçtikten sonra, kitabın, Ramazan namındaki habersiz masum köylüye ait olmayıp, Bediüzzaman’ın “Ramazan Risalesi” adlı bir eseri olduğu anlaşılınca, mazlum ve masum Ramazan serbest bırakılır. Bediüzzaman arada sırada onu gördüğü zaman, tebessüm ederek, “Kardeşim Ramazan hakkını helal et” diyerek teselli eder.

Risale Ajans

Sıcaklar ve Ramazan Orucu

Ayların sultanı olan mübarek Ramazan ayına girmiş olduğumuz bu günlerde –sıcakların da bastırması- bazı insanlarda oruç ibadetine karşı bir tereddüt ve niyet zafiyetine sebep olabilmektedir. Ancak şunu unutmamalıyız ki bir ibadetin zorluğu arttıkça sevap ve makbuliyeti de artar. Aslında gerçek bir Müslüman için hiçbir sebep kişiyi Allah’ın emrini yerine getirmekten alıkoymamalıdır.

İslam dininin vazgeçilmez prensibi olan samimiyet ve gösterişten uzak oluş, en üst seviyede oruç ibadetinde kendini gösterir. Bu yönüyle oruç; bir irade, sorumluluk, sabır ve samimiyet eğitimidir. Evet, Cenab-ı Hak bizim aç ve susuz kalıp zorlanmamızı istemez. Fakat Ramazan ayında bunu istiyorsa demek Rabbimizin bildiği bir şey var. Mesela; Bediüzzaman Hazretleri, “Mektubat” adlı eserinde oruç ile ilgili şu ifadeye yer verir: “Cenab-ı Hak, bizden yetmiş hikmetli bir açlığı ( orucu) istedi.” Demek bilmesek de oruç ibadetinin yetmiş hikmeti ( yani sebep ve faydaları ) vardır.

Oruç ibadetinin faydalarından şöyle birkaç örnek verelim:
1)      Oruç, nefis terbiyesini sağlar.
2)      Fakirin halini anlamamıza vesile olur.
3)      Nimetlerin değeri anlaşılır.
4)      Günahlara karşı manevi bir kalkandır.
5)      Açlığa alıştırır.
6)      İrademizi güçlendirir.
7)      Sabırlı olmamızı sağlar.
8)      Sağlığımıza faydası var. Örneğin; midemizi dinlendirir.
9)      Toplumsal dayanışmayı sağlar.
10)    Oruç, günahlara kefarettir. Yani günahlarımızın affına vesiledir.
11)     Ve bütün bunlardan daha önemlisi olan Rabbimizin rızasını kazandırır.

Bütün bunlar Oruç ibadetinin faydalarından sadece birkaçı…

İşte böyle maddi ve manevi açıdan çok önemli olan oruç ibadeti, basit sebeplerden dolayı ihmal edilmemelidir. Zaten oruç, inanç ve irade işidir. İnancı kuvvetli ve iradesi güçlü olan bir insan, orucunu tutar ve bozmaz. Mesela; bazı çok yaşlılar, ağır hastalar ve çocuklar tutmaları farz olmamasına rağmen imandan gelen bir kuvvet ile ve iradelerine hâkim olarak oruçlarını bozmadan tutabiliyorlar.

Diğer taraftan bazı genç kuvvetli delikanlılar, basit bir sebepten dolayı İslam’ın şartlarından birisi olan oruç gibi önemli bir ibadeti terk edebiliyorlar.

Halbuki oruç tutmak, nefis ile yapılan mücadelede zaferi kazanmak demektir. Orucunu tutabilen bir Müslüman, irade ve sabır kahramanıdır. Rabbimiz, gerçekten oruç tutmak isteyenlerin yardımcısıdır. Bu manevi oruç ayının tüm insanlık dünyası için hayırlara ve güzelliklere vesile olması temennisiyle tüm okurlarımızın mübarek Ramazan aylarını tebrik eder; sevabı bire bin olan bu fırsat ayını değerlendirmelerini temenni ederim. Selam ve dua ile…

İbrahim YARDIM/ İlahiyatçı-Yazar

Hastalar Risalesi-18 (Şiir)

Ey kimsesiz ve garip

Ey Hasta-i biçare

Sakın olma ümitsiz

Her şeye var bir çare

 

Hasta ve gurbetteysen

Yalnızsan ve kimsesiz

Katı kalplılar bile                                                                 

Yardımcın olur şeksiz

 

Bütün var güçleriyle

Rikkate gelirlerse

Nazar-i şefkatleri

Tamamen celp ederse

 

Acaba şu Kur’an’ın

Her surenin başında

Geçen “Rahmanir-Rahim”

Sıfat hulasasında

 

Bir lem’a-i şefkatle

Umum yavrularını

Merhametle büyüten

Anne-babalarını

 

Şefkatiyle terbiye

Elbisesi giydiren

Merhamet duygusunu

Onlara bağşeyleyen

 

Ve her yeni baharda

Cilve-i Rahmetiyle

Yeryüzünü dolduran

Türlü nimetleriyle

 

O’na iman ederek

Teslimiyet sözüyle

Sana musallat olan

Hastalığın acziyle

 

Rabbine yalvararak

Gösterilse niyazın

Rahmetini celp eder

Şu elemli marazın

 

Asıl kimsesiz olan

O’na iman etmeyen

Kulluğunu bilmeyip

Ehemmiyet vermeyen

 

Mademki yalnız “O” var

Demek sana her şey var

Başka bir şey arama

Ancak “O” sana bakar

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

(06.07.2013 – Cumartesi)

Kaza

Haşirden sonra mahkeme kurulmuş. Ve Âdemoğulları, birer birer hesaba çekilmişler. Bazıları hiç sorgusuz Cennete giderlerken, diğerleri endişe içindeymiş. Çünkü hemen önlerinde Sırat Köprüsü varmış. Bir çoğunun aşağıya düştüğü, geçenlerin Cennet’e ulaştığı köprü…

Sayıları milyarlara ulaşan bir topluluk, bu köprüye doğru yola çıkmışlar. Bir daha geri dönmemek, gittikleri yer neresi olursa olsun, hiç ölmemek üzere. Hepsinin yüreğinde, korkuyla ümit arası bir duygu varmış. Allah’a ve Peygamberine inananlar, kusurları olsa bile af dileyenler, kâinata iman gözlüğüyle bakanlar, köprüyü de o gözlükle geniş görmüşler. Daha sonra uçar gibi geçmişler üzerinden. Ağırlığı fazla olanların dünya köprülerinden bile geçemediğini iyi bilenler, Sırat’a yaklaşırken, ince ince hesap yapmaya başlamışlar.

“Bu günahım şu kadar, diğerleri bu kadar, toplam ağırlıkları da şu kadar!.” diye. Bu hesabı yapanlardan bir adam:

— Ara sıra namazlara giderdim, demiş. Cuma namazlarına. Bayram namazlarını da hiç kaçırmazdım. Bu bakımdan namaz yüküm fazla sayılmaz.

Adam daha sonra, özellikle yaz aylarında ihmal ettiği oruçlarının; resmî bayramlarda, maaşını aldığında, çok üzüntülü ve çok sevinçli olduğu zamanlarda ya da güzel havalarda içtiği içkilerin; ay başlarında ve yıl sonlarında oynadığı kumarların yükünü hesaplayıp:

— Milletten çalmadım ya!. Bu da fazla bir yük tutmaz herhalde!. demiş. Biraz düşündüğünde, geriye tek bir günahı kalıyormuş ki, o da zaten kaza sonucunda oluşmuş. Bu yüzden de ona göre pek önemli değilmiş. Takımı maç kazanınca şevke kapılmış ve bütün ikazlara rağmen havaya ateş etmiş. Kazayla da küçük bir kızı vurmuş. Adam, dünyada da zaten muhasebeci imiş. Bu yüzden de bilirmiş hesabını. Yükünü gram gram hesapladıktan sonra, biraz da garanti payı koymuş üstüne. Sonuç gayet güzelmiş. Bu ağırlık, Sırat için hiç de fazla değilmiş.

Adam köprüye gelince biraz şaşırmış. Her köprüde hem geliş hem de gidiş varken, burası tek yönlüymüş. Hatta adım başında, “geri dönülmez!.” ikazı yapılıyormuş. Fakat onu şaşırtan şey daha başkaymış. Çünkü her iki yanda da korkuluk yokmuş. Adam, günah yüklerinden emin olduğu için, kenarlara yanaşmakta bir sakınca görmemiş. Zira bu noktalardan, manzara çok farklıymış. Köprünün alt kısmında, Cehennem fokur fokur kaynamaktaymış. Biraz sonra, köprü daralmaya başlamış. Bu yüzden de kalabalık iyice artmış. Adam, orta kısımlara geçmeye çalışırken, ayağı bir yere takılmasın mı? Bir anda uçmuş köprünün üstünden. Bir taraftan bağırarak düşüyor, diğer yandan hesabını kontrol ediyormuş. İçki yükü şu kadar, kumar yükü bu kadar, namaz şu kadar derken, küçük kızın ölümüyle sonuçlanan kazayı hesaba katmıyormuş. Alevlere büyük bir hızla yaklaşırken, bir adam ona köprünün üstünden seslenerek:

Kusura bakma kardeş!. diye özür dilemiş. Ayağım kazayla sana takıldı!.

Cüneyd Suavi / Zafer Dergisi