Said Nursi’nin Sözleri Duvara Asılmalı

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez, Risale Akademi ve AKAV tarafından 4 Şubat 2012 tarihinde düzenlenen “Hutbe-i Şamiye Ekseninde İslam Birliği ve Küresel Barış” konferansına katılarak bir konuşma yaptı.

Görmez, Bediüzzaman Said Nursi’nin Hutbe-i Şamiye eseriyle hocası aracılığıyla tanıştığını, aradan 100 yıl geçmesine rağmen hala güncelliğini koruduğunu söyledi. Görmez, bazı cümlelein hattatlar tarafından yazılarak duvarlara asılması temennisinde de bulundu.

İşte o video:

Kaynak: Risale Haber

Af dilemek, “insan” olmanın ayrıcalığıdır.

Günahlarımızın bizi O’nun dergahına götürmesi, günahsızlık sandığımız şımarıklık hallerinden daha hayırlı olabilir. Rabbimizin hatalarımızı affetmesi, O’na ibadet yollarımızı açık tutmak içindir.

Bana yazarak, kendini çok günahkâr görüp, artık varlığından utandığını, Rabbinin karşısına çıkmayı da iki yüzlülük gibi gördüğünü söyleyen kardeşlerim var. Bu kardeşlerimi ümide davet ediyorum; Allah’ın rahmetinden umut kesmemeleri gerektiğini hatırlatıyorum. Unutmayın ki, bu konuda kimse kimseden daha aşağıda ya da yukarıda değildir. Defterlerimiz açılmadan ‘iyi’ ya da ‘kötü’ olduğumuza karar veremeyiz. Çünkü kimse kimsenin gerçekte işlediği günahı bilmiyor; herkes hataları konusunda kendisine sırdaştır. Öyleyse, kendimizi çok günahkâr bilme halini umutsuzluk sebebi değil, Rabbin af dergâhına daha çok yakınlık kazanma fırsatı olarak görelim.

Senden başka kime gideyim ki..’ çaresizliğini ancak o utanç ve pişmanlık halinde yaşarız. Çarenin yalnız O’nda olduğunu içten içe bilme halini samimi tazarrularımız için, gözü yaşlı yakarışlarımız için başlangıç eyleyebiliriz.

Böylesi günahların ağırlığının bizi O’nun dergahına götürmesi, hiç günahsızlık sandığımız şımarıklık hallerinden daha hayırlı olabilir. Sonunda kibir ve kendini beğenmişlik üreten bir hatasızlık değil de, bizi mahcup eden, kusurumuzu itiraf ettiren bir hata Rabbimize daha doğrudan bir yakınlık vesilesi olabilir.

Tövbe etmek özür dilemektir. Rabbimizin ancak biz insanlara takdir ettiği bir nasiptir özür dilemek. Belki de meleklerden üstün olabileceğimizin sırrı burada saklıdır. Çünkü, melekler hiç hata etmedikleri/edemedikleri için özür dilemeleri gerekmez. Şeytan ise hatasını hata olarak kabullenmediği için özür dilemez. Ancak insan, hata eder, hata ettiğini kabul eder, özür diler.

Özür dilememizin Rabbimizce hoş görülmesi, çokça hata edelim de çokça özür dileyelim şımarıklığını da beslememeli. Artık olmuş bitmiş günahlardan, omuzumuzda pişmanlığını ağır bir taş gibi taşıdığımız hatalarımızdan söz ettiğimizde, hoşnut olunan özürden söz edebiliriz. Yani, geçmişe doğru özür dileriz. Geleceğe doğru özürler saklayarak, günahlar planlayamayız. Ki gelecekte yapmamaya azmetmek, karar kılmak, geçmişe dönük özrümüzün de içtenlik göstergesidir. Yoksa, rahmete güvenip de günah işlemiş oluruz. Geçmiş günahlarımız için rahmete sığınmalıyız ama rahmete sığınıp gelecek günahlara niyetlenmemeliyiz.

Rabbimizin hatalarımızı ve kusurlarımızı affetmesi, günah ve isyanlarımızı bağışlaması O’na ibadet yollarımızı açık tutmak içindir. Yüzümüzü rahmetine ve bağışlayıcılığına dönük tutmak içindir. Üstelik Rabbimiz bizi affetmekle kalmıyor, bize hatalarımıza rağmen yine şefkat ediyor, merhametini gösteriyor; sanki hiçbir şey olmamış gibi bizi sevmeye devam ediyor. Bize darılmıyor, bizi gözden çıkarmıyor, bizi kendisinden uzaklaştırmıyor. Yoksa, O’na ibadet etmeye yüzümüz tutmaz, O’nun rahmetinden ümidimizi keser, huzuruna varmaya utanırdık. Tövbenin varlığı ve Rabbimiz katında hoşnutlukla karşılanması, bize eşsiz bir nezâketle şunu hatırlatıyor: Rabbinize pişmanlığınızı arz ettiğiniz sürece, Rabbinizden rahmet umduğunuz sürece, O’na giden yolları açık tutarsınız. O tövbe etmenizi sever, size çok merhamet eder. Rabbiniz sizden günahsızlık beklemiyor, ancak içten özürler bekliyor. Sizi O’ndan uzaklaştıran günahınızın çokluğu değil, özrünüzün yokluğudur.

İnsan kendi günahını başka herkesten iyi bilir. Başkalarının günahlarına kendi günahımız kadar aşina değilizdir. Öyleyse en çok günahkâr bildiğimiz kişi kendimiz olmalıyız. Şüphesiz Allah kendi günahlarımızı kendi bildiğimizden daha iyi bilir; O’ndan bir şey saklayamayız. Allah ki rahmet sahibidir; rahmeti gereği kusur işleyip yine kendisine dönmemizi ister. Kendimizi hiç günahsız sanmamızdansa, hatamızı bilip pişmanlık ve gözyaşıyla O’na dönmemiz O’nu daha çok hoşnut eder. Şu halde, günahlarımızı en iyi bilen, günahlarımızı bilmemizden hikmetiyle hoşnut olan Rabbimize dönüp O’ndan af dilemeliyiz. Ne kendimizi masum zannedip O’nun affına muhtaç olmadığımızı sanalım, ne de kendimizi çok günahkâr bilip O’nun affından ümidimizi keselim.

Dr. Senai DEMİRCİ

Şam’dan Ankara’ya Esen Rüzgar

Bir şarkı vardır;

Boş yere ağlama

Kalbini bağlama Ankara rüzgârına

Ankara rüzgârı ile kastedilen bir sevgilinin sevda rüzgârının rüzgâr ile başka bir coğrafyaya gitmesi midir? Çünkü rüzgâr bizim kültürümüzde haber götüren getiren manalarına da gelir.

Urfa’nın medar-ı iftiharı Hazret-i Nabi, Cenab-ı Nebi-i Zübde-i Âlem için söylediği bir kasidesinde, rüzgâra bir haber yükler, Hazret-i Nebi’nin memleketine yollar.

Ey bad-ı saba, uğrarsa yolun semt-i haremeyne

Tazimimi arzet o Resul-i Sakaleyne

Der. Habibullaha kendi muhabbetini rüzgâra yükleyerek gönderir.

Fuzuli-i Bağdadi:

Ne yanar kimse bana ateş- i dilden özge

Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı

Yalnızlığında dostu olarak saba rüzgârını görür. Kimseleri olsaydı Fuzuli olmazdı, çok fazla dostu olanın ruhsal varlığı talan olmuş olur. Ne kadar üretici zekâ varsa içine kapanmış, kitabı gözlemi kendine rehber etmiş.

OTUZBEŞ YAŞI ve ŞAM HUTBESİ

Şam tarih boyunca İslamın büyük camisinin bir hitap kürsüsü olarak yorumlanmış, devirler değiştikçe büyük âlimler o kürsüden değişen dünya ve din mantığına paralel olarak konuşmuşlar.

Bu geleneğin son devirdeki temsilcisi Bediüzzaman Şam’da Hutbe-i Şamiye isimli eserini irad etmiş. Selaniğe, Kostruma’ya İstanbul’a Makedonya’ya, Ankara’ya çeşitli vesilelerle giden bu büyük zat acaba otuzbeş yaşında Şam’a giderken neler düşündü?

Orada konuştukları mutasavver mi idi, yoksa irticali olarak mı bunları konuştu.

Çünkü konuşulan metin İslam dünyası ve özellikle İslam dünyasını temsil eden insanın üzerinde derinlikli olarak düşünmüş bir büyük münevverin fikirlerini yansıtıyor.

Bediüzzaman cüzi olaylardan değil çok yüksek bir noktadan toplumun içinde bulunduğu durumu görüyor.

Avrupalılar son dönem Osmanlısını Hasta Adam olarak isimlendirmişler. Bu yüzden on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden itibaren gittikçe artan bir hızla hasta adamı pasta adam yapıp yemeyi planlamışlar, adeta geçmişte yaptıkları haçlı seferlerinden daha dessasane hücumlarını bu dünyaya yöneltmişlerdir. Bediüzzaman da Osmanlı’nın hasta olduğunu biliyordu.

Değişik coğrafyalardaki seyahatlerinde bunu izliyordu. Çünkü siyasi çalışmalarının maya tutmayan süt gibi eline gelmesi onu rahatsız ediyordu. İngiliz müstemlekat nazırının Kur’an’ı kaldırmak konusundaki fikri ona hastalığı tedavi edecek ilaca sarılmayı sağladı. Biri hasta adamı anlamış onu öldürmek ve bölüşmek istiyordu, ama Kur’an oldukça bunun zorluğunu anlıyor, hastayı diriltmemek üzere öldürmeyi planlıyordu. Önünde engel Kur’an ‘dı .

MÜSLÜMAN İNSANI DİRİLTMEK

Ne gariptir İngiliz’in mantığı ile 20 li yıllardan sonra Kur’an’ı kaldıran, çocuklara elifba okutan kadınları ve erkek hocaları nezarethanelerde öldüren bir mantık ile aynı idi.

Demek bir yeni düzen kurulmuş ama arkasında hükmeden yine aynı İngiliz mantığı idi, yoksa kurulan yeni gecekondunun efkârını da onlar mı belirlemişti. Perdenin arkası hem karanlık hem aydınlık! Bir dönemin büyük adamları yoksa figüran mı ha ne dersiniz.?

Bediüzzaman o dönemin toplum mühendisi olan yazarlar gibi, kurtarıcı reçeteyi ırkçılık olarak görmüyor, ırkı ne olursa olsun Osmanlı olan toplumu diriltmek, hasta olan devleti değil, yapı taşı hasta olan Müslüman insanı diriltmek istiyordu. Zannedersem o Şam’a giderken bunları düşünüyordu. Bu fiktif tespitimi onun konuşma metninden çıkarsıyorum.

Bediüzzaman bir tabib, bir doktor, onun Hastalar Risalesi diye bir eseri var, bedensel açıdan hasta ruhsal açıdan direncini kaybetmiş insanların bedenini ve ruhunu yatalak olmaktan kurtarıyordu. Ne kadar ileri görüşlü bir adam ki o hastanın yerine yine bir önemli Hastalar Risalesi yazmıştı.

Hutbe-i Şamiye, evet o da bir hastalar risalesi idi.

Çünkü devleti milleti temsil eden insan hasta idi, altı yönden büyük yaraları olan bir insandı. Bütün üdebamızın bir hüzün ve trajik senfonisi gibi ağlaştığı bir dönemde Bediüzzaman hasta milleti kurtarmak ve onunla İslam ittihadını gerçekleştirmek istiyordu, buna basiret desen az gelir, sonra basiret abla sanırlar. Akif bu ümitsizliği hissetmiş;

Yeis öyle bir bataktır ki düşersin boğulursun

Ümide sarıl sımsıkı seyret ne olursun

Diyor ama zihninin ve coğrafyanın bütün ümit kapılarının kapalı olduğunu düşünüyor, ağlıyordu.

Anadolu’yu karış karış dolaşan büyük insan kurulan gecekondunun tahtalarının perişanlığını görüyor, bu gecekonduda oturmam diyip başka bir eve taşınıyordu.

Bediüzzaman da gecekonduyu görüyordu, ama dünyanın büyük işler yapan bir millet kompleksini koruyan bu yeni gecekonduyu terk etmek istemiyor, her türlü zulme rağmen onu kurtarmayı azmediyor. Bütün çileli hapishane yıllarında bu milleti diriltmek için çareler çeşitli ilaçlar yazıyordu reçetelerine.

Haşirde insanı farelere yem değil semavatta bir sakin olmanın manasını anlatıyor,

Tevhid bahislerinde kâinatı başıboşluktan kurtarıp bir büyük elin emrine veriyordu, semayı boşluk içinde değil âlemdeki harika icraatları seyreden büyük seyirciler olduğunu anlatıyordu.

İşte Bediüzzaman hasta adamın hasta ferdini kurtarmak için Hutbe-i Şamiyede altı çare ortaya koyuyor, sonra ona yataktan kalktıktan sonra âleme dini, sanatsal, ilmi bir göz veriyor bununla bak âleme diyordu.

Böyle olan bir insanın ittihadı gerçekleştirmek için kendinde yeterli gücü bulacağını gösteriyordu.

Muhtaç olduğu kudret kurtulduğu hastalık ve gözüne gelen yeni güçle elde ediliyordu.

Ankara’da Şam rüzgârı birlikte estiler, Şamda’ki rüzgâr Ankara’dan bütün dünyaya bir daha esti,

Necip Fazıl;

Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes

Artık ey kahpe rüzgâr ne yandan esersen es

Diyorsa biz de Hutbe-i Şamiye ile esen rüzgârın ruhlarımızdaki ve ülkemizdeki insanların ruhuna yeni ruhlar üfleyeceğini düşündük ve öyle azmettik.

Diyanet işleri başkanı Sayın Görmez büyük hakikatı görmüştü, o göreceğini görmüş büyük babanın oğlu, bizim ülfet ettiğimiz metne yeniden bakmış ve elinde büyük kâğıtlara duvarlara asılacak büyük yerlere asılacak büyük cümleleri asmanın gereğini anlatıyor ve harika bir fon içinde Bediüzzaman’a hayranlığını ve büyüklüğünü temsil ediyordu.

Hocası ona Arapça bilgisini test için Hutbe-i Şamiye’nin Arapça’sını verir, o da kendini onunla test eder.

Merak ettim kendisine sordum bu şahıs, yani hocanız kim dedim, “ Babam Mehmet Şerif Efendi “dedi.

Kızım sende Fatihler doğuracak yaştasın diyen şair gibi, Mal Hatun’dan Osman’ın soyu çıkmış, ana getir ki evlat doğura.

Büyük Doktor Bediüzzaman hasta olan aşiretlerin tedavi çarelerini ortaya koydu,

Münazarat’ı yazdı.

Aynı Bediüzzaman, sanat ve edebiyatı ve kelamı hasta toplumu Muhakemat ile tedavi ediyordu.

Diğer eserleri de bu paydada toplanabilir.

Bütün konuşmalarda bu hastalar risalelerinin yeni şubesinin şifa şubeleri tartışıldı, büyük bir zerafet içinde, İsmail Benek ve ekibine böyle bir rüzgârı estirdikleri için ne desek azdır.

Sonra bu yazıyı yolda yürürken tasarladım ve içimden bu büyük hakikatler herkesin hakkı, nasıl edelim de bunları onlara ulaştıralım. Allah hizmet aşkı versin diğer aşklarımızı öldürsün, çünkü bir kalpte iki sevgi yaşamaz, Hafız Ali Tahir Abiye :

“Bir yolda iki ayakla yürünür”

Demiş o da bütün malını mülkünü icara vermiş kapanmış büyük Üstadın rahle-i marifetine, Şam’da masatın trajik rüzgârını Allah Hutbe-i Şamiye’nin Ankara rüzgârı ile söndürsün. Âmin

Prof. Dr. Himmet Uç

Diyanet: Alkolsüz Bira Olmaz!

DİYANET: ALKOLSÜZ BİRA OLMAZ

Diyanet İşleri Başkanlığı ise biranın alkolsüzünün olmayacağını belirtiyor. İçmenin caiz olmadığı aktarılıyor. Diyanet’in Alo Fetva Hattı, “Bu ürünlere dışarıdan alkol enjekte edildiği ve doğal meyveler gibi kendi kendine olmadığı için oranı önemli değil. Bu alkoldür ve caiz değildir.” diyor. Biranın, alkolsüz olmayacağını belirten Diyanet, “Alkolsüz bira reklam amaçlıdır. İnsanları biraya alıştırmanın çalışmasıdır. Dinen caiz değildir.” bilgisini veriyor.

Alkolsüz olduğu iddia edilen biranın Çanakkale Gıda Kontrol Laboratuvarı’ndaki incelemesi tamamlandı.

Hazırlanan rapor, reklamlardaki ‘alkolsüz‘ ifadesinin gerçek dışı olduğunu ortaya koydu. Üründe binde 26 oranında alkol tespit edildi. Psikiyatri Profesörü Nevzat Tarhan, olayın bir başka boyutuna dikkat çekerek “Sigara nasıl esrara kapı açıyor. Bu biralar da alkol bağımlılığına kapı aralıyor.” dedi. Tüketici Hakları Genel Başkanı Ömer Keser ise bu ürünün piyasadan toplatılması gerektiğini söyledi.

Gazete sayfaları bira, rakı ve alkollü içki reklamlarıyla dolu. Vatandaşlar, alkol tüketmeye çağrılıyor. Bazı bira reklamlarındaki ‘alkolsüz‘ ifadesi dikkat çekici. Kırklareli Üniversitesi öğretim görevlisi ve Yeşilay Kırklareli temsilcisi Ali Karakoç, işte bu ürünlerde alkol olup olmadığının tespiti için geçtiğimiz aylarda Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bağlı Çanakkale Gıda Kontrol Laboratuvar Müdürlüğü’nün kapısını çalıyor. Alkolsüz olduğu ileri sürülen biranın incelenmesini talep ediyor. Laboratuvarda yapılan inceleme geçtiğimiz günlerde tamamlandı. Hazırlanan rapor, reklamlardaki ‘alkolsüz’ ifadesinin tamamen gerçek dışı olduğunu ortaya koyuyor. Buna göre, söz konusu üründe binde 26 oranında alkol bulunuyor.

Ali Karakoç, biradaki alkolün vakumla azaltılması sonucu ‘sözde’ alkolsüz bira üretildiğini anlatıyor. Karakoç, “Tadı normal bira tadına çok benzediği için, normal biraya ve alkole başlamayı kolaylaştırıyor. Çocukları ve gençleri alkol ile tanıştırmanın en masum yolu olarak bulunmuş, daha önce de birkaç kere denenmiş bir yöntem. 2008 yılı ‘Türkiye Ergen Profili Araştırması’ verilerine göre alkolü ilk deneme ve kullanma yaşı ağırlıklı olarak 12-17 yaş aralığında gerçekleşiyor. Bu yaş grubundaki gençlerin yüzde 11’i yılda bir-iki kez de olsa alkol kullanıyor. ‘Alkolsüz’ denilen bira da bu süreci hızlandıracak.” diyor. İngiltere’de 18 yaşından küçükler için açılan alkolsüz bira satan birahanelere giden gençlerin hepsinin, 18 yaşına girerken alkollü birahanelerin ve meyhanelerin en sadık müşterileri olduğunu anlatıyor.

Kimya Profesörü Mustafa Nutku ise, “Oranı önemli değil, çocuklarımıza alkol ‘alkolsüz’ diye satılıyor.” ifadesini kullanıyor. Nutku, alkolsüz bira adıyla vatandaşın aldatıldığını kaydediyor. İçeceklerde binde 5 alkolü normal gösteren Türk Standartları Enstitüsü’nün mevzuatının değiştirilmesi gerektiğini anlatıyor.

Psikiyatri Profesörü Nevzat Tarhan ise olayın bir başka boyutuna dikkat çekiyor. Tarhan, “Sigara nasıl esrara kapı açıyor. Bu biralar da alkol bağımlılığına kapı aralıyor. Önlem alınmalı. Ürünlerin üzerine ‘alkole başlamada ilk adım olabilir’ yazılmalı.” şeklinde konuşuyor. Tüketici Hakları Merkezi Genel Başkanı Ömer Keser, alkollü biranın ‘alkolsüz’ diye satılmasının tüketiciyi aldatma olduğunu belirtiyor. “Bu biralar piyasadan toplatılmalı.” diyor.

İlköğretimde alkol kullanım oranı yüzde 15,4

Türkiye’de alkole başlama yaşı 11’e kadar düştü. 15 yaş üzeri kişi başı saf alkol tüketimi 1-1,29 litre olmakla birlikte, ilköğretim öğrencileri arasında alkol kullananların oranı yüzde 15,4. Ortaöğretimde yaşamı boyunca en az bir kez alkol kullananların oranı yüzde 45-50, son bir ayda en az bir defa alkollü içki içme oranı yüzde 16,5, (erkeklerde yüzde 31,5 ve kızlarda yüzde 10,6). Üniversite öğrencilerinde alkol kullanım yaygınlığı ise yüzde 43,0-53,9 ve hâlen içenlerin oranı yüzde 22,9.

Meyve sularıyla aynı rafta

Türkiye’de marketlerde alkollü biraların raflarına konulmayan bu ürünler, meyve suyu, meşrubat gibi gıda maddeleri ile aynı rafta satılıyor. Anne-babalar ise bu duruma karşı tepkili. Antalya’da oturan Resul Karakaya, 11 yaşındaki çocuğunun ne olduğunu merak ettiği için bir süpermarketten alkolsüz bira aldığını ancak içmediğini belirtiyor. Karakaya, “Market sorumlusu, alkolsüz bira olduğunu iddia etse de bu iddiasını destekleyecek bilgiye sahip değil. (Bir çocuğa nasıl bira satışı yapabilirsiniz) diye sorduğumda, bunun yasalara uygun olduğunu söylüyor. Bira firması yetkilisi, biranın içinde alkol olmadığını ve çocuklara satılabileceğini iddia ediyor.” diyor.

Çağlar Avcı / Zaman Gazetesi

Amerika’dan mektubunuz var! (13.02.2012)

Aziz, sıddık ağabey ve kardeşlerimiz,

Evvela, Mevlid Kandilinizi tebrik eder, Âlem-i İslam’a saadet ve beşeriyete hidayete vesile olmasını rahmet-i İlahiyeden niyaz ederiz.

Saniyen, Amerika Birleşik Devletleri genelindeki cemaatimizin iştirakiyle bu senenin başında Connecticut eyaletinde çok feyizli ve istifadeli bir okuma programı yaptık. New York, New Jersey, Boston, Philedelphia, Washington D.C., Seattle ve Connecticut’tan gelen ağabeylerle bir araya geldik. Türkiye’den de Ali Ersun ağabey ve bir profesör abimizin bizzat iştirakiyle ve yine Türkiye’den skype vasıtasıyla basta Abdullah Yeğin ağabey olmak üzere Feyzi ağabey, İsmail ağabey, Nafiz ağabey gibi çok değerli bazı ağabeylerin katılımıyla son derece istifadeye medar dersler, müzakere ve mütalaalar oldu. Amerika’daki ehl-i hizmet olarak bir araya gelip kaynaşmak, akd-i uhuvvet etmek, birbirimizden kuvvet almak ve mabeynimizdeki samimi tesanüdü daha da pekiştirmek cihetlerinden bu okuma programı gayet verimli ve istifadeli oldu. Yaptığımız meşveretlerle de Amerika’da Risale-i Nurların neşir ve yayılması, yeni dershanelere olan ihtiyaç, Hıristiyanlarla görüşmeler, Connecticut’ta bir kilise binasının alınıp camiye dönüştürülmesi projesi gibi mevzuları uzun uzadıya görüştük, tartıştık.

(Bu ahirki cami meselesi ehemmiyetine binaen hikmet ve maslahatlarıyla birlikte ayrı bir mektupta bilahare tafsilen beyan edilecektir.)

Neticede bu mevzuları daha da derinlemesine müzakere etmek ve Nur talebeleri mabeynindeki şahs-ı maneviyi konuşturmak için mutad olarak bir şehrimizde buluşup düzenli bir şekilde meşveretler tertip etmeyi kararlaştırdık.

Salisen, Ankara ile beraber Adana ilimizin de son zamanlarda Amerika’daki hizmetlerle alakadar olması, vakıf göndermesi; hulasa, maddi-manevi destek vermesi buradaki ehl-i hizmet mabeyninde çok takdir edildi, hüsn-ü kabul gördü. Ankara elhak buradaki hizmetleri çok güzel idare ediyor, yakından takip edip ilgileniyor. Fakat Ali abinin de ifadesiyle ABD; 50 eyaleti, 300 milyondan ziyade nüfusu ve Türkiye’nin neredeyse 15 kati kadar yüzölçümüyle başlı başına bir kıta gibi. Ve maalesef şimdilik bu koca ülkenin sadece 4-5 şehrinde dershanemiz var. Onlar da kuzeydoğu Amerika’da bulunuyor. Bu da önümüzde kat etmemiz gereken daha ne kadar yol olduğunu, ulaşmamız gereken nice insanlar bulunduğunu gösteriyor. Buralara ne kadar himmet edilse, ehl-i hizmet gönderilse yine azdır. Şu anda bir iki talebe veya ehl-i hizmetin gelmesiyle dershanesinin açılmasını bekleyen sırada o kadar çok şehrimiz var ki…

Rabian, biz başkent Washington D.C’de kaldığımızdan dolayı size buradaki hizmetlerden kısaca bahsetmek istiyoruz. İnşaallah yakın bir zamanda diğer şehirlerimizdeki güzel hizmetlerden bahseden bir iki mektup daha göndereceğiz.

Birkaç hamiyetli kardeşimizin gayretiyle iki seneye yakındır Washington’da açılmış küçük bir dershanemiz var elhamdülillah. Bu sene Adana’dan bir vakıf abimizin gönderilmesiyle de dershane ve hizmet manası biraz daha oturmuş oldu. Dershanemizde su anda 5 kişi kalmaktayız. Kalanlardan birisi de Moses (Musa) isminde Amerikalı bir genç. Küçük yasta Müslüman olduktan sonra annesi ve kardeşi Samuel (İsmail) ile beraber İslamiyeti daha iyi öğrenmek için Mısır’a gidip 12 seneye yakın kalmış. Ana dili olan İngilizcenin yanı sıra Arapçayı da gayet iyi konuşuyor. Biraz da İspanyolca biliyor. Namaz derslerini biz genelde Türkçe yaptığımız için bu kardeşimiz de bazen İngilizce bazen Arapçasından takip ediyor. Türkçe öğrenmeye de çok hevesli.

Dershanemizde Pazar akşamları İngilizce derslerimiz oluyor. Derse master veya doktora yapan Türklerin yani sıra Amerikalı, Özbek, Moğol, Bangladeşli vs. gibi çeşitli milletlerden katılanlar oluyor. Amerikalı bir hapishane müdürü ve Moğol bir üniversite öğrencisi de Müslüman olmadıkları halde derse iştirak edenler arasında. İkisi de şu anda İslamiyeti araştırıyor ve ikisinin de Risale-i Nur’a çok muhabbetleri var. Cenab-ı Hak bir an önce hidayet nasip etsin. Âmin!

Şu anda Washington’da bir üniversitede eşiyle birlikte doktora yapan bir abimiz de her hafta beraberinde getirdiği birkaç kişiyle derse iştirak ediyor. Bu abimiz üniversitenin görevlendirmesiyle Müslüman öğrencilere ve İslamiyeti merak edenlere dini noktada rehberlik etmekle vazifelendirilmiş. Bu vesileyle üniversitede Allah’ın tevfikiyle çok güzel hizmetlerde istihdam olunuyor. Aynı zamanda üniversitenin kampüsünde Cuma namazları kıldırıyor. Risalelerden yaptığı alıntılar sayesinde hutbeleri cemaat tarafından pür-dikkat dinleniyor ve çok takdir ediliyor. Eşi de kız öğrenciler mabeyninde aynı hizmetleri daha büyük bir şevk ve gayretle ifa ediyor. Allah ikisinden de ebeden razı olsun.

Tyler isminde sonradan Müslüman olmuş Amerikalı bir kardeşimiz her Pazar 20 mil (yaklaşık 30 km) mesafeden gelip derse iştirak ediyor ve diyor: “Bu cemaatle namaz kılmak için bu yolu kat etmeye değer.

Babası papaz olup kendisi yeni Müslüman olmuş Curtis isminde bir kardeşimiz duymuş ki doğu Amerika’da Müslümanların sayısı daha çok ve faaliyetleri daha ziyade. İslamiyeti daha iyi anlamak için Batı Amerika’dan Washington D.C.’ye gelmeye karar vermiş. Cenab-ı Hakk’ın hikmetine bakın ki dershanede kalan bir kardeşimizin çalıştığı işyerinde o da işe başlamış. Bu tevafuk üzerine onu hemen Pazar derslerimize davet ettik.

Burada derse katılan herkesin ayrı bir hikâyesi var fakat kabiliyet-i makam kısa olduğundan şimdilik bunlarla iktifa ediyoruz.

Mevzubahis Washington D.C’deki hizmetler olunca biraz da bu bölge ve çevresinden bahsetmek istiyorum. Amerika’nın birçok eyaleti gibi bu başkent şehri ve civarı da oldukça kozmopolit bir yer; yani her milletten, her dinden, her kültürden değişik insanları bulabileceğiniz bir mekân. Azımsanmayacak derecede büyük bir Müslüman nüfusu da var. Buralarda değişik zamanlarda açılmış cami ve İslami kuruluşların cemaatleri ve üyeleri günden güne artıyor. Nurlardaki yüksek iman ve Kur’an hakikatlerini neşretmek hususunda en birinci hedefimizi bu camilere ve cemaatlere bu hakikatleri ulaştırmak olarak belirledik. Amerika’da doğup büyümüş veya uzun yıllardır burada kalmanın verdiği birikim ve tecrübeyle buranın insanını, kültürünü iyi bilen bu Müslümanlar inşallah Nurlardaki hakikatleri görüp onlara sımsıkı sarılırsa, Allah’ın izniyle hizmetlerin hızlı bir şekilde inkişafına vesile olur. Buralarda inkişaf edecek en ufak bir hizmet de, Amerika’nın çok kültürlü kozmopolit yapısından dolayı dünyanın en ücra köşelerine kadar hüsn-ü te’sir eder, azim netice ve semereler verir kanaatini taşıyoruz. Onun için burada yapılacak küçük bir hizmetin dahi çok büyük kıymeti var.

Cami hizmetleri mevzusu açılmışken, geçenlerde Connecticut’tan ziyaretimize gelen bir kardeşimiz bir vesileyle burada bir camide imamlık yapan Cemal Hoca ile tanışmış. Bu hocamız Diyarbakırlı, 12 yıldan fazladır buralarda ikamet ediyor. Ekseriyeti Pakistan ve Afganistanlı olan kalabalık bir cemaati var. Nurlardan da biraz haberdar. Onunla tanıştıktan sonra çok kısa bir süre içinde aramızda samimi bir muhabbet ortamı oluştu. Böyle az bir zamanda hocamızın bize olan ilgi ve alakasına çok şaşırdık doğrusu. Şimdi maddi manevi çok noktalarda ihtiyaçlarımızı gidermeye, elinden geldiği kadar bize muavenet etmeye çalışıyor. Hatta hocamla tanıştığımız aralar vakıf abimize hizmetlerde kullanması için bir araba bakıyorduk. Kendisi bu konuda da bize çok yardımcı oldu ve böylece bu meseleyi de suhuletle hallettik.

Cemal hocanın hapishanelere yönelik güzel de bir hizmeti var. Kısaca bahsedelim. Kendisine mektup gönderip talepte bulunan mahpuslara, içinde İngilizce Kur’an-ı Kerim, İslamiyet’i anlatan küçük kitapçıklar ve bir de takke ve seccadesiyle tam teşekküllü bir paket hazırlayıp fisebilillah gönderiyor. Bu şekilde hapislerde de İslamiyetin neşrine vesile oluyor. Şimdi o paketlerin içine bir de Risale-i Nur’dan küçük birer kitapçık koymaya başladık. Geçenlerde hocamıza verdiğimiz 20 civarında İngilizce Tabiat Risalesi ve 23. Söz hemen bitiverdi. Şimdi Connecticut’tan 50 tane daha 23. Söz postaya verildi. İnşaallah elimize geçer geçmez biz de hocamıza ulaştıracağız.

Mektubumuza hatime verirken cemaatimizden dua talep ediyoruz. Cenab-ı Hak bizlere bu Nurları an-karib’üz-zaman (en kısa sürede) layık ellere ulaştırmayı ve bu kudsi hizmet dairesinde sadakat, metanet, şevk ve ihlâsla istihdam olunmayı nasib etsin.

Umum Nur talebesi ağabey ve kardeşlerimize birer birer selam eder, makbul dualarını bekleriz.

  

13.02.2012

Washington D.C. Nur Talebeleri

www.NurNet.Org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version