Amerika’dan mektubunuz var! (13.02.2012)

Aziz, sıddık ağabey ve kardeşlerimiz,

Evvela, Mevlid Kandilinizi tebrik eder, Âlem-i İslam’a saadet ve beşeriyete hidayete vesile olmasını rahmet-i İlahiyeden niyaz ederiz.

Saniyen, Amerika Birleşik Devletleri genelindeki cemaatimizin iştirakiyle bu senenin başında Connecticut eyaletinde çok feyizli ve istifadeli bir okuma programı yaptık. New York, New Jersey, Boston, Philedelphia, Washington D.C., Seattle ve Connecticut’tan gelen ağabeylerle bir araya geldik. Türkiye’den de Ali Ersun ağabey ve bir profesör abimizin bizzat iştirakiyle ve yine Türkiye’den skype vasıtasıyla basta Abdullah Yeğin ağabey olmak üzere Feyzi ağabey, İsmail ağabey, Nafiz ağabey gibi çok değerli bazı ağabeylerin katılımıyla son derece istifadeye medar dersler, müzakere ve mütalaalar oldu. Amerika’daki ehl-i hizmet olarak bir araya gelip kaynaşmak, akd-i uhuvvet etmek, birbirimizden kuvvet almak ve mabeynimizdeki samimi tesanüdü daha da pekiştirmek cihetlerinden bu okuma programı gayet verimli ve istifadeli oldu. Yaptığımız meşveretlerle de Amerika’da Risale-i Nurların neşir ve yayılması, yeni dershanelere olan ihtiyaç, Hıristiyanlarla görüşmeler, Connecticut’ta bir kilise binasının alınıp camiye dönüştürülmesi projesi gibi mevzuları uzun uzadıya görüştük, tartıştık.

(Bu ahirki cami meselesi ehemmiyetine binaen hikmet ve maslahatlarıyla birlikte ayrı bir mektupta bilahare tafsilen beyan edilecektir.)

Neticede bu mevzuları daha da derinlemesine müzakere etmek ve Nur talebeleri mabeynindeki şahs-ı maneviyi konuşturmak için mutad olarak bir şehrimizde buluşup düzenli bir şekilde meşveretler tertip etmeyi kararlaştırdık.

Salisen, Ankara ile beraber Adana ilimizin de son zamanlarda Amerika’daki hizmetlerle alakadar olması, vakıf göndermesi; hulasa, maddi-manevi destek vermesi buradaki ehl-i hizmet mabeyninde çok takdir edildi, hüsn-ü kabul gördü. Ankara elhak buradaki hizmetleri çok güzel idare ediyor, yakından takip edip ilgileniyor. Fakat Ali abinin de ifadesiyle ABD; 50 eyaleti, 300 milyondan ziyade nüfusu ve Türkiye’nin neredeyse 15 kati kadar yüzölçümüyle başlı başına bir kıta gibi. Ve maalesef şimdilik bu koca ülkenin sadece 4-5 şehrinde dershanemiz var. Onlar da kuzeydoğu Amerika’da bulunuyor. Bu da önümüzde kat etmemiz gereken daha ne kadar yol olduğunu, ulaşmamız gereken nice insanlar bulunduğunu gösteriyor. Buralara ne kadar himmet edilse, ehl-i hizmet gönderilse yine azdır. Şu anda bir iki talebe veya ehl-i hizmetin gelmesiyle dershanesinin açılmasını bekleyen sırada o kadar çok şehrimiz var ki…

Rabian, biz başkent Washington D.C’de kaldığımızdan dolayı size buradaki hizmetlerden kısaca bahsetmek istiyoruz. İnşaallah yakın bir zamanda diğer şehirlerimizdeki güzel hizmetlerden bahseden bir iki mektup daha göndereceğiz.

Birkaç hamiyetli kardeşimizin gayretiyle iki seneye yakındır Washington’da açılmış küçük bir dershanemiz var elhamdülillah. Bu sene Adana’dan bir vakıf abimizin gönderilmesiyle de dershane ve hizmet manası biraz daha oturmuş oldu. Dershanemizde su anda 5 kişi kalmaktayız. Kalanlardan birisi de Moses (Musa) isminde Amerikalı bir genç. Küçük yasta Müslüman olduktan sonra annesi ve kardeşi Samuel (İsmail) ile beraber İslamiyeti daha iyi öğrenmek için Mısır’a gidip 12 seneye yakın kalmış. Ana dili olan İngilizcenin yanı sıra Arapçayı da gayet iyi konuşuyor. Biraz da İspanyolca biliyor. Namaz derslerini biz genelde Türkçe yaptığımız için bu kardeşimiz de bazen İngilizce bazen Arapçasından takip ediyor. Türkçe öğrenmeye de çok hevesli.

Dershanemizde Pazar akşamları İngilizce derslerimiz oluyor. Derse master veya doktora yapan Türklerin yani sıra Amerikalı, Özbek, Moğol, Bangladeşli vs. gibi çeşitli milletlerden katılanlar oluyor. Amerikalı bir hapishane müdürü ve Moğol bir üniversite öğrencisi de Müslüman olmadıkları halde derse iştirak edenler arasında. İkisi de şu anda İslamiyeti araştırıyor ve ikisinin de Risale-i Nur’a çok muhabbetleri var. Cenab-ı Hak bir an önce hidayet nasip etsin. Âmin!

Şu anda Washington’da bir üniversitede eşiyle birlikte doktora yapan bir abimiz de her hafta beraberinde getirdiği birkaç kişiyle derse iştirak ediyor. Bu abimiz üniversitenin görevlendirmesiyle Müslüman öğrencilere ve İslamiyeti merak edenlere dini noktada rehberlik etmekle vazifelendirilmiş. Bu vesileyle üniversitede Allah’ın tevfikiyle çok güzel hizmetlerde istihdam olunuyor. Aynı zamanda üniversitenin kampüsünde Cuma namazları kıldırıyor. Risalelerden yaptığı alıntılar sayesinde hutbeleri cemaat tarafından pür-dikkat dinleniyor ve çok takdir ediliyor. Eşi de kız öğrenciler mabeyninde aynı hizmetleri daha büyük bir şevk ve gayretle ifa ediyor. Allah ikisinden de ebeden razı olsun.

Tyler isminde sonradan Müslüman olmuş Amerikalı bir kardeşimiz her Pazar 20 mil (yaklaşık 30 km) mesafeden gelip derse iştirak ediyor ve diyor: “Bu cemaatle namaz kılmak için bu yolu kat etmeye değer.

Babası papaz olup kendisi yeni Müslüman olmuş Curtis isminde bir kardeşimiz duymuş ki doğu Amerika’da Müslümanların sayısı daha çok ve faaliyetleri daha ziyade. İslamiyeti daha iyi anlamak için Batı Amerika’dan Washington D.C.’ye gelmeye karar vermiş. Cenab-ı Hakk’ın hikmetine bakın ki dershanede kalan bir kardeşimizin çalıştığı işyerinde o da işe başlamış. Bu tevafuk üzerine onu hemen Pazar derslerimize davet ettik.

Burada derse katılan herkesin ayrı bir hikâyesi var fakat kabiliyet-i makam kısa olduğundan şimdilik bunlarla iktifa ediyoruz.

Mevzubahis Washington D.C’deki hizmetler olunca biraz da bu bölge ve çevresinden bahsetmek istiyorum. Amerika’nın birçok eyaleti gibi bu başkent şehri ve civarı da oldukça kozmopolit bir yer; yani her milletten, her dinden, her kültürden değişik insanları bulabileceğiniz bir mekân. Azımsanmayacak derecede büyük bir Müslüman nüfusu da var. Buralarda değişik zamanlarda açılmış cami ve İslami kuruluşların cemaatleri ve üyeleri günden güne artıyor. Nurlardaki yüksek iman ve Kur’an hakikatlerini neşretmek hususunda en birinci hedefimizi bu camilere ve cemaatlere bu hakikatleri ulaştırmak olarak belirledik. Amerika’da doğup büyümüş veya uzun yıllardır burada kalmanın verdiği birikim ve tecrübeyle buranın insanını, kültürünü iyi bilen bu Müslümanlar inşallah Nurlardaki hakikatleri görüp onlara sımsıkı sarılırsa, Allah’ın izniyle hizmetlerin hızlı bir şekilde inkişafına vesile olur. Buralarda inkişaf edecek en ufak bir hizmet de, Amerika’nın çok kültürlü kozmopolit yapısından dolayı dünyanın en ücra köşelerine kadar hüsn-ü te’sir eder, azim netice ve semereler verir kanaatini taşıyoruz. Onun için burada yapılacak küçük bir hizmetin dahi çok büyük kıymeti var.

Cami hizmetleri mevzusu açılmışken, geçenlerde Connecticut’tan ziyaretimize gelen bir kardeşimiz bir vesileyle burada bir camide imamlık yapan Cemal Hoca ile tanışmış. Bu hocamız Diyarbakırlı, 12 yıldan fazladır buralarda ikamet ediyor. Ekseriyeti Pakistan ve Afganistanlı olan kalabalık bir cemaati var. Nurlardan da biraz haberdar. Onunla tanıştıktan sonra çok kısa bir süre içinde aramızda samimi bir muhabbet ortamı oluştu. Böyle az bir zamanda hocamızın bize olan ilgi ve alakasına çok şaşırdık doğrusu. Şimdi maddi manevi çok noktalarda ihtiyaçlarımızı gidermeye, elinden geldiği kadar bize muavenet etmeye çalışıyor. Hatta hocamla tanıştığımız aralar vakıf abimize hizmetlerde kullanması için bir araba bakıyorduk. Kendisi bu konuda da bize çok yardımcı oldu ve böylece bu meseleyi de suhuletle hallettik.

Cemal hocanın hapishanelere yönelik güzel de bir hizmeti var. Kısaca bahsedelim. Kendisine mektup gönderip talepte bulunan mahpuslara, içinde İngilizce Kur’an-ı Kerim, İslamiyet’i anlatan küçük kitapçıklar ve bir de takke ve seccadesiyle tam teşekküllü bir paket hazırlayıp fisebilillah gönderiyor. Bu şekilde hapislerde de İslamiyetin neşrine vesile oluyor. Şimdi o paketlerin içine bir de Risale-i Nur’dan küçük birer kitapçık koymaya başladık. Geçenlerde hocamıza verdiğimiz 20 civarında İngilizce Tabiat Risalesi ve 23. Söz hemen bitiverdi. Şimdi Connecticut’tan 50 tane daha 23. Söz postaya verildi. İnşaallah elimize geçer geçmez biz de hocamıza ulaştıracağız.

Mektubumuza hatime verirken cemaatimizden dua talep ediyoruz. Cenab-ı Hak bizlere bu Nurları an-karib’üz-zaman (en kısa sürede) layık ellere ulaştırmayı ve bu kudsi hizmet dairesinde sadakat, metanet, şevk ve ihlâsla istihdam olunmayı nasib etsin.

Umum Nur talebesi ağabey ve kardeşlerimize birer birer selam eder, makbul dualarını bekleriz.

  

13.02.2012

Washington D.C. Nur Talebeleri

www.NurNet.Org

Said Nursi neden gazete okumazdı?

Yeni Said döneminin gazete okumayan Said Nursi’si Eski Said döneminde günde belki sekiz-on gazete okuyordu.

Başkasının kaşığıyla düğün yemeğine gitmek” diye bir tabir var Anadolu’da. Bu tabir hatırıma geldikçe, sahip olduğu iğreti düşünce, yorum, klişe anlayış, donuk malumat ve değerlerle hayat meydanına dalan modern insanın hüsranını hatırlarım… Söz konusu ödünç ‘kaşıkları’ da hazır ve draje bir şekilde yazılı, görsel, elektronik medyadan alan atıl akıl sahiplerini, kendimi de hesaba katarak düşünür, hüzünlenirim.  

Eski zamanların semadan haber getiren manevi liderlerinin yerini günümüz cilalı imaj devri’nin parlak yaldızlı sunucuları, spikerleri, muhabirleri, köşe yazarları, senaristleri, yazı teknisyenleri, yorumcuları aldı adeta… Onların gün boyu dört bir koldan üfürdükleri, söyledikleri, değişik etkin yöntemlerle beynimize ve kalbimize zerk ettikleri afyonlanmış yorum, kanaat, kavram, bakış açısı, hislenme biçimleri, davranış örüntüleri ile hayata, olaylara, dünyaya, insanlara, varlığa yaklaşıyoruz. Farkında mıyız?

İzlediği son dizinin replikleriyle bütün bir hafta konuşan, düşünen, davranan insan sayısını hiç düşündünüz mü?

Etkili bir reklam spotunu temcid pilavı gibi tekrar ederek ‘hafızlık’ edenler az mı?

Haber programlarını izleye izleye her şeye, bir enkırmen ağzıyla yorum getiren kitleleri görmüyor muyuz?

İzlediği tartışma programının sunduklarıyla ekonomi-politik, vatan kurtarma, sosyolojik ve stratejik analiz yapanlar az mıdır?

En çok ‘bildiğini’ iddia eden naylon aydına bakın, bütün fikirleri en son okuduğu gazete yazısından, dinlediği bir tebliğden ibaret değil midir?

Daha da derin düşünen ve yazan zamane mütefekkir, en son okuduğu kitap, makale, teori ve analizlerden devşirdiği bulamacı, terkipten telife yükselen keyfiyetten uzak bir şekilde önümüze ‘löp’ diye kusmuyor mu?

Ödünç ve iğreti kavram, düşünce, yorum, malumat, teorilerle düşünmemek… Bunları kendi nefsine tatbik ederek, aklın ve kalbin imbiğinde süzüp salih amele dönüştürme çabasıyla hallenmek… Zihnini enformatik cehalet’in vadilerinde mecnuna dönmüş bir vaziyette gezdirmemek… Aktüel politikanın günübirlik cangılında taraf olarak sığlaşmamak, küçük hesapların yüzeyselliğinde kaybolmamak…

Düşüncenin ve  duyguların şirazesini dağıtmamak… Günübirlik olayların yalınkat, bir kaşık suda fırtına koparan, önce pireyi deve yapıp sonra o deveyle çöllere revan olan, ardın da yolunu izini kaybedip feryatlar koparan bir divaneye dönüşmemek… ‘Afaki tefekkür’den ziyade ‘enfüsi tefekkür’e odaklanmak… Geçici dünyevi hayattan ve medeniyetlerin geniş dairedeki inşaasından çok ebedi hayatın inşaasına ve hayatın küçük medeniyetinin inşaasına  gayret etmek…: Üstad Said Nursi’nin ta eski Said döneminde fark ettiği (örneğin, Sünuhat isimli eserine bu gözle bakılmasını öneririm) yeni Said döneminde ise iyice belirginleştirdiği gazete okumamak, radyo dinlememek, dünya hadiselerinin anlatılmasına müsaade etmemek tarzında belirginleşen üslubunu ve usulünü bir de bu çerçevede anlamak gerektiği kanaatindeyim… 

Bundan yaklaşık on yıl kadar önce memleketimizin önde gelen şair ve yazarlarından birine bir mecliste, sohbet etmek yerine gazetelere gömülmeyi tercih ettiği esnada “Gazetenin parça parça, kopuk kopuk dizaynının“, bir sayfada ekonomi, diğerinde magazin, bir diğerinde spor vs. şeklinde düzenlenmesinin dahi zihindeki basamak basamak yürüyen ‘gidimli düşünce’yi öldürdüğü şeklinde bir yorum arzetmiştim. Fakat hazret her şeyi fazlaca bilmenin kibriyle bu yorumu anlamamayı tercih etmişti…

Gazete, yapısal olarak dağınık ve kopuktur. Derinleşmeye müsait değildir. Gazeteden beslenerek derin bir düşünce evreni inşa edemezsiniz, olsa olsa birbirinden uzaklara savrulmuş gecekondular kurarsınız.

Aynı şekilde televizyon kültürüyle, film izleyerek, haber dinleyerek, ciddi bir dikkat dağınıklığına, yüzeyselliğe, taraftarlığa, indirgemeci, gelgeç yorumlara sahip olursunuz. Televizyon bir saniyede yirminin üstünde karenin ard arda geçmesiyle görüntü oluşturan, birbirinden kopuk ve bağımsız görüntülerin sürekli geçmesiyle, dinmeyen hareketliliğiyle izleyiciyi pasifize eden, tamamen atıl duruma düşüren bir mahiyete sahiptir.

Üstelik farklı bir algılama yapısı oluşturur ki buna ‘hareket odaklı algı’ diyebiliriz. Yani kişiyi pasif eğlenceye müptela ederek insan zihnini, düşüncelerini, hayal gücünü, duygularını korkunç bir atalete alıştıran algı tarzından bahsediyorum. (Hareketsiz bir zemin üzerinde tamamen aktif olmayı gerektiren kitap okuma faaliyetine başladığında uykusu geldiğinden yakınan biçare insanın feryadını, ödev yapmak yerine hep çizgi film izlemek isteyen çocuğun mızmızlanmalarını bu çerçevede değerlendirmek gerekmez mi?)

Görüntü zaten hazır vaziyette en cazip ve rafine yöntemlerle, dramatizasyonun tüm imkanlarıyla servis ediliyor, neyin hayalini kuracak, hangi konuda derinlikli muhakeme yürüteceksiniz? Görüntüsüz dinlenildiğinde kişinin hayalini kamçılayan bir müzik eseri, görüntü kalıbında dondurulduğunda, o malum nağmenin hep o malum hatunu ya da boynu bükük manken çocuğu çağrıştırması başlı başına bir ‘çağrışım daralması’ değil midir? Düşüncenin ana damarlarından biri olan serbest çağrışım adeta katledilip çuvala konuyor…

Televizyon karşısında yüzde doksanın üzerinde siz pasifken, radyoda bu durum yüzde elliye yakındır (bu noktada Üstad Said Nursi’nin radyoda beşte dördü zevk ve eğlenceye hasredilmiş bir yayın akışını tasvip etmeyen, tam tersine beşte dördünün hakikatin seslendirilmesine, beşte birinin de meşru eğlenceye ayrılmasını işaret eden yorumlarını hatırlamak gerekiyor), kitap okurken ise neredeyse yüzde yüze yakın bir şekilde siz aktifsiniz.

Kitap okurken tüm hayalinizi, kavramlarınızı, zihinsel eforunuzu, hafızanızı seferber etmek durumundasınız. Üstelik okuduğunuz kitap gibi bir kitapsa, düşünceniz ve hayaliniz basamak basamak ardışıklı düşünmenin izini sürmeyi öğrenecek, dehanın annesi olan dikkatin yoğunlaşmasını temin edecek ve oradan da enfüsi tefekkürün kapılarını zorlayan bir tazyik oluşacaktır.

İşte tam da bu nedenle derin tefekkür alışkanlığının oluşması için anlamlıca kitap okumanın yerini hiç bir şey alamamış ve alamayacaktır. Kainatı ve vicdanı bir kitap gibi okumak, vahyin inşa ettiği bir tasavvur, bakış açısı ve niyet ile her şeyi okunacak bir kitaba dönüştürmek ise başka bir bahis… 

Fakat bazı şeyleri iyi anlamak gerekiyor, zamana ve zemine dikkat etmek icap ediyor. Bir başkasının kendine has yolculuğunda yaşadığı süreçleri es geçerek sadece ulaştığı sonuçları kendine ölçü almak aldatıcı olabilir…

Zamanın ve zeminin koşullarına, kendi özel iç dinamiklerimize, şahsi nefs terbiyemiz esnasında geçtiğimiz yolların özelliklerine dikkat etmemiz gerekiyor.  Demek istiyorum ki yeni Said döneminin gazete okumayan Said Nursi’si Eski Said döneminde günde belki sekiz-on gazete okuyordu. Eski Said’in okuduğu gazeteler de doğrusu bugünün gazeteleri değildi. Bu da önemli bir nokta. Volkan Gazetesi’ni ya da Tercüman-ı Ahval’i, hatta İctihad’ı alın okuyun neredeyse bir fikir dergisi okur gibi olursunuz. (Üstelik, Cumhuriyet öncesi dönemin iyi kötü bir halifenin bulunduğu, imanın verili kabul edildiği ve dolayısıyla İslami Medeniyet’in oluşumunun toplumsal ve siyasal alanda görüldüğü, dağılmaya yüz tutmuş bir İslam memleketinin kurtarılma telaşının bulunduğu bir dönem olduğu gözden ırak tutulmamalıdır.)

Yani görüntü manyaklığına teslim olmuş, fotografları kestiğinde geriye kevgire dönmüş bir kağıt parçası kalan bugünün gazetesi ile Eski Said’in okuduğu gazete tamamen aynı değildi.

Aynı şekilde Yeni Said döneminde radyoda risale-i nurdan bir bahsin okunacağını duyup arabanın radyosundan bunu dinleyen, dinlerken de vahdetten kesretin çıkması hakikatini hava zerreleri ile yayılması yönüyle tefekkür eden Said Nursi de gözden kaçırılmamalıdır. 

Demem o ki, başkasının kaşığıyla düğün yemeğine gidenler, kendi enfüsi gündemleri (tefekkürleri) olmadığı için çoğu kere dünyevilerin gücün medyası kanalıyla oluşturduğu yapay ve afaki gündemlerin peşine takılanlar, malumatını hal ile ilme ve oradan da marifete dönüştürme derdinde olmayanlar, evlerini bir hakikat medresesi, bir marifet tekkesine dönüştürmenin izini sürmeyenler, çağın atalet tuzaklarına gözü kapalı atılanlar, kendisini idamla yargılayan kara cübbeli hakimlerin karşısında umarsızca yamalı cübbesinin söküğünü diken Said Nursi’yi anlayamayacaklardır…

Cümleleri sadeleştirerek anlaşılırlığı artıracağını sanmak zavallılığından öteye gidemeyecek, göğe çıkmak yerine göğü yere indirmeye çalışmanın bayağılına razı olacaklardır…

Yusuf Özkan Özburun – Haber7

ozkanozburun@hotmail.com

Ezandan etkilenip müslüman oldular.

Türkiye’de 2011 yılı Kasım ayına kadar 634 kişinin din değiştirerek Müslüman olduğu ifade edildi. Din değiştirenlerin çoğu ise bakın nasıl nasıl etkileniyor.

Kayseri’de ise son dört yılda 14 kişi Müslüman oldu. Kayseri Müftüsü Ali Maraşlıgil, din değiştirenlerin büyük çoğunluğunun, önce ezan sesinden etkilendiğini söyledi.

Türkiye’ye iş ya da turistik gezi için gelen veya burada yaşayan başka dinden birçok kişi, günde 5 vakit okunan ezandan etkileniyor. Başka dinden çok sayıda kişi müftülüklere başvurarak Kelime-i Şahadet getirip Müslüman olmayı seçiyor. Kendi dinini terk ederek Müslüman olanların çoğunluğunu ise kadınlar oluşturuyor. Diyanet İşleri Başkanlığı verilerine göre geçtiğimiz yıl 634 civarında kişi Müslüman oldu. Bunların 467’si kadın. Yaş ortalamaları 30-35 olan Müslümanlığı seçen kişilerin çoğunluğunun Almanya, Moldovya, Hollanda, Fransa, Çin, Brezilya, Amerika, Romanya ve Estonya vatandaşlığı pasaportu taşıdıkları belirtildi. Sadece Kayseri’de ise son dört yılda 14 kişi Müslüman oldu. Bunlardan 10’u bayan.

Kayseri Müftüsü Ali Maraşlıgil, din değiştirenlerin büyük çoğunluğunun, önce ezan sesinden etkilendiklerini söyledi. Ardından araştırmaya yönelen kişilerin din görevlilerinden Müslümanlık hakkında bilgi aldığını ifade eden Maraşlıgil, “Bu kişiler Kur’an-ı Kerim’i inceliyor. Anlatılanlar ve Kur’an ayetlerinden etkilenenler ise din değiştirerek Müslüman olmayı seçiyor. Evlilik nedeni de din değiştirmenin başka bir sebebi” diye konuştu.

Müslüman olmaya karar verenler, ilgili mevzuat gereği bir dilekçe ekinde 4 adet vesikalık fotoğraf ile yurt içinde mahalli müftülüğüne yurt dışında ise din hizmetleri müşavirliği ya da ataşeliğine müracaat ediyor. Müftü / müşavir / ataşe tarafından Müslüman olmak isteyen kişiye usulüne uygun şekilde gerekli telkin yapılarak din hakkında bilgiler veriliyor. Kelime-i Şahadet getirerek Müslümanlığı seçenler isimlerini değiştirmek isterlerse yeni isimlerinin nüfus kütüğüne tescili için mahkemeye müracaatla karar aldırıyor.

Cihan

19-25 Mart 2012 Fas Ziyaret Programı Ve Davet

Muhterem ağabeyler ;

Malumu aliniz biladi arab meşveretlerinin ilki 2004 yılında fas rabatta yapıldı ve bu meşveretler gelenek haline geldi.

Her yıl şubat veya mart aylarında bir arab beldesinde olmak üzere ifa edilmeye devam ediyor.

Rabat-medine-cezayir-şam-kahire-mekke-sanaa dan sonra bu yıl fas ın agadir şehrinde 19-25 mart arası icra edilecektir.

Bu münasebetle bu yılki meşveret sonrası , muazzez üstadımız bediüzzaman said nursi hazretleri’nin dar-ı bekaya irtihalinin 42.sene-i devriyesi münasebetiyle anma paneli ile beraber agadir ve çevre illeri ziyaret programı düzenlenmiştir.

Bu müstesna programa bütün ağabey ve kardeşlerimiz davetlidir.

Not:son kayıt tarihi 20 şubat olup kapasitemiz 320 kişiyle sınırlıdır!

Türkiyeden kayıt için; salim nur : 05057733188

NurNetwork

ZİYARET PROGRAMI

-19 mart 07:25istanbul yeşilköy havalimanında chek-in.

-19 mart 09:55 istanbul yeşilköy havalimanından hareket.

-19 mart 13:00 casablancaya varış.

-19 mart casablanca gezisi ve akşam yemeği.konaklama marrakesh.

-20 mart marrakesh gezisi akşam yemeği ve konaklama marrakesh.

-21 mart marrakesh gezisi akşam yemeği ve konaklama marrakesh.

-22 mart terudent gezisi akşam yemeği ve konaklama agadir.

-23 mart bediüzzamanı anma toplantısı.akşam yemeği ve konaklama agadir.

-24 mart tiznit şehir gezisi ve akşam yemeği.konaklama marrakesh.

-25 mart 09:00marrakesh’den casablanca havalimanına hareket.

-25 mart 14:00 casablanca 5. Muhammed havalimanından istanbula hareket.

-25 mart 20:45 istanbul yeşilköy havalimanına varış.

 

seyahat ve konaklama ile ilgili açıklamalar :

*tüm konaklamalar temiz ve mütevazi sosyal tesislerde yapılacaktır.

* tesis daireleri iki oda bir salon şeklinde altı kişi bir dairede kalacak tarzda olacaktır.

* daireler bir oda tek kişilik,bir oda çift kişilik,salon üç kişilik tarzındadır.

* şehir ziyaretlerinde 6 kişilik 7 grup = 42 kişi bir otobüs şeklinde hareket edilecektir.

*katılım bedelikişi başı 550 eurodur.dahil olan hizmetler :

*istanbul-casablanca uçak bileti(thy),transferler,konaklamalar,akşam yemekleri.

* istanbul dışından (thy)uçak bağlantısı yapmak isteyenler 60 euro ödeyerek bağlantı yaptırabilirler.

* kayıt ve ödemeler için son gün 20 şubat tarihidir.

*istenen belgeler: pasaport (en az 6 ay geçerlilik süresi olmalı).

 

Mehdiyyet Meselesi ve İttihad-ı İslâm

Bu meselenin medar-ı bahs edilmesi, başta Peygamber (s.a.v) olmak üzere Sahâbe-i kirâm, evliyâ-i izâm ve ulemâ-i İslâm’ın müjdelediği, maddî-mânevî cihâdı icra edecek, âlem-i İslâm’ın birliğini temin edip Şerîat-ı Garrayı hakkıyla tatbîk edecek bir zât-ı nûrâniyi ve O’nun cemâatini tebşîr etmek, bununla Ümmet-i Muhammediyye (a.s.m)’ın istikbâle ümitle bakmalarını temin etmek içindir.

Mehdî’nin üç mühim vazîfesi:

Birinci vazîfesi: Îmânı kurtarmak

İkinci vazîfesi: Şerîatın tatbîk ve icrâsıdır.

Üçüncü vazîfesi: Hilâfet-i Muhammediyye (asm) ünvânı ile şeâir-i İslâmiyyeyi ihyâ etmek ve âlem-i İslâm’ın vahdetini (ittihad-ı İslâm) istinâd noktası yapıp Îsevî rûhânîleriyle ittifak etmek ve Kur’ân’ı bütün dünyaya hâkim kılmaktır.

Üstad Bedîüzzaman bu üç vazîfeyi şöyle ifade etmektedir:

Ümmetin beklediği, âhir zamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymetdarı olan iman-ı tahkikîyi neşir ve ehl-i imanı dalâletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmihâ Risale-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı mânevîyi bir hâdimine vermişler, o hâdime mültefitane bakmışlar. Bu hakikatten anlaşılıyor ki, sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i Nur’u bir programı olarak neşir ve tatbik edecek.

O zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmektedir. Birinci vazife, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddî bir kuvvet ve hakimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.

O zatın üçüncü vazifesi, hilâfet-i İslâmiyeyi ittihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir.”(1)

İttihad-ı İslâm olmazsa, içtimai hayattaki ikinci ve üçüncü vazifelerin gerçekleşmesi mümkün olmaz. Bir başka ifade ile, sosyal hayata yapılacak yükleme ile bilhassa avamın ve herkesin İslâmî düşünme, İslâmî amel/hayat ve İslâmî hislere (şuurları olmadan olsa bile) sahip olmalarının teminatıdır. Yani geçmişten tevarüs eden güzel hasletler, ahlâkî güzellikler, toplumsal değerler darbelenerek tahrip edildi, sosyal hayattan soyutlanarak İslâm toplumu dinî değerlerden ve özellikle şeâir denilen İslâmî sembol ve hayat tarzlarından uzaklaştırıldı. O bakımdan İslâm içtimaiyâtı, İslâmî hayat tarzı, Sünneti yaşamadaki , avamın âhireti kazanma hususundaki teminatıdır, güvencesidir.

İşte bu güne kadar bilinçli ve plânlı bir biçimde gerçekleştirilen ve direkt olarak Müslümanları amelî, fikrî ve edebî (sanat adı altında sosyal hayatın her kademesinde uygulanan plânlı, kokuşmuş batı kaynaklı aktiviteler, Yunan kaynaklı, ene merkezli hastalıklı düşünce ile yazılı ve görsel basının bünyede açtığı yaralar, aile ve fertlere yönelik yozlaştırma faaliyetleri, v.b) açıdan darbe vuran inkılâpların tahribatının giderilmesi bu devrelerde gerçekleşecektir.

Gizli zındıka komitesi bu ve benzeri mektupları fasit yorumlarla ele almış, Ümmeti ve Nur câmiasını yanıltmaya çalışmışlardır.

İkinci vazîfeyi; İslâm’ın yeniden yorumlanması, demokrasi ve laikliğin yanlışlarının düzeltilmesi, böylece süfyaniyyetin zulmüne set çekilmesiyle İslâmla demokrasinin barıştırılması, orta bir yolun bulunarak bu ikinci vazîfenin şahıslar tarafından tatbikinin olabileceğini ileri sürmektedirler.

Üçüncü vazîfe; Avrupa Birliğine girmekle Hıristiyanlarla birleşmektir. Bedîüzzaman’ın haber verdiği İsevî rûhânîlerle ittifakın ve Hz. İsa (a.s)’ın nüzûlünün mânâsı budur. Hazret-i Îsâ, beşerî cismiyle nüzûl etmeyecektir.

Türkiye, Mehdî’nin şahs-ı mânevîsini temsil ediyor; Amerika ve Avrupa ise Hazret-i Îsâ (a.s)’ın şahs-ı mânevîsini temsil ediyor. Mehdiyyet cereyânının ikinci vazîfesi olan Âlem-i İslâmda, özellikle Türkiye’de İslâmiyeti yeniden yorumlamak ve demokrasiyi ta’dîl etmek, yani Avrupadaki gibi bir demokrasiyi getirmek vazîfesini ve Mehdiyyet cereyanının üçüncü vazîfesi olan Avrupa Birliğine girip, Hıristiyanlarla, hasseten Amerika ile ittifak etmek vazîfesini, Mehdiyyet cereyânını temsil eden Türkiye yapıyor”

Bu gizli komitenin amacı; İslâm dininde reform yapmak, cihad rûhunu öldürmek, müslümanların ümitlerini kırmak, Kur’ân ve Sünnetin yerine beşerî bir sistemi yerleştirmek ve Müslümanlara bu sistemi dayatmaktır.

Bu sinsî ve bâtıl fikirlerini yerleştirmek için yaklaşık iki yüz seneden beri, İslâm âlemi içerisinde yaptıkları sistemli çalışmalarla bir takım mevkileri ve şahısları elde etmişlerdir.

Üstad Hazretleri eserlerinin değişik yerlerinde, Mehdîlik vazîfesinin ikinci ve üçüncü devrelerinde; Süfyâniyyet rejiminin İslâm Âleminde ilmî, amelî ve edebî felsefeyi yerleştirmesine karşılık; Hazret-i Mehdî’nin siyâsî, hukûkî ve ictimâî sahalarda inkılâb yapacağını, yani maarifte, devlet idaresi ve mahkemelerde ve basın-yayında Kur’ânî düsturları yerleştireceğini bildirmiştir.

Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir hâlife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş.

Madem âdeti öyle cereyan ediyor. Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır. Cenâb-ı Hak bir dakika zarfında beyne’s-semâ ve’l-arz Âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder. Ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadîr-i Zülcelâl, Mehdî ile de Âlem-i İslâmın zulümatını dağıtabilir. Ve vaad etmiştir; vaadini elbette yapacaktır. “(2)

Tâ ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde, asıl sahipleri, yani Mehdî ve şakirtleri Cenab-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sümbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allah’a şükrederiz.”(3)

Büyük Mehdînin çok vazifeleri var. Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dâirelerde icraatları olduğu gibi…

Evet, yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler mânevî kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-i Kur’âniyenin mayasıyla ve imanın nuruyla ve İslâmiyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden Âl-i Beyt, elbette âhir zamanda, şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-ı Furkaniyeyi ve sünnet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ihya ile, ilân ile, icra ile, başkumandanları olan Büyük Mehdînin kemâl-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet mâkul olmakla beraber, gayet lâzım ve zarurî ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır.”(4)

Üstad Bedîüzzaman; “İstikbâl, yalnız ve yalnız İslâmiyyet’in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’âniyye ve îmâniyye olacak.” Sözleriyle bir asır öncesinden Kur’ân’ın hâkimiyetini müjdelemektedir. (5)

…Ve hamiyet-i İslâmiyye’nin şiddetli feverânı..”(6) sözleriyle İslâm Âlemi’nin, özellikle seyyidler cemaatinin duyarlılığını nazara vermektedir.

Maddeten dahi İslâmiyet istikbâle hükmedecek.”(7) sözleriyle mehdiyyet devresinde maddî güç ve kuvvetin de Müslümanların elinde olacağı müjdelenmektedir.

Dar ölçekte sadece küresel barışı değil, tüm dünya ve âlemlerde de barışın tesisi, İttihad-ı İslâm sayesinde gerçekleşecektir. “…Zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umûmîyi de temin edecek.” (8)

Hakîkat-ı İslâmiyye’nin güneşi ile, sulh-u umûmî dairesinde hakîkî medeniyeti görmeyi, Rahmet-i İlâhiyyeden bekliyebilirsiniz.”(9)

Zemin yüzünü ve âfâkı şirk ve küfürle mânen kirletenlerin hak ettikleri cezayı bulacaklarını ifade etmektedir:

Elbette beşer bu kadar zulmî küfriyatlarıyla zemin yüzünü mülevves ve perişan ettikleri halde, cezasını görmeden ve kâinattaki maksûd-u hakîkîye mazhar olmadan dünyayı bırakıp ademe kaçamıyacak.”(10)

Son olarak; devrin iktidarına yaptığı “…ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinad yapmaktır.” Tebliğinin tüm iktidarlara, özellikle dindar siyâsîlere yönelik bir teblîğ ve tavsiyesi olduğunu, ayrıca hürriyetin başında bazı dindar mebuslara verdiği cevap (11) ile Zeylin Zeylindeki “Yaşasın Şerîât-ı Garra” başlığıyla mebuslara hitabını (27) vurgulamayı önemli bir vazîfe addediyorum.

İsmail Aksoy

Dipnotlar:

1. Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, Risale-i Nur’dan parlak fıkralar ve bir kısım güzel mektuplar,11

2. Mektûbât, 29. Mektup, Yedinci kısım, Beşinci İşâret, İkinci suâl

3. Kastamonu Lâhikası, Birden İhtar Edilen Bir Mesele,76

4. Şuâlar, Beşinci Şuâ

5. Hutbe-i Şâmiye, s, 21

6. Hutbe-i Şâmiye, s, 28

7. Hutbe-i Şâmiye, s, 33

8. Hutbe-i Şâmiye, s,36

9. Hutbe-i Şâmiye, s, 38

10. Hutbe-i Şâmiye, s, 39

11. Hutbe-i Şâmiye, s,74-80

12. Hutbe-i Şâmiye, s, 81

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version